29 Şubat 2024 Perşembe

ALLAH’TAN KORKMAK


 

قَالَ اللهُ تَعَالَى : اِنَّ الَّذِينَ يَخْشَوْنَ رَبَّهُمْ بِالْغَيْبِ لَهُمْ مَغْفِرَةٌ وَاَجْرٌ كَبِيرٌ. (سورة الملك، ١٢)

الله تعالى شويله بيوردى ( مئالا ) :محقق كى ، غيابن ( الله تعالاي كورمدن و عذابى كلب جاتمادان )  ربلرندن قورقانلر يوقمىى ؟ أونلر إيجن مغفرت وبيوك بر أجر واردر  . "

Allâhü Teâlâ şöyle buyurdu (meâlen):  “…Muhakkak ki, gıyaben (Allâhü Teâlâ’yı görmeden ve azâbı gelip çatmadan) Rablerinden korkanlar yok mu? Onlar için mağfiret ve büyük bir ecir vardır.”

(Mülk Sûresi, âyet 12)

Hicrî:     19  Şâbân1445  Fazilet Takvim

 

 

ALLAH’TAN KORKMAK

 

Havf, yani Allah’tan korkmak, recânın (ümidin) zıttı değil, tamamlayıcısıdır. Nasıl ki ümit, rağbet ve şevk yolu ile hayır ve saadete vesile oluyorsa havf da korku ve çekinme yolu ile hayır ve saadete vesile olur.

Allah korkusunun derecesi, Allâhü Teâlâ’nın sıfatlarını bilmenin ve vâkıf olmanın derecesi ile mütenâsibdir.

Bazen Allâhü Teâlâ’nın, bütün âlemi helâk etse kimsenin buna karşı gelmeye gücünün yetmeyeceği, bazen de işlenilmiş olan günahların çokluğu düşünülerek havf duyulur. Bazen hem Allâhü Teâlâ’nın sıfatlarını hem de kendi günahlarını bilerek korkulur.

Kul, günahlardan ve dinimizin çirkin gördüğü şeylerden kaçınmalı, geçirdiği ibadetleri telafi etmeye ve sâlih ameller işlemeye gayret etmelidir. Bu gayret, bir kimsede, Allah korkusunun şiddetinin, âzâlarına kadar sirayet etmiş olduğunun açık birer alâmetidir. Sadece ağlayarak gözyaşı dökenlere değil, bu alâmetler kendisinde görülen kimseye, Allah’tan korkan denir.

Bir şeyden korkan kimsenin, korktuğu şeyden kaçması gerekirse de Hazret-i Allah’tan korkan kimsenin, ona doğru kaçması (yani Rabb’inin emirlerini tutup yasakladıklarından uzaklaşması) icap eder. Bu da günahları terk etmekle olur. Bunu yapan kimsenin kalbinde, nefsânî arzuları ve dünyevî lezzetleri terke rağbet hâli hâsıl olur. Sonra, isyan ve günahları çirkin görmeye başlar. Böyle olursa bundan, havfin artık o kişinin ahlâkına sirayet ettiği anlaşılır.

Hasan-ı Basrî (rah.), kahkaha ile gülen bir gence rast gelince ona, “Ey delikanlı, sen, Sırât’ı geçtin mi?” dedi. O, “Hayır, geçmedim.” dedi. Hasan-ı Basrî Hazretleri:

“Cennet’e mi yoksa Cehennem’e mi gideceğini biliyor musun?” diye sordu. Genç:

“Bilemem.” dedi. Hasan-ı Basrî Hazretleri sonra:

“Mademki Sırât’ı geçmedin, Cennet’e yahut Cehennem’e gireceğini de bilmiyorsun, bu kadar gülmenin sebebi nedir?” buyurarak, dünyada bu kadar gülüp eğlenmenin münasip olmadığını îmâ etti. Bunun üzerine o genç, hakikati anlayıp o tavrını değiştirdi.

Hicrî:     19Şâbân1445  Fazilet Takvim

 

SİTEDEKİ KONU BAŞLIKLARINI GÖRMEK İÇİN TIKLAYINIZ"

28 Şubat 2024 Çarşamba

ALLÂH’IN RAHMETİNDEN ÜMİDİ KESMEMEK


 

قَالَ اللهُ تَعَالَى : … وَلَا تَايْئَسُوا مِنْ رَوْحِ اللهِ اِنَّهُ لَا يَايْئَسُ مِنْ رَوْحِ اللهِ اِلَّا الْقَوْمُ الْكَافِرُونَ. (سورة يوسف ، ٨٧)

الله تعالى شويله بيوردى ( مئالا ) :و الله تعالى ، نيك رحمتندن أمتسزليكه دوشمينز . جونكى الله ، يك رحمتندن ، كافرلر كوروحندان باشقاسى أميدنى كسمز . "

Allâhü Teâlâ şöyle buyurdu (meâlen):  “…Ve Allâhü Teâlâ’nın rahmetinden ümitsizliğe düşmeyiniz. Çünkü Allâh’ın rahmetinden, kâfirler gürûhundan başkası ümidini kesmez.”

(Yûsuf Sûresi, âyet 87)

Hicrî:     18  Şâbân1445  Fazilet Takvim

 

 

ALLÂH’IN RAHMETİNDEN ÜMİDİ KESMEMEK

 

Sevilen ve istenilen bir şeyin hâsıl olmasını beklerken kalpte bir lezzet ve rahatlama meydana gelir ise buna recâ yani ümit denilir.

Mümin, kalp bahçesine saçtığı iman tohumunu, tâat ve ibadet suyu ile sulayıp, etrafını da kötü ahlâk ve nefsânî arzulardan temizlerse, ömrünün sonuna kadar marifet nurunun mahsûlünü hasat eder.

Mümin, iman tohumunu, eğer sâlih amel çeşmesi ile sulamaz; kalbini kötü ahlâktan temizlemez; geçici dünya lezzetleri talebinden uzaklaşmaz; bununla beraber, Allâhü Teâlâ’dan lütuf ümit ederse akılsızlık etmiş olur. Nitekim hadîs-i şerifte, “Akılsız kimse odur ki, nefsinin kötü arzularına tâbi olmakla beraber, Allâhü Teâlâ’dan Cennet isteyen kimsedir.” buyurulmuştur.

Dünya, âhiretin tarlası; kalp, ibadet ve tâatin bahçesi; iman, saadet tohumu; sâlih ameller, nurun aktığı kanallar; âhiret ise hasat ve bereket günüdür. Âsî olan kul, günahlarına tevbe ederek ibadetlerden yapamadıklarını telafi etmeye nefsini zorladığı takdirde, bu tevbenin kabulü hakkında olan ümit de hakîkî recâdır.

Tevbenin kabul olması, günahları kerih görmekle beraber, işlenilen hata ve kötülüklere üzülmeye, işlediği iyiliklerden memnun olmaya ve günaha dalmış olmasından dolayı da her an nefsini kötüleyip daima tevbeye gayret etmeye bağlıdır. Bu şekilde tevbeye devam eden kimse, Allâhü Teâlâ’dan ihsân ve tevbesinde muvaffakiyet ümidinde olmaya lâyıktır.

Yahya bin Muâz Hazretleri buyurdular ki, “En büyük aldanış, bir kimsenin pişmanlık duymadan günah işlemeye devam ederken bir de dergâh-ı İlâhiyye’ye yakın olmayı ümit etmesidir. Böyle bir kimse, günah tohumu ekip Cennet mahsulü elde etmeyi istemekte, isyana devam etmekle beraber, itaat yurdu olan Cennet’te bulunmayı arzu etmektedir. Heyhat, amel işlemeden mükâfât ummak ancak kuru bir temenni ve büyük bir aldanıştır.”

Hicrî:     18Şâbân1445  Fazilet Takvim

 

SİTEDEKİ KONU BAŞLIKLARINI GÖRMEK İÇİN TIKLAYINIZ"

27 Şubat 2024 Salı

ASHÂB-I BEDİR: SEHL BİN RÂFİ’ (R.A.)


قَالَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: يَقُولُ اللهُ سُبْحَانَهُ: اِبْنَ آدَمَ إِنْ صَبَرْتَ وَاحْتَسَبْتَ عِنْدَ الصَّدْمَةِ الْأُولَى لَمْ أَرْضَ لَكَ ثَوَابًا دُونَ الْجَنَّةِ. (هـ)

رسول الله أفنديمز ( ﷺ ) بيوردولر :الله سبحانه شويله بيورور . ( أى ) آدم اوغلى ! أكر مصيبت إلك كلديكى آنده صبرأدر و ثوابنى ( يالنز الله ، دان ) أميد أدرسن ، سنيك إيجن جنت ، دن باشقه بر ثوابه راضى كلمم . "

Resûlullah Efendimiz sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdular:  “Allah Sübhânehû şöyle buyurur: (Ey) Âdemoğlu! Eğer musîbet ilk geldiği anda sabreder ve sevabını (yalnız Allah’tan) ümit edersen, senin için Cennet’ten başka bir sevaba râzı gelmem.”

(Sünen-i İbn-i Mâce)

Hicrî: 17Şâbân1445  Fazilet Takvim

 

 

ASHÂB-I BEDİR: SEHL BİN RÂFİ’ (R.A.)

 

Ensâr’dan ve Hazrec kabilesinin Benî Sa’lebe kolundandır. Süheyl isminde bir de kardeşi olup ikisi de yetim idiler. Es’ad bin Zürâre (r.a.), onların terbiyesiyle alakadar oluyordu. Fahr-i Âlem sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimizin satın alarak üzerine Mescid-i Nebevî’yi binâ ettikleri Mirbed denilen arsa, bu kardeşlere ait idi. (Mirbed, hurma kurutulan yer demektir.)

Sehl radıyallâhü anh Hazretleri, Bedir ve Uhud gazâlarında bulunmuş; Hazret-i Ömer’in (r.a.) hilâfeti zamanında vefat etmiştir.

Sehl radıyallâhü anh Hazretleri, Tebûk Gazâsı için elindeki az bir miktar hurmayı bağışladığından dolayı, münafıklar tarafından ayıplanmıştır. Şöyle ki:

Resûl-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz Hazretleri, Tebûk Gazâsı için hazırladıkları ve “Ceyş-i Usre” denilen ordunun techîzi için teşviklerde bulunduklarında, Ashâb-ı Kirâm’ın her biri, gücü yettiğince mallarından veriyorlardı. Sehl bin Râfi‘ Hazretleri de fakir olduğundan az bir miktar hurma getirerek: “Yâ Resûlallâh! Bu, kerîmemle (kızımla) benim sadakamdır; bundan başka bir şeyimiz yoktur! Bize bereketle dua ediver!” demişti.

Resûl-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz Hazretleri de bu hurmayı, mübarek ellerine alarak toplanmış olan diğer hurmanın üzerine yaydı ve Sehl Hazretleriyle kerîmesi Amre’ye bereketle dua ettiler.

Bunun üzerine münafıklar, Sehl Hazretlerini ayıplayarak, “Allâhü Teâlâ, Sehl bin Râfi’in bir sâ’ hurmasından müstağnidir (ona ihtiyacı yoktur)!” demişlerdi. Bunun üzerine Tevbe Sûresi’nin 79. âyet-i celîlesi nâzil olmuştur. Meâl-i şerîfi şöyledir:

“O kimseler ki müminlerden sadakaları gönül hoşluğu ile fazlaca verenleri ve kendi güçlerinin yettiğinden fazlasını bulamayanları ayıplarlar, onlar ile alayda bulunurlar. Allâh, o (alay eden) kimseleri maskaraya çevirir ve onlar için bir de acıklı azâp vardır.”

Hicrî:     17Şâbân1445  Fazilet Takvim

 

SİTEDEKİ KONU BAŞLIKLARINI GÖRMEK İÇİN TIKLAYINIZ"