31 Ağustos 2013 Cumartesi

YÛŞÂ ALEYHİSSELAM



Hadîs-i Şerîf:
 “İnsanların en akıllısı, güzel görüşlüsü kimdir, Yâ Resûlallah” denildi. Resûlullah (s.a.v.) Efendimiz buyurdu ki: “Ölümü en çok zikreden, hatırlayan ve ölüme en şiddetli hazırlanandır.” 
(Hadîs-i Şerîf, Taberânî, el-Mu’cemu’l-Evsat)
Hicrî:24 Şevval 1434   •Fazilet Takvim

YÛŞÂ ALEYHİSSELAM


Allahu Teâlâ, Hz. Mûsâ’dan sonra İsrailoğullarına Hz. Yûşa aleyhisselâmı peygamber olarak göndermişti. Hz. Yûşa (a.s.), Belkâ şehrini fethettikten sonra İsrâiloğullarına şöyle dedi: “Şimdi Belkâ şehrine girin, Allâhü Teâlâ size onu Cebbârlardan mîrâs verdi. Ama girerken hepiniz tevâzû ile Allâhü Teâlâ’ya secde ve duâ edin ve “hıtta” (Yani, bizim günahlarımızı affet Yârab) deyiniz. Tâ ki Allâh gazanızı kabûl etsin ve sizin ve ecdadınızın günahlarınızı affetsin.
Halbuki onlar Hz. Mûsâ’ya itâat etmemişler ve Tih sahrasında kalmışlardı.

Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz de fetih gününde Mekke’ye girerken son derecede mütevazi olup Allâh’ına hamd ve şükrediyordu. Devesinin üzerinde iken sakalı, tevâzu için başını öne eğdiğinden ötürü devenin eğerine değmekte idi. Halbuki kendisiyle birlikte piyade ve atlı o kadar kalabalık bir ordu vardı ki aralarından Resûlullâh’ın bulunduğu yeşil bölük dahi görülemiyordu. Bu vaziyette Mekke-i Mükerreme’ye girdikten sonra gusledip sekiz rek’at şükür namazı kıldı. Bir rivayete göre bu namaz, kuşluk namazı idi.

Hz. Yûşa bu duâyı kavmine emrettiğinde muhsinlerden olanlar bu duâyı hem sözle, hem kalble söylediler. Allâhü Teâlâ da onların günahlarını bağışladı. Zâlimler ise: “Hıtta, hıtta (Yâ Rabbi, bizi affet) ” diyecekleri yerde: “hınta, hınta” yani “Yarabbi, sen bize buğday ihsan eyle! Biz Tih'ten çıktık ve hayli vakit oldu ki buğday yemeyip acıktık” dediler.

Allâhü Teâlâ bu kıssayı Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle bildirdi: 
فَبَدَّلَ الَّذِينَ ظَلَمُواْ مِنْهُمْ قَوْلاً غَيْرَ الَّذِي قِيلَ لَهُمْ فَأَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ رِجْزًا مِّنَ السَّمَاء بِمَا كَانُواْ يَظْلِمُونَ 
-meâlen- “Derken içlerinden o zulm edenler sözü değiştirdiler, kendilerine söylenenden başka bir şekle koydular, zulmü âdet etmeleri sebebiyle biz de üzerlerine semadan bir azâb salıverdik.”
(A'raf sûresi, âyet: 162) buyurdu.
Bunlar 70.000 kişiydi. Allâhü Teâlâ onlara azâb olarak tâûn hastalığını indirdi ve tamamını helâk etti.
Bu kıssadan alınacak büyük ibret vardır: Hiç kimse Allâh’ın sözünü hafife almamalı ve şüpheye düşmemelidir.
Hicrî:24 Şevval 1434   •Fazilet Takvim


Yuşa Aleyhisselam

İsrailoğullarına gönderilen peygamberlerden. Musa aleyhisselamdan sonra gönderilmiş olup Musa aleyhisselamın yeğeni veya vekîliydi. İsmi Yuşa olup, Hıristiyanlar Yeşû diyorlar. Yusuf aleyhisselamın neslinden gelen Nûn’un oğludur. Annesi Musa aleyhisselamın kız kardeşidir. Yuşa aleyhisselam Musa aleyhisselama bildirilen dînin esaslarını insanlara tebliğ etti.

Mısır’da doğan Yuşa aleyhisselam, Musa aleyhisselamın husûsî talebesi, hâlis hizmet görücüsü ve en yakın dostlarındandı. Musa aleyhisselam Firavun’un zulmü üzerine Allahü teâlânın emriyle kendine inanan ve tâbi olanlarla birlikte Mısır’dan Tîh Sahrasına hicret ederken Yuşa aleyhisselam da onunla berâber bulundu. Musa aleyhisselamın Hızır aleyhisselamla görüşmek üzere çıktığı yolculukta onunla berâber bulundu. Musa aleyhisselam Hızır aleyhisselamla karşılaşınca Yuşa aleyhisselam geriye döndü.

Allahü teâlâ, Musa aleyhisselamın kavmine Arz-ı Mev’ûdu (Filistin ve Şam bölgesini) ihsân edeceğini bildirdi. Fakat İsrailoğulları o beldelerde zâlim ve zorba bir kavim olan Amâlikalıların bulunduğunu ileri sürerek gitmek istemediler. Allahü teâlâ Musa aleyhisselama vahyedip:
“Ey Musa! Ben burayı sizin için memleket ve yerleşme yeri olarak yazdım; takdir ettim. Oraya git ve düşmanlardan kim varsa onlarla harp et. Zîrâ onlara karşı sizin yardımcınız benim. Kavminden her koldan bir temsilci (nakib) seç al. Onlar vefâkar ve itâatkar olsunlar.” buyurdu.

Bunun üzerine Musa aleyhisselam her bir koldan iyi haber toplayan, sözünde sâdık ve vefâkar birer temsilci seçti. Bunları Erîha Şehri ve ahâlisi hakkında bilgi toplamak için gönderdi. Aralarında Yuşa bin Nûn’un da bulunduğu haber toplamakla vâzifeli kimseler Erîha’ya gittiler. O belde ahâlisinin iri cüsseli, çok kuvvetli ve kalabalık olduğunu görünce korktular. Geriye dönüp kavimlerine gördüklerini anlatarak onların harbe gitmelerine mâni oldular. Musa aleyhisselamın kavmi, gelen temsilcilerin anlattıklarını dinleyip harp etmekten vaz geçtiler. İçlerine korku düşüp, feryâda başladılar: “Keşke Mısır’da ölseydik. Yâhut burada ölsek de, Allah bizi o zâlimlerin memleketine sokmasa, yoksa hanımlarımız, çocuklarımız ve mallarımız ganîmet olarak kalacak.” dediler.

Temsilciler içinde bulunan, Allahü teâlânın kendilerinden “İsmet ve tevfik” ile haber verdiği Yuşa bin Nûn ile Kâlib bin Yuknâ ise kavimlerine gelip, Erîha beldesi ahâlisinin kötü hallerinden bahsetmediler. Diğer kabîlelerden o belde ahâlisi hakkındaki haberleri duyanlara ise korkulacak bir şey olmadığını, Allahü teâlânın yardım ve inâyetiyle Erîha’nın fethedileceğini bildirip, Musa aleyhisselama yardımcı olmaya çalıştılar. Onlara dediler ki:
“Ey İsrailoğulları! Cebbarların (zâlimlerin) şehrinin kapısından hemen girin (onların vücutlarının büyüklüğünden korkmayın. Biz onları gidip gördük ve öğrendik. Onların bedenleri büyük ve kuvvetli fakat kalpleri zayıftır. Sizinle harp etmeye rûhî metânetleri yoktur). Bir defâ kapıdan girdiniz mi (Allahü teâlânın vâd ettiği yardımın size gelmesiyle) elbette siz gâliblerden olursunuz. Siz gerçekten inanan, Allahü teâlânın vâdini tasdik eden kimseler iseniz, (Allahü teâlânın kudretine, size yardım edeceği hakkındaki vâdine, Musâ aleyhisselamın peygamber olduğuna inanıyor, îmân ediyorsanız, düşmanların boy ve cüsselerine bakarak aldanmayınız. Onlardan korkmayınız. Size ilâhi yardımın geleceği husûsunda ve bütün her hâlinizde)
 وَعَلَى اللّهِ فَتَوَكَّلُواْ Allahü teâlâya tevekkül ediniz.(O’na îtimâd ediniz. Yalnız O’na güveniniz ve cihâddan geri durmayınzı.)(Mâide sûresi: 23)

Fakat İsrailoğulları onların söylediklerine inanmadılar ve Musa aleyhisselamın nasîhatlerine uymadılar. Yuşa bin Nûn ve Kâlib bin Yuknâ aleyhimesselâmı taş ve sopalarla öldürmek istediler.

İsrailoğulları Yuşa bin Nûn ve Kâlib bin Yuknâ’yı taşlayıp, Musa aleyhisselama karşı gelerek Allahü teâlâya isyân edince Musa aleyhisselam üzüldü. Allahü teâlâ İsrailoğullarını kırk sene müddetle Arz-ı Mev’ûd denilen bölgeye girmelerini haram kıldığını ve onların Tîh Sahrasından çıkamıyacaklarını bildirdi. “Biz harbe gitmeyiz.” diyerek isyân eden kimseler kırk sene müddetle Tîh Sahrasında şaşkın bir halde dolaştılar. Kırk sene içinde öldüler. Kırk senenin sonuna doğru Harun aleyhisselam ve ondan üç sene sonra da kardeşi Musa aleyhisselam vefat etti.

Musa aleyhisselam vefat ederken yerine Yuşa aleyhisselamı halîfe bıraktı. Allahü teâlâ Yuşa aleyhisselamı da İsrailoğullarına peygamber olarak vazîfelendirdi. Bu sırada Musa aleyhisselama karşı çıkıp; “Biz harbe gitmeyiz.” diyen kimseler ölmüş, onların yerlerine oğulları ve torunları çoğalmıştı. Allahü teâlâ Yuşa aleyhisselama İsrailoğullarını toplayıp Tîh Sahrasından çıkarmasını ve Arz-ı Mev’ûd denilen bölgeye gidip cebbârlarla (zâlimlerle) harp etmesini emretti.

Yuşa aleyhisselam İsrailoğullarını toplayarak Erîha şehrini kuşattı. Kuşatma altı ay sürdü. Nihâyet bir Cumâ günü Akşam üzeri mucizeler göstererek şehri fethetti. Yuşa aleyhisselam ve O’na inananlar Erîha’yı fethettikten sonra İlyâ (Eyliyâ) şehrini de aldılar. Bu şehrin Yuşa aleyhisselam tarafından fethedildiğini duyan çevre şehirlerin hükümdarlarından beşi bir araya gelip İsrailoğullarıyla topluca savaşa girdiler. Sonunda hepsi de yenilerek hezîmete uğradılar.

Yuşa aleyhisselam Erîha ve İlyâ şehirlerini ve civârını fethettikten sonra Belka şehri üzerine yürüdü. Belka şehrini de fethedip, Belâk adındaki hükümdârını ve İsm-i A’zâm duasını bildiği halde Yuşa aleyhisselamın ordusuna karşı beddua etmeye teşebbüs eden, fakat ibret için dili göğsü üzerine sarkık kalan Bel’âm bin Bâûrâ’yı öldürdü. Böylece Belka şehri de fethedilmiş oldu.

Erîha, İlyâ ve Belka şehirlerinin fethedilmesinden sonra Arz-ı Mev’ûd diye bilinen Filistin ve Şam diyarı da peyderpey İsrailoğullarının eline geçti. Fetihler yedi sene devâm edip Kudüs şehri de Yuşa aleyhisselam ve ona inananlar tarafından fethedildi. Bu bölgedeki diğer şehirleri de fetheden Yuşa aleyhisselam batıda beş şehre gidip orayı da düşmanlardan aldı. Daha sonra Şam diyârına giderek orada yerleşmiş otuz bir hükümdârlığın beldelerini zaptetti. Putperest ve Allahü teâlâya isyân eden hükümdarları öldürtüp memleketlerini İsrailoğulları arasında taksim etti. İsrailoğullarını Arz-ı Mev’ûd’a yerleştiren Yuşa aleyhisselam, onlara Musa aleyhisselama nâzil olan Tevrat’ı okudu ve hükümlerini açıkladı. Onların Allahü teâlâya îmân ve ibâdet üzere kalmalarına çalıştı.

Yuşa aleyhisselam, Musa aleyhisselamın vefatından sonra yirmi yedi yıl insanlara Allahü teâlânın emirlerini bildirdi. Ömrünün sonuna doğru hastalandı. Yerine Kâlib bin Yuknâ’yı halîfe tâyin etti. Yüz yirmi yedi yaşında vefat etti. Kabrinin Nablûs veya Haleb yakınındaki Mearre şehrinde olduğu rivâyet edilir.

Yuşa aleyhisselam İstanbul’a hiç gelmedi. Beykoz Tepesinde ziyâret edilmekte olan kabrin Yuşa peygambere âit olduğu söyleniyorsa da târihî bilgilere uygun değildir. Bu bir velî veyâ havârilerden birine âit olabilir. Böyle ise yine kıymetlidir. Kabrin Yuşa peygambere âit olup olmadığını kesin olarak söylemek uygun değildir.

Yuşa aleyhisselam karayağız, orta boylu, güzel yüzlü, iri gözlü, yassı göğüslü bir görünüşe sâhipti. Yüzünün güzelliği Yusuf aleyhisselama çok benzerdi. Cesûr, kahraman, yiğit, harp taktik ve tekniğinde mahâret sâhibiydi. Musa aleyhisselama gönderilen Tevrat’ın hükümleriyle amel edip, insanlara tebliğ etmekle vazîfelendirilmişti. Tefsir âlimleri Mâide sûresi 23. âyetinde bildirilen Allahü teâlâya îmân edip, O’ndan korkanlardan iki kimseden birinin ve Kehf sûresi 60-65. âyetlerinde bildirilen Musa aleyhisselamın Hızır aleyhisselamla görüşmek üzere yolculuk ettiği sırada yanında bulunan gencin Yuşa aleyhisselam olduğunu bildirmişlerdir.
 وَإِذْ قَالَ مُوسَى لِفَتَاهُ لَا أَبْرَحُ حَتَّى أَبْلُغَ مَجْمَعَ الْبَحْرَيْنِ أَوْ أَمْضِيَ حُقُبًا
 60. Bir vakit de Musâ fetâsına demişti ki: durmıyacağım tâ iki denizin cemolduğu yere kadar varacağım, yâhud senelerce gideceğim
  فَلَمَّا بَلَغَا مَجْمَعَ بَيْنِهِمَا نَسِيَا حُوتَهُمَا فَاتَّخَذَ سَبِيلَهُ فِي الْبَحْرِ سَرَبًا
61. Bunun üzerine ikisi bir vaktaki iki deniz arasının cemolduğu yere vardılar balıklarını unuttular o vakıt o, denizde bir deliğe yolunu tutmuştu 
  فَلَمَّا جَاوَزَا قَالَ لِفَتَاهُ آتِنَا غَدَاءنَا لَقَدْ لَقِينَا مِن سَفَرِنَا هَذَا نَصَبًا
62. Bu sûretle vakta ki geçtiler fetâsına getir, dedi: Kuşluk yemeğimizi, hakikaten biz bu seferimizden yorgunluğa giriftar olduk 

 قَالَ أَرَأَيْتَ إِذْ أَوَيْنَا إِلَى الصَّخْرَةِ فَإِنِّي نَسِيتُ الْحُوتَ وَمَا أَنسَانِيهُ إِلَّا الشَّيْطَانُ أَنْ أَذْكُرَهُ وَاتَّخَذَ سَبِيلَهُ فِي الْبَحْرِ عَجَبًا 
63. Gördünmü? dedi: kayaya sığındığımız vakıt doğrusu ben balığı unuttum, ve bana onu söylememi her halde Şeytan unutturdu, o âcayib bir sûrette denizdeki yolunu tutmuştu 
 قَالَ ذَلِكَ مَا كُنَّا نَبْغِ فَارْتَدَّا عَلَى آثَارِهِمَا قَصَصًا 
 64. İşte dedi: aradığımız o ya, bunun üzerine izlerini ta'kıb ederek gerisin geri döndüler
 فَوَجَدَا عَبْدًا مِّنْ عِبَادِنَا آتَيْنَاهُ رَحْمَةً مِنْ عِندِنَا وَعَلَّمْنَاهُ مِن لَّدُنَّا عِلْمًا
65. Derken kullarımızdan bir kul buldular ki biz ona nezdimizden bir rahmet vermiş ve ledünnimizden bir ılim öğretmiştik
Yuşa aleyhisselamın mucizeleri 
1- Yuşa aleyhisselam, Erîha’yı fethetmek üzere İsrailoğullarını topladı. Yolculuk esnâsında Şeria (Ürdün) Nehrinin suları çok olduğu için geçemediler. Nehrin üstünde köprü de yoktu. Yuşa aleyhisselam dua edince Şerîa Nehrinden bir yol açıldı. İsrailoğulları o yoldan geçtikten sonra sular tekrar eskisi gibi akmaya devâm etti.
2- Bir şehrin fethi esnâsında kuşatma uzun sürmüştü. Bütün çalışmalara rağmen surlarda gedik açılmamıştı. Yuşa aleyhisselam dua etti. Allahü teâlânın kudretiyle yer sarsılıp kalenin surları yıkıldı. Yuşa aleyhisselam ve ona inananlar şehre girip fethettiler.
3- Yuşa aleyhisselam Kudüs şehrini fethetmek için muhâsara etti. Bir Cumâ günü akşam üzeri güneş batarken, güneşin bir müddet daha batmaması için Allahü teâlâya yalvardı: “Ey Allah’ım! Güneşi geri al!” diye dua etti. Allahü teâlânın emri ve takdiri ile batmak üzere olan güneş yükseldi. Bir müddet daha gündüz devâm edip Kudüs fethedildikten sonra battı.

Ahmed bin Hanbel’in Müsned’inde bildirdiği hadîs-i şerîfte; “Güneş hiçbir kimse için batmaktan alıkonulmaz. Ancak Beyt-i Mukaddesi fethetmek için gittiği gecelerden birinde Yuşa aleyhisselam için batmaktan alıkondu.” buyuruldu.


30 Ağustos 2013 Cuma

ŞÜKÜR



Hadîs-i Şerîf:
 “İyiliğin seni sevindirdiği ve kötülüğün de üzdüğü zaman, sen (kâmil bir) müminsin.” 
(Hadîs-i Şerîf, Müsned-i Ahmed bin Hanbel)
Hicrî:23 Şevval 1434   •Fazilet Takvim

İMANIN ŞUBELERİNDEN: ŞÜKÜR


Şükür; îmân, ilim, sâlih amel, güzel ahlâk, âfiyet, sıhhat, evlâd, mâl ve diğer nimetlerinden dolayı Allâhü Teâlâ’ya kalble, dil ile, amel ve mâl ile kulluk ve ibâdet etmek, onun emirlerine uymak, onun nimetlerini günahta kullanmamaktır.
Ona itaat etmemek ise küfran-ı nimet ve nankörlüktür.
Şükür, bütün ibâdetleri ve bütün güzel huyları içine almaktadır.
Dil ile şükür, hamd ve senâ etmek, kelime-i tevhîd, tesbîh okumak ve diğer zikirleri yapmak, Kur’ân-ı Kerîm okumaktır.
Kalp ile şükür, mârifet, ilim, doğru îtikat, düzgün niyet, yaratılanlardan ibret almak, güzel ahlâk elde etmektir. Diğer uzuvların şükürleri de bunlara benzetilebilir.

Her şeyi yoktan var eden Allâh’a şükür ve onun emrine ta’zim (hürmet) etmek kulluk îcâbıdır. Bunun gibi, insanlardan görülen nimet ve iyiliklere teşekkür etmek ve onları hayır dua ile anmak da mürüvvet ve insâniyet icâbıdır. Hadîs-i şerîfte “İnsanlara şükretmeyen, (onların iyiliğini bilmeyen) Allâhü Teâlâ’ya şükretmemiş olur.” buyuruldu. Bilhassa ilim öğretenlerin haklarını gözetmelidir. Zîrâ onlar ebedî saâdete, âhiret nimetlerine ve Allâhü Teâlâ’nın rızâsına kavuşmaya sebep olurlar.

Hakîkî şükür, şükürden âciz olduğunu îtiraf etmektir. Zîrâ nimete şükür de Allâh’ın bir nimetidir. Akıllı bir kimse kendi hâlini düşünse, dışını ve içini Allâhü Teâlâ’nın nimetleriyle kaplanmış bulur. Böylece elbette tam şükredemeyeceğini anlar. İster istemez âcizliğini itiraf eder. Bu hal, nimetleri anlamak ve bilmekten meydana gelir. Nimetleri ihsan eden Allâhü Teâlâ’ya layıkıyla kulluk ve rızâsına uygun ibâdet etmekten âciz olduğunu idrâk eder. Lâkin böyle bir şükre sâhip olanlar pek azdır. 
Nitekim Allâhü Teâlâ  وَقَلِيلٌ مِّنْ عِبَادِيَ الشَّكُورُ “... Kullarımdan çok şükredenler azdır.” 
 (Sebe’ Sûresi, âyet 13) buyurmuştur.  
Hicrî:23 Şevval 1434   •Fazilet Takvim



UBEYDE BİN HÂRİS (R.A.)



Hadîs-i Şerîf:
 “Şehitler beştir: Salgından ölen, iç hastalıklardan vefat eden, suda boğulan, yıkık altında kalıp ölen, bir de Allah yolunda öldürülen.” 
(Hadîs-i Şerîf, Sahîh-i Buhârî)
Hicrî:22 Şevval 1434   •Fazilet Takvim

RESÛLULLÂH’IN AMCAZÂDESİ: HZ. UBEYDE BİN HÂRİS (R.A.)


Resûlullâh (s.a.v.)’ın amcazadesi Ubeydetübnü Hâris’in künyesi Ebû Hâris ve Ebû Muâviye’dir.
Resûlullâh Efendimiz’den on sene evvel doğmuştu. Resûlullâh (s.a.v.) Dâru’l-Erkâm’a girmeden önce, Ebû Seleme bin Abdülesedî, Abdullâh bin Erkam ve Osmân bin Maz’ûn ile birlikte Müslüman oldular. İki kardeşi Tufeyl, Husayn ve Mistah bin Üsâse ile birlikte Medîne’ye hicret etti. Medîne’de Abdullâh bin Seleme’nin yanında kaldılar. Hz. Ubeyde’nin Resûlullâh nezdinde pek büyük yeri vardı.

Resûlullâh (s.a.v.) Efendimiz Veddân gazasından döndüklerinde hicretin birinci senesi Rebîulevvel ayı başında müşrikler üzerine sırf muhâcirlerden Hz. Ubeyde kumandasında 60 kişilik bir kuvvet sevk etti. Onlara bir de sancak verdi. Resûl-i Ekremin ilk verdiği sancak budur. Hz. Ubeyde (r.a.) müşriklerle Seniyyetü’l-Merre denilen yerde karşılaştı. Başlarında Ebû Süfyan vardı. Burada Sa’d bin Mâlik ok ile şehîd edildi ki İslâm’da ok ile ilk şehîd olan odur. Bu da İslamdaki ilk harbdir.

Hz. Ubeyde (r.a.) Bedir’de de bulundu. İki ordu karşı karşıya geldiğinde müşrikler cephesinden Utbe bin Rebîa ve kardeşi Şeybe ve Velîd bin Utbe çıkarak er dilediler. Karşılarına Ensârdan üç genç çıktı. “Bizim sizinle işimiz yoktur. Yâ Muhammed, sen bize kavmimizden dengimiz olanları gönder.” dediler. Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.) de “Kalk Yâ Hamza, Kalk Yâ Ali, Kalk Yâ Ubeyde” buyurup gönderdiler. Hz. Ubeyde Utbe ile karşılaştı. İkisi de birbirini yaraladı. Hz. Hamza ve Ali, rakiplerini hemen öldürüp Utbe’nin de işini bitirdiler ve ayağından yaralanan Hz. Ubeyde’yi alıp getirdiler.
Bedir günü Hz. Ubeyde (r.a.) Müslümanların en yaşlısı idi. Bedir’den dönerken Safrâ denilen yerde şehîd oldu.
Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.) bir vakit oradan geçerlerken Ashâb “Biz misk kokusu almaktayız.” dediler. Resûlullah (s.a.v.) “Ne zannediyorsunuz, işte Ebû Muâviye(Ubeyde)’nin kabri şuradadır.” buyurdular.
Şehîd olduğunda 63 yaşında idi, (radıyallâhü teâlâ anhüm.)
Hicrî:22 Şevval 1434   •Fazilet Takvim



27 Ağustos 2013 Salı

İSTANBUL MU, ISTANBUL MU?




8 BİN 500 YILLIK ŞEHRİN TARİHİ

 

Yenikapı'da bulunan kalıntılarla tarihi 8500 yıl önceye dayanan ve ''dünya üzerinde 3 imparatorluğa başkentlik eden tek şehir'' olan İstanbul, tarihi boyunca değişik isimlerle anıldı.

Osmanlı İmparatorluğu, 1004 yıl ''Byzantion'', 1116 yıl da ''Konstantinopolis'' olarak adlandırılan şehri fethettikten sonra isminin ne olacağı konusunda tartışmaya girmedi. Osmanlı döneminde ''Konstantiniyye'', ''Stanpolis'', ''Dersaadet'', ''Asitane'', ''Darülhilafe'' ve ''Makarrı Saltanat'' olarak da adlandırılan şehrin adı Cumhuriyet'in ilanından sonra ''İstanbul'' olarak kabul edildi.

 Yenikapı'da bulunan kalıntılarla tarihi 8500 yıl önceye dayanan şehre, MÖ 667'de Antik Yunanistan'daki Megara'dan gelen Dorlu Yunanlı yerleşimciler bir koloni kurdu ve yeni koloniye kralları Byzas şerefine ''Byzantion'' adını verdi.
Kente, 330 yılında Roma İmparatorluğu'nun başkenti ilan edilince Latince ''Yeni Roma'' anlamına gelen ''Nova Roma'' adı konuldu, ama bu isim çok benimsenmedi. 337 yılında İmparator I. Konstantin'in ölümüyle kentin adı onun şerefine ''Konstantin'in kenti'' anlamına gelen ''Konstantinopolis''e çevrildi. Konstantinopolis, Bizans İmparatorluğu boyunca kentin resmi adı olarak kaldı.
Osmanlı İmparatorluğu 1004 yıl ''Byzantion'', 1116 yıl da ''Konstantinopolis'' olarak adlandırılan şehri fethettikten sonra isim kavgasına girmedi.

Ayasofya Müzesi Başkanı ve tarihçi Haluk Dursun,  İstanbul'un Osmanlılar tarafından fethinden sonra bir sürü ismi olduğunu belirterek, bazı resmi isimlerin çok az kullanıldığını, bazılarının ise halk tarafından benimsendiğini söyledi.
Osmanlı padişahlarının asla isim üzerine takılıp kalmadığını vurgulayan Dursun, ''Bunun bir istisnası var. Sultan 3. Mustafa hattı hümayunlarında özellikle 'İslam şehri' anlamına gelen İslambol'u kullanıyor'' dedi.
Dursun, Osmanlı döneminde en çok kullanılan ismin Konstantinopolis'in Arap diline çevrilen şekli ''Konstantiniyye'' olduğunu belirterek, halk arasında mutluluk şehri anlamına gelen ''Dersaadet'' ve büyük dergah anlamında ''Asitane''nin çok kullanıldığını kaydetti.

Kelimenin kökeni
''İstanbul'' kelimesinin kökeni olan ''Stinpolis''nin Rumca ve ''şehre doğru'' kelimelerinin bozulmuş hali olduğunu ifade edilir.
''Şehir denilince akla, surun içindeki İstanbul geliyor. Bana göre İstanbul'un adının nereden geldiğinden İstanbul'un neresi olduğu daha önemli. O dönemde surun içindeki bölümün dışındaki yerlere asla İstanbul demiyorlar. Şu anda en çok karıştırılan ve en çok yapılan ortak hata bu. Eyüp'ü, nefsi İstanbul'dan ayırıyor, karşı denildiği zaman akla asla Kadıköy değil, Galata geliyor. Karşıya geçmek denildiği zaman Karaköy'den Galata'ya, Galata'dan Kuledibi'ne bir hat var. Taksim daha yok, bir de Üsküdar var. Bunun dışında mevsimlik olarak kullanılan Adalar ve Boğaziçi'ndeki köyler var. Yani Boğaziçi, İstanbul sayılmıyor. Halk içinde Şeher'dir. 'İstanbul'a gideceğim' denildiği zaman surun içini kasteder ve ayırır. Kadıköy'deki birisi 'Bugün İstanbul'a gideceğim', Taksim'deki birisi 'Bugün İstanbul'a ineceğim' der. Bunları daha önemli görüyorum.''

Osmanlı saatinde Konstantinopolis yazılı
Osmanlı padişahı 2. Abdülhamit dönemine ait bir cep saatinin içindeki ''Konstantinopolis'' yazısını gösteren ''Bu dönem milli hassasiyetin en yüksek olduğu dönemdir. Ama saatlerinde Konstantinopolis yazılı'' .
Osmanlı devletinin resmi yazışmalarında hilafetin merkezi anlamında ''Darülhilafe'' ve saltanatın merkezi anlamında ''Makarrı Saltanat'' isimlerini kullandığını dile getirerek, ''Bu da çok uygun. Osmanlı doğrudan o kavgaya girmiyor, fonksiyonundan bir şehri tanımlıyor. Burası kim ne derse desin, ister Konstantinopolis desin, ister Konstantiniyye desin Darülhilafe'dir. Burası kim ne derse desin Makarr-ı Saltanat'tır. Bu Osmanlı'nın hoşgörüsünü ve bütün bu tartışmaların üzerinde kendine güvenen bir devlet olduğunu ortaya koyuyor''

İstanbul mu, Istanbul mu?
İstanbul adının ''I'' veya ''İ'' harfi ile başlaması konusunda da bir tartışma bulunduğunu ve İstanbul'un da iki farklı yazılış şekli olduğu ''I'' harfi ile yazılan İstanbul'un, İstanbul Türkçesi'nde daha çok kullanıldığı bu durumda bir İstanbul bir de Istanbul olduğu anlaşılıyor.
Doğrusunun hangi kelime olduğu üzerinde durulmadığı, ''Sadece şehrin, tarihi mekanın gereği gibi korunması, görüntüsünün, tarihi özelliğinin korunması ve en azından dünyanın belli bir bölgesinin merkezi olması düşüncesinin daha önemli olduğu kanaatini taşınıyor''

''Asıl Rumca'dan gelen isim İstanbul''
Oprah Winfrey, Colin Powell, Madeleine Albright, Calvin Klein'ın da aralarında bulunduğu dünyaca ünlü isimlere rehberlik yapan Saffet Emre Tonguç, Türk insanının, şehrin Rum ya da Yunan geçmişini hatırlattığı gerekçesiyle Konstantinopolis ismini sevmediğini ifade ederek, ''Asıl Rumca'dan gelen isim İstanbul. İmparator Konstantin Roma'dan gelerek şehri kuruyor ve kendi adını veriyor. Aslında adam İtalyan ve Rumca tek kelime bilmiyor'' diye konuştu.
Cumhuriyetten sonra resmi olarak kullanılmaya başlanan İstanbul isminin, Rumca'dan geldiğini ve geçmişte de kullanılan bir isim olduğunu ifade eden Tonguç, İstanbul'un kelime olarak kökeninin ''şehre'' demek olan ''stan'' ve ''şehir'' anlamında ''polis'' kelimelerinin birleşiminden geldiğini anlattı.
Tonguç, ''Neden 'Stanpolis' demişler? Çünkü buraya gelen insanlar, yolda şehri sorarlarmış, 'Şehre nasıl gidebiliriz?' diye. O yüzden de şehrin adı 'Stanpolis' olarak kalmış ve zamanla İstanbul'a dönüşmüş'' dedi.
Osmanlı'da şehrin ''Konstantiniyye'', ''Asitane'', ''Dersaadet'' gibi bir çok ismi bulunduğunu belirten Tonguç, cumhuriyetle birlikte İstanbul adının kullanılmasının bazı sıkıntılara neden olduğunu söyledi.
Çeşitli dil ve medeniyetlerde farklı şekillerde adlandırılan İstanbul, Grekçe'de ''Vizantion'', Latince'de ''Bizantium, Antoninya, Alma Roma, Nova Roma'', Rumca'da ''Konstantinopolis, Istinpolin, Megali Polis, Kalipolis'', Slavca'da ''Çargrad, Konstantingrad'', Vikingce'de ''Miklagord'', Ermenice'de ''Vizant, Stimbol, Esdambol, Eskomboli'', Arapça'da ''Bizantiya, el-Mahsura, Kustantina el-uzma'', Selçuklular'da ''Konstantiniyye, Mahrusa-i Konstantiniyye, Stambul'' ve Osmanlıca'da ''Dersaadet, Deraliyye, Mahrusa-i Saltanat, Istanbul, Islambol, Darü's-saltanat-ı Aliyye, Asitane-i Aliyye, Darü'l-Hilafetü'l Aliye, Payitaht-ı Saltanat, Dergah-ı Mualla, Südde-i Saadet'' isimleriyle anıldı.
AA



ABDÜLHAMİT (II. Abdülhamit´in fotoğraf arşivinden)



II. ABDÜLHAMİT VE YILDIZ HAMİDİYE CAMİİ
Topkapı Sarayı-Sultan III. Osman Köşkü´nün karşısına 
konan tulumba ve taş kurna, 1888-1889, Sultanahmet

Uzunkemer (Petnahor) Kemerburgaz  
 II. Abdülhamit´in fotoğraf arşivinden

Yıldız Sarayı Büyük Mabeyn Dairesi Beşiktaş 
II.  Abdülhamit´in fotoğraf arşivinden

Yıldız Sarayı Kaskat Köşkü, Beşiktaş  
 II. Abdülhamit´in fotoğraf arşivinden

Yıldız Sarayı-Hasbahçe´de Kebab Köşkü, Beşiktaş   
II. Abdülhamit´in fotoğraf arşivinden

Yıldız Sarayı-Saatli Köşk, Beşiktaş 
II. Abdülhamit´in fotoğraf arşivinden

Yıldız Sarayı-Silahhane, Beşiktaş 
II. Abdülhamit´in fotoğraf arşivinden

Yıldız Sarayı-Talimhane Köşkü, 1880-1893, Beşiktaş  
 II. Abdülhamit´in fotoğraf arşivinden

Beylerbeyi Sarayı    
II. Abdülhamit´in fotoğraf arşivinden

Ihlamur Kasrı  
 II. Abdülhamit´in fotoğraf arşivinden

Kalender Kasrı, 1887, Yeniköy 
II. Abdülhamit´in fotoğraf arşivinden

Karakulak Suyu, 1896, Beykoz 
II. Abdülhamit´in fotoğraf arşivinden

Kağıthane Suları Çeşmesi´nin resm-i küşadı, açılışı, 
1902, TophaneII.Abdülhamit´in fotoğraf arşivinden

