قَالَ
رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: يَقُولُ ابْنُ آدَمَ مَالِي
مَالِي وَهَلْ لَكَ مِنْ مَالِكَ إِلَّا مَا تَصَدَّقْتَ فَأَمْضَيْتَ أَوْ
أَكَلْتَ فَأَفْنَيْتَ أَوْ لَبِسْتَ فَأَبْلَيْتَ. (ت)
رسول الله أفندمز ( ﷺ ) بيوردولر ،: " آدم
اوغلى ! بنم مالم ، بنم مالم ! ديب دورور . عجابه صدقه وريب آخرته براقديغندان ويا
ييب توكتديكندن وياحود كيب أسكتديكندن باشقه ماليك وارمى در ؟ ."
Resûlullah Efendimiz sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdular:
“Âdemoğlu ‘benim malım, benim malım’ deyip durur. Acaba sadaka verip âhirete
bıraktığından veya yiyip tükettiğinden veyahut giyip eskittiğinden başka malın
var mıdır?”
(Sünen-i Tirmizî)
Hicrî: 05 Cemâziyelâhır 1441 Fazilet
Takvimi
ALLÂH’A ÎTİMAD ETMEK
Allâhü Teâlâ, Kehf Sûresi’nin 32 ile 44. âyet-i kerîmelerinde, fakir Müslümanlara karşı; malları ve yardımcılarının çokluğuyla iftiharda bulunan kâfirlere bu mağrûrâne hareketlerinin muvâfık olmadığını bir misalle ihtar ediyor. Misalde bahsi geçen iki şahıstan dünyaya dalmış, âhireti inkâr etmiş olan birinin cahilce, bencilce olan vaziyeti tasvir ediliyor. Mümin zatın yaptığı ihtarların da tahakkuk ettiği gösteriliyor. Yani, o kâfir şahsın güvendiği bağlarının mahv ve harab olduğunu, hiçbir kimseden yardım göremediğini, pişman olarak cehâletini anladığını bildiriyor ve insanları her türlü felâketlerden korumak, hayırlara kavuşturmak için Allâhü Teâlâ’dan başka bir hâmî (himâye edicinin; koruyucunun) bulunmadığını beyan buyuruyor.
Bu iki şahıstan murat, bir rivâyete göre Benî İsrâil’den iki kardeş veya iki ortaktır ki, sekiz bin altını bölüşmüşler, kâfir olan kendi hissesiyle akar (gayr-i menkul) vesaire satın almış, mümin olan da hissesini Allah rızâsı için hayır yoluna sarfetmiştir.
Hak Teâlâ Hazretleri iki şahsın hâlini bir misal, bir uyanıklık vesilesi olması için îrad buyurmuştur. O Hâlık-ı Kerîm, mümin kulları için güzel bir amelden dolayı müteaddit sevaplar ihsan buyurur ki bu âkıbetçe de en hayırlıdır. Salih kullarını nihâyet muvaffakiyete erdirir, en güzel bir hâtimeye nâil eder, onları ebedî cennetlere kavuşturur. Binaenaleyh insan, böyle güzel bir âkıbete kavuşmak için çalışmalıdır. Yalnız fânî olan dünya varlığına mağrur olmamalı, hakîkî istikbâli (âhireti) düşünmelidir.
Şüphe yok ki, dünya varlığına güvenilmez. Bir kere gayr-ı meşru surette elde edilen bir dünya varlığı, sahibi için felâkete vesiledir. Meşru sûrette elde edilen bir servetin de kadri bilinmez, zekâtı verilmez, onu ihsan eden Hâlık-ı Kerîm’e şükredilmezse onun da ebedî bir faydası yoktur. Bir gün o da elden çıkar, âhirette mesûliyete sebep olur. Nice servet ve mevki sahiplerinin daha dünyada iken ne kadar hakîr ve zelil hallere düştükleri daima görülmektedir. Nice fakîr, âciz kimselerin de daha sonra servet ve mevki sahibi oldukları malûmdur. Binaenaleyh hırslı olmamalı, dünya varlığına güvenerek başkalarına karşı kibirlenmemelidir. Meşrû sûrette bir nîmet elde edilince de kadrini bilmeli, ondan güzelce istifâde etmeli, onunla insanlığa hizmet etmelidir.
Hicrî: 05 Cemâziyelâhır 1441 Fazilet
Takvimi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder