Yeşil Bursa’nın Tatlı Hikayesi
Evliyalar şehri yeşil Bursa’yı merak ederdim hep. Yeşilin bin bir
tonunu taşıyan, Osmanlının tatlı bir beldesi olan bu şehir, ecdadımızdan
bize hatıra kalan nadir vilayetlerden birisidir. Osmanlı Devleti’ne
başşehirlik yapmış, ulu çınarları, çinileri ve yeşilin bin bir tonunun
bezendiği Bursa’yı gezmek ve keşfetmek için yola koyuldum. Çünkü Osmanlı
da dünyayı saran uzun yolculuğuna Bursa’dan başlamıştı.
Camileri, türbeleri, hanları, hamamları, imaretleri ile tarih kokan
bir şehri tafsilatıyla anlatmak elbette sınırlı kelimelerle mümkün
olmaz. Bir gezginin gözüyle bu beldeyi size kısaca anlatmaya
çalışacağım. İlk önce gelin Bursa’nı fethine gidelim.
1326’dan… 2013’e…
Osmangazi çevre tekfurları yönetim altına almış, sıra Bursa’ya
gelmişti. 1326 yılında Bursa’yı kuşatmış; ancak rahatsızlığı sebebiyle
komutayı Orhan Gazi’ye devretmişti. Kuşatma devam ederken sur dışındaki
yamaçlardan Bursa’yı seyreden Osmangazi, kubbesi bakır kaplı olduğu için
güneşin ziyası ile parlayan kilise bahçesindeki binayı göstererek
oğluna “Beni şol gümüşlü kümbete defnedesin.” diye vasiyette bulunur.
Fetih müyesser olduktan sonra usulüne uygun bir şekilde buraya
defnedilir. Yanındaki kilise binası ise camiye çevrilmiştir. Daha sonra
bu bina da Orhangazi’nin türbesi haline getirilmiştir. 1855 depreminde
bu binalar yıkılmış, aslına uygun halde daha sonra tekrar inşa
edilmiştir. Osmangazi ve Orhangazi’nin türbesi şuan tophane adı verilen
Bursa’ya hâkim bir tepede yer almaktadır.
Şehre mührünü vuran türbeler
Sultan Birinci Murad Han’ın türbesi Uludağ yolu üzerinde Hüdavendigar
Cami’nin yanında bulunmakta. Cami, sade görüntüsü ve medrese olarak
kullanılan erken devir Osmanlı mimarisinin güzel örneklerinden biridir.
Yine bu caminin yanına da dünyanın ilk aşevi yapılmış. Yıldırım
Bayezid’in türbesi, camii ve medresesi de bugünkü yıldırım semtindedir.
Ancak daha sonra burası ziyaretlerde biraz ihmal edilen yerlerden biri
haline gelmiştir.
Yıldırım Bayezid Camii ile ilgili söylenecek şey, caminin bildiğimiz minarelerin çıkışından farklı ilginç bir yapısı olmasıdır.
Yeşilin bin bir tonu
Ankara savaşından sonra başlayan fetret devrini sonlandıran ve
devleti tekrar toparladığı için Osmanlı’nın ikinci kurucusu olarak da
bilinen Sultan Çelebi Mehmed’in türbesi, kullanılan eşsiz yeşil
çinilerinden dolayı Yeşil Türbe, camisi de Yeşil Cami olarak
adlandırılmaktadır. Semte de ismini veren Yeşil Türbe ve Cami görülmeye
değer ziyaret mekânları arasında yer almaktadır.
Hazreti Fatih’in babası ve Bursa’ya defnedilen son padişah olan
Sultan İkinci Murad’ın türbesi Muradiye Külliyesi’nde aynı ismi alan
semtte bulunuyor. Vasiyeti üzerine türbenin üzeri açık bırakılmıştır.
Muradiye Külliyesi’nin diğer bir özelliği de burada birçok türbenin
bulunmasıdır. Şehzade Mustafa, Cem Sultan, Hazreti Fatih’in annesi Hüma
Hatun, Şehzade Ahmet, Şirin Hatun, Gülruh Sultan, Gülşah Hatun ve
isimleri yazmayan nice hizmet etmiş saraylılar burada metfun
bulunmaktadır.
Şehrin manevi mihmandarları
Bursa’da bir Camii Kebir vardır ki Bursa’ya gelen herkesin görmeden
gidemediği yirmi kubbeli tarihi camilerimizden biridir. 1396 yılında
Yıldırım Bayezıd Niğbolu seferine çıkmadan evvel eğer fetih müyesser
olursa yirmi adet cami yaptırma vaadinde bulunur. Zaferden sonra vaadine
yerine getirmek ister. Manevi sultanlardan ve aynı zamanda yıldırım
Bayezıd’in damadı, Emir Sultan hazretlerine sorar. O da şu fetvayı
verir: “Padişahım, yirmi adet cami yerine yirmi kubbeli büyük bir cami
yaptıralım ki bütün Müslümanlar toplanabilsin.” Görüşü kabul görür ve
camii şimdiki yerine inşa edilir.
Bursa’nın Padişahları ve Sultanları hepimizce malumdur. Ancak bir de
manevi sultanları, gönül erenleri var ki isimlerini çok duyduğumuz halde
hangi beldede metfun olduklarını bilmeyiz. İşte o gönül erenlerinden
Bursa’da metfun olanlardan bazıları: Aziz Mahmud Hüdayi’nin hocası
Üftade hazretleri, Mir’ât-ül-Usûl fî Şerhi Mirkât-ül-Vüsûl adlı Usulü
Fıkıh, Fıkıh kitabı Dürer’in musannıfı Molla Hüsrev hazretleri, Ruhul
Beyan tefsirinin müellifi İsmail Hakkı Bursevi hazretleri, ilk
şeyhülislam Molla Fenari, Mevlidin musannıfı Süleyman Çelebi ve daha
ismini bilmediğimiz nice evliya ve İslam büyükleri bu beldede metfundur.
Dünya bir handır, konan göçer
Şehre damgasını vuran diğer yapılar da hanlardır. Şehrin ticari
canlılığını ortaya koyan bu hanlar, ticari canlılığını halen devam
ettiren yerlerdendir. Bunlardan en büyük ve meşhuru Kozahan’dır. Bunun
yanında Emirhan, İpekhan, Pirinç Han, Geyve Han, Fidan Han,
Kapan Han, Tuz Hanı, Balibey Hanı bedesten gibi mekânlar yer almaktadır.
Kapan Han, Tuz Hanı, Balibey Hanı bedesten gibi mekânlar yer almaktadır.
Şifalı suları
Evliya Çelebi, Bursa’nın kaplıcaları için “.velhâsıl Bursa sudan
ibarettir.”der. Lâmî Çelebi ise şehrin her köşesinde güneş gibi parlayan
bin çeşme olduğundan bahseder. Tarihî Bursa kaplıcaları asırlardır şifa
dağıtmaya devam etmektedir. Şehrin en büyük ve en eski kaplıcası olan
Eski Kaplıca, Çekirge semtindedir.
Yeni Kaplıca, yeni denmesine bakmayın Kanuni Sultan Süleyman’ın
damadı Sadrazam Rüstem Paşa tarafından 1552 yılında inşa ettirilmiştir.
Kanuni, müptela olduğu nikrisi (bazı kaynaklarda damla) hastalığını
tedavi ettirmek için Bursa’ya gelmiş, kaplıca sularından fayda görünce
de bu hamamın yaptırılmasını istemiştir.
Kara Mustafa Paşa Hamamı, Fatih Sultan Mehmed’in veziri ve Sultan
İkinci Bayezid’in damadı olan Kara Mustafa Paşa tarafından yaptırılan
hamam, ev görünümünde olup fazlaca ilgi gören kaplıcalar arasındadır.
Kükürtlü Kaplıcalarının yedi kaynağı vardır. Kükürtlü ve radyoaktif olan
bu sular, banyo ve içme olarak kullanılır.
Cebel-i Ruhman ya da Ulu bir Dağ “Uludağ”
Uludağ, Bursa’nın 32 km güneyinde karayolu ve teleferikle
ulaşılabilen 2543 m yüksekliği ile batı Anadolu’nun en yüksek dağıdır.
Osmanlılar zamanında keşişlerin buraya yerleşip manastır yapmaları
sebebiyle bu dağ “keşiş dağı” olarak da anılmıştır. Evliya çelebinin
seyehatnamesinde “cebeli ruhban” diye geçer. Sonra “Uludağ” adını
almıştır. Hemen hemen her şehirde dağlar ve yaylalar evliyalar ve kitap
yazan müellifler için uğrak yerleri olmuştur.
Semtleriyle meşhur yemekleri
Bursa yemekleri ile de meşhurdur. İskender kebabı bunların başında
gelir. İskender yemeğinin hikâyesini çok daha eski tarihlere götürenler
olsa da yemeğin hikâyesi, 1867 yılında Kayhan çarşısında başlar. Mehmet
Efendi ve oğlu İskender ustanın yatay şişe geçirilen eti, dikey konumda
ve yandan ısıtılarak bugünkü döner şekline getirmeleri İskender
yemeğinin başlangıcı olur. O tarihlerde gerçekleştirilen bu yöntem bugün
dünyaca ünlü İskender ve döner yemeklerinin de atası sayılır.
Bursa’ya has yiyeceklerden biri de kestane şekeridir. Köy peynirinden
yapılan Kemalpaşa tatlısı da Bursa ile özdeşleşen tatlılardandır.
Izgarada pişirilen İnegöl köftesi meşhurdur.
Merkezini bile çok kısa bilgilerle tanıtmaya çalıştığımız Bursa,
mübarek mekânları, tarihi ilçeleri ve köyleri ile gezilmeye, görülmeye
ve yaşamaya değer şehirlerden birisidir. Tadımlık bu kadar bilgiyle
ihtiva edemeyenleri bu güzel belde misafir etmek için dört gözle
beklemektedir.
İnsan ve Hayat Dergisi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder