Kur’an’ı Kerim ve Hafızlık
“Muhakkak bizim askerlerimiz olan peygamberler ve onlara tabi olan müminler elbette galiptirler. Her ne kadar bazı zamanlarda mağlup gibi görünseler de, itibar sonadır ve hüküm ekser içindir ve nadir olan yok gibidir”. (Sâffât suresi ayet 173)
İsmail Hakkı Bursevi Hazretlerinin yaptığı bu ayet-i kerimenin tefsirinde Hazret-i Allah (c.c.) böyle buyuruyor. Tefsirin devamında ise Müslümanların mağlubiyet sebepleri olarak, emre muhalefet, dünyaya tamah etmek, kendini beğenmek, gurura kapılmak olarak sıralanıyor. Engellenemeyecek mukadder olan ilahi nusret ise, Kur’ân-ı Kerîm’e sımsıkı sarılmaya bağlanıyor.
Kur’ân-ı Kerîm bir derya, bir deniz, bir hazine… Onda, doğru
düşünenler için ibret, haram ve helalleri gösteren bir rehber, insanı
aldatan her şeyden kurtuluş, dertli gönüllere şifa, her zaman koruyucu
bir sığınak, insana ve hayatına dair yaş veya kuru, küçük veya büyük her
ne varsa Kur’ân-ı Kerîm’de yer alıyor.
Kur’ân-ı Kerîm’in mucizelerinin sonu yok. Geçmişe ve geleceğe ışık
tutan Kur’ân-ı Kerîm’i okuyanlar, ne kadar tekrar etseler de onu
eskitemezler. O, ışık veren bir ziya, aydınlık saçan bir nurdur. Peki,
1400 yıldır dünyayı ve insanlığı aydınlatan bu nur, evimize ve gönlümüze
ne kadar sirayet edebiliyor?
Ona inananın muvaffak olduğu, hükmüne uyanın sadık olduğu, sarılanın
hidayete erdiği, onunla amel edenin kurtulduğu Kur’ân-ı Kerîm,
kütüphanedeki yerinde mi duruyor, yoksa her fırsatta dilimize, gözümüze,
gönlümüze, fikrimize ve dualarımıza mı giriyor?
Peygamber Efendimiz (s.a.v) “İçerisinde Kur’ân’dan bir şey bulunmayan
kimse, harap olmuş ev gibidir.” buyuruyor. Hadis-i şerif, kalbinde,
aklında, dilinde Kur’ân-ı Kerîm’den bir şey olmayan insanı, işe
yaramayan, bir eve benzetiyor.
Bu hususta Ebu Hureyre (r.a) da “Hangi evde Kur’ân-ı Kerîm okunursa,
orada bolluk bereket olur, şeytanlar uzaklaşır ve melekler o eve hücum
eder. Hangi evde Kur’ân okunmazsa, o evde darlık, sıkıntı, huzursuzluk
baş gösterir.” buyuruyor. Peygamberimiz’den bu güne kadar Müslüman
olarak hayat süren milyonlarca insan, Kur’ân-ı Kerîm okuyarak şifa
buldular, sıkıntılardan kurtuldular, bereketli bir dünya hayatı yaşayıp
bereketli bir ahiret hayatı umarak irtihal ettiler. Önceki Müslümanlar
gibi bizim de şifa ve bereket kaynağı olan Kur’ân-ı Kerîm’le olan
ünsiyetimize geçmeden, onun uzun tarihini kısaca anlatalım.
Kur’ân-ı Kerîm’in inzali
Kur’ân-ı Kerîm kâğıda yazılı olarak inmemiştir. “Eğer sana kâğıtta
yazılı bir kitap indirmiş olsak da onu elleriyle tutsalardı, yine de o
kâfirler: ‘Muhakkak ki bu, apaçık bir sihirdir’ derlerdi.” (En’am
sûresi, ayet 7) Bu ayet-i kerimeden de anlaşılıyor ki Kur’ân-ı Kerîm
kâğıda yazılı olarak inmemiş, vahiy halinde Cebrail Aleyhissalam
vasıtasıyla Rasulüllah Efendimiz’e indirilmiştir. Ancak Abese Sûresi
ayet 13-16’da Kur’ân-ı Kerîm’in yazılması da anlatılmaktadır. “Bu kitap
şanlı, yüce, tertemiz sahifelerdir. Asil ve faziletli kâtipler eliyle
yazılmıştır.”
Peygamber Efendimiz (s.a.v) ümmetine Kur’ân-ı Kerîm’i ezberlemelerini
tavsiye ediyorlardı. 1000 kadar sahabe-i kiram sûrelerin hepsini
ezberlemişlerdi. Diğerleri ise Kur’ân-ı Kerîm’in bir kısmını
ezberlemişti. Peygamber Efendimiz ezberlenmesini arzu ederken bir
taraftan da Kur’ân-ı Kerîm’in yazılmasını istiyordu. Böylece Kur’ân-ı
Kerîm hem yazılı hem de hafıza yoluyla tereddüde mahal bırakmadan tarihi
yolculuğuna devam edebilirdi. Biz buradaki iki yoldan hafızlık yolunu
ele aldık.
Kur’ân-ı Kerîm’e kâmil manasıyli ancak Peygamber Efendimiz (s.a.v)
vakıf olmuşlardır. Ondan sonra da sahabe-i kiram. Ashab-ı kiram Kur’ân-ı
Kerîm’i ezberliyorlardı. Onlar önce manaya vakıf oluyor, anlıyor ve
öyle ezberliyorlardı.
Asıl maksat manasını düşünerek, anlayarak tedebbürle okumaktır. Nihai
hedefte bu olması gerekiyor. Bugün tam bir hafızlık uzun bir süreç gibi
gözükebilir. Ancak elden geldiğince ayet ayet, sûre sûre, önce mana
sonra ezber yaparak sahabe-] kiram efendilerimizin yolunu takip etmek
gerekiyor.
İlk dönemlerde hafızlık nasıl yapılırdı?
Mekke-i Mükerreme’de Daru’l-Erkâm, Medine-i Münevvere’de ise Mescid-i
Nebevi’nin yanında Ashab-ı Suffe’den çok sayıda sahabe Hâfız-ı Kur’ân
olarak yetişmişti. Ashab-ı Suffe sürekli Kur’ân-ı Kerîm okumakla meşgul
olurlardı. Onlar vakitlerinin çoğunu Peygamber Efendimiz’in huzurund;
geçirir, Efendimiz’den Kur’ân ve ilim öğrenirlerdi. Ne ticaret, ne
sanat, n ziraat, ne de herhangi bir kazançla meşgul olmaz, sadece Kur’ân
ve ilim öğrenirlerdi. Onlar Kur’ân-ı Kerîm’in tadını almışlardı.
İaşeleri Peygamber Efendimiz ve diğer sahabeler tarafından temin
edilirdi. Mütevazı ve çok feyizli bir ortamda yetişen Ashabı Suffe,
sayıları 400’üı üzerinde Kur’ân ve irfan ordusuydu
İlk hafızlar onlar arasından çıktı. Ashabı Suffe ilk gelen ayetleri
hıfz ederlerdi. Ayetlerin manasını, emir ve yasaklarını öğrenmeden diğer
ayetlere geçmezlerdi. İslamiyet’in başlangıcında yüzlerce Hafizu’l
Kur’ân yetişmişti.
Kur’ânı ezberleyen ve onu başkalarına öğretenlere “Kurrâ” namı verilirdi. Onların başlattığı Kur’ân sevdası (hafızlık okulu) bugün de aynı usulle devam ettiriliyor.
Hafızlık sistemi ve Kur’ân-ı Kerîm’i ezberlemek Hazreti Allah’ın Ümmet-i Muhammed’e verdiği en şerefli mazhariyettir.
Bu şerefli mazhariyet sahabe devrinde zirvedeydi. Daha sonraki
dönemlerde hafızlık eğitimi sistemleştirildi. Mesela; Selçuklular
döneminde Daru’l-Huffaz ve Daru’l-Kurrâlar kurulmasıyla, hafızlığın
kurumsal hâle getirildiğini söylemek mümkündür. Osmanlı döneminde
‘Sıbyan Mektebi’ni, yani temel eğitimi tamamlayan bir öğrenci, önce alt
seviyedeki bir Daru’l- Huffaza gider, orada hafızlığını tamamlardı.
Sonra kıraat vecihlerini ve okuyuş usullerini, (Aşere ve Takrib)
öğrenmek amacıyla Daru’l-Kurrâya devam ederdi. Bu kurumların başındaki
hoca efendilere Reisü’l-Huffaz ve Reisü’l-Kurrâ denirdi.
Evliya Çelebi’nin kaydettiği bilgilere göre İstanbul’da “Esnaf-ı
Hafızan-ı Kur’ân-ı Azim”in sayısı 3000 kadarı kadın olmak üzere 9000
idi. Merasimlerde hafızlar fetih sûresini okuyarak alay köşkünün
yanından geçerlerdi.
Tarih boyunca İslam coğrafyasının her beldesinde hafız yetiştiren
müesseseler vardı. Buralara genel olarak Kur’ân Mektebi manasına gelen
isimler verilirdi. Kur’ân Mekteplerinde bölgeye göre her çocuk için ufak
bir rahle ve bir de ufak minder bulundurulurdu. Afrika’da buna ilaveten
tahta tablet olurdu. Talebeler tablet üzerine yazdığı ayetleri okur,
ezberlerdi. Kâğıdın olmadığı yerlerde takip edilen bu usul hem yazma hem
de ezberleme üzerine kuruluydu. Ama her nerde olursa olsun Kur’ân
talebeleri tarih boyunca hoca efendi gelmeden derse toplanır, her biri
kendi rahlesinin başına oturup Kur’ân-ı Kerîm ezberlemeye başlardı.
Hafızlığa ilk adım
Peygamber Efendimiz (s.a.v) “Kur’ân, bir ucu Allah’ın diğer ucu sizin elinizde olan bir iptir.
Ona sımsıkı tutunursanız, ebedi olarak sapmaz ve yok olmazsınız.”
buyuruyor. Kur’ân-ı Kerîmin nasıl bir mucize-i ilahi olduğunu bilen
insanlar, bir ucu Hazreti Allah’ta olan bu ipi kendilerince tutmaya
çalışırlar. Onlardan biri de hafızlardır. Hafız, Arapçada “korumak,
saklamak ve ezberlemek” manasına gelen hıfz kökünden türemiş bir
sıfattır. Kur’ân-ı Kerîm’in tamamını (114 sûre, 6666 ayet, 604 sayfa)
ezberleyenlere, hafız denir.
Kur’ân-ı Kerîm’i kalbine ve hafızasına nakşedip ilk muhafaza eden
Peygamber Efendimiz olmuştur. Sonrasında ise dört büyük halife Hazreti
Ebubekir, Hazreti Ömer, Hazreti Osman ve Hazreti Ali efendilerimiz
gelirler. Muhacirinden Talha b. Ubeydullah, Saad b. Ebi Vakkas, Mus’ab
bin Umeyr, Ebu Hureyre. Hanım sahabilerden Hazreti Aişe, Hazreti Hafsa,
Hazreti Ümmü Seleme. Ensardan Übey b. Kâb Mu’az b. Cebel, Zeyd b. Sabit,
Zeyd el Ensari ve Ebu’d Derda hazretleri meşhur hafızlardan
bazılarıdır.
Ayeti kerimede Hazreti Allah üç sınıf hafızdan bahsediyor. “Sonra biz
o Kitabı (Kur’ânı) kullarımızdan seçtiklerimize miras verdik.
Onlardan da kendilerine zulmeden var, ortadan giden var, Allah’ın
izni ile hayırlarda öne geçen var. İşte büyük lütuf budur. (Fatır
sûresi, ayet 32) Bunlardan ilki, hafızlığı unutarak kendine zulmedenler.
İkincisi ortada gidenler, bir şekilde unutmamak için gayret edenler.
Üçüncüsü ise hayırda yarışanlar, “Ben onu nasıl muhafaza edebilirim,
manasına daha iyi anlayıp nasıl daha iyi amel edebilirim diye
düşünenlerdir. İşte Hazreti Allah bu üçüncü sınıftaki hafızları
methediyor. Onlara maddesiyle, manasıyla, ahlaki duruşuyla içten gelen bir güzellik ihsan ediyor.
Bu güzelliğin sebebi Kur’ân-ı Kerîm’e
bağlılıktır. Methedilen hafız olabilmek için Kur’ân-ı Kerîm’in sadece
lafzını değil manasını iyi anlamak, yaşamak ve yaşatmaya çalışmak
gerekiyor.
Hafızlık hangi yaşta yapılmalı?
Her şeyin münasip bir zamanı olduğu gibi elbette hafızlık eğitiminde
de yaşın rolü büyüktür. Gençlik ve ilk gençlik çağı (buluğdan önceki
dönem) hafızlık için en uygun zaman kabul ediliyor. “Kim gençliğinde
Kur’ânı öğrenirse, Kur’ân onun etine ve kanına karışır. buyuran
Peygamber Efendimiz, burada gençlik çağında Kur’ân öğrenmenin
ehemmiyetine işaret buyuruyor. Bu çağlar istekli olma, meşguliyetin
azlığı, gönül huzuru açısından en verimli dönemdir. Gençlik ve ilk
gençlik yıllarında zihin berrak, meşguliyetler az, beyin tazedir.
Dolayısıyla bu dönemde hafızlık yapmak daha kolaydır.
Hafızlık için yaş sınırı konulmamakla birlikte geleneklerimizde 15,
16 yaşına varmadan hafızlığa başlamak tavsiye ediliyor. Hazreti Ali
Efendimiz bu yaşlardaki gencin kalbini boş bir tarlaya benzeterek, bilgi
olarak verilen her şeyi kabul edeceğini söylüyor. Fakat bu çağ serap
gibidir, çabuk geçer. Olgunluk ve ihtiyarlıkta ise çok çalışmaya
tahammül edilemez. Ancak yukarıda zikrettiğimiz hadisi şerifin devamında
Peygamber Efendimiz, “Kim ihtiyarlığında Kur’ân öğrenir, Kur’ân ile çok
ilgilenir ve unutmazsa, onun için iki kat sevap vardır.” buyurarak
Müslümanları ileriki yaşlarda da Kur’ân öğrenmeye teşvik etmiştir. Bir
de insanlar arasına hafızlığın sadece 10 -15 yaşlarında yapılabileceği
anlayışı hâkim. Ancak araştırmalara göre anlayış ve idrak seviyesi 20
ila 40 yaşları arasında zirveye çıkıyor. İlk gençlik çağında hafız
olamayanlar, özellikle bu dönemi fırsat bilip hafızlığa başlayabilirler.
Hafızlık eğitiminde “Osmanlı Usulü”
Tarih boyunca Kur’ân-ı Kerîm ezberlenirken farklı coğrafyalarda
farklı sistemler tatbik edildi. Afrika’da olduğu gibi bazı bölgelerde,
Fatiha sûresinden başlanıp Nas sûresine doğru ezberleniyor, bazı
bölgelerde ise Kur’ân-ı Kerîm sûre sûre ezberleniyor.
Bizde ise Osmanlı döneminden itibaren tatbik edilen, Osmanlı Usulü dediğimiz hafızlık sistemi halen en yaygın takip edilen usul.
Osmanlı Usulü hafızlık sistemine göre Kur’ân-ı Kerîm ezberlemeye, her
cüz’ün son sayfasından başlanıyor. Son sayfalar bitince birinci tur
(şavt) bitmiş oluyor. İkinci turda sondan ikinci sayfa, üçüncü turda
sondan üçüncü sayfalar ezberleniyor. Her bir turda daha önce yapılan
ezberler sürekli tekrar ediliyor. Böylelikle önceki ezberler
kuvvetlendiriliyor.
Bu sisteme göre yirmi turu bitirenler hafız oluyor. Yazımızda
hafızlık kurslarında tatbik edilen bu sistemin nasıl işlediğini sizlere
anlatacağız. Konuyu anlatmaya geçmeden önce, diğer sistemlere göre
hafızlık yapmanın avantaj ve dezavantajlarından biraz bahsedelim.
“Kur’ân-ı Kerîm’i Osmanlı usulüyle ezberlemenin farkı nedir? Baştan
sona ezberlemek daha kolay değil mi?” sorumuza, Hafız-ı Kurrâ Mehmet
Uçar şöyle cevap verdi: “Kur’ân-ı Kerîm’i ezberlemenin birkaç tane usulü
var. İsteyen kendine uygun olan usulu takip edebilir. Ancak hafızlık
sabır ve inanç isteyen bir süreç, ecdadımız bu ilme kafa yorduğu için
talebenin halet-i ruhiyesini de düşünerek, Osmanlı usulünü geliştirmiş.
Düşünün, baştan sona ezberleme usulüyle bir hafız ilk on cüzü
ezberliyor. Sonrasında eline Kur’ân-ı Kerîm’i alıp ‘Bu kadar sayfa ezber
yaptım; ama şu kadar sayfa daha duruyor, daha yolun başındayım.’
diyerek orayı gözünde büyütebilir. Ancak Osmanlı usulünü takip eden
hafızlar bunu asla demiyor. Ona göre Kur’ân-ı Kerîm’in tamamı eşit.
Çünkü her cüzden ezberlediği sayfalar var. Hatta Osmanlı usulüyle,’Her
cüzden ezber yaptım. Biraz daha gayret edeyim, hafızlığı bitireyim.’
diyerek, ezber iştahı daha da artıyor. Ecdadımızın hafızlık sistemi,
hafızı sürekli ileriye doğru teşvik ediyor, gayretini ve şevkini
artırıyor, ona sonraki sayfaları ezberletme gücü veriyor.” Ayrıca
ecdadımız bu sistemle hafıza tekniğini de kullanmış ve sayfaları
kodlamıştır. 600 sayfayı baştan sona ezberlemek mi kolay, yoksa 30 tane
20 sayfayı ezberlemek mi? Hafızlar bu kodlama sayesinde hangi ayetin
nerede olduğunu daha kolay buluyorlar. Mesela “Rabbenağfirlî
velivâlideyye…” ayeti nerededir sualine, 13. cüzün 19. sayfasının, alt beş satırındadır diye cevap verirler.
Burada bir gerçeği de ifade edelim, dünyanın her tarafından Osmanlı
hafızlık usulünü öğrenip kendi memleketlerinde uygulayanlar olmuş. Hatta
yurt dışından Kur’ân-ı Kerîm’i öğrenmek isteyenler bu usulün takip
edildiği yerleri gelip buluyorlar. Türkiye’de hafızlıkta Osmanlı usulünü
çok güzel uygulayan yerler var. Çok da rağbet gören bu yerler,
yapılanın ne kadar doğru olduğunu ispatlıyor. İsteyen her Müslüman bu
sistemle rahatlıkla hafız olabiliyor. Hafızlık kursları şu an,
ecdadımızın izlerini takip ediyor.
Ne kadar zamanda hafız olunabiliyor?
Hafızlıkta bir kişinin hedefini gerçekleştirme süresini, hafızın
kendisi belirliyor. Normal şartlar içerisinde hafızlık eğitimi 1 ila 2
yıl sürüyor. Hafızlık kursunda bir iki yıl içerisinde hafızlığı
bitirenler olduğu gibi, gayretli çalışmalarıyla 6 ay gibi çok kısa bir
sürede hafızlığını tamamlayanlar da var.
Hafızlık yapmak için yola koyulanların aklına ilk şu soru gelebilir, “Kaç ayda hafız olabilirim?”
Bu soruya hafız-ı Kurrâlar şu hikâyeyi anlatarak cevap veriyorlar:
Tarlasında çalışan bir hocaya tanımadığı biri yaklaşıp sormuş: -Efendi
Amca, falanca köye tam olarak kaç saatte gidebilirim?
Hoca cevap vermemiş. Hâlbuki üç kez seslenmiş yabancı. “Herhalde sağır.” diye düşünüp yoluna devam etmiş.
Epey uzaklaştıktan sonra, Hoca, “Evlat gel!” diye bağırmış.
Merakla geri dönen gence,
“Sen tam olarak iki buçuk saatte gidersin.” demiş.
Genç adam demiş ki: “Amca bey, biliyordun da daha önce niye söylemedin?”
“Evet” demiş hoca, yolu biliyorum; ama senin nasıl yürüdüğünü görmeden nasıl cevap verebilirdim?”
Hafızlar sayfaları nasıl ezberliyor?
Kur’ân sayfaları ezberlenirken satırlar “beşer beşer” ezberleniyor.
Bu, hafızlık için çok mühim bir husus. Hafızlıkta sayfaları beşer beşer
ezberlemenin ayrı bir hikmeti var. Kur’ân-ı Kerîm’in ilk nazil olan
ayetleri “alak sûresinin” ilk beş ayetidir. Beşerli ezber sistemini
pratik hayatta tatbik eden hafızlık hocaları, bunun faydasını hatimle
kıldırdıkları teravih namazlarında görmüşler. Talebelerine de bu usul
üzere hafızlık yaptırıyorlar.
Osmanlı usulü ile sayfa ezberleme
Ezberlenecek ilk beş satır asgari 15 kez mahreç ve tecvid kaidelerine
uyularak okunuyor. 15 defa okumanın da bir usulü var. Önce tertil
(yavaş okuyuş) ile bir-iki defa okunuyor. Özellikle ilk okuma hocanın
huzurunda oluyor. Sonra orta okuyuş (tedvir) ile 12-13 defa okunmaya
devam ediliyor. Şayet ihtiyaç olursa hızlı okuyuş (hadr) ile birkaç kez
daha okunabiliyor. Buradaki püf nokta, sayfaları yüzüne okurken çok
dikkatli olmaktan geçiyor. Çünkü doğru bakamayan talebe doğru göremiyor
ve ezberi eksik ya da yanlış oluyor.
Kur’ân-ı Kerîm ve biz
Peygamber Efendimiz’den sonra Ashab-ı Kiram ve Müslümanlar Kur’ân-ı Kerîm’e sahip çıktı.
Hem erkeklerden hem de kadınlar arasından binlerce hafız ve hafizeler
yetişti. Hazreti Ebu Bekir Efendimiz: “Dünya işiyle ahiret işi yan yana
geldiğinde ahireti tercih edin. Dünya işiniz de yoluna girer.”
buyuruyor. Ashab-ı Kiram hep Kur’ân-ı Kerîm’i tercih ettiler ve kendi
dönemlerinde büyük fetihler yaptılar.
Hasbelkader hafızlık yaşını geçirmiş, bu
işe gönül veren ihtiyarların da kendilerine bir hafızlık hedefi
koymaları gerekiyor. Çünkü 100 yaşında da olsa herkesin hidayete ve
Kur’ân-ı Kerîm’e ihtiyacı var. İbrahim Aleyhisselamın ateşini söndürmek
için su götüren karınca misali, hafızlıkta da önemli olan niyettir.
Mesela her Müslüman, “Ben Kur’ân’ın onda birini ezberleyeceğim, oranın
hafızı olacağım.” diyerek yola çıksa, bu niyeti, Hazreti Allah’ın
hikmetiyle tamamını ezberlemesine vesile olabilir. Hazreti Kur’ân’ın
tadını alan bir ebeveyn elbette evladını da hafız yapmak isteyecektir.
Nitekim hafızlık yapan talebelerin ailelerinde en az bir hafızın olması,
hafızlık kararında ailenin ne kadar tesirliolduğunu gösteriyor.
Öyle bir zamanda yaşıyoruz ki genç olsun
ihtiyarlar olsun, Kur’ân-ı Kerîm’den yeteri kadar ezber yapmamış çok
sayıda Müslüman var. Çoğu namaz kılarken sadece birkaç sûre
okuyabiliyor. Bir ömür, 7-8 yaşlarında ezberlenilen birkaç sûreyle
geçiyor. Özellikle yaz tatilleri Kur’ân-ı Kerîm ezberi yapmak için iyi
bir fırsat. Bu zaman değerlendirilirse, tam olmasa da yarım hafız, bir
cüzün hafızı ya da “Yasin sûresinin hafızı” olunabilir. Ayrıca namaz
kılacak kadar ayet ve sûre ezberlemek her Müslüman için farz-ı ayındır.
Fatiha ile birlikte bir sûre ezberlemek vacip, Kur’ân-ı Kerîm’in
tamamını ezberlemek ise farz-ı kifayedir.
Tabi Kur’ân-ı Kerîm’i hayatımıza
alabilmek için öncelikle bilgisayarın, televizyonun ve internetin fuzuli
işlerinden hemen vazgeçmek gerekiyor. Bunun için en güzel yol, akşam
olunca ailesi ile birlikte toplanıp Hazreti Kur’ân ile meşgul olmaktır.
Evde hafızlık kampı yapmak, hane halkı için tercihi zor ama mükafatı
büyük bir yol olacaktır. Kur’ân-ı Kerîm’i her gün okumak, onunla
yaşamak, onu öğrenmek, onu ezberlemek, olmadı namaz sûrelerini gözden
geçirmek bile Kur’ân okurunu, Peygamber Efendimiz’in gıpta ettiği iki
sınıftan biri yapabilir. “Ancak iki kişiye gıpta edilir. Biri Allahü
Teâlanın kendisine Kur’ân-ı Kerîm ihsan ettiği ve onu gece gündüz okuyan
kimse; diğeri ise Allah’ın kendisine verdiği malı gece gündüz infak
eden kimsedir.”
Hafızlık tabirleri
Ham (çiğ):İlk defa ezberlenecek sayfa
Has (pişmiş):Daha önce ezberlenmiş sayfalar
Haslama: Ezberleri kuvvetlendirmek için yapılan tekrar
Galat:Yanlış ezberlenmiş kelime harf veya harekeye denir.
Kaynakça:
1. Osman Keskioğlu, Kur’ân Tarihi ve Kuran Hakkında Ansiklopedik bilgiler, İstanbul 1957 s. 91-92.
2. İbn Sahnun, Eğitim ve Öğretimin Esasları, İstanbul 1996.
3. İsmail Karaçam, Kur’ân-ı Kerîm’in Faziletleri ve Okuma Kaideleri, İstanbul 1996.
4. Faruk Bayraktar, İslam Eğitiminde Öğretmen ve Öğrenci Münasebetleri, İstanbul 1989
5. Ali Osman Yüksel, İbn Cezeri ve Tayyibetü’n- Neşr, İstanbul 1996
6. İmam-ı Gazali, İhyau’ Ulumi’d-Din, Cilt 1, İstanbul 1989.
7. İsmail Hakkı Bursevi, Ruh’ul Beyan Tefsiri, Cilt 7
İnsan ve Hayat Dergisi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder