Karıncadaki Kültür Kodları
Karıncalar dünyanın hemen her yerinde bir iz bırakmıştır. Bu izler
sadece coğrafyalarla sınırlı kalmamış, kültüre, edebiyata da
aksetmiştir. Masallarda anlatıldığı üzere karınca, komşusu ağustos
böceğini karda kışta eli boş göndermiştir. Bizde göndermez. Böyle bir
karınca bizim kültür dünyamızda gezmemiştir.
Meşhur La Fontaine’nin “Ağustosböceği ile Karınca” isimli masalını
bilirsiniz. Hep de okullarda evde çocukları çalışkanlığa teşvik etmek
için anlatılır. Masal şöyle kurgulanmıştır. “Ağustosböceği bütün yaz saz
çalmış, şarkı söylemiş, bu arada karınca Ağustos sıcağında kan ter
içinde durmadan çalışmış, kış için erzak biriktirmiştir. Kış geldiğinde,
ağustosböceği aç bir halde karıncanın kapısını çalmış ve demiştir ki,
“Aman kardeş, halim fena! Bir şeycikler ver de kışı geçireyim, yaz
gelince öderim, hem de fazlasıyla.”
Karıncaya verdirilen cevap malum: Ağustos böceğine bir şey vermeden,
üstelik “Kışın da oynayın biraz” diyerek onunla alay etmiş ve kapıyı
yüzüne kapatmıştır.
Düz bir mantık ile baktığımızda karıncaya hemen hak veririz. “Oh iyi
olmuş ağustos böceğine. Yazın çalışsaymış” cümlesi refleks olarak akla
geliverir.
Ancak burada şunu sormak lazım: Bir hikâyeden sadece bir tane mi ders
çıkarılır? Ya da vakıayı kurgulayan sadece onu mu kastetmiştir?
Masalı bizim kültür dünyamıza taşıdığımızda ise, karınca cimri biri
olarak yad edilmez mi?
“Komşusu aç iken kendisi tok yatan bizden
değildir” hadis-i şerifini hatırlamak icap etmez mi? Hatta daha basit
düşünelim ve empati kuralım: Karlı bir kış gününde biri sizin kapınızı
çaldığında, vicdanınız karıncanın söylediklerini aynen söyleyebilir mi?
Ya da yan komşumuzdan böyle bir hadise işittiğimizde onu hiç hoş
karşılar mıydık?
Kalp kırmayan karınca
Karıncanın karakteri Batı masallarında böyle kodlanmış iken bizde
karınca Süleyman Aleyhisselam ve Kanuni Sultan Süleyman ile
meşhurlaşmıştır.
Kalp kırmamanın, rızkı Allah’tan beklemenin, çok çalışsa da “Veren el alan elden üstündür” kültür kodunu taşır.
Bununla ilgili Kuran-ı Kerim’de Neml (Karınca) Sûresinin 18. Ayetinde şöyle bir hadise anlatılır:
Süleyman Aleyhisselam, ordusu ile karınca vadisine geldikleri zaman
Süleyman (as)’ın ordusu vadiye doğru yönelince bir karınca şöyle der:
“Ey Karıncalar! Haydi, yuvalarınıza girin, Süleyman Aleyhisselam ve
ordusu sizi fark etmeyerek kırıp geçmesin.” Süleyman Aleyhisselam,
karıncanın söylediğini işitince atından iner ve ona: “Sen ne için
karıncaları sakındırdın? Benim zalim olduğumu mu işittin? Yoksa benim
adaletli bir Peygamber olduğumu mu bilemedin? Neden onlara Süleyman ve
ordusu sizi kırmasın dedin?” diye sorar.
Karınca “Ey Allah’ın peygamberi! Sen benim onlar ‘bilmeden’ dediğimi
işitmedin mi? Bununla beraber, benim, “kırmasın” sözümden maksadım,
ancak, kalplerin kırılması idi. Senin bir şey vermeni temenni edip
fitneye düşmekten, sana bakmakla meşgul olup Allah’ı zikirden geri
kalmaktan korktum.” diye cevap verir.
Bahsi geçen karınca, diğerlerinin lideri olduğu için, bu seslenmenin
akıllı kimseleri muhatap alması gerektiği ve onlara nasihat etmenin
önemi vurgulamıştır. Buna göre, topluluktaki idareci olanlar idare
ettikleri kimseleri korumalıdır. Ayrıca Hazreti Süleyman’ın karıncasının
cennete girecek 10 hayvandan biri olduğu rivayet edilir. Peygamber
Efendimiz de, karıncanın öldürülmemesi gereken hayvanlardan olduğunu
söylemiştir.
Karınca yağmur duasında
Karınca insanların olduğu her yerde var ve onun masumiyeti sebebiyle
Hazreti Allah yağmur yağdırır. Süleyman Aleyhisselam, halkı yağmur
duasına çıkarmıştı. Orada bir karınca şöyle dua ediyor, yalvarıyordu:
“Ey Allah’ım! Ben, senin yarattıklarından bir mahlûkum. Sen bizi
yağmurunla sulasan da, kuraklıktan helâk etsen de, biz hep senin rızkına
muhtacız!.. “
Bunun üzerine, Süleyman Aleyhisselam, halka, “Geri dönünüz. Muhakkak
size, başkasının (karıncanın) duasıyla yağmur verildi.” buyurdu.
Rızkını Allah’tan bekleyen karınca
Bir gün Süleyman Aleyhisselam bir karıncaya bir yıllık yiyeceğinin
miktarını sorar. Karınca da; “Bir buğday tanesi yerim.” diye cevap
verir.
Cevabın doğruluğunu kontrol etmek isteyen Süleyman Aleyhisselâm
karıncayı bir şişeye koyar. Yanına bir buğday tanesi koyar ve hava
alacak şekilde şişeyi kapatır. Ondan sonra da bir yıl bekler. Müddeti
dolunca şişeyi açtığında bir de bakar ki buğday tanesinin yarısını
yemiş, yarısı da bırakmıştır. Kendi kendine meraklanır. Acaba neden
yememiştir?
Bunun üzerine Süleyman Aleyhisselam karıncaya buğday tanesini tamamen
niçin yemediğini sorar. Karınca da, “Daha önce benim yiyeceğimi Hazreti
Allah verirdi. Ben de O’na güvenerek bir buğday tanesi yerdim. Çünkü o
beni asla unutmaz ve ihmal etmezdi. Fakat bu işi sen üzerine alınca,
‘Nihayetinde bu aciz bir insandır, belki beni unutup yiyeceğimi ihmal
edebilir’ diye düşündüm. O yüzden de bir yıllık yiyeceğimin yarısını
yiyerek, diğer yarısını da ertesi yıla bıraktım.” diye cevap verir.
Beyitlerdeki karınca
Karıncanın meşhurlaştığı ikinci Süleyman, İslamiyet’i üç kıtada
temsil eden Osmanlı Devleti’nin anlı şanlı padişahı Kanuni Sultan
Süleyman’dır. Onun bu idaresinin incelikleri şu hâdise ile daha
anlaşılır:
Kanuni Sultan Süleyman Han, sarayın bahçesindeki armut ağaçlarını
karıncaların kuruttuğunu görür.
Yok edilmesi için, hocası Şeyhülislam
Ebussuud Efendi’ye şu beyti yazarak ondan fetva ister:
Dırahta ger ziyan etse karınca
Zarar var mıdır, ânı kırınca?
Zarar var mıdır, ânı kırınca?
(Meyve ağaçlarını sarınca karınca
Günah var mı karıncayı kırınca?)
Günah var mı karıncayı kırınca?)
Hocası yine bir beyitle cevap verir:
Yarın Hakk’ın divanına varınca
Süleyman’dan hakkın alır karınca.
Süleyman’dan hakkın alır karınca.
Karıncayı bile incitmekten çekinmek deyimini düşündüğümüzde
ağustosböceğinin ne kadar kırıldığını anlayabiliriz.
Bütün bu misallere
bakarak fikir dünyamıza karınca üzerinden kötü bir kültür kodu
yerleştirildiğini mukayese etmek hiç de zor olmasa gerek.
İnsan ve Hayat Dergisi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder