27 Nisan 2014 Pazar

SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMÎD HAN'IN BAZI HUSUSİYETLERİ



Hadîs-i Şerîf:
 "Kim mescidden (insanlara) eziyet veren şeyi çıkarırsa, Allâhü Teâlâ, onun için cennette bir köşk inşâ eder."
 (Hadîs-i Şerîf, Sünen-i İbn-i Mâce)
Hicrî:27 Cemâziyelâhir 1435   •Fazilet Takvim

"AMELLER NİYETLERE GÖREDİR"


Selmân-ı Fârisî Hazretleri (r.a.): "Bir sinekten dolayı bir kişi cennete, bir kişi de cehenneme girmiştir." buyurdular. "Bu nasıl olur?" diye sordular.
Selmân-ı Fârisî (r.a.), "Sizden önceki zamanlarda yaşayan iki kişi yanlarında putları bulunan bir topluluğa rastladılar. Putlarına kurban vermeyen hiç kimsenin oradan geçmesine izin vermiyorlardı. Birisine, putlarımız için kurban ver, dediler. O da yanımda hiçbir şeyim yok, dedi. Bir sinek de olsa kurban ver, dediler. O da, bir sineği putlar için kurban etti ve oradan geçti. İşte bu kişi cehenneme girer. Diğerine de kurban vermesini söylediler. O da, ben Allâhü Teâlâ'dan başka hiç kimse için kurban kesemem dedi. Böyle dediği için onu öldürdüler. Bu kişi de cennete girer." buyurdular.


SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMÎD HAN'IN BAZI HUSUSİYETLERİ

Sultan Abdülhamîd Han'ın sîmâsında Osmanlı hânedânına mahsûs olan alâmetler iyice fark ve müşâhede olunurdu. Nitekim Bellini tarafından yapılan Fâtih Sultan Mehmed Han portresine bakınca Sultan Abdülhamîd Han'ın dedesine benzeyen yüz hatları açıkça görülür.
Sultan Abdülhamîd Han gayet nâzik, yürüyüşü tabii ve pek vakarlı idi. Her hâlinde bir fevkalâdelik vardı. Sadeliği ve intizamı severdi.
Meşguliyetlerini hiç aksatmadan devam ettirirdi. Hatta Selanik'e sürgün edildiği günün ertesinde Yıldız Sarayı'ndaki saatçilik ve marangozluk âlet ve malzemelerinin ne zaman geleceğini Fethi Bey'e sormuş ve cevabı beklemeden şöyle demişti:
"Böyle alışkanlıklar, meşgaleler, zevkler edininiz. Ben bunlara, şehzâdeliğim zamanında merak ettim. Hükümdârlığımda da vakit buldukça değil, vakit ayırarak devam ettim. Bugün benim için yalnızca meşgale değil, teselli de oluyor. Ecdad-ı izâmım (büyük dedelerim) içinde hemen hemen hepsinin daha âli ve tatminkar alışkanlıkları vardı. Çoğu, hüsn-i hat (güzel yazı), şiir, edebiyat ile meşgul idiler."
Hicrî:27 Cemâziyelâhir 1435   •Fazilet Takvim



25 Nisan 2014 Cuma

EBU'L-HASAN EL-HARKÂNÎ K.S



Hadîs-i Şerîf:
 "Kör, gözü görmeyen kimse değildir. Asıl kör basîreti olmayan kimsedir."
(Hadîs-i Şerîf, Beyhakî, Şuabü 'l-Imân)
Hicrî:25 Cemâziyelâhir 1435   •Fazilet Takvim

EŞ-ŞEYH EBU'L-HASAN EL-HARKÂNÎ K.S.


Silsile-i Sâdât'ın altıncı halkası olan Ebu'l-Hasan Harkânî (k.s.) devrinin en büyük âlimi ve zamanın kutbu idi. İsmi Ali bin Ahmed b. Ca'fer'dir. Künyesi Ebu'l-Hasan'dır. Bistâm'ın Harkân kasabasında dünyaya gelmiştir. Buraya nisbetle 'Harkânî' diye anılır. Ebu'l-Hasan Harkânî Hazretleri H. 352 (M. 963) yılında doğdu.

Bayezîd-i Bestâmî Hazretleri kendisinden yaklaşık bir asır sonra Harkân'da dünyaya gelecek olan Ebu'l-Hasan Harkânî Hazretlerinden, onun makam ve vasıflarının yüceliğinden mürîdlerine haberler vermiştir.
Bayezîd-i Bestâmî Hazretlerinin vefatından yıllar sonra dergâhına Harkân'dan bir zat geldi.
Dergâhtakiler ona ismini sordular. "Adım, Ebu'l-Hasan Harkânî'dir, dedi. Onu Bayezîd-i Bestâmî Hazretlerinin tarif ettiği gibi bulup hemen müjdeyi verdiler: Bayezîd-i Bestâmî Hazretleri, seni bize bildirmiş, onun mürîdlerinden olacağını haber vermişti, dediler. O da rüyasında onu gördüğünü ve kendisine bu meseleyi haber verdiğini söyledi.
Ebu'l-Hasan Harkânî Hazretleri on iki sene Bayezîd-i Bestâmî Hazretleri'nin türbesini ziyerete gitmiş, onun rûhâniyyetinin terbiyesi ile zamanının ferîdi olmuştur. Bayezîd-i Bestâmî Hazretlerini ziyarete gittiği zaman ayakta ziyaret eder, çıkarken asla arkasını dönmezdi. Yatsı namazının abdestiyle sabah namazını kılardı. Vefatı yaklaştığında talebelerine kabrini üç arşın derinlikte kazmalarını vasiyet etmiş ve şöyle buyurmuştu: "Burası, Bistam şehrinden daha yüksektir. Kabrimin Üstâzım Bayezîd-i Bestâmî'nin kabrinden yüksekte olması edebe uygun olmaz."
Şeyh Ebu'l-Hasan Hazretleri, 10 Muharrem 425 (M. 1033)'te vefat etmiştir. Kabr-i şerîfleri, Kars'ın Kağızmankapısı semtindedir. Ebu'l-Hasan Harkânî Hazretlerinin eserlerinden bazıları şunlardır: Nûru'l-Ulûm ve Müntehab-ı Nûru'l-Ulûm. Tasavvufla alâkalı Farsça olarak yazılmış Esrâru's-Sülûk ve Bişâretnâme.
Hicrî:25 Cemâziyelâhir 1435   •Fazilet Takvim




24 Nisan 2014 Perşembe

PADİŞAHIN KILICININ PARILTISI



Hadîs-i Şerîf:
 "Günahlardan hicret et, onları terk et. Zira bu, en faziletli hicrettir. Farzlara devam et. Zira bu cihadın en faziletlisidir. Allâhü Teâlâ'yı çok zikret. Çok zikirden daha sevimli bir şeyle Allâhü Teâlâ'nın huzuruna çıkamazsın."
(Hadîs-i Şerîf, Taberânî, el-Mu'cemü'l-Kebîr)
Hicrî:24 Cemâziyelâhir 1435   •Fazilet Takvim

HÂZIR OL CENGE İSTERSEN SULHU SALAH*


Yavuz Sultan Selim Han gösterişten hoşlanmaz, sadeliği severdi. "Mücevveze" yerine kendi adıyla anılan "selîmî" kavuk giyer ve "Vezirlerin ve beylerin süslü giyinmeleri, padişahlarına saygıdan ileri gelir.

Biz kime şirin görünmek için süslü giyinelim ki? Bizim padişahımız, (yani Allâhü Teâlâ) vücudun dışına değil, içindeki cev­here bakar." derdi.
Sadrazam dâhil devlet adamları da saygıda kusur etmemek için sade kıyafetler giyerlerdi.
Derken bir gün Venedik Elçisi Antonyo Jüstinyani'nin İstanbul'a geleceği ve huzura çıkacağı duyuldu. Sadrazam ve devlet erkânı bu halden çok sıkıldılar. Çünkü hem hünkârın, hem de kendilerinin kıyafetleri pek sadeydi. Bir yabancı devlet elçisinin onları bu halde görmesini istemiyorlardı.
Sadrazam Hersekzade Ahmed Paşa, pa­dişaha arz etti. Padişah, beklenenin aksine; "Doğru," dedi. "Herkesin yeni elbiseler giymesi münasiptir." Vezirler ve devlet adamları, hemen kıymetli elbiseler diktirdiler. Elçinin geleceği gün Yavuz Sultan Selim Han arz odasındaki tahtına sade kıyafeti ile oturmuş, meşhur kılıcını tahtın basamağına koymuştu. Karşı pencereden gün ışığı vurdukça kılıcın parıltısı göz kamaştırıyordu. Bir müddet sonra huzura kabul olunan elçi, namesini takdim etti. Hünkâr, bir müddet sonra gitmesine izin verdi. Padişah, Hersekzade Ahmed Paşa'ya: "Paşa, elçiye sor bakalım, bizi nasıl bulmuş?" dedi. Hersekzade yer öperek çıktı.
Dönünce: "Sordum saadetli hünkârım, 'padişahın kılıcının parıltısından kendilerini göremedim bile!' dedi." Padişah "İşte, kılıcımız keskin ve parlak olursa düşmanın gözü bizi görmez...
Ama, Allah esirgesin, bir gün kesmez olur ve parıldamazsa, bizi hem görür ve hem de bize tepeden bakar!" dedi.
*Sulh ve emniyet istersen her zaman düşmanına karşı harbe hazır bulun.
(Abdulhak Molla)
Hicrî:24 Cemâziyelâhir 1435   •Fazilet Takvim



23 Nisan 2014 Çarşamba

BİLMİYORUM DEMEK İLMİN YARISIDIR"



Hadîs-i Şerîf:
 "Dört kişi vardır ki, onların sevgisi münâfığın kalbinde toplanmaz ve onları ancak mü'min sever. Bunlar Ebû Bekir, Ömer, Osman ve Ali'dir." (Radıyallâhü Anhüm) 
(Hadîs-i Şerîf, Kenzü'l-Ummâl)
Hicrî:23 Cemâziyelâhir 1435   •Fazilet Takvim

"BİLMİYORUM DEMEK İLMİN YARISIDIR"


Kâsım bin Muhammed (r.a.) buyurdular ki:
•     "İnsanlar bana fetva sorarlardı, ben bu hususu bilmiyorum, anlamıyorum, derdim. Israrla sorduklarında şöyle söylerdim: Vallahi sizin sorduklarınızın hiçbirini bilmiyorum. Şayet bilse idim, söylerdim. Zaten bildiğim şeyi gizleyip söylemek helâl olmaz. Sizin sorduklarınızın hepsini bilmiyorum. Kişinin, Allâh'ın farz kıldıklarını öğrendikten sonra cahil olarak yaşaması, bilmediği hususlarda fetva vermesinden daha hayırlıdır."
•  "Kişinin günahını hafife alması en büyük günahlardandır."
•  "Resûlullâh'ın Ashâb'ının ihtilâfı, insanlar için bir rahmettir."

NAFİLE ORUÇLAR
 Oruç tutulması haram ve mekruh olmayan günlerde kişi istediği zaman nâfile oruç tutabilir. Nafile oruç, farz olan Ramazan orucundan başka olarak tutulan oruçlardır ki sünnet, müstehap, mendup diye isimlendirilirler:
Şevval ayında altı gün oruç tutmak müstehaptır.
Muharrem ayının onuncu günü ile bir önceki veya bir sonraki gün ile
birlikte oruçlu geçirilmesi sünnettir.
Kamerî (ay) takvim hesabına göre "Eyyam-ı bîyz" denilen her ayın
13, 14 ve 15. günlerinde üç gün oruç tutmak müstehaptır.
Her hafta pazartesi ve perşembe günleri oruç tutmak da
Peygamberimiz'in teşvik ettiği nâfile oruçtur.
Zilhicce ayının ilk dokuz gününde oruç tutmak müstehaptır.
Haram aylar yani "Eşhuru hurum" denilen Zilkade, Zilhicce,
Muharrem ve Recep aylarının perşembe, cuma ve cumartesi
günlerinde oruç tutmak müstehaptır.
Şâban ayında oruç tutmak müstehaptır.

MISRA:
Bir köhne köprüdür bu cihan kim gelir geçer.
(İbn-i Kemal)
Hicrî:23 Cemâziyelâhir 1435   •Fazilet Takvim




22 Nisan 2014 Salı

İKİ KURBANLIĞIN OĞLU (S.A.V.)



Hadîs-i Şerîf:
 "Yediklerinizi Allâhü Teâlâ'yı zikir ve namaz ile eritiniz. Yemek yedikten sonra (hazmetmeden) yatmayınız. Yoksa kalbleriniz katılaşır.
 (Hadîs-i Şerîf, Taberânî, el-Mu'cemü'l-Evsat)
Hicrî:22 Cemâziyelâhir 1435   •Fazilet Takvim

İKİ KURBANLIĞIN OĞLU (S.A.V.)


Peygamber Efendimiz'in (s.a.v.) dedesi Abdülmuttalib, uzun zamandan beri yeri kayıp olan Zemzem kuyusunu, gördüğü bir rüya üzerine kazıp imar ve ihya etmek istedi. Ancak Kureyş'ten buna karşı çıkanlar oldu. Kendisine oğlu Hâris'ten başka yardım eden kimsesi yoktu.
"Ey Rabb'im! Eğer bana yardımcı olacak on erkek evlat ihsan edip şu hayırlı işte muvaffak kılarsan birisini sana kurban edeyim." diye nezretti.
Allâhü Teâlâ on erkek evlat verdi. Onların yardımıyla Zemzem kuyusunu imar ve ihya etti. Bir gece rüyasında "On oğlun oldu. Maksadına kavuştun. Onlardan birini kurban et, verdiğin sözü yerine getir." denildi.
Büyük bir ıztırab içinde uyandı. Oğullarını toplayıp bu hali onlara anlattı.
"Biz sana itaat ederiz, hangimizi seçersen kurban et" diyerek hepsi kabul edip boyun eğdiler. Kur'aya karar verildi. Kur'a en sevgili oğlu Abdullah'a çıkınca hemen kurban etmek istedi. Ancak Kureyş'in uluları, böyle yaparsan bu, Kureyş arasında âdet olur. Sen Rabb'ini başka şekilde razı et, dediler. Aklı eren kimselerin tavsiyeleriyle kan bedeli (fidye) olan on deve ile Abdullah arasında yeniden kur'a çekilmeye başlandı.
Her seferinde Abdullah'a çıkınca kur'a on defa tekrarlandı. Onuncuda kur'a develere çıktı.
Abdullah yüz deve fidye karşılığında ölümden kurtuldu. Hemen yüz deve kurban edildi. İnsanlar, hayvanlar günlerce o develerden nimetlendiler.
Bundan dolayı Abdullah'a "Zebîh (kurban olunan)" denilmiştir. Peygamber Efendimiz'e (s.a.v.);
"İbnü'z-zebîhayn (iki kurbanlığın oğlu)" dur. İki kurbandan birisi babası, diğeri de daha ileri batınlardan dedesi Hz. İsmail'dir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bununla iftihâr eder ve "Ben, iki kurbanlığın oğluyum" buyururlardı.
Hicrî:22 Cemâziyelâhir 1435   •Fazilet Takvim




21 Nisan 2014 Pazartesi

GÜL



Hadîs-i Şerîf:
 "Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bir heyet geldiği zaman en güzel elbisesini giyer, Ashâbına da böyle yapmalarını emrederdi." 
(Hadîs-i Şerîf, Ebû Nuaym, Ma'rifetü's-Sahâbe)
Hicrî:21 Cemâziyelâhir 1435   •Fazilet Takvim

GÜL

Asıl vatanı Doğu Asya olan gül, buradan Anadolu, Avrupa ve Kuzey Afrika'ya yayılmıştır.
Türkiye'de İsparta ve Burdur ilinde çokça yetiştirilir. Gül, güzel kokulu ve dikenli bir ağaççıktır. Deniz seviyesinden 3500 metre yüksekliğe kadar rutubetli topraklarda yetişir.
Gülün çiçeklerinden gülyağı ve gülsuyu elde edilir. Kâbe-i Muazzama gül suyu ve zemzem ile yıkanır.
Gülyağı bilhassa parfümeri ve kozmetik sanâyiinde çok kullanılır.
Gül'den güllaç, lokum, gülsuyu, gül reçeli yapılır.
Gül suyu antiseptiktir, yaraları temizlemede kullanılır. Gargara yapılırsa boğaz ve ağız rahatsızlıklarına faydalıdır. Ferahlatıcı ve dinlendiricidir.
Resûlullah (s.a.v.) namaza durduğu zaman mübarek göğsünden tencerede kaynayan suyun sesine benzer kaynama sesi duyulur ve kendisinden gül kokusu yayılırdı. Bir hadîs-i şerîfte:
"Beden, üç şeyle ferahlar; Güzel koku koklamak, yumuşak elbise giymek ve bal içmek." buyurulmuştur. Diğer bir hadîs-i şerîfte:
"Her kim kırmızı bir gül koklar da bana salavât-ı şerife getirmezse, bana eziyet etmiş olur." buyurulmuştur.
Lâle Allâhü Teâlâ'yı gül de Resûlullah'ı hatırlattığından Osmanlı'da tezyinatta ve resmî evrakta lale hep gül ile birlikte kullanılmıştır. Sultan Ahmet Han merhum, başında ayak izini taşıdığı Peygamber Efendimiz'i (s.a.v.):
"Gül-i gülzâr-ı nübüvvet o kadem sâhibidir
Ahmedâ, durma yüzün sür kademine o gülün."
diyerek Peygamber Efendimizi, Peygamberlik gülistanının gülü diye tavsif etmiştir.
Hicrî:21 Cemâziyelâhir 1435   •Fazilet Takvim




20 Nisan 2014 Pazar

RESÛLULLÂH'IN AHLÂKI KUR'ÂN-I KERÎMDİR



Hadîs-i Şerîf:
 "Kim sabah ve yatsı namazını cemâatle kılarsa, iki berâtı olur. Biri nifaktan berât, biri de şirkten berât."
 (Hadîs-i Şerîf, Müsned-i Ebû Hanîfe)
Hicrî:20 Cemâziyelâhir 1435   •Fazilet Takvim

RESÛLULLÂH'IN AHLÂKI KUR'ÂN-I KERÎMDİR


Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.), dâima Rabb'inden güzel ahlâk ister, kendisini en güzel edeblerle süslemesini niyaz eder ve: "Allâhümme hassin halkî ve hulukî" diye dua ederdi ki "Allâh'ım, yaradılışımı ve ahlâkımı güzelleştir." demektir.
Hz. Aişe (r. anhâ), "Resûlullâh'ın ahlâkı Kur'ân-ı Kerîm idi," buyurmuşlardır. Allâhü Teâlâ Habîbini Kur'ân-ı Kerîm ile edeblendirdi ve ona güzel ahlâkın yolunu gösterdi ve buyurdu ki:
خُذِ الْعَفْوَ وَاْمُرْ بِالْعُرْفِ وَاَعْرِضْ عَنِ الْجَاهِلٖينَ
 "Af yolunu tut, iyiliği emret ve kendilerini bilmezlerden yüz çevir."
(A 'râf sûresi, âyet 199)
 اِنَّ اللّٰهَ يَاْمُرُ بِالْعَدْلِ وَالْاِحْسَانِ وَاٖيتَاٸِ ذِى الْقُرْبٰى وَيَنْهٰى عَنِ الْفَحْشَاءِ وَالْمُنْكَرِ وَالْبَغْیِ يَعِظُكُمْ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ
"Haberiniz olsun ki Allâhü Teâlâ adaleti ve ihsânı (Allâha kulluk vazifesini ve Allâh'ın kullarına karşı vazifelerini güzel yapmayı) ve akrabadan muhtaç olanlara mal vermeyi emreder ve (mal gasbetmek, zina gibi) pişmanlık ve inkârı icab eden fiillerden, fenalıktan ve hukuka tecavüzden men eder..."
(Nahlsûresi, âyet, 90)
 وَاصْبِرْ عَلٰى مَا اَصَابَكَ
".başına gelenlere sabret..."
(Lokmân sûresi, âyet 17)
Uhud harbinde mübarek azı dişi kırıldığında, Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.), yüzünden akan kanı siliyor ve "Kendilerini Hakk'a davet eden peygamberlerinin yüzünü kana boyayan bir kavim nasıl ebedî kurtuluşa erebilir?" buyuruyordu.
Bunun üzerine Allâhü Teâlâ Al-i İmrân Sûresi'nin 128. âyetini indirdi ve onu irşâd etti:
لَيْسَ لَكَ مِنَ الْاَمْرِ شَیْءٌ
 "(Yâ Muhammed, başkaları şöyle dursun, sen bile) bizzat hiçbir emre, (hiçbir hükme) mâlik değilsin..." 
Yani: Ancak memur bir kulsun. Allâh'ın emri olmayınca o kâfirlere ve muhaliflere hiçbir şey yapamazsın, hatta onlara beddua bile edemezsin. Bunun gibi âyet-i celîleler Kur'ân-ı Kerîm'de çoktur. Allâhü Teâlâ, Resûlullâh Efendimizi (s.a.v.) terbiye ederek güzel ahlâk ile süslemiştir. Zira Allâh'ın nuru bütün mahlukâta Peygamber Efendimiz'den tevzi olunur.
Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.) "Ben güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim" buyurmuşlardır.
Hicrî:20 Cemâziyelâhir 1435   •Fazilet Takvim




19 Nisan 2014 Cumartesi

CENNETE ANCAK ALLÂH'IN RAHMETİ İLE GİRİLİR



Hadîs-i Şerîf:
 Resûlullâh (s.a.v.) "Hiçbir kişiyi ameli cennete girdirmez." buyurdular. "Yâ Resûlallâh! Sizi de mi?" dediler. 'Evet, Allâh'ın fazlı ve rahmeti bürümedikçe yalnız ibâdetim beni de cennete girdirmez." buyurdular. 
(Hadîs-i Şerîf, Müttefekun aleyh)
Hicrî:19 Cemâziyelâhir 1435   •Fazilet Takvim

CENNETE ANCAK ALLÂH'IN RAHMETİ İLE GİRİLİR


Resûlullâh (s.a.v.) buyurdular:
"Az önce Cebrâil yanımdan ayrıldı. Dedi ki:
'Yâ Muhammed! Seni hak peygamber olarak gönderen Allâh'a yemin ederim ki, Allâh'ın kullarından biri, denizin ortasında bir adadaki dağın başında Allâh'a beş yüz sene ibâdet etti... Allâhü Teâlâ ona parmak kalınlığında tatlı su akıtan ve birikip dağın eteğinde toplanan bir kaynak çıkardı. Bir nar ağacı, her gece ona bir nar veriyordu. Akşam olduğunda inip abdestini alıyor ve bu narı yiyordu, sonra kalkıp namazını kılıyor ve eceli geldiğinde, rûhunu secdede iken almasını ve secde hâlinde dirilinceye kadar yerin veya başka şeyin cesedini bozmamasını Rabb'inden istiyordu. Allah da onun duâsını kabul etti....
O kıyâmet günü diriltilip huzûruna çıkarılınca Allâhü Teâlâ, 'Kulumu rahmetimle cennete koyun.' buyurur. Kul, 'Yâ Rabbi! Amelimle (gireyim)' der... (Bu hitab ve cevap üç defa tekrarlanır.)

Allâhü Teâlâ meleklerine 'Kulumun ameli ile benim ona verdiğim nimeti kıyaslayın.' buyurur.

Göz nimetinin beş yüz senelik ibâdeti kapladığı anlaşılır.
Vücuddaki diğer nimetler fazladan (şükredilmemiş) olarak kalır.
Allâhü Teâlâ, 'Kulumu cehenneme atın.' buyurur. Kul, cehenneme doğru sürüklenince 'Yâ Rabbi! Rahmetinle beni cennete koy!' diye yalvarır. Bunun üzerine Allâhü Teâlâ, 'Onu geri getirin.' buyurur. Allâhü Teâlâ'nın huzûrunda durdurulur. Allâhü Teâlâ: 'Ey kulum! Sen hiçbir şey değildin, seni kim yarattı?' 'Sen yarattın Yâ Rabbi!' 'Bu senin tarafından mı yoksa benim rahmetimle mi?' 'Senin rahmetinle ya Rabbi' 'Sana beş yüz sene ibâdet etmek için kim kuvvet verdi?' 'Sen verdin yâ Rabbi! 'Seni koca denizin ortasında bir dağa indiren, senin için tuzlu sudan tatlı su çıkaran, senede bir defa meyve veren ağaçtan her gece meyve verdiren, secde hâlinde ölmeyi arzu ettiğinde duânı kabul eden kimdir?' 'Sensin, yâ Rabbi!' Allâhü Teâlâ, 'İşte bunlar benim rahmetim iledir ve ancak rahmetimle seni cennete koyacağım. Kulumu cennete koyun. Ey kulum! Sen ne iyi bir kulsun!' buyurur ve onu cennete koyar." Cebrâil (a.s.) "Yâ Muhammed! Her şey Allâh'ın rahmetiyledir." dedi.
Hicrî:19 Cemâziyelâhir 1435   •Fazilet Takvim




17 Nisan 2014 Perşembe

HAZRET-İ MUÂVİYE'NİN SÜNNETE BAĞLILIĞI



Hadîs-i Şerîf:
 "Kim Allâh'a ve âhiret gününe îmân ediyorsa ya hayır(lı şeyler) söylesin veya sussun."
(Hadîs-i Şerîf, Sahîh-i Buhârî ve Müslim)
Hicrî:18 Cemâziyelâhir 1435   •Fazilet Takvim

HAZRET-İ MUÂVİYE'NİN SÜNNETE BAĞLILIĞI


Ebû Ya'lâ'nın Müsnedinde ve İbn-i Kesîr'in el-Bidâye ve'n- Nihâye'sinde şöyle yazmaktadır:
Hz. Muâviye şöyle anlattı:
Bir seferde Resûlullâh Efendimiz'in (s.a.v.) matarasını taşıyan
Hz. Ebû Hüreyre rahatsızlanmıştı. Ben hızlı davranarak hemen Resûlullâh'ın abdest aldığı matarayı aldım, hürmetle Resûlullâh Efendimiz'in eline su dökmeye başladım. Resûlullâh aleyhisselâm bana bakınca heybetinden başımı eğdim. Sonra Resûlullâh bana tekrar baktı ve: "Ey Muâviye, eğer Müslümanların işlerini görmek sana verilirse Allâh'dan kork ve adâletle hareket et" buyurdu. Bundan iyice anladım ki bu iş benim başıma gelecektir. Abdest suyunu dökmeye devâm ettim. Sonra Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.) ikinci defa baktı ve: "İyi bil ki benden sonra Ümmetimin işlerinin başına geçersin. O vakit geldiğinde sen onların iyiliklerine bak, suçlarına ve fena hallerine bakma" buyurdu. Bundan dolayı Hz. Muâviye insanlara hep hilimle; tatlılıkla davranırdı. Resûlullâh'dan, çok Hadîs-i Şerîf öğrenip muhâfaza etti. Lâkin bunlardan üçünü bütün hayatı boyunca dûstûr edindi.

•   Birincisi şu idi: "Allâhü Teâlâ, bir kimseye hayır dilediğinde onu dinde fakîh kılar." Yani, Cenâb-ı Hakk'ın emir ve nehiylerini; yasaklarını ve bunlardaki hikmetleri Allâh'ın nuru ile anlayacak âlim kılar.

Ben ancak taksîm ediciyim, Allâhü Teâlâ ise verendir.
Muhakkak bu ümmette Allâh'ın emrini yerine getiren, muhâliflerinden asla zarar görmeyecek bir topluluk devamlı bulunacaktır."

•    İkincisi: "İyi biliniz ki sizden önce kendilerine kitap verilmiş ümmetler yetmiş iki fırkaya ayrıldılar. Benim ümmetim de yetmiş üç fırkaya ayrılır. Bunun yetmiş ikisi cehennemlik, sadece birisi cennetliktir. İşte o cennetlik olan fırka, Sevâd-ı A'zamdır (Ehl-i Sünnet ve'l-Cemâattir)."

•   Üçüncüsü: "Tevbe kapısı kapanıncaya değin hicret asla kesilmez. Tevbe kapısı ise güneş batıdan doğuncaya değin kapanmaz."
Hicrî:18 Cemâziyelâhir 1435   •Fazilet Takvim




HAFÎD-İ SIDDÎK-I EKBER KÂSIM (R.A.)



Hadîs-i Şerîf:
 "Bir meseleyi bilen kimse bildiğini söylesin. Bilmeyen "Allâhü a'lem" desin. Zira kişinin bilmediği şeye bilmiyorum demesi de bir ilimdir."
(Hadîs-i Şerîf, Sahîh-i Buhârî)
Hicrî:17 Cemâziyelâhir 1435   •Fazilet Takvim

HAFÎD-İ SIDDÎK-I EKBER KÂSIM (R.A.)


Silsile-i Sâdât'ın üçüncü halkası olan Kâsım bin Muhammed (r.a.), Tâbiîn'den olup Hz. Ebû Bekir'in torunudur. Künyesi Ebû Abdurrahman' dır.
Annesi, son İran hükümdarı Yezdücerd'in kızı Sevde'dir. Hz. Ömer İran'ı fethedince esirler arasında Yezdücerd'in üç kızından biri olan Sevde ile Hz. Ebû Bekir'in oğlu Muhammed evlendi ve Hz. Kâsım doğdu.
Hz. Osmân'ın hilafeti devrinde doğan Kâsım bin Muhammed (r.a.), Mısır vâlisi olan babası şehit edilip küçük yaşta yetim kalınca halası

ve mü'minlerin annesi Hz. Aişe vâlidemizin yanında büyüdü. Ondan fıkıh öğrendi ve hadîs-i şerîf rivâyet etti.
Tâbiîn'in büyüklerinden ve Medîne'deki Fukahâ-i Seb'a (yedi fakîh)'dan biridir.
Hadîs ilminde güvenilir bir râvî, âlim, fakîh ve takvâ sâhibi idi. İki
                                                                                 
yüz hadîs-i şerîf rivâyet etmiştir. Hz. Aişe, İbn-i Mesûd, İbn-i Abbâs, Ebû Hüreyre, Zeyneb bint-i Cahş (r.anhüm) gibi sahâbeden hadîs rivâyet etmiş, Tâbiin de kendisinden hadîs rivâyet etmiştir.

Hz. Aişe'den rivâyet ettiği hadîslerden birisi:
"Bir kul, -bakmak istese bakabilecek iken- bir kadının güzelliğinden gözünü çevirirse Allâhü Teâlâ o kimsenin kalbine ibâdet (zevkini) verir ve ibadetin tadını bulur."

Kâsım bin Muhammed (r.a.), gün başlarken mescide gelir, iki rek'at namaz kılar ve insanların arasında otururdu. Onlar da kendisine suâller sorarlardı. Ancak zâhir; açık olan meselelere cevap verirdi.

Medîne ümerâsından birisi gelip Kâsım bin Muhammed'e (r.a.) bir şey sordu. Kâsım bin Muhammed (r.a.) ona şöyle cevap verdi: "Kişinin kendisine en büyük ikrâmı, ancak bildiği şeyi söylemesi, bilmediğini söylememesidir."
Hac veya umre için giderken, Hicrî 106 (m. 724) yılında, 72 yaşında Mekke ile Medîne arasındaki Kudeyd denilen yerde vefât etti. Hafîd-i Sıddîk-ı Ekber Kasım (r.a.)'dan sonraki Silsile-i Sâdât'ın dördüncü halkası Ca'fer-i Sâdık (k.s.) Hazretleridir.
Hicrî:17 Cemâziyelâhir 1435   •Fazilet Takvim



16 Nisan 2014 Çarşamba

EN YÜCE KELİME: "LÂ İLÂHE İLLALLÂH MUHAMMEDÜN RESÛLULLAH"



هُوَ الَّذٖى اَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدٰى وَدٖينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدّٖينِ كُلِّهٖ وَكَفٰى بِاللّٰهِ شَهٖيدًا          مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللّٰهِ
O, O Allâh'tır ki resûlünü hidâyet rehberi ve Hak (; İslâm) dîni ile gönderdi ki (İslâm Dinini) diğer bütün din(ler)in hepsinin üzerine galip kılmak için. Şâhid olarak da Allah yeter: Muhammed Resûlullah'dır..." 
(Fetih Sûresi, âyet 28, 29)
Hicrî:16 Cemâziyelâhir 1435   •Fazilet Takvim

EN YÜCE KELİME: "LÂ İLÂHE İLLALLÂH MUHAMMEDÜN RESÛLULLAH"


Resûlullâh (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurdular: "Meleklerin büyüğü Cebrâil (a.s.) dedi ki:
Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resûlullah kelimesinden daha yüce ve daha büyük bir kelimeyle yeryüzüne inmedim. Gökler ve yerler bu
kelimeyle ayakta durur. Ağaç, taş, toprak, deniz her şey bu kelime ile devam eder.
Bu kelime terazinin bir kefesine, gökler ve yerler de diğer kefesine konulsa, muhakkak bu kelime ağır gelir."
"Lâ ilâhe illallah" kelime-i tevhîdi, "Muhammedün Resûlullah" ile birlikte söylenmesi meşhûr olduğundan her ne vakit yalnız birincisi söylense yahut yazılsa ikincisi de söylenmiş ve yazılmış olur. Aksi halde yalnız "Lâ ilâhe illallâh" tevhîdi ile bir kısım Yahudi ve Hıristiyanların tevhidi arasında ne fark kalırdı? "Muhammedün Resûlullah" bu farkı meydana çıkarmaktadır.
Tevhîd, Resûlullâh Efendimiz'in (s.a.v.) peygamberliğine inanmadıkça fayda vermez.
Çünkü bu iki kelime arasında kuvvetli bir alâka vardır. İkisi birlikte söylenince tamam olur.
"Lâ ilâhe illâllah" denilince, bundan "Muhammedün Resûlullâh" da birlikte kasdedilmiş oluyor. Yahudiler de, hattâ Hıristiyanlardan bir kısmı da Lâ ilâhe illâllah diyor, ama hiçbiri bundan Muhammedün Resûlullâh'ı kasdetmiyor. O halde "Lâ ilâhe illâllah" İslam dininde iki şehâdetin, yani;
"Lâ ilâhe illâllah, Muhammedün Resûlullâh"ın alemi olmuştur. Fetih sûresinin 28 ve 29. âyetlerinde buna işaretle şöyle buyuruluyor: - meâlen-:
"O, O Allâh'tır ki resûlünü hidâyet rehberi ve Hak dîni(; İslâm) ile gönderdi ki (İslâm Dinini) diğer bütün din(ler)in hepsinin üzerine galip kılmak için. Şâhid olarak da Allah yeter: Muhammed Resûlullah'dır. Onunla beraber bulunanlar, kâfirlere karşı çok şiddetli, birbirlerine karşı ise pek merhametlidirler."
Hicrî:16 Cemâziyelâhir 1435   •Fazilet Takvim



15 Nisan 2014 Salı

RESÛLULLÂH'IN (S.A.V.) ÜMMETİNE TAVSİYELERİ



Hadîs-i Şerîf:
 "Bir kimseye, kötülük olarak, müslüman kardeşini hakîr görmesi yeter."
(Hadîs-i Şerîf, Sünen-i Tirmizî)
Hicrî:15 Cemâziyelâhir 1435   •Fazilet Takvim

RESÛLULLÂH'IN (S.A.V.) ÜMMETİNE TAVSİYELERİ


Yâ Muâz, sana şunları tavsiye ederim:
Her halde ve her işinde Allâh'dan kork,
Doğru sözlü ol,
Verdiğin sözleri yerine getir,
Emânete riayet et, aslâ hıyanet etme,
Komşunu gözet,
Yetime merhametli ol,
Tatlı ve yumuşak sözlü ol, herkese selam ver.
Güzel ameller işle.
Dünyaya ait emellerin kısa olsun.
Kur'ân-ı Kerîm'e göre yaşamak için fıkıh öğren.
Ahireti sev, onun hesâbından korkup âhirete hazırlan.
Mütevâzı ol, kibirli olma.
Hikmet sahiplerini kötüleme,
Doğru söyleyeni yalanlama,
Günahkâr kimseye günahlarında asla yardımcı olma.
Adil devlet reisine asi olma. Yeryüzünde fesatçılık yapma.
Her nerede olsan Allâh'dan kork.
Her günahını tevbe ile karşıla; gizli günahından gizli tevbe, aşikâr günahların için de aşikâr tevbe et.


FIKRA:........ NASREDDİN HOCANIN MERKEBİ

Hoca merkebini pazara getirip dellala vermiş. Gelen müşteri yaşını anlamak için dişine bakmak isteyince merkep elini ısırmış. Adam söylenerek gitmiş. Diğer bir müşteri kuyruğunu tutunca merkep tepmiş. Dellal:.
"Efendi bu merkebi kimse almaz, önüne geleni kapıyor, ardına geleni tepiyor." demiş. Hoca merhum;
"Zaten ben de onu satmak için getirmedim, Müslümanlar görsünler de benim neler çektiğimi anlasınlar diye getirdim"
Hicrî:15 Cemâziyelâhir 1435   •Fazilet Takvim




14 Nisan 2014 Pazartesi

VEFÂ



Hadîs-i Şerîf:
 "İnsanlara teşekkür etmeyen Allâhü Teâlâ'ya da şükretmez."
(Hadîs-i Şerîf, Müsned-i Ahmed bin Hanbel)
Hicrî:14 Cemâziyelâhir 1435   •Fazilet Takvim

BIR GÜZEL AHLAK: VEFÂ


Vefâ: Verilen sözü yerine getirmek, borcu ödemek, dince ve akılca lazım gelen şeyi yerine getirerek mesuliyetten kurtulmak demektir. Bu pek şerefli bir vazifedir. Ahde riayet etmemek; sözünde durmamak ise haramdır.
Eski dostluğu muhafaza etmeye de "vefakârlık" denir. İnsan vefalı olmalı, dostlarını, eski hukuku unutmamalıdır. Müslümanlıkta emanetlere, yapılan sözleşmelere, ahitleşmelere son derece riayet etmek bir vecibedir. Cenâb-ı Hak'tan korkan, mükemmel bir imana sahip bulunan bir Müslüman, kendisine emanet bırakılan şeylerin muhafazası için elinden gelen gayreti gösterir. Bir Müslüman yapmış olduğu mukaveleleri bir zaruret olmadıkça bozmaz. Çünkü buna aykırı hareket, dinimizin mukaddes emirlerine aykırıdır. Allâhü Teâlâ vefayı medhedip, emrederek şöyle buyurmaktadır. (meâlen): "Ey iman edenler! Akidlerinizi yerine getiriniz..." (Mâide Sûresi, âyet 1)
"... Her kim ahdine vefa eder ve korunursa şüphe yok ki Allah o müttakileri sever." (Âl-i îmran Sûresi, âyet 76) Bu âyet-i kerîme, Allâh'ın sevgisini kazanmak için kulluk vazifelerine riâyet edilmesini, bütün haramlardan sakınmayı ve dinde üzerimize düşen bütün vazifeleri yapmaya çalışmanın lüzumlu olduğunu kısaca beyan buyurmaktadır.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.): "Emanete riayeti olmayan kimsenin imanı kâmil değildir, ahde vefa etmeyen kimse de mükemmel bir din terbiyesinden mahrumdur." buyurmuşlardır.


TAM AY TUTULMASI

Yarın (15 Nisan Salı) günü "Tam ay tutulması" meydana gelecektir. Tutulma Amerika kıtası ve Avustralya kıtası ile Pasifik Okyanusundan gözlenebilecek, Türkiye, Almanya ve Avusturya'dan görülemeyecektir. Tutulmanın büyüklüğü: 1.2907'dir. Ay'ın gölgeye girişi: 15 Nisan 2014 07.53 (Türkiye yaz Saati) Tutulmanın ortası: 15 Nisan 2014 10.46 " Ay'ın gölgeden çıkışı: 15 Nisan 2014 13.37 "
Hicrî:14 Cemâziyelâhir 1435   •Fazilet Takvim