Küçüksu Kasrı ve Çeşmesi 
II. Abdülhamit´in fotoğraf arşivinden

Küçüksu Kasrı, 1880-1893 
II. Abdülhamit´in fotoğraf arşivinden

Beylerbeyi Sarayı 
II. Abdülhamit´in fotoğraf arşivinden

Binbirdirek Sarnıcı, 1890 Sultanahmet 
II. Abdülhamit´in fotoğraf arşivinden
Dolmabahçe Sarayı Saltanat Kapısı (Beşiktaş) 
II. Abdülhamit´in fotoğraf arşivinden
Eyüp Cesmesi, Türbeler ve Mihrişah Valide Sultan 
Sebili,1894 II. Abdülhamit´in fotoğraf arşivinden

Fatma Naime Sultan Sahilhanesi ve Zekiye Sultan 
Köşkü, 1891, Ortaköy  II. Abdülhamit´in fotoğraf arşivinden
Fatma Naime Sultan Yalısı, 1891 Ortaköy  
II. Abdülhamit´in fotoğraf arşivinden

Fehim Paşa Konağı, 1905-1909 Nişantaşı  
II. Abdülhamit´in fotoğraf arşivinden

Halil Rıfat Paşa Konağı Teşvikiye  
II. Abdülhamit´in fotoğraf arşivinden

Küçüksu Kasrı  
II. Abdülhamit´in fotoğraf arşivinden

Küçüksu Çeşmesi, 1880   
II. Abdülhamit´in fotoğraf arşivinden

Taksim civarındaki çeşmenin resm-i küşadı (açılışı), 
1902   II. Abdülhamit´in fotoğraf arşivinden
II. Abdülhamit'ten Kalan Fotoğraflar  
II. Abdülhamit´in fotoğraf arşivinden
II. Abdülhamit'ten Kalan Fotoğraflar  
II. Abdülhamit´in fotoğraf arşivinden

Topkapı Sarayı-Babüsselam Sultanahmet  
 II. Abdülhamit´in fotoğraf arşivinden

Topkapı Sarayı-Demirkapı´nın dışındaki Çifte Çeşmeler, 
1888-1889,Sultanahmet  II. Abdülhamit´in fotoğraf arşivinden
II. Abdülhamit'ten Kalan Fotoğraflar  
II. Abdülhamit´in fotoğraf arşivinden

Mihrişah Valide Sultan Sebili Eyüp 
 II. Abdülhamit´in fotoğraf arşivinden


Nişantaşı Çeşmesi´nin resm-i küşadı (açılışı), 1902    
II. Abdülhamit´in fotoğraf arşivinden
Perdeli Köşk, 1888 Kağıthane  
 II. Abdülhamit´in fotoğraf arşivinden

Poligon Kasrı Kağıthane  
 II. Abdülhamit´in fotoğraf arşivinden

Seniha Sultan Sahilhanesi Kuruçeşme    
II. Abdülhamit´in fotoğraf arşivinden

Sultan I. Abdülhamid Sebili Eminönü   
II. Abdülhamit´in fotoğraf arşivinden

Sultan I. Abdülhamid Sebili ve Sıbyan Mektebi Eminönü  
 II. Abdülhamit´in fotoğraf arşivinden
II. Abdülhamit'ten Kalan Fotoğraflar  
II. Abdülhamit´in fotoğraf arşivinden

Alman Çeşmesi´nin açılışı, Sultanahmet   
II. Abdülhamit´in fotoğraf arşivinden

Alman Çeşmesi´nin inşası Sultanahmet, 
1900-1901 II. Abdülhamit´in fotoğraf arşivinden
Alman Çeşmesi´nin inşası Sultanahmet, 
1900-1901 II. Abdülhamit´in fotoğraf arşivinden

Alman İmparatoru II. Wilhelm tarafından yaptırılan 
Alman Çeşmesi´nin İstanbul´a getirilmesi, 1900-1901  
 II. Abdülhamit´in fotoğraf arşivinden


Beykoz Kasrı  II. Abdülhamit´in fotoğraf arşivinden


Beylerbeyi Sarayı, 1880-1893    
II. Abdülhamit´in fotoğraf arşivinden

Perdeli Köşk, 1888 Kağıthane   
II. Abdülhamit´in fotoğraf arşivinden

Topkapı Sarayı Babüsselam  
 II. Abdülhamit´in fotoğraf arşivinden

Yıldız Sarayı-Büyük Mabeyn Dairesi ve Hamidiye Camii 
1884-1898 Beşiktaş  II. Abdülhamit´in fotoğraf arşivinden

Yıldız Sarayı Küçük Mabeyn Dairesi   
II. Abdülhamit´in fotoğraf arşivinden

Yıldız Sarayı-Sultan Selim II. Çeşmesi, Beşiktaş  
 II. Abdülhamit´in fotoğraf arşivinden

Alay Köşkü Gülhane   
II. Abdülhamit´in fotoğraf arşivinden

İmrahor Köşkü, 1880-1893, Kağıthane   
II. Abdülhamit´in fotoğraf arşivinden
Alman Çeşmesi açılışı, Sultanahmet  
 II. Abdülhamit´in fotoğraf arşivinden