HAMMAMİ TERCÜMESİ 3
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ
وَمَا اَنْزَلْنَا عَلٰى قَوْمِهٖ مِنْ بَعْدِهٖ مِنْ
جُنْدٍ مِنَ السَّمَاءِ وَمَا كُنَّا مُنْزِلٖينَ ۲۸
28) Onun (şehid edilmesinin) arkasından,
kavminin üzerine (onları helak etmek için) gökten hiç bir ordu
indirmedik. İndirecek de değildik.
Onları helak etmek çok kolaydı. Onların helaki için
gökten bir ordu indirilmesine ihtiyaç yoktu denilmek istenmektedir. Allah
(c.c.) bundan sonra, onların helak edilme şeklini şöyle beyan buyuruyor:
اِنْ كَانَتْ اِلَّا صَيْحَةً وَاحِدَةً فَاِذَا هُمْ
خَامِدُونَ ۲٩
29) (Onların cezası) ancak bir
naradan (şiddetli bir sesten, haykırmadan) ibaret oldu. Hemen
sönüverdiler.
Allah, (c. c. ) Habib-i Neccar'ı şehid edenlere
gadablandı. Onların azabını fazla geciktirmedi. Cebrail Aleyhisselam'a, helak
edilmeleri için emir verdi. Cebrail Aleyhisselam şehrin kapısına geldi. Kapının
iki kanadını tuttu. Şehri önce bir salladı; arkasından şiddetli bir nara attı;
öyle şiddetli bir şekilde bağırdı ki, o sesle hepsi ölüp gittiler.
Bu, onların sadece dünyadaki cezalarıdır.
يَا حَسْرَةً عَلَى الْعِبَادِ مَا يَاْتٖيهِمْ مِنْ رَسُولٍ اِلَّا كَانُوا بِهٖ يَسْتَهْزِٶُنَ
۳٠
30) Yazıklar
olsun o kullara ki, ne zaman kendilerine Peygamber gelse, muhakkak onunla alay
ediyorlardı.
İkrime diyor ki, "Hasret, şiddetli şekilde
pişmanlık" duymaktır.
Bu hususta iki görüş vardır.
Birincisine göre, Allahü Teala, "O gönderilen
resullere inanmamaları sebebiyle, kıyamet gününde başlarına gelecek olanlardan
dolayı çok yazık o kullara" buyuruyor.
İkinci görüşe göre ise, bu pişmanlık sözleri helak
olanlara aittir.
Ebü’l-Aliye de şöyle diyor: Resullere iman
etmemelerinden dolayı, o şehir halkı hakkında helak karan çıkınca, resuller,
"Çok yazık bu kullara" dediler.
Araplar, mübalağa manası kasdettikleri zaman,
"Ya hasreta ya aceba" derler. Nedamet, onların dilinde tenbih
manasındadır.
Hz. Allah, bu hasret ve pişmanlığın sebebini beyan
buyurmak sadedinde ayette şöyle buyuruyor:
Kendilerine gelen peygamberlerin hiç birine iman
etmediler. Üstelik onlarla alay ediyorlardı. Kıyamet günü pişman olacaklar ama
o pişmanlığın onlara hiç bir faydası olmayacak.
اَلَمْ يَرَوْا كَمْ اَهْلَكْنَا قَبْلَهُمْ مِنَ الْقُرُونِ اَنَّهُمْ اِلَيْهِمْ لَا
يَرْجِعُونَ ۳١
31)
Görmediler mi ki, biz onlardan önce nice kuşakları helak etmişiz. Hiç biri
dönüp onlara gelmiyor.
Mekkelilerin bundan haberleri yok mu, bunu
bilmiyorlar mı?
Ayette geçen "Kurûn" kelimesi ile her
asırda yaşayan insan toplulukları, kavimler kastediliyor.
Mekkeliler, o helak edilen kavimlerin dünyaya geri
dönmemelerinden ibret almıyorlar mı?
وَاِنْ كُلٌّ لَمَّا جَمٖيعٌ لَدَيْنَا مُحْضَرُونَ ۳۲
32) Ve muhakkak hepsi toplanıp
huzurumuza getirileceklerdir.
Arapça gramer kaidesi:
Ayetteki "in" lafzı "ma-i
nafiye" manasına, "lemma" lafzı ise istisna yani
"illa" manasınadır. "Lemma" lafzı, şeddesiz olarak “Lema”
şeklinde okunduğu takdirde "in" lafzı "Kad" manasına gelir.
Bu takdirde ayetin manası şöyle olur:
"Her yaratılan, (insan ve cin) kıyamet gününde
muhakkak bizim hurumuzda toplanır. Ahirette herkese amellerine göre karşılık
verir. Amelleri iyiyse görecekleri karşılık hayır, amelleri kötüyse görecekleri
karşılık kötü olacaktır."
Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle
buyuruyor:
"Kıyamet günü, herkes Hz. Allah ile
tercümansız olarak konuşacaktır. O gün kul, sağına soluna bakacak, dünyada
yaptıklarından başka bir şey göremeyecek. Önüne bakacak, sadece cehennemi
görecek. İşte o zaman, insanlar 5 şeyden hesaba çekilecekler. Birincisi ömrünü
nerede geçirdiği, ikincisi gençliğini nasıl yaşadığı, üçüncüsü malını nasıl
kazandığı, dördüncüsü kazancını nerede harcadığı, beşincisi bildikleriyle nasıl
amel ettiğidir."
Diğer bir hadis’i şerifte şöyle buyuruluyor:
"Kıyamet günü kul ilk önce kendisine verilen
nimetlerden hesaba, çekilecektir. Denilecek ki, sana sıhhatli bir vücut
vermedik mi? Sana soğuk sulardan kana kana içirmedik mi?"
* * *
Rivayet ediliyor ki, Şeyh Ebül Hasan bir gün
insanlara va'z ediyordu. Va'zda, "Allah kıyamet gününde kullara muhakkak
bir çok şeyden hesap soracak" diyordu. O sırada mescidin kapısından
geçmekte olan İmam Şibli, Şeyh'in bu va'zını duydu. Mescidin kapısında
durup, Şeyh'e,
-İnsanları çok korkutma. Allah insanlara çok şey
sormayacak; sadece iki şey soracak. Ey kulum, ben seninle beraberdim, sen
kiminle beraberdin? diyecek, dedi.
İmam Şibli'den bunu duyan Şeyh Ebül Hasan,
minderinin üzerinde hareketsiz kalakaldı. Aklı başından gitti; bayıldı, düştü.
Ayıldığında dedi ki,
-Ey Şibli, Allah muhakkak ki kullarını bundan daha
kolay hesaba çeker. Ve, "Ey kulum! O kerem sahibi rabbine karşı seni ne
aldatıda Rabbine isyan ettin?" der.
* * *
Rivayet ediliyor ki, bu ayet okunduğunda Hazreti
Ali, "Beni Rabbime karşı, başka şey değil cahilliğim aldattı" dedi.
***
Fudayl bin Iyaz şöyle diyor: “Rabbim bana “Ey Kulum
seni ne aldattı?” diye sorarsa, senin günahları örtmen aldattı derim.”
Ebubekir Varrak rahmetüllahi aleyh de şöyle diyor:
"Rabbim bana seni ne aldattı derse, senin kerem sahibi olman aldattı
derim."
Sözün başına dönelim ve bundan sonraki ayete
bakalım.
Kafirler, Allah'ın birliğini kabul etmiyorlar.
Onların inkarlarına karşı buyuruluyor ki,
وَاٰيَةٌ لَهُمُ الْاَرْضُ الْمَيْتَةُ اَحْيَيْنَاهَا
وَاَخْرَجْنَا مِنْهَا حَبًّا فَمِنْهُ يَاْكُلُونَ ۳۳
33) Onlara, ölü yer de bir
alamettir. Biz onu dirilttik de ondan taneler çıkardık. Ondan yeyip duruyorlar.
Yağmur sebebiyle topraktan buğday, arpa ve diğer
hububatı (tahıl) çıkardık; onlar hububatın bazısından yiyorlar.
Allah, ölü topraktan hububatı çıkarıyor. Bu ayet,
Allah'ın kıyamet gününde kabirlerden de ölüleri çıkarmaya kadir olduğuna
delildir. O birdir, mülkünde ortağı yoktur.
وَجَعَلْنَا فٖيهَا جَنَّاتٍ مِنْ نَخٖيلٍ وَاَعْنَابٍ
وَفَجَّرْنَا فٖيهَا مِنَ الْعُيُونِ ۲٤
34) Orada
hurmalıklardan, üzümlerden bağlar yaptık. İçlerinden kaynaklar fışkırttık.
Yani, su sebebiyle meydana gelen meyveler
bitirdik..
لِيَاْكُلُوا مِنْ ثَمَرِهٖ وَمَا عَمِلَتْهُ اَيْدٖيهِمْ
اَفَلَا يَشْكُرُونَ ۳٥
35) Bunu, her birinin mahsulünden
ve kendi ellerinin yetiştirdiklerinden yesinler diye yaptık. Hala
şükretmeyecekler mi?
"Hala şükretmeyecekler mi?" ifadesi,
"Allah'ın bunca nimetine şükretmeyecekler mi?" demektir ki, bu
nimetler Allah'ın birliğine ve kıyametin meydana geleceğine delalet eder. Nasıl
delalet ettiğine gelince:
Sonbaharda toprak cansız ve kupkuru iken, Allah,
ilkbaharda yağmurlarla suladığı ölü topraktan buğday, mısır, arpa, çavdar gibi
hububatı ve diğer ziraat mahsullerini bitiriyor. Bunlar, Allah'ın birliğine ve
onun yaptıklarına hiç bir şeyin engel olamayacağına, istediğini yapıp
istediğini hükmedeceğine, bir ve kahretme gücüne sahip olduğuna, her şeyde onun
varlığına bir delil bulunduğuna delalet eder.
O bir olan Allah, her şeye kadirdir. Ölü toprağı
ilkbaharda diriltmeye, canlandırmaya O'ndan başka kimin gücü yeter? Allah’ın,
ahirette ölüleri diriltmeye kadir olduğunda şüphe yoktur.
Peygamberimiz, (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) "İlkbaharı
gördüğünüz zaman öldükten sonra dirilmeyi hatır1ayınız" buyurduğu
hadisi şeriflerinde, ilkbaharı öldükten sonra dirilmeye benzetmektedir.
Hadis-i şerifin şerhinde, ilkbaharın 10 cihetten
öldükten sonra dirilmeye benzediği şöyle beyan edilmektedir.
1) Hububat ve nebatlar (bitki ve tahıllar)
ilkbaharda topraktan yeryüzüne çıktığı gibi, kıyamet günü de toprak altında
bulunan defineler ve ölüler dışarı çıkar. Nitekim, Allah’ü Teala buyuruyor ki, “Yeryüzü
(toprak) ağırlığını (içinde olanları) çıkarır.” (Zilzal Suresi, Ayet
2)
2) İlkbahar bazı kimseler için sevinç ve rahatlık,
bazıları için de acı, gam, keder ve hastalık zamanı olduğu gibi, yeniden
dirilme günü de bazıları için sevinç, bazıları için ise gam ve keder zamanıdır.
3) Bir kimse kışın kuru gıdaları dikkatsizce yerse,
ilkbahardaki kan deveranından dolayı, vücudunda yara ve sivilceler meydana
gelir. Aynen bunun gibi, bir kimse dünyada nefsinin istediğine uyar da haram
yerse, yeniden dirilme günü onun için azap, zelillik ve perişanlık olur.
4) İnsanların birçoğu toprağa bir şeyler eker; uzun
gayret, koşuşturma ve zorluklardan sonra ektikleri tohum mahsul vermeye yüz
tutar. Bir de bakarsınız ki aşırı sıcaktan (kuraklıktan) veya soğuk vurmasından
dolayı hepsi mahvolup gitmiş. Böyle olunca, sahibi her şeyden mahrum kalır ve
ümitsizliğe düşer.
Diriliş günü de böyledir. O gün, insanların
bazılarının ibadetleri, günah sıcaklığı veya küfür yahut riya (gösteriş)
soğukluğu sebebiyle duman olur; yani yok olup gider.
5) İnsanlar ilkbaharda, dost ve arkadaşlarıyla
beraber nehir kenarında, bahçe ve bostanlarda otururlar. Diriliş gününde de,
ihlaslı mü’minler salihlerle beraber olurlar.
6) İlkbaharda esen kuzey ve saba rüzgarları,
bazılarına faydalı olduğu gibi bazılarına da zarar verir. Yeniden dirilme günü
de böyledir. O gün esen saadet ve şekavet rüzgarları da kimisi için saadet,
kimisi için felaket olur.
7) Kışın ağaçlar kurudur; yaprakları yoktur.
İlkbaharda ise adeta süslenirler. Bu hayatta çok ibadet edip dünyaya itibar
etmeyenler de diriliş gününde ibadet, taat, izzet ve şeref elbisesi giyerler.
Kendilerine keramet tacı giydirilir. Amelleri, isyan kışının rüzgarlarında
kurumuş olanlarsa, ibadet meyvelerinden mahrum, iman elbisesinden soyulmuş ve
mahlukat karşısında rezil olacaklardır.
8) Ekinlerin ilkbaharda bitmesiyle bu ekinlerin
sahipleri sevinirler. Ekin ekmemiş olanlarsa, biten bu ekinleri görünce pişman
olurlar.
Yeniden diriliş gününde de böyle olacaktır. İbadet
ehline, ibadet ve tatlarının mükafatları verilince, dünyadayken ibadet ve taat
tohumu ekmeyenler pişman olacaklardır.
9) Sonbaharda ekin ekenler, ilkbaharda bunun
bittiğini göreceklerdir. Yeniden diriliş günü de böyledir. Eğer dünyadayken
hayır ekmişsen, orada iyilik, dünyada şer ekmişsen kötülük bulursun. Çünkü,
dünya ahiretin tarlasıdır.
10) İlkbahar geldiği zaman yeryüzünde kırmızı,
sarı, beyaz, siyah…renk renk, çeşit çeşit çiçekler açar. Yeniden dirilme
gününde de böyle olacaktır. Orada da ihlas, tevekkül, neşe, korku, küfür ve
nifak gibi haller ortaya dökülecektir.
İlkbahar işte bu 10 sebepten dolayı yeniden dirilme
gününe benzemektedir.
* * *
Bu ayete ait gramer kaidesi:
"Ma" lafzı, "Ellezı"
manasınadır. "Elleriyle yaptıkları yani ektikleri ekin, diktikleri ağaç,
bunların dışında yine elleriyle yaptıkları hurma şırası ve pekmez gibi
şeylerden yerler" demektir. “Amilethü" deki zamir, "Ma"ya aiddir.
Alimlerden Kisai ve Ebubekir, zamirsiz olarak
"Ve ma amilet" şeklinde okudular. Ve, "Ma" yı nefiy
manasına alıp şu manayı verdiler:
“Mamul olmayan, elleriyle de yapmadıkları yani
kendilerinin yaptıkları şeylerden yesinler için ... "
Bu mana aynı zamanda Dahhak ve Katade'nin verdiği manadır.
Bazı rivayetler de şu şekildedir: Allah (c. c. ) bu
ayette, insanların elleriyle yapmadıkları kaynakları ve Dicle, Fırat ve Nil
gibi nehirlerleri kasdetmiştir.
سُبْحَانَ الَّذٖى خَلَقَ الْاَزْوَاجَ كُلَّهَا مِمَّا
تُنْبِتُ الْاَرْضُ وَمِنْ اَنْفُسِهِمْ وَمِمَّا لَا يَعْلَمُونَ ۳٦
36) Yerin
bitirdiği mahsullerden, kendilerinden ve daha bilmedikleri şeylerden çiftler
yaratan (Allah) her
kusurdan münezzehtir.
Ayette geçen bazı kelimelere açıklık getirelim.
Ayetteki "yerin bitirdiği mahsuller" ifadesiyle
hububat yani daneli mahsul ve meyveler, "kendilerinden" ifadesiyle
kadın ve erkekler, "bilmedikleri şeylerden" ifadesiyle kara ve
denizde yaşayan canlılar, "çiftler" kelimesiyle de her nevi ve her
cins kastedilmektedir.
Başka bir rivayette geçtiğine göre,
"Bilmedikleri şeyler" ifadesiyle kastedilen, Allah'ın yerde, gökte,
dağlarda ve denizlerde yaratıklarıdır.
* * *
Şeyh Vahıdı, tefsirinde şu bilgileri veriyor:
Allah (c. c.) 1000 çeşit mahluk yarattı. Bunlardan
600 çeşidi denizde, 400 çeşidi de karadadır. Hiç birinin şekli diğerine
benzemediği gibi dilleri de ayrı ayrıdır. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de Rum Suresi
22. ayette şöyle buyuruluyor:
"Onun ayetlerinden biri de gökleri ve yeri
yaratması, dillerinizin ve renklerinizin başka başka olmasıdır. Şüphesiz bunda
bilenler için ibretler vardır. "
Allah mahlukatı tek olarak değil çift olarak
yaratmıştır.
Şöyle ki:
Göğe karşı yeri, cennete karşı cehennemi, güneşe
karşı ayı, dünyaya karşı ahireti, geceye karşı gündüzü, ilme karşı ameli, yaza
karşı kışı yani hepsini çift yarattığı gibi insanoğlunu da erkek ve kadın
olarak çift yaratmıştır.
Bunların hepsini yaratan Allah, eş, çocuk ve ortak
edinmekten uzaktır. Kur'an-ı Kerim'de, bu manaya uygun olarak şöyle
buyuruluyor:
“O, göklerle yerin yaratanıdır. Size kendinizden
çiftler (eşler) yaratmıştır.
Davarlardan da (erkekli dişili) çiftler ... Sizi bu suretle üretip
duruyor. Onun misli gibisi (bile) yoktur. Her şeyi işiten her şeyi gören
O'dur. (Şura, 11)
* * *
Diğer bir tefsir, "bilmedikleri şeylerin
yaratılması" ile ilgili şu bilgileri veriyor:
Hazreti Allah (c.c.) Kaf Dağı'nın ötesinde, Kaf
Dağı gibi 70 dağ yarattı. Bu dağların ötesinde cam gibi berrak, gümüş gibi
beyaz bir yer yarattı. Burada, yaratılanların bilmediği bir çeşit mahluklar
yarattı. İnsanlar onları, onlar da insanları bilmezler.
Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
buyuruyor ki:
Mirac yolculuğunda, Kaf Dağı'nın ötesinde
insanlarla dolu bir şehir gördüm. Onlar da beni görünce, "Ya Muhammed!
Senin yüzünü bize gösteren Allah'a hamd olsun" deyip bana iman ettiler.
Onlar şeriatın hükümlerini öğrettim ve "Siz kimlersiniz?" dedim. Bana
şunları anlattılar:
-Ya Muhammed, biz israil oğullarındanız. Musa
Aleyhisselam vefat edince, israil oğulları arasında anlaşmazlık çıktı. Aramızda
fitne yayıldı. Öyle ki, sadece bir defada 43 peygamberi şehid ettiler. Bir
kısmımız Peygamberleri şehid edince, içimizden dünyaya gönül vermeyen ve
ibadete düşkün olan 200 kişi ayrıldı. Bunlar diğerlerine, kötülük yapmamaları
ve iyi şeyler yapmaları hakkında nasihat etmeye başladılar. Onlar ise bu
nasihatlara bile kızıp bir gün içinde hepsini öldürdüler. Bu hadise üzerine
aramızda anlaşmazlık ve fitne çıktı. Biz onlardan ayrıldık; deniz kenarına,
sahile geldik. Bizi onların fesadından kurtarması için Allah'a dua ve tazarru
ettik. Bunun üzerine önümüzde bir delik/ dehliz açıldı. Oraya girdik. Yer
altında bu şekilde 18 ay kaldıktan sonra bu bulunduğumuz yere çıktık.
Devamla dediler ki, "Musa Aleyhisselam bize,
"Ahır zaman peygamberi Muhammed Aleyhisselam'ın yüzünü gördüğünüz zaman
benden ona selam söyleyiniz" diye vasiyet etmişti. Allah'a şükürler olsun
ki senin yüzünü gördük. Bize Kur' an'ı öğretiniz. "
Peygamberimiz onlara Kur'an'ı, namazı, orucu, cuma
namazının kılınacağını ve diğer dini meseleleri öğretti.
Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) onların
hakkında şu bilgileri veriyor:
--Evlerinin kapısı yoktu. Bunun sebebini sordum,
- Bizim birbirimizden korkumuz yoktur; onun için
evlerimize kapıya ihtiyaç olmuyor, dediler.
-- Evlerinin duvarlarıysa aynı yükseklikteydi.
Bunun sebebini sordum,
- Hepimiz tek kubbe altında (gibi) yiz; onun için
duvarlarımız seviyede" dediler.
- Mescidleri, evlerine uzak yerlere yapmışlardı.
Bunun sebebini sordum,
- Mescide, uzak yerden gelenin sevabı, yakın yerden
gelenin sevabından daha fazla olduğu için, dediler.
- Kabirleri, kapılarının önündeydi. Niçin böyle
yaptıklarını sordum,
- Kabirler devamlı olarak gözümüzün önünde olsun da
dünya ile meşgul olurken ölümü unutmayalım diye böyle yapıyoruz, dediler.
- Hiç gülmüyorlardı. Bunun sebebini sordum.
- Gülmek kalbi karartır. Onun için gülmüyoruz,
dediler.
- Siz hasta olur musunuz? dedim.
- Hastalık, günahlara keffarettir. Biz günah
işlemiyoruz, (dolayısıyla hasta olmayız) dediler.
- Bir şeyler ekip biçiyor musunuz; ziraatla meşgul
oluyor musunuz? dedim.
- Ziraat yapıyoruz; ancak, toprağa tohumu atıp
sonrasını Allah’a bırakır, mahsul toplama zamanına kadar meşgul olmayız.
Mahsul toplama zamanı gelince hep beraber gider, mahsulü bir yere yığarız.
Herkes oradan ihtiyacı kadar alır, kalanı orada bırakır, dediler.
- Hayvanlarınız da var mı? dedim.
- Var; ama biz onları araziye bırakırız. Hayvanlara
ihtiyacımız olduğunda onları toplar, ihtiyacımız kadarını alır, kalanını tekrar
araziye bırakırız, dediler.
- Bu insanların yüzleri sapsarı idi. Biraz önce
hasta olmadığınızı söylemiştiniz; peki bu yüzünüzdeki sarılık ne? diye sordum.
- Bu yüzümüzdeki sarılık ölüm korkusundandır,
dediler.
- Bizdeki gibi sizde de ölüm çok oluyor mu? dedim.
- Evet, her sene bir cenaze olur, dediler ...
==== ... ====
Gayb aleminde, böyle kavimler çoktur. Fakat
onları Allah'tan başka kimse bilmez.
Şeyh Tefsiri’nde şu bilgileri veriyor:
Gayb aleminde gök, yer, dağ, deniz, arş, kürsi,
güneş, ay ve bunların benzeri her şey vardır. Bu bildiğimiz alem, gayb alemine
göre denizde bir damla gibidir.
* * *
Rivayet ediliyor ki, Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi
ve Sellem) zamanında bir kişi vefat etmişti. Peygamberimiz onun cenaze namazını
kıldırdı. Cenazesiyle beraber kabrine kadar gitti. Defnedildikten sonra evine
döndü. Eve gelince, Aişe (r. anha) Validemiz ayağa kalktı ve eliyle
Peygamberimiz'in (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) sarığını sıvazladı. Hayretle,
- Ya Resulallah, bu ne böyle? Dışarda yağmur
yağmadığı halde elbiseniz ve sarığınız yağmur taneleriyle ıslanmış, dedi.
Peygamberimiz, (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Hz.
Aişe Validemiz’in gayb aleminde yağan yağmurun yaşlığını gördüğünü anladı ve,
- Ya Aişe, sen başını ne ile örtmüştün? diye sordu. Validemiz,
- Sizin hırkanızla örttüm Ya Resulallah, diye cevap verdi. Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi
ve Sellem) buyurdu ki,
- Ya Aişe, onunla örtündüğün için gözlerindeki
perde kalktı ve sen gayb alemini görmüş oldun. Ya Aişe, gayb aleminde yağmur
" bulut da var, güneş de var, ay da var. Ancak, onları evliya ve
salihlerden başkası göremez.
Ayetteki, "Ve mimmaa la ya'lemün-bilmedikleri
şeylerden yaratan" ifadesiyle, işte bunlara işaret olunmaktadır.
وَاٰيَةٌ لَهُمُ الَّيْلُ
نَسْلَخُ مِنْهُ النَّهَارَ فَاِذَا هُمْ مُظْلِمُونَ ۳٧
37) Onlara,
gece de bir delildir. Ondan gündüzü sıyırırız. Bir de bakarlar ki, karanlıklar
içinde kalmışlar.
Ayetin manası , "Gündüzü giderir geceyi
getiririz" demektir. Kudretimize ve birliğimize delalet etmek üzere,
geceden gündüzü sıyırıp çıkarırız da insanlar karanlık içinde kalırlar.
Nitekim, güneş battığı zaman, gündüzü geceden soyuyoruz ve ortalığı karanlık kaplıyor.
Aslolan gecedir; gündüz onun üzerine sonradan
gelmektedir.
Eğer, "Gece mi üstün gündüz mü?" diye
sorulacak olursa, “Gece gündüzden üstündür" deriz.
Çünkü:
Gece cennetten yaratılmıştır, gündüz ise
cehennemden. Eserlerde geçmektedir ki, cennette hem ışık vardı hem karanlık.
Allah, cennetin karanlıklarını bir araya getirdi ve ondan geceyi yarattı;
bundan sonra cennette geceden eser kalmadı. Allah, cehennemin
ışığını-aydınlığını da bir araya getirdi ve ondan da gündüzü yarattı;
cehennemde de ışık ve aydınlıktan eser kalmadı; her tarafı karanlık oldu.
Gündüzlerde daha çok günah işlenirken, gecelerde
daha çok istiğfar günahlardan özür dileme ve pişmanlık yaşanır.
Gecenin ayıp ve kusurları örtmesine mukabil, gündüz
bunları açığa vurur.
Keşke bu saatler hiç bitmese diyen Allah aşıklarını
gece içinde gizler, gündüzü değil.
Gündüz, gönlünü sadece dünyaya bağlamış olanların
çarşısı, gece ise gönlünde ahiret düşüncesi olanların çarşısıdır.
* * *
İbrahim Aleyhisselam, hullet/ dostluk elbisesini
gündüz değil gece giymiştir. Hz. İbrahim ile ilgili bu husus Kur'an-ı Kerim'de
şöyle ifade buyrulmaktadır:
“Böylece biz, yakın sahiplerinden olsun diye,
İbrahim'e göklerin ve yerin büyük (ve muhteşem) mülkünü gösteriyorduk.
Üzerine gece çökünce o (İbrahim a. s.) bir yıldız gördü. Bu benim
rabbim ha! (Mümkün değil; olamaz!) dedi. Yıldız batınca, ben batanları
sevmem dedi.
Bundan sonra ayın doğduğunu görünce de, bu benim
rabbim ha! dedi. Ve o da batınca ( hem rabbine olan inancını izhar, onları (halkını) ikna etmek, hem de
kendisinin rabbine olan ihtiyacını itiraf etmek için) dedi ki, hiç şüphe yok
rabbim bana hidayet etmezse, ben de mutlaka o sapıklar güruhundan olacaktım.
Sonra güneşi doğar vaziyette görünce de, bu benim
rabbim" (ha!.. Asla olamaz) Bu
hepsinden de büyük!.. demiş. Fakat batınca da (şöyle) söylemişti: Ey
kavmim! (Gördünüz ya, bunların hepsi fanı ve mahluktur) Ben sizin
(Allah'a) eş koştuklarınız nesnelerden tamamen uzağımdır.
Ben, hakka eğilerek yüzümü göklerle yeri yaratana
döndüm ve ben müşriklerden değilim, dedi. (En'am 75-79)
* * *
Melekler, Yunus Aleyhisselam'ın balığın karnında
yaptığı tesbihi, gündüz değil gece işittiler. Hz. Allah (c. c. ) Yunus
Aleyhisselam'ın hadisesini Kur'an-ı Kerim'de şöyle haber veriyor:
Zünnun'u (balık sahibi Yunus'u) da hatırla. Hani (yola gelmeyen kavmine) öfkelenerek
gitmişti de kendisini hiç sıkıştırmayacağımızı sanmıştı. Derken (balığın
karnında) karanlıklar içinde 'La ilahe illa ente sübhaneke innî küntü
mine'z- zalimın- Senden başka ilah yoktur. Seni noksanlıklardan tenzih ederim.
Ben gerçekten haksızlık edenlerden oldum" diye dua etmişti. (Enbiya, 87)
* * *
Musa Aleyhisselam, rabbi ile konuştuğu Tur Dağı'nda
Allah sevgisinden sarhoş bir vaziyetteyken zevkle raksetmişti. Bu hadise de
gece olmuştu. Bu hadise de Kur'an'da şöyle bildiriliyor:
Biz de Musa ile otuz gece (niyazda bulunması için) sözleştik ve ona bir
on daha ilave ettik. Böylece rabbinin tayin ettiği vakit kırk gece olarak
tamamlandı ... (A'raf, 142)
Peygamberimiz Aleyhisselam da "kaabe
kavseyn" makamına gece kavuştu. Bu meşhur gece yolculuğu isra suresinin
ilk ayetinde şöyle ifade buyurulur:
(Her türlü noksanlıktan) münezzeh bulunan
(Allah), kulunu (Muhammed Aleyhisselam'ı) geceleyin (Mekke'deki) Mescid-i
Haram’dan alıp, kendisine bir takım ayetler gösterelim diye, etrafını
mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa'ya götürdü.
Peygamberimiz Aleyhisselam şöyle buyuruyorlar:
''Gece içinde bir zaman parçası var ki, bir
müslüman o anda Allah’tan bir hayır istese, Allah o kulun istediğini ona
mutlaka verir. O zaman parçası her gecede vardır."
Yine buyuruyorlar ki:
"Gecenin üçte ikisinden sonra, dünya semasına
Allah'ın izni ile bir melek iner ve " ihtiyaç sahibi olan yok mu! Bu
an, ihtiyaç sahiplerinin ihtiyaçlarının verildiği andır" diye nida
eder."
Yine buyuruyorlar ki:
“Size, geceleri ibadet için ayakta olmanızı tavsiye
ederim. Çünkü bu, sizden önce yaşayan salih kimselerin adetidir. Bu hal,
Allah’a yaklaştırır ve günahlarınızın affına sebep olur."
Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
geceleri o kadar ibadet ederdi ki, uzun müddet ayakta durmaktan dolayı ayakları
şişerdi. Kendisine, "Ya Resullah, Allah sizin geçmiş ve gelecek bütün
günahlarınızı affettiği halde, ibildette kendinize niçin bu kadar meşakkat
veriyorsunuz?" denildiğinde, Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
şöyle cevap vermişti:
"Allah’ın bana verdiği nimetlere şükretmeyeyim
mi? Allah beni yoktan var etti, bana akıl, fikir, idrak ve Peygamberlik verdi.
Bunlara şükretmeyeyim mi? Kendisine ibadet etmek için imkan verdi; buna
şükretmeyeyim mi?"
Ey gaflet içinde olanlar! Peygamberiniz Muhammed
Aleyhisselam'ın sözlerini duydunuz mu?
Gündüzleri günah işleyip geceleri de gafletle
geçirenlere yazıklar olsun ...
Rabbimiz, (c.c.) geceleri Allah korkusundan yaş
döken gözlerin sahibini de, Allah yolunda hizmetteyken seherlerde uyumayan
gözleri de cehennemde yakmayacak ...
وَالشَّمْسُ تَجْرٖى لِمُسْتَقَرٍّ لَهَا ذٰلِكَ تَقْدٖيرُ
الْعَزٖيزِ الْعَلٖيمِ ۳۸
38) Güneş de kendine mahsus bir
mihver etrafında akıp gidiyor. Bu, güçlü ve her şeyi bilen Allah'ın takdiridir.
Güneş, kendisi için kararlaşmış olan bir menzile,
-son noktaya- doğru yol almaktadır.
Denildi ki, güneşin bu hareketi kıyamet kopup
dünyanın yok olduğu zamana kadar devam edecektir.
Ve yine denildi ki, güneşin seyri (hareketi)
varacağı son noktaya ulaşana kadar gidip sonra geri dönmektir. Bu son nokta
güneşin menzilidir ve güneş yörüngesinden asla dışarı çıkmaz.
Başka bir ifadeye göre, güneşin menzili yani
gideceği son nokta, semada yazın yükseleceği en yüksek yer ile kışın ineceği en
aşağı yerdir. Yani güneş (sene içersinde) bu son noktalara kadar gider. (Yazın
yükselir, kışın alçalır.)
Biliniz ki, güneşin 180'i kışın 180'i yazın olmak
üzere 360 menzili vardır. Yaz boyunca, her gün bir menzilden doğar ve yaz
boyunca böyle devam eder. Ondan sonra kış menzillerine girer ve her gün oradan
doğmaya başlar. Bu da kış menzilleri sona erene kadar devam eder. İşte bunların
hepsi, güneşin menzilleridir.
Nitekim Kur'an-ı Kerim'de, "Doğuların ve
batıların rabbine yemin olsun ki.. " buyuruluyor. (Mearic, 40)
Bunlar, 360 doğu ve 360 batıdır. Güneş, kıyamet
kopana kadar senenin her gününde bu doğma ve batma yerlerinin hepsini dolanır;
yani her günü ayrı bir yerden doğar ve ayrı bir yerden batar. İşte güneşin
devrinin/ dolanmalarının hepsi, Aziz ve Alim olan Allah'ın takdiriyledir.
Allah her şeye kadirdir. Hiç bir şeyi yaratmaktan
aciz değildir. Kullarının ve yarattıklarının her halini bilir. Nitekim, kulları
bütün ihtiyaçlarını görsünler için güneş için menziller takdir etmiştir.
(İnsanların işleri zamana bağlıdır. Zaman da güneşin hareketiyle meydana
gelmektedir. )
Bazı alimler şu bilgiyi veriyorlar:
Güneşin son menziline varıp orada kalması kıyamette
olur. Şöyle ki: Kıyamet kopar; güneş bir yerde kalır, fakat nuru gider ve
nursuz vaziyete gelir. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyuruluyor:
"Güneş dürül(üp ışığı söndürül)düğü zaman ... " (Tekvır, 1)
Bazı alimler şöyle dediler:
Güneşin duracağı yer arşın altındadır. Nitekim Ebu
Zer (r. a.) den rivayet ediliyor. Buyurdu ki: Bir gün güneş battığında
Resulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bana,
"Ya, Eba Zer, güneş nereye gitti biliyor
musun?" diye sordu.
Ben,
"En iyi Allah ve resulü bilir" dedim.
Buyurdu ki:
“Ey Eba Zer, güneş bir akşam batar, arşın altına
gider ve secde etmek için Allah'tan izin ister. Secde etmesi için izin verilir.
Arkasından, dünya üzerinde işlenen günah ve kötülükleri gördüğü için bir daha
dünya üzerine doğmamak için izin ister. Güneşe, bunun için de izin verilir ve
güneş doğmaz. Sonra, "Doğduğun şekilde geri dön" denilir. O zaman
güneş, batıdan tekrar doğar."
Allahü Teala'nın "Güneş de kendine mahsus bir
mihver etrafında akıp gidiyor" buyurması işte bu manadadır. Güneş, bu yol
üzerinde yani normal yörüngesinde kıyamet gününe kadar doğup batmasına devam
eder.
Kıyametin vakti yaklaştığı zaman, fısk u fücur (her
türlü günah) açıktan açığa işlenmeye başlar, yeryüzünde Allah'a isyan ve
günahlar çoğalır, emr-i bi'l- ma'ruf ve nehy-i ani'l-münker (iyilikleri
işlemeye ve kötülüklerden kaçınmaya teşvik) kalkar, şeriatın hükümleri yerine
getirilmez olur. Böyle bir zaman geldiğinde, güneş battıktan sonra arşın
altında bir gece uzunluğunca secde eder. Onun tekrar doğmasına izin verilmez,
Ay da aynı şekilde güneşin bulunduğu yere getirilir. Ay ve güneş aynı yerde
gecenin üçte biri geçecek kadar ağlarlar.
Bu zaman içinde ay ve güneş doğmadığı için, dünya
karanlık içinde kalacak, ama o gecenin ne kadar uzadığını teheccüd namazına
devam edenlerden başka kimse anlayamayacaktır. Teheccüde-gece ibadetlerine
devam eden böyle kimseler, yeryüzünde az olmakla beraber her beldede bulunur.
Bunlar, insanlar arasında hor görülen, değersiz, zenginlerin itibar etmediği
kimselerdir.
Teheccüde kalkan bu zatlar, her gece yaptıkları
gibi o gece de ibadet, taat, zikir ve evrad gibi. .. her zaman yapageldikleri
ibadetlerini yerine getirecekler. Bekleyecekler, fakat fecir doğmayacak, yanı
güneşin doğduğu yerde bir aydınlık olmayacak. Bunun üzerine yıldızlara
bakacaklar, yıldızların her zamanki gibi yerli yerinde durduğunu görünce,
"Fazla bir ibadet etmedik de az zaman geçti, galiba vakti şaşırdık"
diye düşünecekler ve biraz daha taat, zikir ve evrad ile meşgul olurlar. Hala
fecrin doğmadığını görünce tekrar yıldızlara bakarlar. Bakarlar ki yıldızlar
hala yerlerinde duruyor. ..
Bu sefer korkarlar ve bu vaziyetin kıyamet
alametleri olduğunu anlarlar. Meseleyi birbirlerine haber verirler. Haberleşip
mescidlerde toplanır ve topluca Allah'a yalvarır ve Allah korkusundan
ağlaşırlar.
Böylece üç gece geçtikten sonra Allah (c. c. )
güneşe, "Batıya dön, batıdan doğ" diye emreder. Böylece güneş batıdan
doğunca anlaşılmış olur ki kıyamet kesinkes yakındır. Bunun üzerine, ay ve
güneş kendilerine mahsus ağlayışlarıyla ağlar, Allah' a yalvarırlar. Yer ve gök
ehli de ağlamaya başlar.
Güneş batıdan doğunca, gökten şöyle nida edilir:
Haberiniz olsuuun! Güneş batıdan doğduuu!.
İnsanlar bunu duyunca tekrar ağlamaya ve yalvarmaya
başlarlar. Bir de göğe bakarlar ki ayın da güneşin de nurları gitmiş, gökte bir
tas gibi görünüyor. Ve ikisi bir araya gelmiş. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de
buyuruluyor:
"Ay ve güneş bir araya getirildiği zaman ...
" (Kıyame, 9)
O gün gelip güneş batıdan doğduktan sonra, artık
insanların ağlaması fayda vermez. Ay ve güneş göğün ortasına geldikten sonra,
Cebrail Aleyhisselam Allah'ın emriyle kanatlarıyla her ikisini de batı tarafa
yönlendirir.
Uzunluğu yetmiş senelik yol olan Tevbe Kapısı da o
yönde yani batıdadır. Ay ve güneş Tevbe Kapısı'ndan battıktan sonra artık tevbe
ve pişmanlık kapısı kapatılmıştır. ..
Bundan sonra ay ve güneş eskiden olduğu gibi
-kıyamete kadar- doğudan doğmaya devam eder. Şu kadar var ki, bundan sonra
fazla sürmez kısa bir müddet sonra kıyamet kopar. ..
Hatta kıyamet o kadar yaklaşmıştır ki, bazı
alimlerin söylediğin göre o sırada bir at yavrulasa, onun yavrusu binilecek
vaziyete gelmeden kıyamet kopacaktır.
وَالْقَمَرَ قَدَّرْنَاهُ مَنَازِلَ حَتّٰى عَادَ
كَالْعُرْجُونِ الْقَدِيمِ ۳٩
39) Aya da menziller takdir
ettik. Nihayet (son menziline) döner,
eski hurma salkımı gibi eğri olur.
İbn-i Kesır, imam Nafi ve Basra alimleri, -37.
ayetteki "Gece'' manasına gelen "El-Ieyl" kelimesi gibi- bu
ayetteki "Kamer" kelimesini de "Ve'l-kameru" şeklinde ötre
okumuşlardır. Diğer alimler ise mef'ul olarak üstün okumuşlardır.
Ay, menzilinin sonuna vardığı zaman incelir ve
eskimiş hurma salkımı çöpü gibi olur.
Ayetteki "Urcun" kelimesi, üzeri budaklı
hurma salkımı çöpü demektir. Ayetteki, "Kamer-ay" son menziline
vardığında ince ve küçük olmakta, kurumuş ve zamanla eğrilmiş olan hurma
salkımı çöpüne benzetiliyor.
Ayette geçen "El-kadım" kelimesi
"Eski" demektir.
لَا الشَّمْسُ يَنْبَغٖى لَهَا اَنْ تُدْرِكَ الْقَمَرَ
وَلَا الَّيْلُ سَابِقُ النَّهَارِ وَكُلٌّ فٖى فَلَكٍ يَسْبَحُونَ ٤٠
40) Ne
güneşin aya yetişmesi yaraşır ne de gece gündüzü geçer. Her biri bir felekte
yüzerler.
Gece bitmeden, bitmek üzereyken gündüz başlar.
Gündüz varken de gece başlamaz. Biri asla diğerinin yerine geçmez. Ve gece ile
gündüz devamlı olarak, (Allah'ın tayin ettiği) bir ölçüye bağlı olarak
birbirini takip edip dururlar.
Bir gece ikinci bir geceyle birleşmez. İki gecenin
arasında mutlaka bir gündüz bulunur. Gece de gündüz de hiç biri vaktinden önce
gelmediği gibi, biri diğerinin yerini de almaz. Ay ile güneş, ancak kıyamete
yakın aynı felekte/ yörüngede bir araya gelirler ki, o zaman da kıyamet kopar.
* * *
"Ne güneşin aya yetişmesi yaraşır ... "
ifadesi, ikisi bir felekte bulunmaz, demektir. Yani, aralarında bir gündüz
bulunmaksızın, iki gece birleşmez, Gündüz, her zaman iki geceyi birbirinden
ayırır.. Ay ile güneşe, başka bir tabirle gece ile gündüze ait ayrı ayrı büyük
mihverler/yörüngeler vardır. Her biri o mihver etrafında/üzerinde, balıkların
denizde yüzdüğü gibi dolaşır durur.
Güneş, dünyadan yüz yetmiş misli daha büyüktür.
(Önce böyle idi.) Ay ise (parlaklıkta) dünyanın yetmiş mislidir.
İlk yaratılışta ay ile güneşin renkleri yani
parlaklıkları aynıydı. İkisinin ışığı da dünyaya vurduğu için, o zaman gece ile
gündüz farkı yoktu. Allah 'ın (c. c.) emriyle Cebrail Aleyhisselam gelip ayın
yüzünü meshetti ve ayın eski parlaklığı gitti.
Deniliyor ki, üzerindeki çukurluklardan dolayı ayın
üzerinde görülen siyahlıklar, Cebrail Aleyhisselam'ın kanatlarının eseridir.
Bu şekilde ayın parlaklığı noksanlaşıp güneşin
parlaklığı arttı. Böylece gece ve gündüz meydana geldi. Bunu beyan hususunda
Kur’an-ı Kerim'de buyuruluyor ki:
“Biz, gece ile gündüzü (kudretimize) iki alamet yaptık. Sonra gece
alametini (ayın ışığnı) silip (giderip) rabbinizden (geçim
için) bir lütuf aramanız ve yılların sayısını, vakitlerin hesabını bilmeniz
için gündüzün alametini (güneşin ışığını) aydınlık yaptık. Biz her şeyi
yerli yerince beyan ettik. (isra, 12)
Ay dünya semasında, güneş ise dördüncü kat semada
yaratılmıştır. Yukarda da ifade ettiğimiz gibi, ay ve güneşin her biri
yörüngelerinde hareket eder ve kıyamet yaklaştığı zaman bir araya gelirler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder