8 Şubat 2019 Cuma

NASÎHATİN EHEMMİYETİ



قَالَ اللهُ تَعَالَى: اُدْعُ اِلَى سَبِيلِ رَبِّكَ بِالْحِكْمَةِ وَالْمَوْعِظَةِ الْحَسَنَةِ وَجَادِلْهُمْ بِالَّتِى هِىَ أَحْسَنُ اِنَّ رَبَّكَ هُوَ اَعْلَمُ بِمَنْ ضَلَّ عَنْ سَبِيلِهِ وَهُوَ اَعْلَمُ بِالْمُهْتَدِينَ. (سورة النحل، ۱۲٥)
الله تعالى شويله بيوردى ( مآلاً )   ."  ( أى رسولوم ) رابنين يولونه حكمت ايله كوزل نصيحت ايله دعوت أت و اونلرله أن كوزل بر سورتله مجادله ده بولون ، محققكى او سنين رابين ، يولندان سابانلرى أن إي بلندر و او ، دوغرى يوله أرمش اولانلرى ده حقى ايله بلندر ."
Allâhü Teâlâ şöyle buyurdu (meâlen): “(Ey Resûlüm) Rabbinin yoluna hikmet ile güzel nasîhat ile davet et ve onlarla en güzel bir sûrette mücâdelede bulun, muhakkak ki o senin Rabbin, yolundan sapanları en iyi bilendir ve o, doğru yola ermiş olanları da hakkıyla bilendir.” 
(Nahl Sûresi, âyet 125)
Hicrî:   03  Cemaziyelahır   1440  Fazilet Takvimi 

NASÎHATİN EHEMMİYETİ

Müslümanlıkta öğüt vermek, ma’rûf (Allâh’ın râzı olduğu fiil veya söz) ile emredip, münkerden (İslâm’a aykırı, günah olan; dinde, örf ve âdette güzel görülmeyen şeyden) nehyetmek mühim bir vecîbedir. Hele günâh işleyen kimselere, birtakım sâlih zatların vaaz ve nasîhatta bulunmaları ise pek lâzımdır. Bunun hikmeti, İsrailoğullarının günahları yüzünden ne gibi bir imtihana maruz kalmış olduklarını bildiren A’raf Sûresi’nin 163 ve 164. âyet-i celîlelerinden pek güzel anlaşılmaktadır:
İsrailoğullarından bir belde ahâlîsinden bir kısmı cumartesi gününün kendilerine mahsûs olan yasağını ihlâl edip Hz. Allâh’ın emrine itâat etmiyorlardı. O belde ahâlîsi iki kısım idi, bir kısmı fâsık günahkârlar gürûhu, bir kısmı da dindar, sâlihler topluluğu idi ki bunların sayısı pek az kalmıştı. Bunlar günahkârları, işledikleri günahtan men edemiyorlar ve onlara hiç söz geçiremiyorlardı.
Bu sâlihler de iki kısım olmuştu. Bir kısmı uğraşmış; acı tatlı, zor kolay her yoldan giderek ve her vâsıtaya mürâcaat ederek zahmetler çekmiş, nasîhat etmiş dinletememiş, nihâyet bıkmış, ümitsizliğe düşmüş, Allah’tan bu ahâlîye bir belâ geleceğini düşünmüş, o halka buğzlarından dolayı nasîhatten vazgeçmiş, uzleti seçmiş idiler. Diğer kısmı ise; asla ümitsiz olmuyorlar, bütün müşkilâta rağmen vaaz ve nasîhate devam ediyorlardı. Bunlar o söz dinlemez halka nasîhate devam ettikçe, o ümitsizliğe düşmüş olanlar “Niye kendinizi boşuna yoruyor, onlara vaaz ve nasîhat edip duruyorsunuz?” diyorlar ve nasîhatten vazgeçip halkı kendi hallerine bırakmalarını söylüyorlardı. Fakat onlar, bir farz-ı kifâyeyi tamamen terk edip hepsinin günahkâr olacağını düşünememişlerdi. Nasîhat edenler “Rabbimize karşı bir mâzeret olmak için, belki bir dereceye kadar sakınırlar.” diyerek yine vaaz ve nasîhatten vazgeçmediler.
Yeis (ümitsizlik), dünyada hiçbir hususta câiz değildir. Bir fenalığın aslını, bu mümkün olmazsa sürat ve şiddetini olsun hafifletmeye çalışmalıdır. Felâket mukadder ise, nasîhat edenler Allah indinde ma’zur olurlar. Nitekim A‘raf Sûresi’nin 165. âyet-i kerîmesinde bildirildiği üzere hiç nasîhat dinlemeyen bu kavim şiddetli bir azaba uğrayıp helâk olmuşlardır.
(Elmalılı, Hak Dîni Kur’an Dili Tefsiri, Fazilet Neş.)
Hicrî:   03  Cemaziyelahır   1440  Fazilet Takvimi 



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder