15 Şubat 2013 Cuma

Kork, Toprak Kokmayandan




Kork, Toprak Kokmayandan


“Kork, toprak kokmayandan” nakaratını diline dolamıştı Deli Fevzi, köyün bir ucundan bir ucuna geçerken. Ne demekti deli, aklı fikri olmayan mı? Bizim Deli Fevzi’nin aklı yok fikri vardı. “Kork, toprak kokmayandan”.

Köyde çok az kimse onu kaale alırdı. Sadık Sermen tarlada çalışırken her geçişinde ona selam verirdi, Sadık Sermen tarlaya bu kara toprağa on bin kök domates dikmişti. Geçimini topraktan sağlardı, gözü gibi bakardı bu domateslere. İlerlemiş yaşına rağmen hep işinin başında olur, tuttuğu yevmiyecilere yardımcı olur, ekmeğini topraktan çıkarırdı.

Domatesi, toprağı anlatırdı bana. Ne de olsa “Eski toprak” idi. “Bak evlat! derdi hep babacan tavırla, “Bu toprak öyle bir nimet ki ne atarsan yetişir, ne ektin de vermedi bu toprak!”

Toprak yüzyılların birikimi, üzerinde gezdiğimiz, zamanı geldiğinde bizi ondan başkası kabul etmeyen sığınağımız, hamurumuz, çamurumuz, mayamız… Bir şairin deyimiyle “Rengimize baksınlar kandan ve çamurdanız.” Koynunda barındığımız ‘sadık yarimiz’.

“Bak Evlat! Toprağın kendisidir insan, meydana gelmesi yüzyıllar sürer. Sen okumuş adamsın ne kadar zamanda meydana gelir?”

“Bir cm.lik toprağın meydana gelmesi için 300 400 yıl geçmesi gerekir. Verimli bir hale gelmesi için ise 3 bin- 12 bin yıl geçmesi gerekir.”

“İnsan da böyledir evlat! İlk önce bir düzelteceksin, sonra işleyeceksin gönül tarlasını. Toprak bu, gül de dikersin, diken de; şeker de ekersin biber de. Gönül bu, kin de ekersin sevgi de; saray da dikersin, kerpiç de. Fahri Kainat Efendimiz ne güzel buyuruyor ‘Dünya ahretin tarlasıdır.’ diye. Hakikatte neler ekebileceğiz bu gönül tarlasına, nasıl yeşillendireceğiz onu?”

” Bak bu domates fidesini alıyorsun; ama bunun yerlisi var, ithali var. Toprağı kazıyorsun, 7-8 cm, ne çok gömüyorsun, ne de az, tam orta kararda, kökleri içerde gövdesi dışında kalacak şekilde. Can suyunu veriyorsun. Güneşe teslim ediyorsun. Gönül tarlasını gözyaşlarınla yeşillendirdiğin gibi bunu da hep sulu-yorsun ki yeşil kalsın. Yoksa kuru bir gazelden başka bir şey olmaz. Sonra gittikçe kök derinleşir toprakta, gövde gelişir yaprakla. Büyüdükçe filiz vermeye başlar. İlk önce iki filiz verir. O filizler ötekilerine nazaran her zaman diğerlerinden daha uzundur. İnsan da büyüdükçe amaçları, hedefleri, sahip olma arzusu, hevesleri, ilgi alanları, olmak istedikleri çoğalır. O filizlerin hepsini büyütmeye kalksan, ne fidenin ömrü buna yeter, ne de fide bu yükü taşıyabilir.” Keşke toprak olsaydık deriz ya bazen, anlıyoruz ki değerimizi aslımızı bilmediğimizdenmiş bu yakınmalar, ahlamalar, hayıflanmalar. Zaten toprak olan bizler işleyememişiz ki gönül tarlasını, ondandır bu acı nedamet.

” Bak evlat! İnsan da her şeyi yapmak ister. Hâlbuki iki filizi vardır hayatın, biri maddi biri manevi. 

Bu iki filizi bıraksa gönül tarlasında hayatın yükü hafifler ve de hayatın semeresini en iyi şekilde alır. Hayatımızda filizlenmeye çalışan o kadar çok kol vardır ki zamanla, o iki filize gidecek besin ve gıdayı hep almaya çalışır. Zamanında kırmazsan o filizleri, alır o gıda ve enerjiyi iki büyük baş filizden. Görünürde gerekli ilerde gövdeye zararlı ‘kuru yük’ filizlerini kesmek zorundayız. Bu kesmeyi makasla fidede yaparken, hayatımızdaki bu filizleri can dostlarımız acıtarak kırsa da en doğru olanı yapmışlardır onlar.”

Can dostlarımız, öyle olmalı ki bizdeki kırılmayı göze alarak budamalı fazlalık olan filizleri gönül tarlasından. Bizi kırarken ona ‘kırılmadan’ teşekkür etmek büyük bir dostluğun başlangıcı, tutunacağımız bir dal olsa gerek.

” Kırıldığında filizler, fide yaralanır, berelenir hatta solar; ama sonra her şeye inat bütün haşerelere ve meşakkatlere rağmen dimdik durur ve tutunur hayata,70 gün sonra meyvesini verir.”
İnsanın yaşı yetmiş olduğunda verir asıl meyveyi, tabi ne ektiyse gönül tarlasına, o çıkacaktır karşısına halk pazarında. Hayat tarlasına kuru bir gazel bırakmadan; bu kara kuru gazelle yanmadan “yeşil bir hayat” bırakabilmek değil mi gayemiz?

Böylesine insan kokuyor, insan oluyordu toprak, ne ekersen onu biçersin onda. Cengiz Aytmatov’un ‘Toprak Ana’sında dediği gibi “Toprağı seversen, toprağa sahip çıkarsan, sen ona gülersen o da sana güler.”

Ah bu Deli Fevzi tekrar geçiyor tarladan, dillendirdiği ” Kork, ayağı toprağa değmeyen adamdan kork” nakaratını öğlenin bu sıcağında çıplak, yalın ayaklarıyla ispatlıyordu.
İnsan ve Hayat Dergisi



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder