قَالَ
اللهُ تَعَالَى: فَاسْتَقِمْ كَمَا اُمِرْتَ وَمَنْ تَابَ مَعَكَ وَلَا تَطْغَوْا
اِنَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ. (سورة
هود، ۱۱۲ )
الله تعالى شويله بيوردى ( مآلاً )
." او
حالده أمر اولنديغون كبى دوسدوغرى اول و سنينله برابر توبه أدنلرده ( سنين كبى
دوسدوغرى اولسونلر ) . و حددينزى آشماين ، جونكى رابنز ، يابمقده اولديغونوز شيلرى
حقى ايله كورن در ."
Allâhü Teâlâ şöyle buyurdu (meâlen): “O halde emrolunduğun gibi dosdoğru ol ve seninle beraber tevbe edenler de (senin gibi dosdoğru olsunlar). Ve haddinizi aşmayın. Çünkü Rabbiniz, yapmakta olduğunuz şeyleri hakkıyla görendir.”
(Hûd Sûresi, âyet 112)
Hicrî: 20 Recep 1440 Fazilet
Takvimi
HİDÂYET ÜZERE OLMAK
Hidâyet: Hak yolu beyan etmek, doğru yola gitmek, ulaşılmak istenilen şeye yol göstermek, hak yola bilfiil ulaştırmak, böyle bir yola girmek manasınadır. Mübârek peygamberlerin lisanlarıyla ve kitaplarla insanları hak yola davet ve teşvik etmeleri de bir hidâyet demektir. Âl-i İmran Sûresi’nin 8. âyet-i kerîmesi, ilimde rüsûh sâhibi (ilminde kuvvetli) olan zatların Cenâb-ı Hak’tan hidâyet ve ihsan talebinde bulunup ne sûretle tazarru ve niyâza devam ettiklerini göstermektedir. Şöyle ki: Ey Rabbimiz! Bizlere hidâyet buyurduktan sonra kalplerimizi saptırma. Ve kendi yüce katından bizlere bir rahmet bağışla, bizlere lütfet, bizleri îmânımızda, nâil olduğumuz hidâyette sâbit kıl veya kusurlarımızdan dolayı bizlere mağfiret buyur. Şüphe yok ki Vehhâb olan, isteklerimizi lütfunla ihsan buyuran ancak sensin. Yâ İlâhî! Bu duâlarımızı kabul buyur, bizleri hidâyetten, rahmetinden mahrum bırakma.
Bu âyet-i kerîme, insanların korku ile ümidden asla ayrılmaması îcâb ettiğini işâret etmektedir. Bu sebeple hiçbir kimse kendi ibâdet ve itâatine güvenmemelidir. Ve yine hiçbir kimse, ümitsizliğe düşüp hidâyetten, Hz. Allâh’ın rahmetinden ümidini kesmemelidir. Nice kimseler vaktiyle âlim, fazîletli, âbid ve zâhid iken bilâhare nefislerinin hevâsına tâbi olmuşlar, dünyevî menfaatler arkasında koşmuşlar, birtakım bozgunculara uyarak hidâyet caddesinden ayrılmışlardır. Nice kimseler de vaktiyle nefislerine uyarak günahkâr bir hâlde yaşarken, bilâhare Hazret-i Allâh’ın bir rahmetinin eseri olarak, yaptıkları kötülüklerden tevbe ve istiğfar etmişler, dînî ve dünyevî vazîfelerini güzelce îfâya başlamış, hüsnü hâtimeye (son nefeste îmâna) mazhar bulunmuşlardır.
Nitekim Peygamber Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem): “…Rabbim! Bizim kalplerimizi senin dînin üzerinde sâbit kıl.” diye duâ buyururdu. Ne mühim bir duâ! İşte bu, bizim için bir uyanma dersidir. Varlığımıza güvenmeyelim, dâima Cenâb-ı Hakk’a iltica edelim. Hidâyette sebat etmemizi, onun merhametinden, sonsuz olan lütuf ve ihsanından niyazda bulunalım.
Bu âyet-i kerîme, insanların korku ile ümidden asla ayrılmaması îcâb ettiğini işâret etmektedir. Bu sebeple hiçbir kimse kendi ibâdet ve itâatine güvenmemelidir. Ve yine hiçbir kimse, ümitsizliğe düşüp hidâyetten, Hz. Allâh’ın rahmetinden ümidini kesmemelidir. Nice kimseler vaktiyle âlim, fazîletli, âbid ve zâhid iken bilâhare nefislerinin hevâsına tâbi olmuşlar, dünyevî menfaatler arkasında koşmuşlar, birtakım bozgunculara uyarak hidâyet caddesinden ayrılmışlardır. Nice kimseler de vaktiyle nefislerine uyarak günahkâr bir hâlde yaşarken, bilâhare Hazret-i Allâh’ın bir rahmetinin eseri olarak, yaptıkları kötülüklerden tevbe ve istiğfar etmişler, dînî ve dünyevî vazîfelerini güzelce îfâya başlamış, hüsnü hâtimeye (son nefeste îmâna) mazhar bulunmuşlardır.
Nitekim Peygamber Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem): “…Rabbim! Bizim kalplerimizi senin dînin üzerinde sâbit kıl.” diye duâ buyururdu. Ne mühim bir duâ! İşte bu, bizim için bir uyanma dersidir. Varlığımıza güvenmeyelim, dâima Cenâb-ı Hakk’a iltica edelim. Hidâyette sebat etmemizi, onun merhametinden, sonsuz olan lütuf ve ihsanından niyazda bulunalım.
Hicrî: 20 Recep 1440 Fazilet
Takvimi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder