قَالَ اللهُ تَعَالَى : اِنَّ الَّذِينَ يَخْشَوْنَ رَبَّهُمْ بِالْغَيْبِ لَهُمْ مَغْفِرَةٌ وَاَجْرٌ كَبِيرٌ. (سورة الملك، ١٢)
الله تعالى شويله بيوردى ( مئالا ) :محقق كى ، غيابن ( الله تعالاي كورمدن و عذابى كلب جاتمادان ) ربلرندن قورقانلر يوقمىى ؟ أونلر إيجن مغفرت وبيوك بر أجر واردر . "
Allâhü Teâlâ şöyle buyurdu (meâlen): “…Muhakkak ki, gıyaben (Allâhü Teâlâ’yı görmeden ve azâbı gelip çatmadan) Rablerinden korkanlar yok mu? Onlar için mağfiret ve büyük bir ecir vardır.”
(Mülk Sûresi, âyet 12)
Hicrî: 19 Şâbân1445 Fazilet Takvim
ALLAH’TAN KORKMAK
Havf, yani Allah’tan korkmak, recânın (ümidin) zıttı değil, tamamlayıcısıdır. Nasıl ki ümit, rağbet ve şevk yolu ile hayır ve saadete vesile oluyorsa havf da korku ve çekinme yolu ile hayır ve saadete vesile olur.
Allah korkusunun derecesi, Allâhü Teâlâ’nın sıfatlarını bilmenin ve vâkıf olmanın derecesi ile mütenâsibdir.
Bazen Allâhü Teâlâ’nın, bütün âlemi helâk etse kimsenin buna karşı gelmeye gücünün yetmeyeceği, bazen de işlenilmiş olan günahların çokluğu düşünülerek havf duyulur. Bazen hem Allâhü Teâlâ’nın sıfatlarını hem de kendi günahlarını bilerek korkulur.
Kul, günahlardan ve dinimizin çirkin gördüğü şeylerden kaçınmalı, geçirdiği ibadetleri telafi etmeye ve sâlih ameller işlemeye gayret etmelidir. Bu gayret, bir kimsede, Allah korkusunun şiddetinin, âzâlarına kadar sirayet etmiş olduğunun açık birer alâmetidir. Sadece ağlayarak gözyaşı dökenlere değil, bu alâmetler kendisinde görülen kimseye, Allah’tan korkan denir.
Bir şeyden korkan kimsenin, korktuğu şeyden kaçması gerekirse de Hazret-i Allah’tan korkan kimsenin, ona doğru kaçması (yani Rabb’inin emirlerini tutup yasakladıklarından uzaklaşması) icap eder. Bu da günahları terk etmekle olur. Bunu yapan kimsenin kalbinde, nefsânî arzuları ve dünyevî lezzetleri terke rağbet hâli hâsıl olur. Sonra, isyan ve günahları çirkin görmeye başlar. Böyle olursa bundan, havfin artık o kişinin ahlâkına sirayet ettiği anlaşılır.
Hasan-ı Basrî (rah.), kahkaha ile gülen bir gence rast gelince ona, “Ey delikanlı, sen, Sırât’ı geçtin mi?” dedi. O, “Hayır, geçmedim.” dedi. Hasan-ı Basrî Hazretleri:
“Cennet’e mi yoksa Cehennem’e mi gideceğini biliyor musun?” diye sordu. Genç:
“Bilemem.” dedi. Hasan-ı Basrî Hazretleri sonra:
“Mademki Sırât’ı geçmedin, Cennet’e yahut Cehennem’e gireceğini de bilmiyorsun, bu kadar gülmenin sebebi nedir?” buyurarak, dünyada bu kadar gülüp eğlenmenin münasip olmadığını îmâ etti. Bunun üzerine o genç, hakikati anlayıp o tavrını değiştirdi.
Hicrî: 19Şâbân1445 Fazilet Takvim
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder