قَالَ اللهُ
تَعَالَى: وَسَخَّرَ لَكُمُ اللَّيْلَ وَالنَّهَارَ وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ
وَالنُّجُومُ مُسَخَّرَاتٌ بِأَمْرِهِ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآَيَاتٍ لِقَوْمٍ
يَعْقِلُونَ (سورة النحل، ١٢ )
الله تعالى
شويله بيوردى
( مئآلاً : "...هم سزيك إيحن كجيى ، كوندوزى ، كونه
شى و آي تسحِرْ بيوردى ( خدمتنزه وردى ) . يلدزلرده اونون أمرينه مُصَحَّرْدر ( بويون أكمشلردر ) . ألبتده بونده عقل
أدن بر قوم إيجن بيوك آيتلر ( علامتلر ، دليللر ) واردر ."
Allâhü Teâlâ şöyle buyurdu (meâlen): “Hem sizin için geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı teshîr buyurdu (hizmetinize verdi). Yıldızlar da onun emrine musahhardır (boyun eğmişlerdir). Elbette bunda akıl eden bir kavim için büyük âyetler (alâmetler, deliller) vardır.”
(Nahl Sûresi, âyet 12)
Hicrî: 04 Cemaziyelahir 1439 Fazilet
Takvimi
HEY’ET (ASTRONOMİ) İLMİNE DÂİR
Allâhü Teâlâ yerlerde, göklerde kendi kudretine, azametine birer parlak delil olmak üzere milyonlarca bedîalar (insanı hayran bırakan güzellikler) yaratmıştır. Bu bedîalar, öteden beri mütefekkir insanların dikkatlerini çekmiş, gökteki cisimlerin hâlleri, şekilleri, miktarları, uzaklıkları incelenip üzerinde çalışılmış, bu hususlara dâir birçok kitaplar yazılmıştır. İşte bunlara dâir meselelerin, kâidelerin ve incelemelerin tamamına “ilm-i hey’et” adı verilmektedir.
Kur’ân-ı Hakîm, bu hususlarda da insanlara rehber olmuş, insanların gözlerini göklere, yerlere celbetmiş, gözlerimize çarpan milyonlarca parlak gök cisminin, yıldızların gâfilâne bir halde temâşâ edilmemesini emretmiş, bunların yaradana şehâdet etmekte olduğunu haber vermiştir. Kur’ân-ı Kerîm’in bu beyanları hey’et ilminin kıymetini yükseltmiş, Müslümanların arasında bu ilim ile uğraşanların çoğalmasına sebep olmuştur. Hatta namaz vakitlerini, kıble cihetini ta’yin husûsunda kendisine ihtiyaç görülen ve hey’et ilminin bir şûbesi sayılan “ilm-i mevâkit” gibi şeyleri öğrenmek Müslümanlarca bir farz-ı kifâye bulunmuştur.
Kur’ân-ı Mübîn, gök cisimlerinin, yıldızların birer kudret âyeti, birer azamet numûnesi, birer ulûhıyyet şâhidi olduğunu telkin ile insanları tefekkür dâiresine çekmektedir.
Günden güne genişliği ve yüceliği daha güzel anlaşılarak akılları hayrette bırakan kâinat, nice seyyâreleri, yıldızları kucağında besleyen, daha nice binlerce âlemlere tecelligâh olan bir kudret sâhasıdır.
Neml Sûresi’nin 61. âyet-i celîlesinde yeryüzünün insanlar için ve sâir birçok hayat sahibleri için latîf bir ikâmetgâh olduğu bildiriliyor. Bu yer sâhasının, aralarından ırmakların akıp gittiğini, bunun üzerinde su ve mâden hazîneleri olmak üzere yer yer dağların bulunduğunu gösteriyor. Tatlı ve tuzlu her iki denizin arasında bir perde bulunup bunların birbirine karışmadığını anlatıyor. Artık bu bedîaları yaratanın Hak Teâlâ’dan başka olamayacağını, buna rağmen birçok gâfil kimselerin bunu bilemediklerini beyân buyurmuş oluyor.
Kur’ân-ı Hakîm, bu hususlarda da insanlara rehber olmuş, insanların gözlerini göklere, yerlere celbetmiş, gözlerimize çarpan milyonlarca parlak gök cisminin, yıldızların gâfilâne bir halde temâşâ edilmemesini emretmiş, bunların yaradana şehâdet etmekte olduğunu haber vermiştir. Kur’ân-ı Kerîm’in bu beyanları hey’et ilminin kıymetini yükseltmiş, Müslümanların arasında bu ilim ile uğraşanların çoğalmasına sebep olmuştur. Hatta namaz vakitlerini, kıble cihetini ta’yin husûsunda kendisine ihtiyaç görülen ve hey’et ilminin bir şûbesi sayılan “ilm-i mevâkit” gibi şeyleri öğrenmek Müslümanlarca bir farz-ı kifâye bulunmuştur.
Kur’ân-ı Mübîn, gök cisimlerinin, yıldızların birer kudret âyeti, birer azamet numûnesi, birer ulûhıyyet şâhidi olduğunu telkin ile insanları tefekkür dâiresine çekmektedir.
Günden güne genişliği ve yüceliği daha güzel anlaşılarak akılları hayrette bırakan kâinat, nice seyyâreleri, yıldızları kucağında besleyen, daha nice binlerce âlemlere tecelligâh olan bir kudret sâhasıdır.
Neml Sûresi’nin 61. âyet-i celîlesinde yeryüzünün insanlar için ve sâir birçok hayat sahibleri için latîf bir ikâmetgâh olduğu bildiriliyor. Bu yer sâhasının, aralarından ırmakların akıp gittiğini, bunun üzerinde su ve mâden hazîneleri olmak üzere yer yer dağların bulunduğunu gösteriyor. Tatlı ve tuzlu her iki denizin arasında bir perde bulunup bunların birbirine karışmadığını anlatıyor. Artık bu bedîaları yaratanın Hak Teâlâ’dan başka olamayacağını, buna rağmen birçok gâfil kimselerin bunu bilemediklerini beyân buyurmuş oluyor.
(Büyük Tefsîr Tarihi)
Hicrî: 04 Cemaziyelahir 1439 Fazilet
Takvimi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder