قَالَ
رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: اَلْمُجَاهِدُ مَنْ جَاهَدَ
نَفْسَهُ فِي سَبِيلِ اللهِ عَزَّ وَجَلَّ. (حم)
رسول الله أفندمز ( ﷺ ) بيوردولر ،: " حقيقى
مجاهد : الله عز وجلله يولنده نفسنه قرشى مجاهده أدندر ."
Resûlullah Efendimiz sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdular:
“Hakîki mücâhid; Allah Azze ve Celle yolunda nefsine karşı mücâhede edendir.”
(Müsned-i Ahmed bin Hanbel)
Hicrî: 06 Rebiulâhir 1441 Fazilet
Takvimi
NEFİS
İnsanda bütün günahların ve kötü ahlâkın baş sebebi “nefs-i emmâre”dir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) “Senin en büyük düşmanın (merkezi iki kaşının arasında olup) bütün vücudunu saran nefsindir.” buyurmuşlardır. Mehmed Şemseddîn Nûrî Hazretleri Miftâhu’l-Kulûb isimli kitabında nefse dair şöyle buyurmuştur:
“İnsanda iki ruh vardır: Birine hayvânî rûh denir ki, bu Cenâb-ı Hakk’ın Celâl sıfâtının tecellîsi ile yaratılmıştır. Diğerine de sultânî rûh denir. O da Cenâb-ı Hakk’ın Cemâl sıfatının tecellîsi ile yaratılmıştır. Beden ülkesinde bu iki padişahın birer veziri ile birer şeyhülislâmları vardır ki, vücûdu onlarla idâre ederler. Hayvânî rûhun vezîri akl-ı maâş ve mercii (danışmanı), şeytandır. O, onlarla istişâre eder. Sultânî rûhun da veziri, akl-ı maâd ve şeyhulislâmı melektir. O da onlarla istişâre eder.
Hayvânî rûhun aslı “emmâre bi’s-sû”dur. Yani mübâlağa ve şiddetle kötülüğü emredicidir. Ona nefis ismi verilir. Hayvânî rûhun zevki, yiyip içmek, giyip kuşanmaktır. Yani zâhirde insana lezzet verecek ne varsa onların hepsinden safâ ve kuvvet bulup, sultânî rûha gâlip gelir.
Sultânî rûhun aslı, sıfat-ı sâfiyedir. Ona sıfat-ı insan ismi verilir. Sultânî rûhun zevki, zikir, fikir, ibâdet ve Allâh’ın emirlerine itâat ve yasaklarından kaçınmaktır. Sultânî rûh, işte bunları yapmakla hayvânî rûha gâlip gelir.
Yukarıda anlatıldığı gibi, bunlar vücuda hükmederler. Birinin sıfatı diğerinin sıfatına zıt olduğu için daima birbirleriyle muhârebe ve mücâdele ederler.
Meselâ, bir vücutta sultânî rûh, hayvânî rûha gâlip olmayıp, hayvânî rûh kendi hâline bırakılırsa, sıfat-ı emmârelikte kalır. Zamanla hayvânî rûh, sultânî rûha gâlip olur ki, o kimsenin dünya ve âhireti hüsranda kalır. Amma, sultânî rûh, hayvânî rûhu kendi hâline bırakmayıp, her an mücâhede ve muhârebe ederse, o zaman hayvânî rûhu ister istemez kendine bağlar. Her emrine itâat ettirerek ilâhî emri yerine getirmiş olur. İşte bu kimselerin kurtuluşa ermesi umulur. Fakat yine de düşmesinden korkulur. Çünkü nefsin hîlesi çoktur.”
“İnsanda iki ruh vardır: Birine hayvânî rûh denir ki, bu Cenâb-ı Hakk’ın Celâl sıfâtının tecellîsi ile yaratılmıştır. Diğerine de sultânî rûh denir. O da Cenâb-ı Hakk’ın Cemâl sıfatının tecellîsi ile yaratılmıştır. Beden ülkesinde bu iki padişahın birer veziri ile birer şeyhülislâmları vardır ki, vücûdu onlarla idâre ederler. Hayvânî rûhun vezîri akl-ı maâş ve mercii (danışmanı), şeytandır. O, onlarla istişâre eder. Sultânî rûhun da veziri, akl-ı maâd ve şeyhulislâmı melektir. O da onlarla istişâre eder.
Hayvânî rûhun aslı “emmâre bi’s-sû”dur. Yani mübâlağa ve şiddetle kötülüğü emredicidir. Ona nefis ismi verilir. Hayvânî rûhun zevki, yiyip içmek, giyip kuşanmaktır. Yani zâhirde insana lezzet verecek ne varsa onların hepsinden safâ ve kuvvet bulup, sultânî rûha gâlip gelir.
Sultânî rûhun aslı, sıfat-ı sâfiyedir. Ona sıfat-ı insan ismi verilir. Sultânî rûhun zevki, zikir, fikir, ibâdet ve Allâh’ın emirlerine itâat ve yasaklarından kaçınmaktır. Sultânî rûh, işte bunları yapmakla hayvânî rûha gâlip gelir.
Yukarıda anlatıldığı gibi, bunlar vücuda hükmederler. Birinin sıfatı diğerinin sıfatına zıt olduğu için daima birbirleriyle muhârebe ve mücâdele ederler.
Meselâ, bir vücutta sultânî rûh, hayvânî rûha gâlip olmayıp, hayvânî rûh kendi hâline bırakılırsa, sıfat-ı emmârelikte kalır. Zamanla hayvânî rûh, sultânî rûha gâlip olur ki, o kimsenin dünya ve âhireti hüsranda kalır. Amma, sultânî rûh, hayvânî rûhu kendi hâline bırakmayıp, her an mücâhede ve muhârebe ederse, o zaman hayvânî rûhu ister istemez kendine bağlar. Her emrine itâat ettirerek ilâhî emri yerine getirmiş olur. İşte bu kimselerin kurtuluşa ermesi umulur. Fakat yine de düşmesinden korkulur. Çünkü nefsin hîlesi çoktur.”
Hicrî: 06 Rebiulâhir 1441 Fazilet
Takvimi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder