قَالَ
اللهُ تَعَالَى: وَالَّذِينَ اجْتَنَبُوا الطَّاغُوتَ اَنْ يَعْبُدُوهَا
وَاَنَابُۤوا اِلَى اللهِ لَهُمُ الْبُشْرٰى فَبَشِّرْ عِبَادِ، اَلَّذِينَ
يَسْتَمِعُونَ الْقَوْلَ فَيَتَّبِعُونَ اَحْسَنَهُ اُولَۤئِكَ الَّذِينَ
هَدٰيهُمُ اللهُ وَاُولَۤئِكَ هُمْ اُولُوا الْاَلْبَابِ. (سورة الزمر، ١٧ / ١۸ )
الله تعالى شويله بيوردى ( مئآلا
) :
" طاغوته ( هر نوى طابلاجق
شيلره ) طابمقدان قاجنب الله تعالى نيك عبادتنه يونلنلر ، إشده اونلر إيجن مجده
واردر . ( يا محمد ) سوزى إشتب اونون أك كوزلينه تابع اولان قوللارمى مجده له ! او
كمسلركى الله تعالى اونلرى هدايته أردرمشدر و إشده حقيقى و تمز عقل صاحبلرى
اونلردر . "
Allâhü
Teâlâ şöyle buyurdu (meâlen): “Tâğûta (her nevi tapılacak şeylere) tapmaktan
kaçınıp Allâhü Teâlâ’nın ibâdetine yönelenler, işte onlar için müjde vardır.
(Yâ Muhammed) sözü işitip onun en güzeline tâbi olan kullarımı müjdele! O
kimseler ki Allâhü Teâlâ onları hidâyete erdirmiştir ve işte hakîkî ve temiz
akıl sâhipleri onlardır.”
(Zümer Sûresi, âyet 17-18)
Hicrî: 14 Rebiulâhir 1441 Fazilet
Takvimi
ALLAH DOSTLARINI SEVMENİN FAZÎLETİ
Tâbiînin büyüklerinden Süfyân-ı Sevrî (r.a.) buyurdu:
“İnatlarından dolayı hakkı inkâr edenlerin hüsrâna uğrayacağı kıyâmet gününde, ancak nebîler, bir nebîye tâbi olanlar veya onları sevenler kurtuluşa erebilirler.
Hatta ârif-billâh olan bir zât maşrıkta (güneşin doğduğu yerde) olsa da, orada bir hakîkati konuşsa, o zâtı seven kimse de mağripte (güneşin battığı yerde) olsa, o zâtın konuştuğu hakîkatten, onu seven kimse için elbette bir nasip vardır. Ancak seven kimse bundan, hâlis, sâfî muhabbetine ve kısmetine göre istifâde eder.
Ve bu iki kişi maşrık ile mağrib arasındaki kadar hatta daha uzun mesâfe bile olsa buluşurlar, kucaklaşırlar (o zâtın himmet ve teveccühü ona ulaşır). Âriflerin kalbi (bir kalem gibi) yazar, müritlerin kalbine de yazılır.”
“İnatlarından dolayı hakkı inkâr edenlerin hüsrâna uğrayacağı kıyâmet gününde, ancak nebîler, bir nebîye tâbi olanlar veya onları sevenler kurtuluşa erebilirler.
Hatta ârif-billâh olan bir zât maşrıkta (güneşin doğduğu yerde) olsa da, orada bir hakîkati konuşsa, o zâtı seven kimse de mağripte (güneşin battığı yerde) olsa, o zâtın konuştuğu hakîkatten, onu seven kimse için elbette bir nasip vardır. Ancak seven kimse bundan, hâlis, sâfî muhabbetine ve kısmetine göre istifâde eder.
Ve bu iki kişi maşrık ile mağrib arasındaki kadar hatta daha uzun mesâfe bile olsa buluşurlar, kucaklaşırlar (o zâtın himmet ve teveccühü ona ulaşır). Âriflerin kalbi (bir kalem gibi) yazar, müritlerin kalbine de yazılır.”
MÜMİN VE ŞEYTANIN HÂLİ
Akıllı kimse, şeytanın insana düşman olduğunu bilip ona uymaktan, vesvesesine tâbi olmaktan sakınmalı, onun şerrinden Hz. Allâh’a sığınmalıdır.
Müminin misâli; emniyetli bir mekân aramakta olan bir garip yolcu gibidir. Bu kimse bir eve gider, lâkin kapısında kendisini parçalamak isteyen köpekler vardır. Bu garip yolcunun ise onları defetmeye, kendisini onlardan kurtarmaya gücü kuvveti yoktur. Köpekler, üzerine hücum etseler kendisini parçalarlar. İşte böyle tehlikeli bir hâlden kurtulmanın tek çaresi ev sâhibine seslenmektir. Çünkü ev sâhibinin bir defa onları kovalaması, kendisinin onları bin defa savmaya çalışmasından evlâdır.
İşte şeytan da böyledir; Mevlâ’ya giden yolda beklemekte ve Mevlâ’ya gitmek isteyenleri helâk etmek istemektedir. Burada onun şerrinden kurtuluşun yegâne çâresi Allâh’a sığınmaktır ki Cenâb-ı Hak onun şerrini defetmeye kâdirdir.
Evliyâdan Ebû Saîd (rah.), İblîs-i laînin sopadan ve silahtan korkmadığını; sadece bir kimsenin Allâh’a istiâze etmesinden (sığınmasından) ve sâlih zâtların kalplerindeki mârifet nurundan korktuğunu beyan etmiştir.
İstiâze: “Eûzü billâhi mine’ş-şeytâni’r-racîm” demektir.
Müminin misâli; emniyetli bir mekân aramakta olan bir garip yolcu gibidir. Bu kimse bir eve gider, lâkin kapısında kendisini parçalamak isteyen köpekler vardır. Bu garip yolcunun ise onları defetmeye, kendisini onlardan kurtarmaya gücü kuvveti yoktur. Köpekler, üzerine hücum etseler kendisini parçalarlar. İşte böyle tehlikeli bir hâlden kurtulmanın tek çaresi ev sâhibine seslenmektir. Çünkü ev sâhibinin bir defa onları kovalaması, kendisinin onları bin defa savmaya çalışmasından evlâdır.
İşte şeytan da böyledir; Mevlâ’ya giden yolda beklemekte ve Mevlâ’ya gitmek isteyenleri helâk etmek istemektedir. Burada onun şerrinden kurtuluşun yegâne çâresi Allâh’a sığınmaktır ki Cenâb-ı Hak onun şerrini defetmeye kâdirdir.
Evliyâdan Ebû Saîd (rah.), İblîs-i laînin sopadan ve silahtan korkmadığını; sadece bir kimsenin Allâh’a istiâze etmesinden (sığınmasından) ve sâlih zâtların kalplerindeki mârifet nurundan korktuğunu beyan etmiştir.
İstiâze: “Eûzü billâhi mine’ş-şeytâni’r-racîm” demektir.
Hicrî: 14 Rebiulâhir 1441 Fazilet
Takvimi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder