17 Eylül 2014 Çarşamba

CENÂB-I HAKK'IN BENÎ BEŞERE OLAN NİMETLERİNİN EN BÜYÜĞÜ



Hadîs-i Şerîf:
"Yâ Ebâ Râfi', Allâhü Teâlâ'nın senin ellerinle (vasıtanla) bir kişiye hidâyet etmesi, senin için güneşin üzerine doğup battığı şeylerden daha hayırlıdır." 
(Hadîs-i Şerîf, Taberânî, el-Mu'cemü'l- Kebîr)
Hicrî: 22   Zilkâde  1435   •Fazilet Takvim

CENÂB-I HAKK'IN BENÎ BEŞERE OLAN NİMETLERİNİN EN BÜYÜĞÜ


Cenâb-ı Hakk'ın benî beşere olan nimetlerinin en büyüğü; Hakk ve bâtılı anlamak ve bilmek, rızâsıyla adem-i rızâsını mûcib ahvâli fark ve temyîz eylemek, muktezâlarıyla amele muvaffak kılınmak hâssalarına, sıfatlarına mazhariyettir.
Bu öyle azîz ve celîl bir mazhariyettir ki ona nâiliyyet fenâ fillâh ve bekâ billâh hakîkatiyle tahakkuk etmedikçe sûret-peydâ olmaz. Bu hakîkate mazhar olamayan bi'l-umûm avâm ve havâssın hâli tam hakîkate isâbetten mahrûmdur. Çünki, efâl ve hareketleri -hakîkat-i fenâ ve bekâ ile adem-i tahakkukları sebebiyle- sûrete, zâhire maksûr ve mahsûr kalır. Bu haysiyetle her ne kadar fiillerinin ve amellerinin - bi-hasebi'l-merâtib- semerâtını görürler ise de hakîkat-i fenâ ve bekâ sâhibi olanların a'mâl ve efâline terettüb eden semerât ve netâyicin ıktitâfına mazhariyetleri imkân hâricinde bulunur. Mutlak a'mâl ve efâlin netîce ve semeresi âm için sûret-i edâsı müşterek olan a'mâl ile değil, âmillerin mertebeleri, dereceleri hasebiyledir. Aksi takdîrde peygamberlerin edâ ettikleri ibâdât ve hâiz bulundukları ma'rifetullâh ile, avâm ve havâssın edâ ettikleri ibâdâtın, mazhar oldukları ma'rifetullâhın semerât ve netâyici müsâvî olmak lâzım gelir ki; hılâf-ı vâki' ve nefsi'l-emrdir. (Mektublar, S. H. Silistrevî)
Lügatçe:
Benî beşer: İnsanoğlu. Adem-i rızâ: Razı olmamak. Mûcib: İcab ettiren. Temyîz: Ayırt etmek. Muktezâ: Gereği. Sûret-peydâ: Ortaya
çıkmak, ele geçmek. Efâl: Fiiller, ameller. Maksûr: Sırf bir tarafa ait. Bi-hasebi'l-merâtib: Mertebelerine göre. Semerât: Meyveler.
Netâyic: Netîceler. İktitâf: Toplamak. A'mâl: Ameller. Âm: Herkes.
Âmil: Amel işleyen, İbâdât: ibâdetler. Hılâf-ı vâki ve hılâf-ı nefsi'l- emr: Hakîkatin aksine, tersine.
Hicrî: 22   Zilkâde  1435   •Fazilet Takvim




16 Eylül 2014 Salı

EBU'L-FÂRÛK SÜLEYMAN HİLMÎ TUNAHAN (K.S.)


 
 


حديث:   قال صلى الله عليه وسلم 
    العلماء ورثة الأنبياء  :
  Peygamber Efendimiz sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdular:
 "Muhakkak (kâmil) âlimler, peygamberlerin vârisleridir." 
(Hadîs-i Şerîf, Sünen-i Tirmizî)
Hicrî: 21   Zilkâde  1435   •Fazilet Takvim

EBU'L-FÂRÛK SÜLEYMAN HİLMÎ TUNAHAN (K.S.)


Süleyman Hilmî Tunahan (k.s.) Hazretleri, Rûmî 1304 (Hicrî 1305 - Mîlâdî 1888) yılında Silistre'de dünyâya geldiler. Babası, tahsîlini İstanbul'da tamamlamış ve Silistre'nin Satırlı Medresesi'nde yıllarca müderrislik etmiş Osman Fevzi Efendi'dir. Dedesi ise Kaymak Hâfız
nâmıyla mâruf bir zât olup 110 yaşına doğru vefât etmiş olan Mahmûd Efendi'dir.
Hocazâdeler olarak bilinen bu asîl âilenin ceddi İdris Bey'e dayanır. İdris Bey, Fâtih Sultan Mehmed tarafından Tuna Hanı nasbedilmiş ve üstelik kendisine kız kardeşi tezvîc edilmiş bir zâttır. Osman Fevzi Efendi, İstanbul'da tahsîline devam ederken rü'yâsında, vücûdundan kopan bir parçanın gökyüzüne çıkıp etrâfa ışıklar saçtığını görür. Rü'yâyı, sulbünden gelecek bir evlâdının dünyâyı ma'nen aydınlatacağı şeklinde tâbîr eder. Bu isti'dâdı; Fehim, Süleyman Hilmî, İbrâhîm ve Halîl isimli dört oğlundan Süleyman Hilmî'de görür. Onun yetişmesi için hiçbir fedâkârlıktan kaçınmaz ve fevkalâde alâka gösterir.
Süleyman Efendi, ilk tahsîlini Silistre Rüşdiyesi'nden sonra Satırlı Medresesi'nde yaptı. Daha sonra babası, tahsîlini tamamlamak üzere onu İstanbul'a gönderdi ve şu tavsiyede bulundu: 'Oğlum! Usûl-i fıkıh ilmine iyi çalışırsan dîninde kuvvetli olursun, mantık ilmine iyi çalışırsan ilminde kuvvetli olursun.'
Süleyman Efendi, İstanbul'da Fâtih dersiâmlarından ve devrin meşhûr âlimlerinden Bafralı Ahmed Hamdi Efendi'den birincilikle icâzet aldı. Bilâhare Dâru'l-Hilafeti'l-Aliyye Medresesi Kısm-ı Ali'yi bitirdi ve ihtisâsını yapmak üzere Medresetü'l-Mütehassısîn'in Tefsîr ve Hadîs şubesine girip birinci derece ile mezûn oldu. Aynı zamanda giriş imtihânını birincilikle kazandığı Medresetü'l-Kuzât (Hukuk Fakültesi)'dan da me'zûn oldu. Böylelikle devrinin aklî ve naklî ilimlerinde en yüksek dereceyi ihrâz etmiş oldular. Ezelî takdîr olarak Silsile-i Sâdât'ın 33. ve son halkası kendilerinin nasîbi olduğundan, Seyyidler zincirinin 32. halkası Salâhuddîn ibnü Mevlânâ Sirâcüddîn (k.s.) Hazretleri'nden seyr ü sülûkünü tamamladılar. Sonra tecelliyâtın büyüklüğünden üstâzı, kendilerini İmâm-ı Rabbânî Müceddid-i Elf-i Sânî (k.s) Hazretleri'nin nisbet-i rûhâniyesine teslim ettiler. Dünyânın şu son zamanlarında ilâhî feyzden nasîpleri bulunan insanları yüksek himmetleriyle küfr u dalâl çukurundan îmân ve ihlâs sâhasına çekip çıkardılar, hâlen de çıkarmaktadırlar.
Süleyman Hilmî Tunahan (k.s.) Hazretleri, 16 Eylül 1959 (Hicrî 13 Rebîulevvel 1379) Çarşamba günü irtihal buyurdular. (Kaddesallâhü sirrahü'l-e'azz). Ancak tasarruf ve irşâdları tamâmiyle ve kemâliyle
berdevâmdır. Cenâb-ı Hakk sevenlerini ve bütün mü'minleri
şefâatlerine nâil kılsın. Amîn.
Hicrî: 21   Zilkâde  1435   •Fazilet Takvim




EN HAYIRLINIZ KURÂN-I ÖĞRENEN VE ÖĞRETENDİR"



Hadîs-i Şerîf:
 "Kur'ân'ı öğreniniz ve çocuklarınıza öğretiniz. Muhakkak siz Kurân'dan suâl olunacaksınız ve ona göre amellerinizin karşılığını göreceksiniz. Aklı olana vâiz olarak o (Kur'ân) kâfidir."
(Hadîs-i Şerîf, Kâsım bin Selâm, Fezâilü'l-Kur'ân)
Hicrî: 20   Zilkâde  1435   •Fazilet Takvim

"EN HAYIRLINIZ KURÂN-I ÖĞRENEN VE ÖĞRETENDİR"


Ashâb-ı Kirâm (r.anhüm), Kur'ân-ı Kerîm'in yazılması, hafızlığı ve ilimlerinin öğretilmesine gâyet itinâ gösterirlerdi. Mescid-i Nebevî bir dâru'l-kurrâ idi. Ashâb-ı Kirâm'dan ailesi olmayanlar orada kalırlar, Kur'ân-ı Kerîm'i ve ilimlerini öğrenirler, sonra fetholunan memleket­lere giderek oradakilere öğretirler, yeni fetihlere zemin hazırlarlardı.
Ashâb-ı Kirâm'ın büyüklerinden bazıları bizzât Resûlullâh Efendimizin (s.a.v.) emriyle insanlara Medîne-i Münevvere'de Kur'ân- ı Kerîm öğretmekle meşgul olurlardı. Muâz bin Cebel, sonra İbn-i Abbâs Hazretleri Kur'ân-ı Kerîm ve Kur'ân ilimlerini Mekke-i Mükerreme'de insanlara öğretirlerdi.
İbn-i Mesûd Hazretleri, Kûfe'de dört binden fazla hâfız yetiştirmiştir. Ebû Mûsâ Eş'arî (r.a.) Basra'da en büyük mescidde halka halinde oturan talebelere tek tek dolaşarak Kur'ân-ı Kerîm öğretirdi. Ebu'd-Derdâ Hazretleri Şam'da güneş doğduktan sonra öğleye kadar Kur'ân-ı Kerîm öğretirdi. Mescidde talebelerini onar onar ayırıp her onun başına dersi iyi bir talebe tayin ederdi. Bir müşkille karşılaştıklarında Hz. Ebu'd-Derdâ'ya sorarlardı. Ashâb-ı Kirâm ve Tâbiîn (r. anhüm) Kur'ân-ı Kerîm'in âyetlerini öğrettikleri gibi onun mana ve hükümlerini de öğretirlerdi. Ebû Abdurrahmân Sülemî şöyle buyurdu:
Biz Kur'ân-ı Kerîm'i bir topluluktan öğrendik ki onlar Kur'ân-ı Kerîm'i öğretirlerken on âyet öğretirler, bu on âyetle nasıl amel edileceğini öğretmeden diğer on âyete geçmezlerdi.
Biz ilim ve ameli birlikte öğrendik. Bizden sonra bazıları gelirler, ilmi su içer gibi okurlar. Lakin ilim onların boğazlarından aşağı geçmez." Ashâb-ı Kirâm ve Tâbiînden (r. anhüm) sonra da Kur'ân-ı Kerîm'i ve hükümlerini öğrenip öğretme faaliyeti süratle devam etmiş, her asırda cihanın dört bir tarafında Kur'ân-ı Kerîm ilimleri öğretilmiştir.
Hicrî: 20   Zilkâde  1435   •Fazilet Takvim




UYUMANIN ÂDÂBI



وَمَا اُوتٖيتُمْ مِنْ شَیْءٍ فَمَتَاعُ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَزٖينَتُهَا وَمَا عِنْدَ اللّٰهِ خَيْرٌ وَاَبْقٰى اَفَلَا تَعْقِلُونَ
"Size ne verilmişse sırf dünya hayatının geçici metâı ve süsüdür, Allah katındaki (sevap) ise hem daha hayırlı hem daha bâkî(ebedi)dir. Artık akıllanmayacak mısınız?" 
(Kasas Sûresi, Âyet 60)
Hicrî: 19   Zilkâde  1435   •Fazilet Takvim

UYUMANIN ÂDÂBI


Resûlullâh aleyhisselâm her gece yatağına geldiğinde ellerini bitiştirir, sonra "Kul hüvallâhü ehad", "Kul e'ûzü bi-rabbi'l-felak" ve "Kul e'ûzü bi-rabbi'n-nâs" sûrelerini okur ve ellerine üşer, sonra elleriyle yüzünden, başından ve ön tarafından başlayarak vücûdundan ulaşabildiği yerleri meshederdi ve bunu üç kere yapardı. Resûlullâh aleyhisselâm gece yatağına girince (sağ) elini (sağ) yanağı altına koyar ve sonra;
"Allâhümme bismike emûtü ve ahyâ"* duâsını okur, uyandığında da;
"Elhamdülillâhillezî ahyânâ ba'de mâ emâtenâ ve ileyhi'l-ba'sü
ve'n-nüşûr"** duâsını okurdu.
* Manası: Allâh'ım, senin adın ile ölürüm ve dirilirim (uyurum ve uyanırım).
**Manası: O Allâh'a hamdederim ki bizi öldürdükten sonra dirilten odur. Öldükten sonra diriliş ve dönüş onadır.

SAĞLIK:... Sonbaharla Birlikte Gelen Hastalıklar:

Sonbaharda havaların soğuması ile birlikte hususiyle vücudu hastalıklara muâfiyet sağlayamamış küçük çocuklarda hemen nefes yolu hastalıkları olur. Bu hastalık ailenin diğer fertlerine de yayılabilir.
Bu aylarda sıkça görülen nefes yolu rahatsızlıklarına karşı tedbirli olmalı ve belirtilerine dikkat etmelidir:
Virüslerden kaynaklanan nefes yolu enfeksiyonlarında öksürük, burun akıntısı, halsizlik, adele ağrıları daha bâriz şikâyetlerdir. Bakterilerden olan bademcik enfeksiyonunda çok kere öksürük ve burun akıntısı görülmez.
Ateş, yutkunmada güçlük, iştahsızlık ve karın ağrısı şikâyetleri olur. Tedavi için bu iki enfeksiyonu birbirinden ayırmalıdır. Belirtilere ve hastaya bakılarak teşhis konulamadığı zaman tahliller ile vaziyeti netleştirip ona göre tedavi uygulanmalıdır.
Hicrî: 19   Zilkâde  1435   •Fazilet Takvim




UYKU HAFİF ÖLÜM, ÖLÜM AĞIR UYKUDUR



Hadîs-i Şerîf:
 "Sizden biriniz hoşuna giden rüya görürse bilsin ki o Allâhü Teâlâ tarafındandır. Bu rüyası üzerine Allâhü Teâlâ'ya hamdetsin ve rüyasını başkasına da anlatsın."
(Hadîs-i Şerîf, Sahîh-i Buhârî)
Hicrî: 16   Zilkâde  1435   •Fazilet Takvim

UYKU HAFİF ÖLÜM, ÖLÜM AĞIR UYKUDUR


Bütün melekler toplansa insanın ruhunu bedenden çıkarmaya güç yetiremezler. Ancak Allâhü Teâlâ bedene ruha girmesini, nasıl emrettiyse, bedenden çıkmasını da emreder. Ruh bedenden çekilip hançereye dayandığında da ölüm meleği mü'minin ruhunu îmân ile kâfirin ruhunu imansız alır.
Muhakkak Hak Teâlâ'nın bazı havâs (seçkin) kulları vardır. Onların ruhlarını bizzât Allâhü Teâlâ alır.
Nitekim ölüm meleği ruhunu almak için geldiğinde Hz. Fâtıma radıyallâhü anhâ razı olmadı. Onun rûhunu Allâhü Teâlâ kabzetti. Uyku; Cenâb-ı Hakk'ın ruhları öldürmeden kabzetmesidir. Uyku hafif ölüm, ölüm ise ağır uykudur. Hz. Ali (k.v.) buyurdu:
Ruh uyku esnasında vücuttan çıkar, lâkin şuâları cesedde kalır. Uyuyan bundan dolayı rüya görür. Uyandığı vakit ruhu cesede bir anda iâde edilir.
Uyku esnâsında mü'minlerin ruhları göğe yükselir. Onların hangisi temiz yani abdestli yatmış ise onun ruhunun Arş-ı A'lâ'nın altında Allâhü Teâlâ'ya secde etmesine izin verilir.
Kişinin rüyasının sâdık olması için abdestle yatması müstehab görülmüştür.
Kulların uykuda rahatlaması ve lezzet hissetmesi, ruhunu Erhamü'r- râhimîn olan Allâhü Teâlâ'nın almasındandır. Ölürken elem hissedip çırpınması ise ruhunu mahlûkâtın en şiddetlisi olan ölüm meleğinin almasındandır. Zümer sûresinin "Allâh alır o canları öldükleri zaman." meâlindeki 42. âyeti tezkiye olunmuş nefislerin ruhlarını bizzât Allâhü Teâlâ'nın aldığına delâlet eder. Böyle kimselere müjdeler olsun! (Ruhulbeyan)

DÜNYA BİR PENCEREDİR

Sular hep aktı geçti,
Kurudu vakti geçti,
Nice han nice sultan,
Tahtı bıraktı geçti,
Dünya bir penceredir,
Her gelen baktı geçti.
Hicrî: 16   Zilkâde  1435   •Fazilet Takvim