قَالَ
النَّبِىُّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: إِذَا وَقَعْتُمْ فِي الْاَمْرِ
الْعَظِيمِ فَقُولُوا : حَسْبُنَا اللهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ. (الجامع الصغير)
رسول الله أفندمز محمد مصطفى ( صلى الله عليه وسلم ) بيوردولر ."
بيوك بر صقنطى إيجنه دوشتوكونوز زمان حَسْبُنَا اللهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ دينز
."
Peygamber Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) buyurdular: “Büyük bir sıkıntı içine düştüğünüz zaman ‘Hasbünallâhü ve ni’me’l-vekîl, deyiniz.”
(Süyûtî, el-Câmiu’s-Sağîr)
Hicrî: 17 Cemaziyelahir 1439 Fazilet
Takvimi
BİR ÂLİMİN HAZRET-İ EBÛBEKİR’DEN İSTİMDÂDI
Sultan Üçüncü Ahmed Han devri ve 18. asır İslâm âlimlerinden Abdülganî Nablusî merhûm (1641-1731) “el-Hakîkat ve’l-mecâz fi’r-rıhleti ilâ-bilâdi’ş-Şâm ve Mısır ve’l-Hicâz” isimli Hac seyâhatnâmesinde şöyle anlatıyor:
Yolculuğumuzun 27. günü Trablus’ta iken Seyyid Hibetullah Efendi bizi bir ziyâfete dâvet etti. Yemekten sonra gâyet istifâdeli bir ilim meclisi oldu.
Sonra Hibetullah Efendi bize babası müftü Şeyh Ali’nin başından geçmiş şu acâib hâdiseyi -babasından hikâye ederek- nakletti:
Ganî ve Kavî olan Rabbine muhtaç şu fakir kul Ali bin Osman ed-Darîr el-Hanefî el-Hamevî der ki:
1062 (1652) senesi Ramazân-ı şerifinin ilk cuma günü çok şiddetli sıkıntılar içinde olduğumdan kalbim çok daralmıştı. Kendi kendime: “Resûlullâh’ın büyük sahâbîsi, mağara arkadaşı ve Halîfesi Hazret-i Ebûbekr-i Sıddîk (radıyallâhü anh) Efendimizi bazı beytlerle medhetsem de ondan mükâfâtını beklesem. Umulur ki sıkıntılarımı açar, sadrımı şerh eder” dedim.
Sonra beytleri yazmaya başladım. On iki beytini nazmetmiştim ki bana bir uyku geldi. Başımı yastığa koydum, uyudum. Rüyamda bir büyük topluluk gördüm. Ortalarında yeşil elbiseli, heybetli bir zât vardı. O topluluktan biri bana:
“Şu gördüğün ortadaki zât Ebûbekr-i Sıddîk Hazretleridir” dedi. Hemen huzurunda yere kapanıp ayaklarını öptüm. Bana:
“Merhaba, haydi kasîdeyi oku da câizeni, mükâfâtını vereyim” buyurdu.
“Ey Resûlullâh’ın sıddîkı! Henüz tamamlamadım” dedim.
“Biz senin için tamamlarız” buyurdu.
Kırk beyt kadar okudum. Bitirdiğimde bana: “İnşallâh bütün istediklerine nâil olursun” buyurdular. Sonra uyandım. Hazret-i Sıddîk’ın ilhâmıyla nazmettiklerimin tamamı hâfızamda idi. Bu kasîdeye “Medhu’s-Sadîk li-Hazreti’s-Sıddîk” adını verdim. Bu hâdiseden sonra Allâh’ın izniyle bütün sıkıntılarım birer vesîle ile üzerimden kalktı.
Yolculuğumuzun 27. günü Trablus’ta iken Seyyid Hibetullah Efendi bizi bir ziyâfete dâvet etti. Yemekten sonra gâyet istifâdeli bir ilim meclisi oldu.
Sonra Hibetullah Efendi bize babası müftü Şeyh Ali’nin başından geçmiş şu acâib hâdiseyi -babasından hikâye ederek- nakletti:
Ganî ve Kavî olan Rabbine muhtaç şu fakir kul Ali bin Osman ed-Darîr el-Hanefî el-Hamevî der ki:
1062 (1652) senesi Ramazân-ı şerifinin ilk cuma günü çok şiddetli sıkıntılar içinde olduğumdan kalbim çok daralmıştı. Kendi kendime: “Resûlullâh’ın büyük sahâbîsi, mağara arkadaşı ve Halîfesi Hazret-i Ebûbekr-i Sıddîk (radıyallâhü anh) Efendimizi bazı beytlerle medhetsem de ondan mükâfâtını beklesem. Umulur ki sıkıntılarımı açar, sadrımı şerh eder” dedim.
Sonra beytleri yazmaya başladım. On iki beytini nazmetmiştim ki bana bir uyku geldi. Başımı yastığa koydum, uyudum. Rüyamda bir büyük topluluk gördüm. Ortalarında yeşil elbiseli, heybetli bir zât vardı. O topluluktan biri bana:
“Şu gördüğün ortadaki zât Ebûbekr-i Sıddîk Hazretleridir” dedi. Hemen huzurunda yere kapanıp ayaklarını öptüm. Bana:
“Merhaba, haydi kasîdeyi oku da câizeni, mükâfâtını vereyim” buyurdu.
“Ey Resûlullâh’ın sıddîkı! Henüz tamamlamadım” dedim.
“Biz senin için tamamlarız” buyurdu.
Kırk beyt kadar okudum. Bitirdiğimde bana: “İnşallâh bütün istediklerine nâil olursun” buyurdular. Sonra uyandım. Hazret-i Sıddîk’ın ilhâmıyla nazmettiklerimin tamamı hâfızamda idi. Bu kasîdeye “Medhu’s-Sadîk li-Hazreti’s-Sıddîk” adını verdim. Bu hâdiseden sonra Allâh’ın izniyle bütün sıkıntılarım birer vesîle ile üzerimden kalktı.
Hicrî: 17 Cemaziyelahir 1439 Fazilet
Takvimi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder