قَالَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ : إِنَّ اللهَ عَزَّ وَجَلَّ يُعْطِي الدُّنْيَا مَنْ يُحِبُّ وَمَنْ لَا يُحِبُّ وَلَا يُعْطِي الدِّينَ إِلَّا لِمَنْ أَحَبَّ فَمَنْ أَعْطَاهُ اللهُ الدِّينَ فَقَدْ أَحَبَّهُ. (حم)
رسول الله أفندمز ( ﷺ ) بيوردولر ، " محقق الله عز وجل ، دنياي سوديكنه ده سومديكنه ده ورير . دينى ( إسلام ، يك كوزلكلرينى ) إيسه آنجق سوديكى كمسلره ورير . او حالده هر كمسه ، الله تعالى ، دينى ورمشسه محقق اونى سومش ( اوندان راضى اولمش ) دمكدر . "
Resûlullah Efendimiz sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdular: “Muhakkak Allâh Azze ve Celle, dünyayı sevdiğine de sevmediğine de verir. Dini (İslâm’ın güzelliklerini) ise ancak sevdiği kimselere verir. O hâlde her kime, Allâhü Teâlâ, dini vermişse muhakkak onu sevmiş (ondan râzı olmuş) demektir.”
(Müsned-i Ahmed bin Hanbel)
Hicrî: 07 Recep 1442 Fazilet Takvim
KÂRÛN OLSAN DA DÜNYADAN NASÎBİN BİR KEFENDİR
Kasas Sûresi’nin 76 ilâ 82. âyet-i kerîmelerinde şöyle bildirilmektedir:
Kârûn, Mûsâ (a.s.)’ın kavmindendi. Fakat karaborsacılık yapmış, zekâtını vermemiş, Mûsâ (a.s.)’a isyan etmişti. Ona (Kârûn’a) öyle hazineler vermiştik ki anahtarları(nı taşımak bile) cidden güçlü kuvvetli bir bölüğe ağır geliyordu. O vakit kavmi, ona şöyle demişti: “(Malına) güvenme, çünkü Allah, (malına) güvenenleri sevmez.”
Allâh’ın sana bu verdikleri içinde sen, âhiret evini ara ve dünyadan nasîbini unutma (dünyadan asıl nasip ise “Dünya, âhiretin tarlasıdır.” hadîs-i şerîfi üzere âhiret için yapılan amellerdir. Yoksa dünyadan nasip, nihayet bir kefendir.) Allâh’ın sana ihsan ettiği gibi (sen de insanlara) ihsan et ve yeryüzünde fesat çıkarmak isteme. Çünkü Allah, müfsidleri (bozguncuları) sevmez.
(Kârûn ise) ben, ona (servete), sırf bendeki bir ilim sayesinde nâil oldum, dedi. Allâh’ın ondan evvelki nesillerden, ondan daha kuvvetli ve daha büyük bir topluluğa sahip olan (Firavun gibi) nice kimseleri helâk etmiş olduğunu bilmiyor muydu? Niye bu ilminden istifade etmedi? Mücrimler günahlarından suâl de olunmaz. (Yani onlar simalarından bilinir ve derhal cehenneme atılırlar.)
Derken (Kârûn), ziyneti (debdebesi) içinde kavminin karşısına çıktı, dünya hayatı(nı) arzu edenler ‘Ah, dediler, ne olurdu şu Kârûn’a verilen gibi bizim de olsa! O cidden büyük bir bahtiyar!’ dediler. Kendilerine ilim verilmiş olanlar ise “Yazıklar olsun size, Allâh’ın vereceği sevap, iman edip iyi ameller ile çalışan kimseler için daha hayırlıdır, ona ise ancak sabredenler kavuşturulur” dediler.
Derken biz, onu hem de sarayı ile yere geçiriverdik. O vakit Allâh’a karşı yardımına gelecek taraftarları da olmadı, kendini kurtaracaklardan da değildi. Dün, onun mevkiini temenni edenler de bu sabah şöyle diyorlardı: ‘Vay be, demek ki hakikat bu: Kâfirler felâh bulmayacak!’
(Elmalılı, Hak Dîni Kur’ân Dili Tefsiri, Fazilet Neşriyat)
Hicrî: 07 Receep 1442 Fazilet Takvim
SİTEDEKİ KONU BAŞLIKLARINI GÖRMEK İÇİN TIKLAYINIZ"
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder