27 Şubat 2019 Çarşamba

KALBLERİ MÜHÜRLÜ OLANLAR




قَالَ اللهُ تَعَالَى: اِنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا سَوَۤاءٌ عَلَيْهِمْ ءَاَنْذَرْتَهُمْ اَمْ لَمْ تُنْذِرْهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ، خَتَمَ اللهُ عَلَى قُلُوبِهِمْ وَعَلَى سَمْعِهِمْ وَعَلَى اَبْصَارِهِمْ غِشَاوَةٌ وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظِيمٌ. (سورة البقرة، ٦-۷ )
الله تعالى شويله بيوردى ( مآلاً )   ."  محقق ( اللهه شرك قوشارق ) كفره صابانلر ( عذاب إيله ) قورقوتمان ويا قورقوتمامان اونلر إيجن مساوى در ، اونلر إيمان أتمزلر ، الله تعالى اونلرين قلبلرنى و قولاقلرنى مهورلمش در . و اونلرين كوزلرى اؤزرنده ده بر برده واردر ، و بونلر إيجن بيوك بر عذاب واردر ."
Allâhü Teâlâ şöyle buyurdu (meâlen): “Muhakkak (Allâh’a şirk koşarak) küfre sapanları (azâp ile) korkutman veya korkutmaman onlar için müsâvîdir, onlar îmân etmezler. Allâhü Teâlâ, onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Ve onların gözleri üzerinde de bir perde vardır. Ve bunlar için büyük bir azap vardır.”
(Bakara Sûresi, âyet 6-7)
Hicrî:   21 Cemaziyelahır   1440  Fazilet Takvimi 

KALBLERİ MÜHÜRLÜ OLANLAR


Ebû Süfyan, Velîd İbn-i Muğîre, Ebû Cehil ve Nadr gibi (Müslüman olmayan) bir cemaat, Resûl-i Ekrem’in okuduğu Kur’ân-ı Kerîm’i dinlemişler. Yanlarındaki hurâfeler kabîlinden hikâyeleri nakledip duran Nadr’e sormuşlar: “O ne okuyor?” Nadr da: “Benim size hikâye ettiğim gibi hurafeler söylüyor.” demiş. Ebû Süfyan ise “Hayır, ben onun söylediklerinin bir kısmını hak görüyorum.” deyince Ebû Cehil de “Sakın bunun hiçbir şeyini ikrar etme” demiş. O da “Ölüm bana ondan ehvendir.” demiş. Bunun üzerine En’am Sûresi’nin 25. âyet-i kerîmesi nâzil olmuştur.
Bu mübârek âyetler, müşriklerin Kur’ân-ı Kerîm hakkındaki pek cahilce iddialarını çirkin bulmakta ve yalanlamaktadır. Ve onların Kur’ân’ın beyanlarına karşı olan hareketleriyle, kendilerini helâke götürmüş olduklarını bildirmektedir. Yani, “Biz de kalblerine kat kat ve görülmedik örtüler koymuşuzdur ki dinledikleri Kur’ân’ı anlamalarına mânîdir. Ve hattâ kulaklarında bir ağırlık vardır, dinlediklerini iyice duymazlar bile.” buyurulmuştur.
Hz. Allah bunlara da fıtraten kulak ve kalb vermiştir. Fakat o kalbler öyle katılaşmış ki hakkı-hakîkati değil dinlemek, görseler bile yine inanamazlar. Bu örtüler, bu mânialar, akılların tutulması, bâtıl i’tikadlara saplanması, nefislerin istek ve ihtiraslara bürünmesidir ki bunlar herhangi bir şahısta, tabiat (huy) hâline geldi mi artık onda hakkı anlamak ve kabul etmek kâbiliyeti kalmaz, îmân isti’dadı söner...
Herkes bilmelidir ki evvelemirde kendisine rahmet-i ilâhiyye olarak az veya çok bir ecel ile bir yaratılış sermayesi verilmiştir. Bu bir gün dolup tükenir, eğer suistimal edilir, bitirilirse Hz. Allah bir daha vermeye mecbur değildir. Bir gün gelir ki bütün mâniaları önüne yığar ve ondan sonra bu suistimalin mesuliyyeti devri gelir. Binaenaleyh fırsat elde iken ve onun azlığına çokluğuna itiraz etmeyerek o rahmeti artırmalı, çoğaltmalı, ebedî rahmete ermelidir. Yoksa bu âyette gösterilen kâfirler gibi kâbiliyetleri kapanınca taptaze en güzel nîmetler önlerine konur da tadamaz, ‘bunlar eskimiş, kokmuş şeylerdir’ diye mücâdele eder.
(Hak Dîni Kur’ân Dili Tefsiri, Fazilet Neş.)
Hicrî:   21 Cemaziyelahır   1440  Fazilet Takvimi 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder