31 Mart 2015 Salı

OSMANLI’DA İLK UMÛMÎ KÜTÜPHANE




قَالَ صَلَّى اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: إِنَّ صَلاةَ الْمُرَابِطِ تَعْدِلُ خَمْسَ مِائَةِ صَلاةٍ. (هب)
"مرابطن [ دوشمان قارشسنده نوبت بكلينيك ]  نمازى بش يوزنمازه دنك در."
Murâbıtın (düşman karşısında nöbet bekleyenin) namazı beş yüz namaza denktir.” 
(Hadîs-i Şerîf, Beyhakî, Şuabu’l-Îmân)
Hicrî: 11 Cemâziyelâhir 1436   Fazilet Takvimi  

OSMANLI’DA İLK UMÛMÎ KÜTÜPHANE


Kütüphaneciliğimizin tarihi çok eskilere kadar gitmektedir. Kütüphane kurma âdeti Büyük Selçuklu Devleti’nden Anadolu Selçuklularına oradan da Osmanlı Devleti’ne geçerek devam ede gelmiştir. Osmanlı Devleti, camiler, hanlar ve kervansaraylar gibi hayır eserlerinin yanına birer kütüphane kurmayı da ihmal etmemişti. Başta padişah ve valide sultanlar olmak üzere her sınıftan halk, elinden gelen gayreti gösterirdi.
On dokuzuncu asra gelindiğinde cami, türbe ve kenar mahallelerde bulunan bazı kütüphanelerdeki kitapların zayi olmaması için bu kitapları, payitaht (başşehir) İstanbul’da toplayarak büyük bir kütüphanenin kurulmasına karar verildi.
Devrin padişahı, ilme ve irfana büyük kıymet veren Sultan İkinci Abdülhamid Han Yıldız Sarayı’nda büyük bir saray kütüphanesi kurduğu gibi aynı zamanda Kütüphâne-i Umumi-i Osmânî’nin kurulmasıyla bizzat alâkadar oldu. Hazine-i hassası (kendi bütçesi)nden kütüphanenin inşası için para verdi. Binada kullanılacak parkeleri Paris’ten getirtti.
Kütüphane binası için İkinci Bayezid Camii’nin yanında bulunan imaret kısmı uygun görüldü. 27 Eylül 1882 yılında imaret binasının restorasyonuna başlandı. 24 Haziran 1884’te “Kütüphane-i Umumi-i Osmânî” adıyla ilk milli kütüphanemiz hizmete açıldı. Daha sonra Bayezid Camii ile civar tekke ve zaviyelerden satın alınan ve bağış yoluyla toplanan kitaplar, kütüphane koleksiyonunun temeli oldu.

MUTFAĞIMIZ:  Peynirli Ekmek Dilimleri (5 kişilik)

Malzemeler: 10 dilim ekmek, 5 diş sarımsak, 1 parça kaşar peyniri,  zeytinyağı, kırmızı biber, nane, kekik, tuz.
Ekmekler fırın tepsisine dizilir. Bir kapta zeytinyağı, nane, kekik, kırmızı biber, tuz ve ince doğranmış sarımsaklar iyice karıştırılıp ekmeklerin üzerine sürülür. Üzerine kaşar peyniri rendelenir. Önceden ısıtılmış 200 derece fırında üzeri kızarana kadar yaklaşık 6-7 dakika pişirilir.
Hicrî: 11 Cemâziyelâhir 1436   Fazilet Takvimi  



FATİH SULTAN MEHMED’İN DOĞUMU VE TAHSÎLİ



قَالَ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: يَا أَيُّهَا النَّاسُ، تَعَلَّمُوا فَمَنْ عَلِمَ فَلْيَعْمَلْ. (طب)
" أى إنسانلر علم اؤگرننز كمده علم اؤگرنرسه همن اونونله عمل أتسيك ."
Ey insanlar! İlim öğreniniz. Kim de ilim öğrenirse hemen onunla amel etsin.” 
(Hadîs-i Şerîf, Taberânî, el-Mu’cemü’l-Kebîr)
Hicrî: 10 Cemâziyelâhir 1436   Fazilet Takvimi  

EN HAYIRLI KORUYUCU ALLAH’DIR


Bir hırsız Hz. Râbiatü’l-Adeviyye’nin evine girdi. Bulabildiği şeyi alıp çıkmak istedi ise de çıkmaya yol bulamadı. Aldığı eşyayı bırakınca kapıyı bulabiliyordu. Üç defa böyle oldu ve:
“Muhakkak biz onun evini muhafaza ediyoruz. En hayırlı koruyucu Allah’dır” diye bir ses işitti.

FATİH SULTAN MEHMED’İN DOĞUMU VE TAHSÎLİ

Sultan Murad Hanın huzûruna bir haberci geldi. Sultanın elini öptükten sonra, diz çökerek: “Sultanım! Allah sana fetih ve zafer bahçesinden bir gonca ihsân etti, güzellikte emsâli görülmemiş bir oğul bahşetti.”
Sultan Murad Han, etrafındakilere altınlar dağıttı ve oğluna Mehemmed (Mehmed) ismini verdi.
Mehmed çok zeki idi. Beşinci yaşına girdiğinde artık iyiyi kötüden ayırt edebiliyordu. Sultan Murad Han, onu zamanının önde gelen âlimlerine gönderdi. Küçük yaştaki Sultan, üstâdı ne yazdıysa hepsini tam okudu. Öyle ki ‘Arapça’da, hoca bir kelime söylemeyi bitirmeden, cümleyi tamamlardı. Eline kalem alıp yazı yazma zamanı geldiğinde, hocasının öğrettiğinden kat kat daha güzel yazardı. Sülüs, Reyhân, Ta‘lîk ve Nesih hatlarını gayet iyi öğrendi. İlim yolunda epey mesâfe katetti. Bir şiir gördüğünde veya duyduğunda, daha güzel bir şiir ile cevaplandırırdı. On yaşına vardığında, tıp, nücûm (astronomi) ve meânî ilimlerinde âlimlerle sohbet edecek kadar ilerlemişti.
Bulûğ çâğına geldiğinde ise; kılıç, yay ve topuz kullanmakta epey mahâret sahibi olmuştu. Kement atmakta da iyiydi. Attığı ok, iğnenin bezden geçtiği gibi zırhtan geçerdi. Kılıç tuttuğu elinin kuvvetinden dolayı halk O’na “Cihângîr” demiştir. Devlet işlerini de adalet ile idâre ederdi.
Her bakımdan olgunlaşıp pek çok fazîletler kazandıktan sonra babasının yanına gitti. Sultan Murad, oğlunu devleti idâre edebilecek fazîletlere sâhip birisi olarak görünce çok memnun oldu.
Hicrî: 10 Cemâziyelâhir 1436   Fazilet Takvimi  



29 Mart 2015 Pazar

YALAN EN BÜYÜK GÜNAHTIR



قَالَ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: اَلْكِذْبُ يَنْقُصُ الرِّزْقَ. (كنز)
بيغمبرأفندمز صلى الله عليه وسلم بويوردولر . "يالان رزقين آزالماسينه معيشت [ گچم ] صقنطسينه سبب اولور ."
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) buyurdular: “Yalan, rızkın azalmasına; maişet (geçim) sıkıntısına sebep olur.”
 (Hadîs-i Şerîf, Kenzü’l-Ummâl)
Hicrî: 9 Cemâziyelâhir 1436   Fazilet Takvimi  

YALAN EN BÜYÜK GÜNAHTIR


Yalan, en çirkin günahlardandır.
Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.) buyurdular:
“Muhakkak yalan nifâk kapılarından bir kapıdır.”
“Mü’minde kötü ahlâktan her şey bulunsa da yalan ve hıyânet aslâ bulunmaz.”
“Muhakkak doğruluk, iyiliğe götürür. İyilik ise cennete ulaştırır. Bir adam doğru söylemeye devam eder de nihayet Allâhü Teâlâ katında sıddîklardan yazılır. Yalan ise isyâna götürür. İsyân ve kötülük ise cehenneme düşürür. Muhakkak kul yalan söylemeye devâm ederse Allâhü Teâlâ katında yalancılardan yazılır.”
“Münâfığın alameti üçtür: Konuştuğunda yalan söyler. Vaad ettiğinde vaadinden döner. Emânet edildiğinde emânete hıyânet eder.”
“Üç haslet sende bulunursa dünyada başından geçen hiçbir şey sana zarar vermez: Doğru sözlü olmak, emânete riâyet etmek ve helâlinden yemek.”
Hazret-i Âişe (r.anhâ) vâlidemiz buyurdu:
“Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.) bir Yahudiye:
“Allâhü Teâlâ ve kitâbları hakkında yalan söylemekten sakın. Zira her kim Allâhü Teâlâ ve onun kitabları ve peygamberleri hakkında yalan uydurursa cehennemdeki yerine hazırlansın”, buyurdular. Bunun üzerine Yahudi:
“Ey Ebu’l-Kâsım, ben şahidim ki sen elbette doğruyu söylersin. Biz Tevrât’da: ‘Muhakkak yalan kötülüklerin kapısı ve günahların anahtarıdır.’ diye yazılı olduğunu bulmaktayız” dedi.
Ubeydullâh el-Mahzûmî şöyle derdi:
“Halîfe Abdülmelik bin Mervan, oğullarına -neticesinde ölüm de olsa- doğruluğu Kur’ân-ı Kerîm’i öğrettiğim gibi öğretmemi emretmişti.”
Yalan, manevî necasetlerdendir. Kul yalan söylediğinde hafaza melekleri söyleyenin ağzından çıkan fena kokudan dolayı bir mil mesafe uzaklaşırlar. Bundan dolayı yalan söyleyenin abdest alması müstehabdır.
Hicrî: 9 Cemâziyelâhir 1436   Fazilet Takvimi  



28 Mart 2015 Cumartesi

HÂLİD BİN VELÎD (Radıyallâhü Anh)




قَالَ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: نِعْمَ عَبْدُ اللهِ خَالِدُ بْنُ الْوَلِيدِ سَيْفٌ مِنْ سُيُوفِ اللهِ. (ت)
" حالد بن ولد نه كوزل بر قولدور . او الله تعالى نيك قلجلرندان بر قلجتر ."
Hâlid bin Velîd ne güzel bir kuldur. O, Allâhü Teâlâ’nın kılıçlarından bir kılıçtır.” 
(Hadîs-i Şerîf, Sünen-i Tirmizî)
Hicrî: 8 Cemâziyelâhir 1436   Fazilet Takvimi  

SEYFULLÂH HÂLİD BİN VELÎD (Radıyallâhü Anh)


Seyfullâh (Allâh’ın kılıcı) Hâlid bin Velîd hazretlerinin nesebi Lüvey bin Gâlib’de Resûlullâh Efendimizle (s.a.v.) birleşir. Vâlidesi Lübâbe binti’l-Hâris, Peygamberimizin zevcesi ve Mü’minlerin annesi Meymûne radıyallâhü anhânın kızkardeşidir.
Hudeybiye’den sonra Müslüman olmuştur. Mu’te gazâsında fevkalâde kahramanlığı sebebiyle Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.) onu “Seyfullâh” diye isimlendirdiler. Kendisi “Mu’te muhârebesinde elimde dokuz kılıç kırıldı” demiştir. Hayber’in ve Mekke’nin fetihlerinde ve Huneyn gazâsında bulundu. Ashâb-ı Kirâm arasında şecâat ve dehası ile meşhurdur.
Hazret-i Ebûbekir (r.a.), onu yalancı peygamber Müseylemetü’l-kezzâb ve Yemâme’deki mürtedler (dinden dönenler) üzerine sevk ettiği orduya kumandan tayin etmiştir. Mürtedlerle, Şam’da Romalılarla ve Irak’da Mecusî İranlılarla yaptığı harblerde hârikulâde kahramanlıklar ve ordu idâresinde mahâretler göstermiştir. Şam’ı feth etmiştir.
Takkesinde dâimâ Resûlullâh Efendimizin (s.a.v.) mübârek saçından taşır ve onunla Cenâb-ı Hak’dan yardım ihsân etmesini taleb ederdi. Dâimâ onun bereketiyle galip geldiğini söylemiştir.
Hazret-i Hâlid vefâtı sırasında şöyle buyurdu:
“Muhakkak yüz ve belki daha fazla büyük harblerde bulundum. Vücudumda kılıç darbesi, ok ve mızrak yarası bulunmayan bir karış yer yoktur. Amma işte şimdi yatağımda vefât ediyorum. Korkakların gözleri uyumasın. Benim “Lâ ilâhe illallah” kelime-i tevhidinden daha çok faydasını ümîd ettiğim amelim yoktur. Ben kelime-i tevhîde sığınıyorum.”
Hazret-i Ömer zamanında hicretin yirmi birinci senesinde vefât etti. Kabr-i şerifi Humus’tadır. Vefâtına Hazret-i Ömer ve Müslümanlar çok hüzünlendiler.
Hicrî: 8 Cemâziyelâhir 1436   Fazilet Takvimi



ALLAH İŞLERİN YÜCE OLANINI SEVER


قَالَ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: لا يَكُونُ الْمَرْءُ عَالِماً حَتَّى يَكُونَ بِعِلْمِهِ عَامِلاً. (إحياء)
بيغمبرأفندمز صلى الله عليه وسلم بويوردولر . " كشى بلدكلريله عمل أتمدكجه حقيقى عالم اولاماز ."

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) buyurdular: “Kişi, bildikleriyle amel etmedikçe hakîki âlim olamaz.” 
(Hadîs-i Şerîf, İhyâu Ulûmiddîn)
Hicrî: 7 Cemâziyelâhir 1436   Fazilet Takvimi  

ALLAH İŞLERİN YÜCE OLANINI SEVER


Ahmed Cevdet Paşa (d. Lofça 1823- v. İstanbul 1895) değerli bir âlim ve büyük bir devlet adamıdır. Hizmetinde bulunduğu Sultan İkinci Abdülhamid Han: “Allah rahmet eylesin! Cevdet Paşa âlim bir adamdı. Arapça ilimlerde müderris olduğu gibi diğer ilimlerde ve fenlerde de âlimdi. Ben ondan, onun ilminden çok istifade ederdim” diyerek takdir etmiş ve onu “ayaklı kütüphane” olarak da vasıflandırmıştır.
Ahmed Cevdet Paşa medrese hatıralarını şöyle anlatıyor: Küçükken Lofça müftüsü Hafız Ömer Efendi’den Arabî ilimleri okumaya başladım. Fevkalade gayret ile az vakitte Arapçada haylice ilerledim. Şer‘î ilimlerde de biraz meleke kazandım. Halebî ve Mültekâ okudum. Daha sonra ilimlerin mukaddimesi sayılan mantık ve beyan gibi ilimlerle meşgul oldum. Artık âli (yüksek) ilimler tahsili için İstanbul’a gitmem lüzumlu göründü. Yaşım ise henüz on beş-on altı civarında idi. Gerçi babam ve annem bir tarafa gönderilmeme razı olmuyorlardı ama bence gençlik günlerini beyhude zâyi etmemek için İstanbul’a gitmek işin doğrusu idi.
1839 senesi başlarında İstanbul’a geldim. Rumeli kazaskerliği dairesinde yapılan imtihana girip kadılık yoluna girdim. Medreselerin tahsil günlerinde okunan derslerden başka tatil günlerinde muhtelif mevzulara dair pek çok risaleler ve eski tarz üzere hesap, cebir, hendese (geometri) ve hey’et (astronomi) ve sair hikmet ilimlerine dair pek çok kitaplar okudum.
O devirde tahsil günleri senenin neredeyse yarısı kadardı. Ben ise yalnız bir defa Ramazan-ı Şerif’te sıla-i rahim için Lofça’ya gittim ve bir defa da münasip bir vesile ile Selanik, Serez ve Drama taraflarını dolaştım. Diğer vakitler hep İstanbul’da kalıp gece gündüz ilim tahsili ile meşgul olur; tatil günlerinde, tahsil günlerinden fazla malumat kazanırdım. Bence tatil günleri bayram günlerinden ibaret idi. Bu bakımdan diğer talebenin on senede tahsil edemediği ilim ve fenleri beş-altı sene zarfında tamamladım. Bu şekilde âli ilimler tahsiline gayret edegeldiğim halde boş vakitlerde de “İlim kuyudur, müzakere onun kovasıdır” diyerek müzakere ve ders okutmakla meşgul olurdum.
Hicrî: 7 Cemâziyelâhir 1436   Fazilet Takvimi