3 Şubat 2013 Pazar

Yeşil Bursa’nın Tatlı Hikayesi




Yeşil Bursa’nın Tatlı Hikayesi

Yeşil Bursa’nın Tatlı Hikayesi


Evliyalar şehri yeşil Bursa’yı merak ederdim hep. Yeşilin bin bir tonunu taşıyan, Osmanlının tatlı bir beldesi olan bu şehir, ecdadımızdan bize hatıra kalan nadir vilayetlerden birisidir. Osmanlı Devleti’ne başşehirlik yapmış, ulu çınarları, çinileri ve yeşilin bin bir tonunun bezendiği Bursa’yı gezmek ve keşfetmek için yola koyuldum. Çünkü Osmanlı da dünyayı saran uzun yolculuğuna Bursa’dan başlamıştı.

Camileri, türbeleri, hanları, hamamları, imaretleri ile tarih kokan bir şehri tafsilatıyla anlatmak elbette sınırlı kelimelerle mümkün olmaz. Bir gezginin gözüyle bu beldeyi size kısaca anlatmaya çalışacağım. İlk önce gelin Bursa’nı fethine gidelim.
1326’dan… 2013’e…

Osmangazi çevre tekfurları yönetim altına almış, sıra Bursa’ya gelmişti. 1326 yılında Bursa’yı kuşatmış; ancak rahatsızlığı sebebiyle komutayı Orhan Gazi’ye devretmişti. Kuşatma devam ederken sur dışındaki yamaçlardan Bursa’yı seyreden Osmangazi, kubbesi bakır kaplı olduğu için güneşin ziyası ile parlayan kilise bahçesindeki binayı göstererek oğluna “Beni şol gümüşlü kümbete defnedesin.” diye vasiyette bulunur. Fetih müyesser olduktan sonra usulüne uygun bir şekilde buraya defnedilir. Yanındaki kilise binası ise camiye çevrilmiştir. Daha sonra bu bina da Orhangazi’nin türbesi haline getirilmiştir. 1855 depreminde bu binalar yıkılmış, aslına uygun halde daha sonra tekrar inşa edilmiştir. Osmangazi ve Orhangazi’nin türbesi şuan tophane adı verilen Bursa’ya hâkim bir tepede yer almaktadır.

Şehre mührünü vuran türbeler

Sultan Birinci Murad Han’ın türbesi Uludağ yolu üzerinde Hüdavendigar Cami’nin yanında bulunmakta. Cami, sade görüntüsü ve medrese olarak kullanılan erken devir Osmanlı mimarisinin güzel örneklerinden biridir. Yine bu caminin yanına da dünyanın ilk aşevi yapılmış. Yıldırım Bayezid’in türbesi, camii ve medresesi de bugünkü yıldırım semtindedir. Ancak daha sonra burası ziyaretlerde biraz ihmal edilen yerlerden biri haline gelmiştir.
Yıldırım Bayezid Camii ile ilgili söylenecek şey, caminin bildiğimiz minarelerin çıkışından farklı ilginç bir yapısı olmasıdır.

Yeşilin bin bir tonu

Ankara savaşından sonra başlayan fetret devrini sonlandıran ve devleti tekrar toparladığı için Osmanlı’nın ikinci kurucusu olarak da bilinen Sultan Çelebi Mehmed’in türbesi, kullanılan eşsiz yeşil çinilerinden dolayı Yeşil Türbe, camisi de Yeşil Cami olarak adlandırılmaktadır. Semte de ismini veren Yeşil Türbe ve Cami görülmeye değer ziyaret mekânları arasında yer almaktadır.

Hazreti Fatih’in babası ve Bursa’ya defnedilen son padişah olan Sultan İkinci Murad’ın türbesi Muradiye Külliyesi’nde aynı ismi alan semtte bulunuyor. Vasiyeti üzerine türbenin üzeri açık bırakılmıştır. Muradiye Külliyesi’nin diğer bir özelliği de burada birçok türbenin bulunmasıdır. Şehzade Mustafa, Cem Sultan, Hazreti Fatih’in annesi Hüma Hatun, Şehzade Ahmet, Şirin Hatun, Gülruh Sultan, Gülşah Hatun ve isimleri yazmayan nice hizmet etmiş saraylılar burada metfun bulunmaktadır.

Şehrin manevi mihmandarları

Bursa’da bir Camii Kebir vardır ki Bursa’ya gelen herkesin görmeden gidemediği yirmi kubbeli tarihi camilerimizden biridir. 1396 yılında Yıldırım Bayezıd Niğbolu seferine çıkmadan evvel eğer fetih müyesser olursa yirmi adet cami yaptırma vaadinde bulunur. Zaferden sonra vaadine yerine getirmek ister. Manevi sultanlardan ve aynı zamanda yıldırım Bayezıd’in damadı, Emir Sultan hazretlerine sorar. O da şu fetvayı verir: “Padişahım, yirmi adet cami yerine yirmi kubbeli büyük bir cami yaptıralım ki bütün Müslümanlar toplanabilsin.” Görüşü kabul görür ve camii şimdiki yerine inşa edilir.

Bursa’nın Padişahları ve Sultanları hepimizce malumdur. Ancak bir de manevi sultanları, gönül erenleri var ki isimlerini çok duyduğumuz halde hangi beldede metfun olduklarını bilmeyiz. İşte o gönül erenlerinden Bursa’da metfun olanlardan bazıları: Aziz Mahmud Hüdayi’nin hocası Üftade hazretleri, Mir’ât-ül-Usûl fî Şerhi Mirkât-ül-Vüsûl adlı Usulü Fıkıh, Fıkıh kitabı Dürer’in musannıfı Molla Hüsrev hazretleri, Ruhul Beyan tefsirinin müellifi İsmail Hakkı Bursevi hazretleri, ilk şeyhülislam Molla Fenari, Mevlidin musannıfı Süleyman Çelebi ve daha ismini bilmediğimiz nice evliya ve İslam büyükleri bu beldede metfundur.

Dünya bir handır, konan göçer

Şehre damgasını vuran diğer yapılar da hanlardır. Şehrin ticari canlılığını ortaya koyan bu hanlar, ticari canlılığını halen devam ettiren yerlerdendir. Bunlardan en büyük ve meşhuru Kozahan’dır. Bunun yanında Emirhan, İpekhan, Pirinç Han, Geyve Han, Fidan Han,
Kapan Han, Tuz Hanı, Balibey Hanı bedesten gibi mekânlar yer almaktadır.

Şifalı suları

Evliya Çelebi, Bursa’nın kaplıcaları için “.velhâsıl Bursa sudan ibarettir.”der. Lâmî Çelebi ise şehrin her köşesinde güneş gibi parlayan bin çeşme olduğundan bahseder. Tarihî Bursa kaplıcaları asırlardır şifa dağıtmaya devam etmektedir. Şehrin en büyük ve en eski kaplıcası olan Eski Kaplıca, Çekirge semtindedir.

Yeni Kaplıca, yeni denmesine bakmayın Kanuni Sultan Süleyman’ın damadı Sadrazam Rüstem Paşa tarafından 1552 yılında inşa ettirilmiştir. Kanuni, müptela olduğu nikrisi (bazı kaynaklarda damla) hastalığını tedavi ettirmek için Bursa’ya gelmiş, kaplıca sularından fayda görünce de bu hamamın yaptırılmasını istemiştir.

Kara Mustafa Paşa Hamamı, Fatih Sultan Mehmed’in veziri ve Sultan İkinci Bayezid’in damadı olan Kara Mustafa Paşa tarafından yaptırılan hamam, ev görünümünde olup fazlaca ilgi gören kaplıcalar arasındadır. Kükürtlü Kaplıcalarının yedi kaynağı vardır. Kükürtlü ve radyoaktif olan bu sular, banyo ve içme olarak kullanılır.

Cebel-i Ruhman ya da Ulu bir Dağ “Uludağ”

Uludağ, Bursa’nın 32 km güneyinde karayolu ve teleferikle ulaşılabilen 2543 m yüksekliği ile batı Anadolu’nun en yüksek dağıdır. Osmanlılar zamanında keşişlerin buraya yerleşip manastır yapmaları sebebiyle bu dağ “keşiş dağı” olarak da anılmıştır. Evliya çelebinin seyehatnamesinde “cebeli ruhban” diye geçer. Sonra “Uludağ” adını almıştır. Hemen hemen her şehirde dağlar ve yaylalar evliyalar ve kitap yazan müellifler için uğrak yerleri olmuştur.

Semtleriyle meşhur yemekleri

Bursa yemekleri ile de meşhurdur. İskender kebabı bunların başında gelir. İskender yemeğinin hikâyesini çok daha eski tarihlere götürenler olsa da yemeğin hikâyesi, 1867 yılında Kayhan çarşısında başlar. Mehmet Efendi ve oğlu İskender ustanın yatay şişe geçirilen eti, dikey konumda ve yandan ısıtılarak bugünkü döner şekline getirmeleri İskender yemeğinin başlangıcı olur. O tarihlerde gerçekleştirilen bu yöntem bugün dünyaca ünlü İskender ve döner yemeklerinin de atası sayılır.
Bursa’ya has yiyeceklerden biri de kestane şekeridir. Köy peynirinden yapılan Kemalpaşa tatlısı da Bursa ile özdeşleşen tatlılardandır. Izgarada pişirilen İnegöl köftesi meşhurdur.
Merkezini bile çok kısa bilgilerle tanıtmaya çalıştığımız Bursa, mübarek mekânları, tarihi ilçeleri ve köyleri ile gezilmeye, görülmeye ve yaşamaya değer şehirlerden birisidir. Tadımlık bu kadar bilgiyle ihtiva edemeyenleri bu güzel belde misafir etmek için dört gözle beklemektedir.
İnsan ve Hayat Dergisi


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder