30 Kasım 2014 Pazar

MÜSTEHAP HELAL MÜBAH



Peygamber Efendimiz sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdular:
 "Çocuklarınıza ikramda bulunun ve terbiyelerini güzel yapın."
(Sünen-i îbn-i Mâce)
Hicrî: 7 Safer   1435   Fazilet Takvimi

BAZI DİNİ TABİRLER


Müstehap: Peygamber Efendimizin (s.a.v.) bazen yapıp bazan terk etmiş oldukları şeydir. Kuşluk namazı gibi. Bu, bir nev'i sünnet-i gayr-i müekkede demektir.
Müstehabın yapılmasında sevap vardır. Yapılmamasında ise azarlama, kınama ve tenzihen kerahet yoktur.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.), müstehap denilen şeyleri sevip yapmışlar, Selefi Salihin de bunları seve seve işlemiş, bunların yapılmasını din kardeşlerine tavsiye etmiş, teşvikte bulunmuşlardır. Müstehaplara, mendup, fazilet, nafile, tetavvu', edep ismi de verilir. Şöyle ki; müstehap olan bir şeye, sevabı çok olup işlenmesi arzu edildiğinden dolayı mendup, fazilet denir. Farz ile vacip üzerine ilave olarak yapıldığı için de nafile denir. Kat'i bir emre dayanmaksızın sadece teberru olarak yapıldığı için de tetavvu' ismi verilir. Güzel ve övülmüş bir haslet olması dolayısı ile de edep denilmiştir. Şafiî ve Hanbeli fukahasına göre sünnetler ile müstehaplar, menduplar birdir; herhangi bir sünnete müstehap veya mendup da denir.
Helal; Dinde câiz görülen herhangi bir şeydir ki, yapılmasından, kullanılmasından dolayı kınama, azarlama olmaz.
Mübah: Yapılması da, yapılmaması da dinde caiz bulunan şeydir ki, yapılmasında sevap, terk edilmesinde de günah yoktur. Her hangi helal bir şeyi yemek veya yememek gibi.

FIKRA:.... SIRRIMI AÇMADIM
Hoca merhûma:
"Şehrimizde mahrem-i esrar (sırdaş) olabilecek, sır saklayacak kimi tanırsın" dediler:
"Halkın sinesinin benim anbarım olmadığını bildiğim için şimdiye kadar kimseye sırrımı açmadım." buyurdu.
Hicrî: 7 Safer   1435   Fazilet Takvimi



29 Kasım 2014 Cumartesi

YALAN YERE YEMİN BÜYÜK GÜNAHTIR



Hadîs-i Şerîf:
"Nimete hamdetmek, o nimetin azalmaması ve yok olmaması için emniyettir."
(Hadîs-i Şerîf, Kenzü 'l-Ummâl)
Hicrî: 6 Safer   1435   Fazilet Takvimi

ALLAHÜ TEÂLÂ'YA HAMDETMENİN KIYMETİ


Resûlullah Efendimiz (s.a.v) buyurdular:
"Allâhü Teâlâ bir kuluna nimet verdiğinde kul "Elhamdülillah" derse Allâhü Teâlâ:
"Kuluma bakın! Ben ona kıymetsiz -fânî; gelip geçici- bir şey verdim. Bunun karşılığında o bana kıymeti olan -faydasını ebediyen göreceği- bir şey verdi." buyurur.

YALAN YERE YEMİN BÜYÜK GÜNAHTIR

Yemîn, bir zaruret ve kat'î bir lüzum halinde hakkı te'yid etmek, kuvvetlendirmek ve ortaya çıkarmak için yapılır. Çok yemîn edip durmak ise yemini hafife almak olup kendi şahitliğini yaralamaktır. Gerçi Allâh'ın ismini ta'zîm ile çok zikretmek çok sevabdır, en büyük ibadettir. Fakat onu herşeyde bir tervic; kıymet ve itibar vasıtası olmak üzere kullanmak ise zikir ve ta'zîm değil, Hak Teâlâ'nın izzet ve kudsiyyetine hürmetsizliktir.
Onun için yemîn edecek kimse buna en son bir çare olarak, tamamen doğru yere olduğundan emîn olacak şekilde ve düşüne düşüne, titriye titriye müracaat etmelidir. Yoksa o yemîn, o kimsenin saygısızlığını ve Allâhü Tealâ'nın azametini tanımadığını gösterir. Yemîn gayet mukaddes tutulması lâzım gelen ve hakkın ortaya çıkarılması, emniyetin tesbiti için her vasıtanın kesildiği en son noktada müracaat edilecek en son delildir.
Çok yemin etmek gerek itikatça, gerek amelce her şerrin kaynağıdır. Bundan dolayı insan kat'i olarak bildiği hakta bile çok çok yemîn etmekten sakınmalıdır. Zira ihtiyatsız yemîn eden, yalan yere yemîn etmeye de alışır. Doğruya eğriye yemîn etmeye alışmış olanlarda ise şu vasıfların hepsi bulunabilir: Alçak, görüşü ve tedbiri hakîr; değersiz, süşî düşünür, kendi kendini küçük düşürür, yalancı, değersiz, her kalıba dökülür, her fenalığa sürüklenir.
Hicrî: 6 Safer   1435   Fazilet Takvimi



NAFİLE NAMAZLARIN EHEMMİYETİ




Nafile namazların ehemmiyeti

Allahü Teâlâ'nın farz kıldığı ibadetler, kulluk vazifelerimizin ba­şında gelir. Hiçbir ibadet, farzlardan üstün olamaz. Bunları eda et­mekle Rabbimizin emrini yerine getirmiş oluruz.
Farz ve vacip olmayan kulluk vazifelerine, nafile ibadetler adı ve­rilmektedir. Bunlardan Peygamber Efendimizin işlediklerine sünnet veya müstehab denilmiştir. Nafile namaz ve oruçlar, nafile hac ve um­reler gibi.
Herhangi bir, mü'min, nafile ibadetlere devam ederse hem Pey­gamber Efendimiz'in sünnetlerini yerine getirmiş hem de Allahü Te­âlâ'nın hoşnudluğunu kazanmış olur.Nafile ibadetler,
mü'mini Cenab-ı Hakk'ın rızasına yaklaştırır. Bir mü'min, hiçbir mecburiyet olmadığı halde, kalbinde duyduğu aşk ile yapacağı nafile ibadetler, onu Allah'ın rızasına ve sevgisine ulaş­tırır.
Bu sebeple Peygamber Efendimiz nafile ibadetlere çok rağbet ederdi. Hele gece ibadetlerine devam ederken mübarek ayaklarının şiştiği olurdu. Efendimiz'in zevcesi ve mü'minlerin annesi Hazret-i Âişe:

— Ey Allah'ın Resulü, geçmişte ve gelecekte günah (a giden yol) zatınıza kapatılmış iken ne için böyle hareket ediyorsunuz? demiş-di. Resûl-i Ekrem:
— Çok şükredici bir kul olmayayım mı? cevabını verdi (1).

Allah'a ibadet etme arzusu aşk derecesinde yüksek bulunan ve en büyük zevki nafile ibadetlerde duyan Peygamber Efendimiz, gecenin evvelinde uyur sonra kalkıp teheccüd namazı kılardı.
Gece, öyle esrar bir zaman zarfıdır ki herkesin istidadı ve duy­gusu geceleyin artar. Zahidin zühdü, âbidirı ibadeti, gafilin gafleti, hırsızın sirkati hep geceleyin fazlalaşır.
Kulluk mertebesinin şahikasında bulunan Resûl-i Ekrem Efendi­miz, nafile ibadetlere hem kendi devam eder, hem de aile efradını ve ashabını teşvik ederlerdi. Kızının evine varır, Hasret-i Ali ve Fâtıma (r.a.) ya:

«{Teheccüd) namazlarınızı ne zaman kılacaksınız?» diye sesle­nirdi
Hazret-i Ömer'in oğlunu kastederek, «Abdullah ne hoş «damdır. Hele bir de gece (kalkıp teheccüd) namazı kılmış olsaydı» (3), buyur­muşlardır.
 âyet-i kerimede buyuruluyor ki:

«Yanlan yataklarından uzaklaşır, korku ve ümid ile Rablerine dua ederler. Kendilerini nzıklandırdığımız şeylerden de (hayra.) sarf ederler» (4).

Peygamber Efendimiz şöyle buyurmaktadır:
«Bir erkek, gecenin bir vaktinde karısını uyandırır da her ikisi —veya kendi— namaz kılarsa çok zikredici erkekler ve kadınlar ara­sına (onların adlan da) yazılın» (5).
Gece ibadetlerine devam, her peygamberin rağbet ettiği bir hu­sustur. Hazret-i Dâvûd, gecenin üçte birini ibadetle ihya eder, gündüz­leri de bir gün yer, bir gün oruç tutardı. Peygamber Efendimiz bir hadîs-i şeriflerinde şöyle buyurmaktadır:

«Ey insanlar! Selamlaşmayı yayınız, yemek yediriniz, gece halk uyurken (kalkıp) namaz kılınız ki, selâmetle cennete giresiniz» (6).

Geceleyin sema kapılan açılır. Tevbekâr, mağfirete; dertli, deva­ya; düâ eden de istediğine nail olur. Gece yapılan dualar, bârigâh-i ehadîyete ulaşmakta, daha süratlidir. Geceleyin ihîâs ile yakardığımız zaman, düâ hedefini bulur.

Bunun için Efendimiz şöyle buyurmakta­dırlar:
«Gecede bîr saat vardır ki, Müslüman bir kimse ona raslar da yüce Allah'tan dünya ve âhiret işinden bir hayır isterse Allah, o kimsenin dilediğini muhakkak verir. Bu, her gece (böyledir)» (7).


Nafile ibadetlere müstesna bir değer veren Efendimiz, bunları yapmakta en güzel örneği vermiş ve ümmetlerini de teşvik etmiştir. Bu cümleden olarak: «Gece namazını ikişer (rek'at) kıl» (8).
«Sabah (namazın) m iki rek'at (sünnet) i dünyadan da onda olan şeylerden de hayırlıdır» (9).

Peygamber Efendimiz kuşluk vakti altı rek'at duhâ namazı kı-iar ve ümmetlerine şöyle tavsiye buyururdu
«Sabah ve duhâ namazını kıl (maya devam et). Çünkü bu iki na­maz eyvâbların namazıdır» (10). «Kim kuşluk namazına devam eder­se, günahı denizin köpüğü kadar olsa bile bagışlanır» (11). Bu hadîs-i şerifler karşısında nafile namazların taşıdığı ehemmiyet, kâmil bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Bir mü'min, Resûlullah Efendimiz'in sünnetiyle âmil olursa şefaatine hak kazanır.



Nafile namazlara gösterilen bu ihtimam, farzların değerine asla gölge düşürmez. Farzlar terk edilirse nafilelerin hiçbir değeri kalmaz. Farzları ihmal etmemekle beraber, nafileleri eda etmek en doğru yol­dur.
Kaza namazı olan bir kimsenin, nafile namaz kılamayacağına hükmetmek yanlıştır. Bu davranış, sünnet müessesesini ihmale se­bep olan sakat bir görüştür.
insanlara borcu bulunan bir kimsenin, açlıktan kıvranan bir fa­kire yardım etmesine dinî hiçbir engel yoktur. Kaza namazı bulunan şahsın da nafile namaz kılmasına bir mâni bulunmamaktadır.
Kaza namazlarını kılmak, nafile namazla meşgul olmaktan evlâ­dır. Fakat beş vakit namazların sünnetleri bu hükümden müstesna tutulmuştur (12). Sünnetler, müekkede veya gayr-i müekkede olsun hüküm aynıdır. Hatta teheccüd, kuşluk, teşbih namazları da bu hük­mün dışında tutulmuştur (13).

Bu sünnetleri kaza namazı niyetiyle kılmak, dolayısıyla sünneti terk etmek, makbul bir görüş olamaz. Bir hatayı tamir için, ikinci bir hata yoluna teşvik etmek akl-ı selime ve fıkıh kitaplarımıza aykırı bir iştir. Sünnetleri bırakmamak ve kazaları ayrıca kılmak en doğru bir harekettir.

Kaza namazlarının, muayyen bir vakti olmadığı için, her zaman kılınması mümkündür. Sünnetler, vakit içinde kılınmayacak olursa telâfisi mümkün değildir.

Evet, farz namazları kazaya bırakmak günahtır. Bu günâhtan kurtulmanın yolu, kaza namazı kılmaya fazla gayret göstermektir. Yoksa sünneti terk ve ihmâl değildir.

Şefaat-ı Muhammediye'nin tecellisine vesile olacak sünnetleri ve nafileleri bırakmak, akla ve fıkha muvafık değildir
Bunun aksini savunan kimselerin ve bazı kitapların ileri sürdüğü görüşler fukahaca muteber değildir




28 Kasım 2014 Cuma

OTUZ İKİ FARZI BİLMEK FARZ-I AYINDIR



Hadîs-i Şerîf:
"Fakirlik Ashâbım için saâdettir. Ahir zamanda ise mü'min için zenginlik saadettir."
(Hadîs-i Şerîf, Kenzü 'l-Ummâl)
Hicrî: 5 Safer   1435   Fazilet Takvimi

OTUZ İKİ FARZI BİLMEK FARZ-I AYINDIR

Zarûriyyât-ı dîniyyenin en büyük rüknü; dinde bilinmesi mecburî olan şeylerin en büyüğü imanın farzlarıdır.
Bütün erkek ve kadın her Müslümanın otuz iki farzı öğrenip çoluk çocuğuna öğretmeleri de farzdır.
Kur'ân-ı Kerîm okumayı öğreten hocaların talebelerine, önce otuz iki farzı öğretmeleri lazımdır. Yoksa mesul olurlar. Otuz iki farz:
İmânın Şartları: Altı Abdestin Farzları: Dört İslâmın Şartları: Beş Teyemmümün Farzları: İki Guslün Farzları: Üç Namazın Farzları: On iki Yekûn: Otuz iki
İmânın şartları: 1- Allâh'ın varlığına ve birliğine 2-Meleklerine 3-
/V
Kitaplarına 4- Peygamberlerine 5- Ahiret gününe 6- Kadere; hayır ve şerrin Allâhü Teâlâ'nın takdiri ile olduğuna inanmak. İslâm'ın şartları: 1-Kelime-i şehâdet getirmek 2-Namaz kılmak, 3- Zekât vermek 4-Oruç tutmak 5-Haccetmek.
Guslün Farzları: 1- Ağza su vermek 2- Burna su vermek 3- Bütün bedenini yıkamak.
Abdestin Farzları: 1- Yüzünü yıkamak 2- Kollarını (dirsekleriyle beraber) yıkamak 3- Başının dörtte birini meshetmek 4- Ayaklarını (topuklarıyla beraber) yıkamak.
Teyemmümün Farzları: 1- Niyet etmek 2- Ellerini toprağa vurup yüzünü meshetmek, tekrar toprağa vurup kollarını meshetmek. Namazın Farzları: Namazın dışında olanlar: 1- Hadesten tahâret (Abdesti yoksa abdest almak, cünüp ise gusletmek) 2- Necâsetten tahâret (Vücudunu, elbisesini ve namaz kıldığı yeri necasetten temizlemek) 3- Setr-i avret (Namaz kılarken vücudunda örtmesi icap eden yerleri örtmek) 4- İstikbâl-i Kıble (Kâ'be'ye dönmek) 5- Vakit (Namazı vaktinde kılmak) 6- Niyet (Hangi namazı kılacağına niyet etmek).
Namazın içinde olanlar: 1- İftitah tekbîri (Namaza Allâhü ekber ile girmek) 2- Kıyâm (ayakta durmak) 3- Kırâat (Kur'ân okumak) 4- Rükû 5- Secde 6- Kâde-i ahîre. (Son oturuş.)
Hicrî: 5 Safer   1435   Fazilet Takvimi




RESİM BULUNAN YERDE NAMAZ



Hadîs-i Şerîf:
"Her kim bildiği ile amel ederse, Allâhü Teâlâ ona bilmediği şeyleri bildirir, öğretir."
(Hadîs-i Şerîf, îthâfü 's-Sâde)
Hicrî: 4 Safer   1435   Fazilet Takvimi

RESİM BULUNAN YERDE NAMAZ


Namaz kılınan yeri zihni meşgul edecek şeylerden temiz tutmak lazımdır.
•  Namaz kılanın başının üstünde, kendisine yakın olarak ön tarafında veya kendisine yakın olmasa da sağ ve sol tarafından hizasındaki duvar veya tavan üzerine yapılmış veya asılmış canlı resminin bulunması mekruhtur. Arka cihetinde bulunması da mekruhtur.
•   Namaz kılanın ayakları altında veya oturduğu yerde bulunan veya karşıdan uzuvları seçilemeyecek derecede küçük olan veya başları kesilmiş veya yüzleri büsbütün silinmiş olan bir resim veya fotoğrafın bulunması mekruh değildir.
•   Namazda kese, cüzdan gibi şeyler içindeki paralar üzerinde küçük bir resim, bir uzuvda döğme suretiyle resmedilip elbise ile örtülen veya yüzük taşına nakşedilip belirsiz bir halde duran resim veya fotoğraf bulunması mekruh değildir.
•    Ağaç, bina, ay, güneş gibi cansız resim ve fotoğraflar mekruh değildir.
•    Kuştan daha küçük olan veya yerde bulunduğu halde ayaktan bakılınca azaları belirsiz olan resim yanında, namaz mekruh olmaz.
•  Üzerinde canlı resimleri bulunan bir elbise ile namaz kılınması veya üzerine secde edilmesi mekruhtur.
•   Yere serili olup üzerinde böyle resimler bulunan bir serginin suret bulunmayan kısmında namaz kılınması, secde edilmesi mekruh değildir.
BEYİT:
Unutmagıl ölümü anadur Bugün bana ise yarın sanadur.
Manası: Unutma ölümü, hatırla; bugün ölen ben isem yarın sen de öleceksin.
Hicrî: 4 Safer   1435   Fazilet Takvimi




26 Kasım 2014 Çarşamba

MUHAKKAK Kİ ALLAH SABREDENLERLE BERABERDİR



Peygamber Efendimiz sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdular:
"Sabır, cennet hazinelerinden bir hazinedir."
(Hadîs-i Şerîf, îhyaû Ulûmiddîn)
Hicrî: 3 Safer   1435   Fazilet Takvimi

"MUHAKKAK Kİ ALLAH SABREDENLERLE BERABERDİR."*


."* Cenab-ı Hakk'ın Esmâ-i Hüsnâ'sından biri de Sabûr ism-i şerifidir. Her kimde sabır varsa onda kudret-i ilahiye'den bir tecelli vardır. Hele bu ehl-i sabır bir yere gelip bir cemaat olurlarsa mutlaka Allâh'ın inayetine nail olurlar, Allah onların daima dostu ve velisidir. Duaları kabul olur, ve ilahi yardım daima onların yanlarında dolaşır. Bakara Sûresinin 153. âyet-i kerîmesinde -meâlen- "Muhakkak ki Allah sabredenlerle beraberdir." buyurulmaktadır. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurur:
"Müslüman'a vücuduna batacak bir dikene varıncaya kadar yorgunluk, hastalık, keder, hüzün, eza ve iç sıkıntısı isabet ederse, Allâhü Teâlâ bu sıkıntıları o müslümanın günahlarından bir kısmına keffaret kılar."
Sabredenlere cennet müjdelenmiştir. Ata Bin Ebi Rebah (r.a.) anlatır: "İbn-i Abbas (r.a.) bana: Sana cennet kadınlarından bir kadın göstereyim mi? dedi. Ben: Evet, göster, dedim. İbn-i Abbas (r.a): "İşte şu esmer kadındır. Bu kadın bir ara Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz'e geldi ve: "Beni sara hastalığı tutuyor ve üstüm başım açılıyor. Benim için Allâhü Teala'ya dua ediver." dedi. Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz de:
İstersen hastalığına sabret, bunun karşılığında sana cennet vardır. İstersen sana afiyet vermesi için Allâh'a dua edeyim buyurdu. Kadın: "Ben sabredeyim. Ancak sara tuttuğu zaman üstümün başımın açılmaması için Allâh'a dua ediver." diye rica etti. Peygamberimiz de ona dua etti.
İmam-ı Rabbani Hz. Mektubat-ı Şerife'sinde (c. 2, Mek.17) şöyle buyurur: "Bu sıkıntılar görünüşte yara gibi gözükse de hakikatte merhemdirler ve manevî yükselişe, sevap kazanmaya vesîle olurlar. Allâhü Teâlâ'nın yardımıyla dünyada bu sıkıntılardan dolayı elde edilen neticeler, âhirette verileceği ümid edilen nimetlerin yüzde biridir."
* Bakara Sûresi, 153. âyetin meâlinden.
Hicrî: 3 Safer   1435   Fazilet Takvimi




25 Kasım 2014 Salı

PEYGAMBERLER KABİRLERİNDE DİRİDİRLER"



Peygamber Efendimiz sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdular:
"Peygamberler kabirlerinde diridirler, namaz kılarlar."
(Hadîs-i Şerîf, Müsned-i Ebî Ya 'lâ)
Hicrî: 2 Safer   1435   Fazilet Takvimi

"PEYGAMBERLER KABİRLERİNDE DİRİDİRLER"


Resûlullâh'ın (s.a.v.) Ravza-i Mutahharasını ziyarete gidenlere selâm emânet etmek eskiden beri riayet olunan bir adaptır. Bunda da edebe uymalı, "Benden Resûlullâh'a selâm eyle!" değil de: "Benim adıma o dergâha yüz sür, âdâb ile salât ü selâm hizmetini yerine getir" veya "Benden mübârek ellerini ve eteklerini öp" denir. Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.), kendisine getirilen her türlü salât ve selâmdan haberdar olur ve selamı alır. Nitekim Hadîs-i Şerîfte "Bana bir Müslüman salât ve selâm getirdiğinde, Allâhü Teâlâ ruhumu iade eder de onun selamına karşılık veririm" buyurmuşlardır. Eğer "Fahr-i Alem'in pâk ruhları refîk-i a'lâda olduğuna göre kabirde nasıl diri olup da selama karşılık verir" diye sorulursa cevabı şudur: Mübârek ruhlarının refîk-i a'lâda olması onun şuâlarının bedenine ulaşmasına mâni değildir. Güneş gibi. Zira güneş dünyaya bunca mesafe uzakta iken ışığı yeryüzüne aksetmektedir.
Fahr-i Alem Efendimiz Miraç gecesinde Mescid-i Aksa yolunda Hz. Mûsâ'nın kabrine uğradı, onun namaz kıldığını gördü. Hz. Mûsâ'yı altıncı kat semada da gördüğünü bildirmişlerdir. Bundan anlaşıldı ki ruh kendi makamında beden gibi sabittir. Bununla birlikte rûh bedenle birleştiği zaman kabrinde namaz kılar ve selam verenlerin selâmını alır. Zira ruhlar bedenler gibi değildir. Bedenin bir anda farklı yerlerde bulunması mümkün değilse de ruhun bulunması mümkündür. Ruh, latîf olduğundan her yerde bulunabilir. Nitekim dünyada bazı Evliyâullâh bir vakitte birkaç yerde hazır bulunmuşlardır. (Ferahurruh.)

HİKMET:.... ADAM OLMANIN YOLU
Hoca merhuma "Adam olmanın yolu nedir" demişler.
"Bilenler söylerken can kulağıyla dinlemeli, söyleyen de söylediği
sözü kendi kulağı işitmeli" demiş.
Hicrî: 2 Safer   1435   Fazilet Takvimi



KABİRDE AZAP NİÇİN OLUR



Hadîs-i Şerîf:
"İlim öğreniniz. İlim için huzur, sükûn ve vakar da öğreniniz. Kendisinden ilim öğrendiğiniz kimseye karşı mütevâzî olunuz." 
(Hadîs-i Şerîf, Taberânî, el-Mucemu'l-Evsat)
Hicrî: 1 Safer   1435   Fazilet Takvimi

KABİRDE AZAP NİÇİN OLUR

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bir gün iki kabrin yanından geçiyordu. Buyurdular ki;
عَنِ ابْنِ عَبَّاسٍ قَالَ مَرَّ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم عَلَى قَبْرَيْنِ فَقَالَ « أَمَا إِنَّهُمَا لَيُعَذَّبَانِ وَمَا يُعَذَّبَانِ فِى كَبِيرٍ أَمَّا أَحَدُهُمَا فَكَانَ يَمْشِى بِالنَّمِيمَةِ وَأَمَّا الآخَرُ فَكَانَ لاَ يَسْتَتِرُ مِنْ بَوْلِهِ
"Bunlar azab çekiyorlar. Azab görmeleri büyük bir günahtan da değildir. Bunlardan birisi, idrardan sakınmaz, öbürü de koğuculuk (laf taşıyıcılık) ederdi." buyurdular.
قَالَ فَدَعَا بِعَسِيبٍ رَطْبٍ فَشَقَّهُ بِاثْنَيْنِ ثُمَّ غَرَسَ عَلَى هَذَا وَاحِدًا وَعَلَى هَذَا وَاحِدًا ثُمَّ قَالَ « لَعَلَّهُ أَنْ يُخَفَّفَ عَنْهُمَا مَا لَمْ يَيْبَسَا
Sonra, yaprakları koparılmış taze bir hurma dalı alıp ikiye böldü ve her kabre bunlardan birer parça dikti. Ashâb-ı Kirâm: "Yâ Resûlallâh! Bunu niçin diktiniz?" diye sordular. Resûl-i Ekrem: "Bu ağaçlar kurumayıp taze kaldıkça azablarının hafifleyeceğini ümid ederim." buyurdular.
(Tecrid-i Sarîh)
Bir başka Hadîs-i Şerîfte de
عَنْ أَنَسٍ : أَنّ النَّبِيَّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ ، قَالَ : " اسْتَنْزِهُوا مِنَ الْبَوْلِ فَإنَّ عَامَّةَ عَذَابِ الْقَبْرِ مِنَ الْبَوْلِ "
 "İdrar (bevil sıçramasın)dan sakınınız. Zîrâ kabir azâbının çoğu ondandır." buyrulmuştur. (Sünen-i Dârekutnî)

SEKİZ ŞEY SEKİZ ŞEYİN SÜSÜDÜR

Hz. Ebûbekîr (ra) buyurdular.
İffetli olmak, fakirliğin süsüdür;
Şükür, nimetin süsüdür;
Sabır, belânın süsüdür; Yumuşak huyluluk, ilmin süsüdür;
Tezellül ve tevâzu talebenin süsüdür;
Allah korkusu ile çok ağlamak, korkunun süsüdür;
Minnet etmemek, (başa kakmamak) ihsânın süsüdür;
Huşû da namazın süsüdür."


MUTFAĞIMIZ:.... Fırında Pırasa
Malzemeler: 1 kg. pırasa, 3 adet yumurta, 1'er çay bardağı galeta unu, süt, zeytinyağı. Tuz, karabiber ve kırmızı biber. Yapılışı: Pırasalar yıkandıktan sonra yuvarlak doğranır ve tuzlu suda haşlanır. Yumurtalar başka bir kapta kırılıp biraz çırpılır ve içine süt, zeytinyağı, tuz, karabiber, ve kırmızı biber ve galeta ununun çoğu konulup karıştırılır.
Fırın tepsisi, tereyağı ile yağlanır, kalan galeta unu da serpilir. Pırasaların suyu süzülür ve yumurtalı karışım ile karıştırdıktan sonra, fırın kabına dökülür, 170-180 derecede ısıtılmış fırında üzeri kızarıncaya kadar pişirilir.
Hicrî: 1 Safer   1435   Fazilet Takvimi