سُئِلَ
رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: أَيُّ النَّاسِ أَحْسَنُ
قِرَاءَةً قَالَ الَّذِي إِذَا رَأَيْتَهُ يَقْرَأُ رَأَيْتَ أَنَّهُ يَخْشَى
اللهَ. (ش)
إنسانلردان
قرآن كريمن أك كوزل اوقويان كيمدى ؟ ديه سورولدى . بويوردوكى : اونى اوقوركن
كورديكون زمان ‘ مجقق الله تعالى دان قورقارق ( اوقوديغونى ) آنلارسين ."
Resûlullah Efendimize (sallallâhü aleyhi ve sellem) “İnsanlardan Kur’ân-ı Kerîm’i en güzel okuyan kimdir?” diye soruldu. Buyurdular ki: “Onu okurken gördüğün zaman, muhakkak Allâhü Teâlâ’dan korkarak (okuduğunu) anlarsın.”
(Musannef-i İbn-i Ebî Şeybe)
Hicrî: 21 Muharrem 1440 Fazilet
Takvimi
SULTAN BİRİNCİ MAHMÛD HAN’IN BİR KERÂMETİ
Koca Râgıb Paşa, Tahkîk ve Tevfîk kitabında anlatıyor.
Birinci Mahmûd Han zamanında, vezîrlerden Mustafa Paşa, İran’a sefîr (elçi) tayin olunmuştu. İran Şah’ına gönderilecek hediyeler ile Padişah’ın nâmesinin teslîmi için Mustafa Paşa, Yalı Köşkü’ne çağırıldı. Padişah’ın huzuruna çıkmadan önce Reîsülküttâb İsmail Efendi ve beylikçi ile bir araya gelip şöyle müzâkere ettik. İran’da iyi Kur’ân okuyan adam bulunmaz. Şimdi lehçesi Arapça’ya uygun, kırâatı ve sesi hoş bir Kur’ân hâfızı bulunsa, İranlılara dinlettirilse, Padişah’ın böyle mükemmel sûrî hediyelerinin yanında bir de manevî ihsânına mazhar olmuş olurlar, hem de Devlet-i Aliyye’nin kemâlini bir derece daha göstermiş oluruz, bu husûsu arzedelim.
Sonra Yalı Köşkü’ne gittik. Burada Padişah’ın İran sefâreti memuriyetine dâir fermânı okunurken, Halîfe Hazretlerinin tavsiyeleri arasında şu madde de geçti. Memur olan sefîrlerin yanında kırâatı ve sesi güzel Kurân okuyan kimselerin olması münâsiptir. İranlılara karşı lahn-i Arab üzere olsa daha iyi olur. Bir kimse bulunup tayin olunsun.
Biz içimizden geçen böyle bir husûsun ayan beyân karşımıza çıkmasından dolayı hayret içinde birbirimize bakakaldık. Huzûr edebine uymayan bu fiilimiz, Padişah’ın dikkatini çekerek sebebini sordurdular. Biz de. Efendim biz de bu husûsu aramızda müzâkere edip arzını düşünmekteydik. Ammâ ilhâm-ı rabbânîye mazhar olan Halîfe Hazretlerine bu husûs ma‘lûm olmuş, ona hayret ettik, dedik.
Bu sırada Dârüssaâde Ağası dedi ki. Garip haldir, Padişahımızın işâreti üzere biz de Habbâlzâde isminde, Kur’ân-ı Kerîm’i lahn-i Arab üzere okuyan ve sesi hoş bir hâfızı, Fetvâ emîni Abdullah Efendi’nin imâmı olarak henüz almıştık. Hatta bu zât daha önce Mirzâzâde Şeyh Muhammed Efendi merhûmun imâmı olup bir cülûs merâsimi sırasında tam bu mahalde Kur’ân okumuş idi. Padişahımızın malumları olsa gerek, onun gönderilmesi münâsiptir.
Sultan Mahmûd Han da. O şahsı bilirim, hatta bize bir de tarih düşürmüştü, dedi. Beylikçi Efendi de. ‘Kutbü’l-arz’ lafızlarını tarih düşürmüştü, dedi. O zât bu memuriyete tayin olundu. İşte keşf-i zamîr (gönülden geçeni okumak) ancak bu kadar olur.
Birinci Mahmûd Han zamanında, vezîrlerden Mustafa Paşa, İran’a sefîr (elçi) tayin olunmuştu. İran Şah’ına gönderilecek hediyeler ile Padişah’ın nâmesinin teslîmi için Mustafa Paşa, Yalı Köşkü’ne çağırıldı. Padişah’ın huzuruna çıkmadan önce Reîsülküttâb İsmail Efendi ve beylikçi ile bir araya gelip şöyle müzâkere ettik. İran’da iyi Kur’ân okuyan adam bulunmaz. Şimdi lehçesi Arapça’ya uygun, kırâatı ve sesi hoş bir Kur’ân hâfızı bulunsa, İranlılara dinlettirilse, Padişah’ın böyle mükemmel sûrî hediyelerinin yanında bir de manevî ihsânına mazhar olmuş olurlar, hem de Devlet-i Aliyye’nin kemâlini bir derece daha göstermiş oluruz, bu husûsu arzedelim.
Sonra Yalı Köşkü’ne gittik. Burada Padişah’ın İran sefâreti memuriyetine dâir fermânı okunurken, Halîfe Hazretlerinin tavsiyeleri arasında şu madde de geçti. Memur olan sefîrlerin yanında kırâatı ve sesi güzel Kurân okuyan kimselerin olması münâsiptir. İranlılara karşı lahn-i Arab üzere olsa daha iyi olur. Bir kimse bulunup tayin olunsun.
Biz içimizden geçen böyle bir husûsun ayan beyân karşımıza çıkmasından dolayı hayret içinde birbirimize bakakaldık. Huzûr edebine uymayan bu fiilimiz, Padişah’ın dikkatini çekerek sebebini sordurdular. Biz de. Efendim biz de bu husûsu aramızda müzâkere edip arzını düşünmekteydik. Ammâ ilhâm-ı rabbânîye mazhar olan Halîfe Hazretlerine bu husûs ma‘lûm olmuş, ona hayret ettik, dedik.
Bu sırada Dârüssaâde Ağası dedi ki. Garip haldir, Padişahımızın işâreti üzere biz de Habbâlzâde isminde, Kur’ân-ı Kerîm’i lahn-i Arab üzere okuyan ve sesi hoş bir hâfızı, Fetvâ emîni Abdullah Efendi’nin imâmı olarak henüz almıştık. Hatta bu zât daha önce Mirzâzâde Şeyh Muhammed Efendi merhûmun imâmı olup bir cülûs merâsimi sırasında tam bu mahalde Kur’ân okumuş idi. Padişahımızın malumları olsa gerek, onun gönderilmesi münâsiptir.
Sultan Mahmûd Han da. O şahsı bilirim, hatta bize bir de tarih düşürmüştü, dedi. Beylikçi Efendi de. ‘Kutbü’l-arz’ lafızlarını tarih düşürmüştü, dedi. O zât bu memuriyete tayin olundu. İşte keşf-i zamîr (gönülden geçeni okumak) ancak bu kadar olur.
Hicrî: 21 Muharrem 1440 Fazilet
Takvimi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder