Kork, Toprak Kokmayandan
“Kork, toprak kokmayandan” nakaratını diline dolamıştı Deli Fevzi,
köyün bir ucundan bir ucuna geçerken. Ne demekti deli, aklı fikri
olmayan mı? Bizim Deli Fevzi’nin aklı yok fikri vardı. “Kork, toprak
kokmayandan”.
Köyde çok az kimse onu kaale alırdı. Sadık Sermen tarlada çalışırken
her geçişinde ona selam verirdi, Sadık Sermen tarlaya bu kara toprağa on
bin kök domates dikmişti. Geçimini topraktan sağlardı, gözü gibi
bakardı bu domateslere. İlerlemiş yaşına rağmen hep işinin başında olur,
tuttuğu yevmiyecilere yardımcı olur, ekmeğini topraktan çıkarırdı.
Domatesi, toprağı anlatırdı bana. Ne de olsa “Eski toprak” idi. “Bak
evlat! derdi hep babacan tavırla, “Bu toprak öyle bir nimet ki ne
atarsan yetişir, ne ektin de vermedi bu toprak!”
Toprak yüzyılların birikimi, üzerinde gezdiğimiz, zamanı geldiğinde
bizi ondan başkası kabul etmeyen sığınağımız, hamurumuz, çamurumuz,
mayamız… Bir şairin deyimiyle “Rengimize baksınlar kandan ve
çamurdanız.” Koynunda barındığımız ‘sadık yarimiz’.
“Bak Evlat! Toprağın kendisidir insan, meydana gelmesi yüzyıllar sürer. Sen okumuş adamsın ne kadar zamanda meydana gelir?”
“Bir cm.lik toprağın meydana gelmesi için 300 400 yıl geçmesi gerekir.
Verimli bir hale gelmesi için ise 3 bin- 12 bin yıl geçmesi gerekir.”
“İnsan da böyledir evlat! İlk önce bir düzelteceksin, sonra
işleyeceksin gönül tarlasını. Toprak bu, gül de dikersin, diken de;
şeker de ekersin biber de. Gönül bu, kin de ekersin sevgi de; saray da
dikersin, kerpiç de. Fahri Kainat Efendimiz ne güzel buyuruyor ‘Dünya
ahretin tarlasıdır.’ diye. Hakikatte neler ekebileceğiz bu gönül
tarlasına, nasıl yeşillendireceğiz onu?”
” Bak bu domates fidesini alıyorsun; ama bunun yerlisi var, ithali
var. Toprağı kazıyorsun, 7-8 cm, ne çok gömüyorsun, ne de az, tam orta
kararda, kökleri içerde gövdesi dışında kalacak şekilde. Can suyunu
veriyorsun. Güneşe teslim ediyorsun. Gönül tarlasını gözyaşlarınla
yeşillendirdiğin gibi bunu da hep sulu-yorsun ki yeşil kalsın. Yoksa
kuru bir gazelden başka bir şey olmaz. Sonra gittikçe kök derinleşir
toprakta, gövde gelişir yaprakla. Büyüdükçe filiz vermeye başlar. İlk
önce iki filiz verir. O filizler ötekilerine nazaran her zaman
diğerlerinden daha uzundur. İnsan da büyüdükçe amaçları, hedefleri,
sahip olma arzusu, hevesleri, ilgi alanları, olmak istedikleri çoğalır. O
filizlerin hepsini büyütmeye kalksan, ne fidenin ömrü buna yeter, ne de
fide bu yükü taşıyabilir.” Keşke toprak olsaydık deriz ya bazen,
anlıyoruz ki değerimizi aslımızı bilmediğimizdenmiş bu yakınmalar,
ahlamalar, hayıflanmalar. Zaten toprak olan bizler işleyememişiz ki
gönül tarlasını, ondandır bu acı nedamet.
” Bak evlat! İnsan da her şeyi yapmak ister. Hâlbuki iki filizi
vardır hayatın, biri maddi biri manevi.
Bu iki filizi bıraksa gönül
tarlasında hayatın yükü hafifler ve de hayatın semeresini en iyi şekilde
alır. Hayatımızda filizlenmeye çalışan o kadar çok kol vardır ki
zamanla, o iki filize gidecek besin ve gıdayı hep almaya çalışır.
Zamanında kırmazsan o filizleri, alır o gıda ve enerjiyi iki büyük baş
filizden. Görünürde gerekli ilerde gövdeye zararlı ‘kuru yük’
filizlerini kesmek zorundayız. Bu kesmeyi makasla fidede yaparken,
hayatımızdaki bu filizleri can dostlarımız acıtarak kırsa da en doğru
olanı yapmışlardır onlar.”
Can dostlarımız, öyle olmalı ki bizdeki kırılmayı göze alarak
budamalı fazlalık olan filizleri gönül tarlasından. Bizi kırarken ona
‘kırılmadan’ teşekkür etmek büyük bir dostluğun başlangıcı,
tutunacağımız bir dal olsa gerek.
” Kırıldığında filizler, fide yaralanır, berelenir hatta solar; ama
sonra her şeye inat bütün haşerelere ve meşakkatlere rağmen dimdik durur
ve tutunur hayata,70 gün sonra meyvesini verir.”
İnsanın yaşı yetmiş olduğunda verir asıl meyveyi, tabi ne ektiyse
gönül tarlasına, o çıkacaktır karşısına halk pazarında. Hayat tarlasına
kuru bir gazel bırakmadan; bu kara kuru gazelle yanmadan “yeşil bir
hayat” bırakabilmek değil mi gayemiz?
Böylesine insan kokuyor, insan oluyordu toprak, ne ekersen onu
biçersin onda. Cengiz Aytmatov’un ‘Toprak Ana’sında dediği gibi “Toprağı
seversen, toprağa sahip çıkarsan, sen ona gülersen o da sana güler.”
Ah bu Deli Fevzi tekrar geçiyor tarladan, dillendirdiği ” Kork, ayağı
toprağa değmeyen adamdan kork” nakaratını öğlenin bu sıcağında çıplak,
yalın ayaklarıyla ispatlıyordu.
İnsan ve Hayat Dergisi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder