30 Mart 2012 Cuma

TaKVa

 

 

                                                          TaKVa



Korkma, sakınma, Allah korkusuyla günahtan kaçınmakta, Allah'ın emir ve yasaklarına uymakta titizlik gösterme. Allah'ın himâyesine girmek, emrini tutup azabından korunma anlamında Kur'anî bir terim.

Bu şekilde titiz davranan insana, "muttaki" denir. (Rağıb el-İsfahânî, el-Müfredât fi Caribi'l-Kur'an, Mısır, 1961, s. 530)

Kur'an'da takva üç mertebede ifade buyurulmuştur:

1- Ebedî olarak Cehennem azabında kalmamak için, imân edip şirkten korunmak. Bu hususla ilgili bir ayetin meâli şöyledir: "O zaman inkâr edenler, kalplerine taassubu, câhilliye taassubunu yerleştirmişlerdi. Allah da elçisine ve müminlere sükûnet ve güvenini indirdi. Onları takvâ sözü üzerinde durdurdu. Zâten onlar buna pek lâyık kimselerdi. Allah her şeyi bilendir." (el-Fetih, 48/26)

2- Büyük günahlardan kaçınmak, küçük günahları tekrar tekrar işlemekten uzak durmak ve farzları edâ etmek. Bu husustaki bir ayetin meâli de şöyledir: "O (peygamberlerin gönderildiği) ülkelerin halkı inansalar ve takva ile hareket edip (Allah'ın azabından) korunsalardı, elbette onların üstüne gökten ve yerden nice bereket (ve bolluk kapılarını) açardık. Fakat yalanladılar. Biz de kazanmakta oldukları kötülükler yüzünden onları yakalayıverdik." (el-A'raf, 7/96)

3- Bütün benliği ile Allah'a dönmek ve insanı Allah'tan alıkoyan her şeyden uzak durmak. Hakiki takva budur ve Kur'an'da, inanan insanlardan bu takvaya sahip olmaları istenmektedir: "Ey imân edenler! Allah'tan, O'na yaraşır şekilde korkun ve ancak Müslümanlar olarak can verin." (Âli İmran, 3/102) Bu ayetin açıklaması mahiyetinde olan diğer bir ayetin meâli şöyledir: "O halde gücünüzün yettiği kadar Allah'tan korkun. Dinleyin, itâat edin, kendi iyiliğinize olarak harcayın. Kim nefsinin cimriliğinden kurtulursa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir." (et-Teğabun, 64/16), (el-Beydâvî, Envaru't-Tenzîl ve Esrânu't-Te'vîl, Mısır, 1955, 1, 6)

Takvanın bu üç mertebesi, Kur'an'ın diğer bir yerinde bir arada zikredilmiştir:

"İman eden ve iyi işler yapanlara, hakkıyla sakınıp (takva ile hareket edip) imân ettikleri ve iyi işler yaptıkları, sonra yine hakkıyla sakınıp (takva ile hareket edip) imân ettikleri, sonra da hakkıyla sakınıp (takva ile hareket edip) yaptıklarını, ellerinden geldiğince güzel yaptıkları takdirde, (haram kılınmadan önce) tattıklarından dolayı günah yoktur. (Önemli olan inandıktan sonra imân ve iyi amelde sebattır). Allah iyi ve güzel yapanları sever." (el-Maide, 5/93)

Görüldüğü gibi bu ayette imân ve ameli salih iki kere ve takva üç mertebe olarak zikredilmiştir. İnsanın imân edip şirkten korunması mahiyetinde olan ilk mertebe kişinin kendi nefsi ve vicdanı arasında olan bir takvadır. İkincisi, insanın kendisi ile diğer insanlar arasındaki hususlarla ilgili olan takvadır ve üçüncüsü de, insanın kendisi ile Allah arasındaki takvası ve imânıdır. Bu ayette takvanın bu üçüncü derecesi, ihsan olarak zikredilmiştir. (Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, İstanbul 1971, III, 1807) Nitekim Hz. Muhammed (s.a.v) de, İhsan nedir?" şeklindeki bir soruya, "İhsan, Allah'ı görüyormuş gibi hareket etmendir. Sen O'nu görmüyorsan, şüphesiz O seni görmektedir" diyerek cevap vermiştir. (Buhâr İman, 37; Müslim, İman 57; Ebu Dâvud, Sünne, 16; Tirmizî, İmân, 4; İbn Mace, Mukaddime, 9; Ahmed b. Hanbel, 1, 27, II, 7)

Hz. Muhammed (s.a.v) bir hadisiyle, burada söz konusu olan takvanın ikinci çeşidini şöyle açıklar:

"Helâl belli, haram da bellidir. Fakat bu ikisinin arasında şüpheli şeyler vardır. Bu nedenle şüphelerden korunan, dinini ve ırzını temiz tutmuş olur. Şüphelere düşen, harama da düşer. Nasıl koruluğun kenarında koyun otlatan çobanın koyunlarının her an koruluğa girme ihtimali varsa, şüpheli şeylerden korunmayanın harama düşme ihtimali de öylece vardır. Haberiniz olsun ki, her hükümdarın koruluğu vardır. Allah'ın korusu da haramlardır." (Buhârı, İmân, 39; Müslim, Müsâkat, 107; Ebu Davud, Büyû', 3; Tirmizî Büyû', 1; Neseî, Büyû', 2; İbn Mâce, Fiten, 14; Ahmed b. Hanbel, IV, 267)

Yüce Allah, Kur'an-ı Kerim'in baş tarafında, el-Bakara suresinin ilk ayetlerinde, takva sahibi olan muttaki insanları övmüş ve onların çeşitli vasıflarını belirtmiştir. Buna göre takva sahibi olan insanlar, hiç tereddüt etmeden hidâyet ve kurtuluş yolu olarak Kur'an'ı seçerler; gaybe inanır, beş vakitlik namazlarını kılar ve helal yoldan elde ettikleri mallarını helal yolda, Allah'ın yolunda harcarlar. Bütün mukaddes kitaplara iman eder, özelikle ahiret inancı ve hazırlığı içinde olurlar. Bu şekilde hareket eden takva sahipleri, aynı zamanda Allah tarafından övülmüş, hak yolda bulunan ve felaha kavuşacak olan insanlar olarak haber verilmişlerdir. (Bkz. El Bakara, 2/1 -5)

Kur'an'da takvayı över mahiyette daha çok ayet vardır. Bunlardan bazılarının meâli şöyledir:

"Kim takva sahibi olur (Allah'tan korkar)sa, Allah ona bir çıkış yolu ihsan eder ve ona beklemediği yerden rızık verir. Kim Allah'a güvenirse O kendisine yeter. Şüphesiz Allah emrini yerine getirendir. Allah her şey için bir ölçü koymuştur." (et-Talak, 65/2,3)

Hz. Muhammed (s.a.v) dualarında Yüce Allah'tan çeşitli nimetleri talep ederken, takvayı da istemiştir ve bu şekilde dua etmesiyle, takvanın önemini ifade etmiştir. (Muhammed b. Allan es-Sıddîkî, Delilu'l-Falihin li turuki Riyazi's-Salihin, Mısır 1971, I, 252)

İnsanlar, Hz. Âdem ve Havva'dan çoğalmaları veya her biri bir anne ve babadan doğmaları itibariyle yaratılışta eşittirler. Bu açıdan soy ve soplarıyla övünmeleri yersizdir. Çünkü gerçek ve yegâne üstünlük takva üstünlüğüdür. Kur'an bu takva üstünlüğünü şöyle ifade eder:

"Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en değerli ve en üstün olanınız, takva bakımından en üstün olanınız (Allah'tan en çok korkanınız)dır. Şüphesiz Allah bilendir, her şeyden haberi olandır." (el-Hucurât, 49/13)

Hz. Muhammed (s.a.v) de veda hutbesinde aynı durumu şöyle izah etmiştir: "Ey insanlar! Rabbiniz birdir. Babanız birdir. Hepiniz Âdemdensiniz ve Âdem de topraktandır. Allah'ın yanında en üstün olanınız takvası en fazla olanınızdır. Araplarla Arap olmayanların birbirine karşı üstünlüğü ancak takva iledir." (Ahmed Zeki Safve, Cemheretu Hutebi'l-Arab, Mısır 1962, I, 157)

Başka bir hadiste de Resulullah (s.a.v): "Arabın Arab olmayana hiç bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takva iledir." (Ahmed b. Hanbel, V, 411) diyerek, bu hususu te'yid etmiştir.

Hz. Muhammed (s.a.v)'in takva hakkında söylediği diğer bazı hadisler de şöyledir:

"Allah'a karşı takva sahibi olmanızı tavsiye ederim." (Ebu Davûd, Sünen, 5; Tirmiz, İlim, 16; Ahmed b. Hanbel, II, 325)

"İnsanın Cennete girmesine en çok sebep olan şey, onun Allah'a karşı duyduğu takvasıdır." (Ahmed b. Hanbel, II, 392, 442)

Ebu Süfyan'ın naklettiğine göre, Hz. Muhammed (s.a.v) Herakleios'a mektup yazdığı zaman, ona: "Gelin sizinle aramızda eşit olan bir kelimede birleşelim" ayetini yazmıştı. Mücâhit bu kelimenin, takva kelimesi olan "Lâ ilâhe İllallah" olduğunu söylemiştir. (Buharî, Eymân, 19)

Ebu Hureyre'nin naklettiğine göre Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: Birbirinize hased etmeyin. Kendiniz almak istemediğiniz halde diğerini zarara sokmak için bir malı methedip fiyatını artırma yarışına kalkışmayın. Birbirinize buğz etmeyin. Birbirinize yüz çevirip arka dönmeyin. Sizden bazınız diğer bazınızın alış verişi üzerine alış verişe girişmesin. Ey Allah'ın kulları! Birbirinizle kardeşler olunuz. Müslüman Müslümanın kardeşidir. Müslüman Müslüman'a zulmetmez. Yardıma muhtaç olduğu zaman da onu yalnız ve yardımcısız bırakmaz. Onu hor ve hakir görmez. Takva işte budur. "Resulullah (s.a.v) "takva işte budur." sözünü üç defâ tekrarlamış ve her seferinde de eli ile göğsüne işaret etmiştir. (Müslim, Birr, 32; Tirmizi, Birr, 18; Ahmed b. Hanbel, II, 325)

Hz. Muhammed (s.a.v) burada takvanın çok geniş bir mana ifâde ettiğini ve bunun da kalbe dayanan manevî bir duygu ile olduğunu ifâde etmiştir.

Hz. Ömer (r.a) de takva için şöyle buyurmuştur: "Müminin keremi, takvasıdır." (Muvatta, Cihâd, 35)

Takva, Yüce Allah'ın inanan kulları için işâret buyurduğu bir toplanma ve yardımlaşma noktasıdır. Kur'an'da: İyilik ve takvada yardımlaşın. Günah ve düşmanlıkta yardımlaşmayın." (el-Mâide, 5/2) diyerek, takvanın İslâm'daki yerini göstermiştir.

Namaz Kılmayan..

 

 

                                              Namaz Kılmayan..



Yüce Allâh (C.C.) cehennemliklerden haber vererek şöyle buyuruyor:
بسم الله الرحمن الرحيم


مَا سَلَكَكُمْ فِي سَقَرَ     قَالُوا لَمْ نَكُ مِنَ الْمُصَلِّينَ      وَلَمْ نَكُ نُطْعِمُ الْمِسْكِينَ      وَكُنَّا نَخُوضُ مَعَ الْخَائِضِينَ
"Sizi cehenneme sürükleyen sebeb nedir? Derler ki, «Biz namaz kılanlardan degildik, yoksullara yemek vermezdik, batıla dalanlar ile birlikte biz de dalardık."
(Müdessir Sûre-i Celilesi; 42-45)

Ahmed İbni Hambel'in (R.A.) rivayet ettigine göre Peygamberimiz (S.A.S) buyuruyor ki:

«— Kul ile küfür arasında namazı terketmek vardır.»

Müslim'in rivayetine göre "Kulla şirk arasında yahut kulla küfür arasında namazı kılmamak vardır." buyurmustur.

Ebû Dâvûd ve Neseî'nin rivayeti de söyledir:

«— Kul iLe küfür arasında sadece namaz kılmamak vardır.»

İbni Mace'nin rivayeti de şöyledir: «— Kul iLe küfür arasında namaz kılmamak vardır.» Bu hadis sahihtir, nitekim Tirmizî ile başkaları onu rivayet etmiştir.

Peygamberimiz (S.A.S) buyuruyor ki:

«— Onlar ile aramızdaki sözleşmenin temeli namazdır, namaz kılmayan kâfir olur.»

Peygamberimiz (S.A.S) buyuruyor ki:

"Kıyamet Günü amelleri arasından kul, ilk önce namazından hesaba çekilir. Eger bu hesabı düzgün geçerse kurtulmuş ve basarıya ulasmış olur. Eger bu husûsdaki suâlde eksikleri çıkarsa aldanmış ve zararlı çıkmış olur.»

Yüce Allah (C.C.) buyuruyor ki:

فَوَيْلٌ لِّلْمُصَلِّينَ      الَّذِينَ هُمْ عَن صَلَاتِهِمْ سَاهُونَ
"Kıldıkları namazın önemini kavramadan namaz kılanların vay haline."

(Maun Sûre-i Celilesi: 4—5)

Peygamber (S.A.V)'imiz âyette gecen «Kıldıktan namazın önemini kavramayanlar» ifâdesi ile, namazı vaktinde kılmayanların kasdedildigini bildirmektedir.

Sol Elle Yemek Yeme



                                          Sol Elle Yemek Yeme



Sual : Sol elini kullanma alışkanlığı olan birisinin yediği içtiği haram olur mu?

İslâmda bazı nahoş şeyler dışında her işin sağ elle yapılması ve sağdan başlanılması bir edep olarak görülmüştür, terki ise edebin terki sayılmış ve zahmetsiz olarak gelecek bir sevaptan mahrum kalma olarak görülmüştür.
Aişe Annemiz; "Rasûlullah (s.a.v.) yapabildiği her şeyde; temizliğinde, ayakkabısını
giymede, çıkarmada kısaca her isinde sağdan başlamayı severdi."
(Benzer hadisler için bk. Buhârî, salât 47, at'ime,5; Müslim tahâret 66, 67; Ebû Dâvûd, libâs 41; Tirmizî, Cum'a 75; Nesâî, tahâret 89 gusl 17, zinet 8, 62; Ibn Mâce, taharet 42; Müsned VI/94,130,147, 1 B8, 202, 210)

"Sağ elini abdestine, yemeğine, sol elini helasına ve diğer eziyet veren şeylerine
kullanırdı" Hafsa validemiz de: "Sağ elini yemesine, içmesine ve elbisesini giyip çıkarmaya, sol
elini ise bunun dışındakilere kullanırdi"
(E. Davud. Taharet 18) demiştir.

Bu yüzden özürsüz olarak sol elle yemek mekruh görülmüş, ancak yemek yeme sırasında sol eli de kullanıp onun sağa yardımcı olmasında bir mahzur görülmemiştir.
Râsûlullah Efendimiz (s.a.v.) Ömer b. Ebî Seleme'ye "Çocuk, besmele çek, sağ elinle ye, ve
önünden ye"
(Buhârî at'ime 2) buyurmuştur.

Mevleviler sağa dogru döner.

Kabe de insanlar sağdan başlarlar tavafa.

Dünya sağa doğru döner.

Atomlar sağa döner.

Güneş kendi etrafinda sağa doğru döner.


Peki neden sol değil de sağ? Bunu anlamak için "iman" lazım..
"Hikmet, tamamıyla teslimiyettedir."

 

Kadın ve Erkeğin Hayırlısı

 

 

 

 

                                    Kadın ve Erkeğin Hayırlısı



Kadının ve erkeğin hayırlısını Peygamber Efendimiz, hadis-i şeriflerinde şöyle bildirmişlerdir:

“Mü’minlerin imanca en olgunu, ahlak itibariyle en güzel olanıdır. Sizin hayırlınız, kadınları için hayırlı olanlarınızdır” 

“Sizin hayırlınız, aile fertlerine hayırlı olanınızdır. Ben ehlime, aileme hayırlı olmada sizin en hayırlınızım”

Güzel ahlaklı ve aile fertlerine karşı iyi niyetli olan kimse hayırlı bir erkektir.

Bir erkek, alacağı kadının hayırlı olmasını isterse onda şu hususları aramalıdır:

Cenab-ı Hakka ibadetini bırakmayan, kocasına itaatte ve hürmette kusur etmeyen, onun kazancını saçıp savurmayan, dünyaya getirdiği çocuğunu İslami terbiye üzerine yetiştiren, iffet ve haya sahibi bir hanım olmalıdır.


Zamanımızda bir çok kimseler, alacağı kadının güzel olup olmadığını, serveti veya tahsili var mı yok mu bunu araştırmaktadır. Hadis-i şerifte ise,


“Kadın, ya malı için veya güzelliği için, yahut dini için alınır. Siz dini olanı alınız! Malı için alan, malına kavuşamaz. Yalnız güzelliği için alan, güzelliğinden mahrum kalır.” buyurulmaktadır.

Din ile güzellik birlikte olması çok iyi olur. Fakat olmazsa olmaz şart, dini durumudur, güzel ahlakıdır. Dünya ve ahıret huzuru buna bağlıdır.

Büyük velilerden Ebu Süleyman Darani hazretleri şöyle demektedir:

“Dünya nimetlerinin en kıymetlisi, saliha olan kadındır. Îmanı olan ve İslamiyete uyan kimseye salih denir. Saliha kadın, kocasını haram işlemekten korur. İyilik ve ibadet yapmasına yardımcı olur. Saliha olmayan kadın, zararlı olur.”

Resulullah efendimize:

- Ey Allahın Resulü, kadının hayırlı olanı hangisidir? diye sorulmuştu. Resul-i Ekrem efendimiz buyurdular ki:


- Kocası yüzüne baksa onu memnun eden, bir şey emretse itaat eden, nefsinde, malında, hoşlanmayacağı bir işle, kocasına karşı gelmeyendir.

Asık suratlı, geçimsiz ve her zaman tartışmaya yol açan bir kadın, hayır getirmez. Hz. Lokman oğluna şöyle öğüt vermiştir:

“Oğlum! Kötü, huysuz kadından sakın. O seni vaktinden evvel kocatır.”

İnsanın en çok takdir edilecek yönü, göze hoş görünen cihetleri değil, gönlün seveceği taraflarıdır. Bu sebeple bir kadında en fazla takdir edilecek meziyyet iffet, haya ve güzel huydur.


Akşemseddin Hazretlerinden Nasihatler






 Akşemseddin Hazretlerinden Nasihatler
   (KaddesAllahu Sirrahu)

• Ey oğul! Her işe besmele ile başla.
• Daima abdestli ve temiz ol.
• Namazlarında tembellik etme. Kaza ve kaderin Haktan olduğunu bil. Sana ulaşan nimete şükret, belaya sabret; sakın Allahü Teala’ya isyan eyleme.
• Kimseden incinerek sitem etme ve kimse de senden incinmesin. Kimsenin kalbini viran eyleme(yıkma).
• Kardeşine ulaşan nimete asla haset etme.
• Kimseyi kötüleme, yalan ve iftiradan sakın . Kardeşinin kusurlarını görme.
• Ananı ve babanı duadan ihmal etme. Senden büyük kimsenin önünde yürüme.
• Yalnız sefere çıkma.
• Çok uyumak hastalığa sebeptir.
• Geceler uyanık ol (namaz vezikirle meşgul ol), seher vakitlerinde Kuran-ı Kerim oku. Gece,gündüz Allahü Teala’ya dua ve ilticada bulun.
• Allahü Teala’ya daima hamd et, azabından kork. Hep Salih kimselerle otur.
• Dünya sultanlarının iltifatıyla sevinme . Dünyanın geçici sevinci seni oyalamasın.
• İhsan ve ikramın bol olsun, sadakayı ihmal etme.
• Sırlarını ifşa eyleme.
• Kendini başkalarına medh eyleme.
• Bu günden yarının tasasını çekme.
• Na-mahreme sakın bakma, gaflet verir.
• Sofradan düşeni yemek , zenginliğe sebeptir.
• Daima edepli ol; ikram ettiğine de mütevazi ol.
• Dişini tırnağınla kurcalama.
• Evinde örümcek ağı olmasın.
• Elbiseni üzerinde iken dikme.
• Allahü Tealaya isyandan sakın ki hafızan ve zekan artsın.
• Sahipsiz mala elini uzatma.
• Ölümü aklından hiç çıkarma.

Fazilet Takvimi

29 Mart 2012 Perşembe

Bedenin ve Azaların Hakları







Bedenin ve Azaların Hakları


İnsanın bedeninde bulunan organların her birisinin insan üzerinde hakkı vardır. Her birini yaratılış amacına uygun olarak kullanmadığı zaman sorumlu olur. 

İnsanın organları yedidir. 

Bunlar göz, kulak, el, ayak, dil, mide ve tenasül uzvudur. 

Her birinin hakkını ifrat ve tefrite kaçmadan vermek gerekir. Yoksa sorumluluktan kurtulamaz. 

Her aza ve aletin hakkını verir emir ve rıza dairesinde çalıştırırsan o zaman her aza ve aletin kıymeti birden bine çıkar. Hem değerlenir, hem insana değer katar, hem dünya ve ahiret saadetini kazandırır.


1. Dilin Hakkı:

Dilini çirkin sözlerden koruyarak hayır ve güzel sözlerle süslemek, delile dayalı olarak dine ve dünyaya ait faydalı konuşmalar yapmandır. 

Dil kişinin aklına delildir. Kişiyi konuşturduğunuz zaman onun aklını ve bilgisini anlarsınız.

Her organın bir sadakası vardır. “Dilin sadakası güzel ve hoş sözdür.” (Buhari, Sulh, 

1) insanı güzelleştiren ve bütün çirkinliklerini öreten tatlı dilli ve hoş sohbet sahibi olmasıdır. Gereksiz sözlerden kaçınmak, gereğinden fazla sesini yükseltmek, bağırarak konuşmak ve sert söz söylemek, dili ile insanların ayıplarını ortaya dökmek ve alay etmek çok büyük günah ve kötü huylardandır. Dili ile bu gibi günahları işlemekten kaçınmalıdır.

Dil senin için, Allah’ın zikrini çok yapman, kitabını okuman, insanları Allah’ın yoluna irşat etmen, içinde gizli olan dini ve dünyevi ihtiyaçlarını açıklaman için yaratılmıştır.

 Eğer Allah’ın yarattığı gayenin dışında kullanacak olursan Allah’ın nimetine nankörlük etmiş olursun. Allah insanları ancak dillerinin biçtikleri şeyler üzere yüzüstü cehenneme atar.

Dilini şu yedi şeyden; Yalan, Sözünde durmaman, Gıybet, Münakaşa, Lanet etmek,  Yaratıklara beddua etmek, İnsanlarla uygunsuz şaka yapmak, alay etmek ve dalga geçmek gibi küçük düşürücü sözlerden korumalısın.

Kişi konuşmadıkça emniyette ve güvendedir, kimsenin onunla işi olmaz. Ancak konuştuğu zaman delilini de getirmesi gerekir. 

Konuşmada affedilmeyecek olan şey yalandır

Cahil için susmaktan daha iyisi yoktur; ancak bunu bilmiş olsaydı cahil olmazdı. 

Sözün tesir edeceğini bilirsen söz söyle, seni dinlemeyene yüz sözün de olsa söyleme. 

Muhatabın anladığı dilden konuşmak gerekir. Bazen sert ve acı ifadeler fayda verir. Katı huylu ve kara kalpliye keremle söz söyleme. Yumuşak eğeyle demirdeki pas temizlenmez.
 

2. Gözün Hakkı:

Gözün hakkı bakılması sana helal olmayan şeyden koruman, gönül gözünü açacak ve ibrete vesile olacak ve sana fayda sağlayacak olan yerler dışında gözü kullanmamaktır. 

Zira göz ibret penceresidir. 

Gözü şehvetle bakmaktan, bir insana hakaret gözü ile bakmaktan ve ayıp aramak için bakmaktan korumak gerekir.
 
Göz ruhun penceresidir ki ruh bu âlemi o pencere ile seyreder. 

Eğer gözü nefis hesabına çalıştırsan geçici, devamsız bazı güzellikleri, manzaraları seyr ile şehvet ve heves-i nefsaniyeye hizmetkâr olur. 


      3. Kulağın Hakkı:
Kulağın hakkı gönülde hayırlı tesir bırakacak güzel ahlakı kazandıracak olan sözler dışındakine kulağını kapamaktır. 

Kulak kalbe giden sözlerin kapısıdır. Hayırlı ve şerli her nevi manayı oraya taşır. 
İnsan küfür sebebiyle kulağa ait pek büyük bir nimeti kaybetmiş olur

Kulaktaki zar nur-u iman ile ışıklanırsa kâinattan gelen manevî nidaları işitir. Lisan-ı hal ile yapılan zikirleri, tesbihatları fehmeder. Hattâ o nur-u iman sayesinde, rüzgârların terennümatını, bulutların na’ralarını, denizlerin dalgalarının nağamatını ve hâkeza yağmur, kuş ve saire gibi her nev’den Rabbanî kelâmları ve ulvî tesbihatı işitir. Sanki kâinat, İlahî bir musikî dairesidir. Türlü türlü âvâzlarla, çeşit çeşit terennümatla kalblere hüzünleri ve Rabbanî aşkları intıba’ ettirmekle kalbleri, ruhları nuranî âlemlere götürür, pek garib misalî levhaları göstermekle, o ruhları ve kalbleri lezzetlere, zevklere garkeder. Fakat o kulak, küfür ile tıkandığı zaman, o leziz, manevî yüksek savtlardan mahrum kalır. Ve o lezzetleri îras eden âvâzlar, matem seslerine inkılab eder. 

Kulağı fuhş, gıybet, bid’at sözlere kulak vermekten ve batıla, insanların kötülüklerinin anlatıldığı konuşmalara dalmaktan onları koru. 

O kulaklar Allah’ın ve Rasulullah’ın zikrini, evliyalarının hikmetini duyman için Âlemlerin Rabbı olan Allah’ın yanındaki daimi nimetlere ulaşman için yaratılmışlardır. 

Onlar ile kötü ve çirkin şeylere kulak verdiğinde senin lehine yaratılmış kulaklar aleyhine dönüşüverir, kurtuluş sebebin olan kulak helak sebebin olur, bu da büyük bir hüsrandır. Zannetme ki günah, yalnızca kötülük söyleyene vardır, dinleyen de söyleyenin günahına ortaktır, o da gıybetçilerden birisidir.

4. Ellerin Hakkı:

Ellerin hakkı sana helal olmayan şeylere onu uzatmaman ve bu sebeple dünyada kınanmayı, ahirette azabı hak etmemendir.

 Müslüman birine vurmaktan ve haram mal elde etmekten Allah’ın yaratıklarından birine eza etmekten, emanet edilmiş bir şeye ihanet etmekten, konuşulması caiz olmayan bir şeyi yazmaktan onları koru. 

Şüphesiz ki kalem iki dilden biridir. 

Kalemi de dilini koruman gereken şeylerden koruman gerekir.

5. Ayakların Hakkı:
Ayakların hakkı sana helal olmayan yerlere gitmemendir. 

Şüphesiz o ayaklar seni hayra sevk etmek ve hayır yolunda kullanmak için sana verilmiştir.

 Helal rızık temini ve dinin sana yasak etmediği yerlere gitmekte beis yoktur.

Peygamberimiz (sav) “Kim ilim öğrenmek amacı ile yola çıkarsa Allah ona cennet yolunu kolaylaştırır” (Müslim, Zikr, 39) buyurarak ayakların gideceği en helal ve güzel şeyin ilim öğrenmeye gitmek olduğunu bize haber vermiştir.
6. Midenin Hakkı:

Midenin hakkı onu az olsun, çok olsun Allah’ın haram kıldığı şeylerle doldurmaktan ve haksız kazancın ürünü olan yemeği yemekten korumaktır. 

Helalin de çoğu israf olduğu için haramdır, mideyi oburluktan korumak da midenin haklarındandır. 

Kişi haram gıdalarla midesini doldurmayacağı gibi, tıka basa yemekten de midesini korumalıdır.

Mideni haram ve şüpheli şeyleri yemekten koru. 

Helal kazanmaya dikkat et, helali bulduğunda da onunla yetin. 

Karnını tamamen doyurmamaya gayret et. 

Çünkü karın tokluğu kalbi katılaştırır, zihni bozar, hafızayı zayıflatır, ilim öğrenme ve ibadetlerde organlara ağırlık verir, şehveti artırır, Şeytan’ın askerlerini kuvvetlendirir. 

Helal ile karın tokluğu her türlü kötülüğün başlangıcı olduğu halde, haram ile doyurmak nasıl olur.

7. Cinsiyet Organının Hakkı:

Cinsel organını da helal olmayan ilişkilerden, haramdan koruyarak helal olan ilişkilerde kullanarak hakkını vermelidir. 

وَالَّذِينَ هُمْ لِفُرُوجِهِمْ حَافِظُونَ (٥)إِلا عَلَى أَزْوَاجِهِمْ أوْ مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُمْ فَإِنَّهُمْ غَيْرُ مَلُومِينَ  ( (٦
Yüce Allah “Onlar iffetlerini korurlar, ancak eşleri ve ellerinin sahip olduklarından dolayı kınanmazlar” (Mü’minun, 23:5-6) buyurarak bunun sınırlarını çizmiştir. 

Bunun için de öncelikli olarak gözü ve kulağı haramdan, mideyi çok doldurmaktan korumak gerekir. 

Göz, kulak, mide ve düşünce ile cinsiyet organı arasında büyük bir ilişki vardır. Cinsel organı korumak için öncelikli olarak gözü, kulağı, mideyi ve düşünceyi korumak gerekir. Bunlar kalbde şehvetin tohumlarını ekerler.

İnsanın kendisini zinadan ve haram ilişkilerden koruması için evlenmesi gerekir. “Evliliğin amacı da neslin çoğalmasıdır. Şehvet ve kaza-i şehvet lezzeti ise, o vazifeyi gördürmek için rahmet tarafından verilen bir ücret-i cüz’iyedir.”  Durum bu olunca kişi bu amaca uygun davranması gerekir.

Sonuç:

لَهَا سَبْعَةُ أَبْوَابٍ لِكُلِّ بَابٍ مِنْهُمْ جُزْءٌ مَقْسُومٌ ((٤٤
Yüce Allah Kur’ân-ı Kerimde “Cehennemin yedi kapısı ve her kapı için ayrılmış bir grubu vardır” (Hicr, 15:44) buyurur.

 İnsanı cehenneme sokacak olan yedi azası ve bu azalarla işlenen günahlardır. 

Her bir aza insanı cehennemin bir kapısına denktir. 

Bunlar da yukarıda saymış olduğumuz göz, kulak, dil, mide, eller, ayaklar ve tenasül âletidir. Cehennemden korunmak isteyen bu azalarını korumalıdır.

İnsanın bütün kazanımları bu yedi azası iledir. 

İhtiyaçları da bu yedi azaya bağlıdır. 

İnsanın dünya ve dış çevre ile münasebeti de bu yedi aza vasıtasıyladır. 


Yüce Allah Kur’ân-ı Kerimde   “Her nefis kazandığı şeye karşılık rehindir” (Tur, 52:21) buyurur.
كُلُّ امْرِئٍ بِمَا كَسَبَ رَهِينٌ  ((٢١

 Kişi bu azalarla işlemiş olduğu günahlardan dolayı cehennemde rehin tutulacağı bu ayetle anlatılmıştır.

Şayet bu aza ve aletler Allah’ın emrettiği şekilde amacına uygun kullanılırsa büyük kar ve kazançlar sağlanır. 

Sonra bütün bu aza ve aletlerin ibadeti ve tesbihatı ve o yüksek ücretleri, en muhtaç olduğun bir zamanda Cennet yemişleri suretinde sana verilecektir. Şayet Allah’ın sana emanet ettiği ve iki cihan saadetini kazanmak için sana verdiği bu aza ve âletleri Allah namına çalıştırmazsan bu karlardan mahrumiyetten başka büyük zarar edersin.

Evvelâ, emanete hıyanet cezasını çekeceksin

Çünkü en kıymettar aletleri, en kıymetsiz şeylere sarf edip nefsine zulmettin ve değerini düşürürsün

İkincisi, bütün o kıymettar cihazları hayvanlıktan çok aşağı derekeye düşürerek hikmet-i ilâhiyeye iftira ve zulmetmiş olursun. 

Üçüncüsü, ebedi hayatı ve bu hayata lazım olan şeyleri tedarik etmek için verilmiş olan akıl, kalp, göz ve dil gibi güzel hediye-i Rahmaniyeyi Cehennem kapılarını sana açacak çirkin bir surete çevirmiş olursun. 

Allah’ın verdiği alet ve azaları Allah namına ve hesabına kullanmak hiç te zor değildir. 

Helal dairesi geniştir, keyfe kâfidir, harama girmeye hiç lüzum yoktur. 

Allah’ın insana farz kıldığı şeyler ise hafiftir, azdır. 

Allah’a abd ve asker olmak, öyle lezzetli bir şereftir ki, tarif edilmez. Vazife ise bir asker gibi Allah namına işlemeli, başlamalı ve Allah hesabıyla vermeli ve almalı, izni ve kanunu dairesinde hareket etmelidir. Kusur etse, istiğfar etmeli, “Ya Rab! Kusurumuzu affet, bizi kendine kul kabul et, emanetini kabzetmek zamanına kadar bizi emanette emin kıl. Amîn!” demeli ve ona yalvarmalıdır. 

Peygamberimiz (sav) “Sizden her birinizin her bir azasının tesbihi ve sadakası vardır. 

Her tesbih sadakadır, her tahmid sadakadır, her bir tehlil sadakadır, her tekbir sadakadır. Emr-i bi’l-maruf ve nehy-i anil-münker sadakadır” (Müslim, Misafirun, 74) buyurarak her bir azanın ibadetinin olduğunu ve hakkının verilmesi gerektiğini anlatmıştır. “Kişinin kendisini ilgilendirmeyen, malayani şeyleri terk etmesi müslümanlığının güzelliğidir” (Tirmizi, Zühd, 11) buyurmuşlar ve herkesin kendi işine ve vazifesine odaklanması gerektiğini belirtmişlerdir.