1 Mart 2013 Cuma

Neden her yerde “VAV” harfi var?





Yazıya Ruh Veren Sanat: Hat


Yazıya Ruh Veren Sanat: Hat


Müfessirler Kur’ânın engin mânâ iklimine dalar, hafızı kurr‘alar onu tatlı nâğmelerle ruhlara indirir, hattatlar ise onun her harfinden âdeta ruh alarak onu kağıtlara nekşederler. Bu sebeple
hat, kaynaklarda “cismani aletlerle meydana getirilen ruhani bir hendese” olarak tarif edilmiştir.
Ecdadımız güzel Kur’ânımızı güzel yazmaya çok kıymet vermişti. “Kur’ân-ı Kerîm Hicaz’da nâzil oldu, Mısır’da okundu, İstanbul’da yazıldı.” sözü, bizim için en büyük iftihar vesilesidir. Osmanlı medreselerinde, Amasyalı Şeyh Hamdullah (vefatı 1520) gibi, hokkasını bizzat padişah Beyazıd-ı Veli’nin oturmadan elinde tuttuğu hattatlar yanında, Ahmed Karahisari, Hafız Osman, Mustafa Rakım Efendi, Mahmud Celâleddin Efendi, Yesârizâde Mustafa İzzet Efendi gibi daha nîce cihanşümul reis’ül hattatîn yetişmiştir.

İlk hattat Hazreti Ali Efendimizdir

Kur‘an-ı Kerim’i ilk süsleten kişi Hazreti Ali Efendimizdir. Hazreti Ali’nin Kûfe’yi merkez yapmasıyla Kûfe merkezli gelişen yazı çeşidine Kûfî dendi. Kûfi, Hüsn-ü Hattın da anası sayılır. Hat sanatında esas yazı çeşitleri olarak kabul edilip, “Aklam-ı Sitte” veya “Şeş Kalem” diye tesmiye olunan altı çeşit yazı, “Sülüs, Nesih, Muhakkak, Reyhani, Tevki ve Rikaa” dır. Bu yazıların mîmarı olarak da Abbasi Veziri İbn-i Mukle (886 – 940) bilinir.

Aklâm-ı Sitteyi Şeyh Hamdullah ve Hafız Osman kendi üsluplarını da katarak zenginleştirmişlerdir. Aklam-ı Sitte dışında başka yazı türleri  de vardı; ta’lîk, divânî, celî divânî, rıka’, siyâkat, ma’kılî bunlardan en önemlileridir. Bu türlerden zamanımızda rağbet görmekte olan rik’a Osmanlı’da 19.asırdan itibaren seri yazma ihtiyacından dolayı geliştirilip kullanılan pratik bir yazı şeklidir.

Neden her yerde “VAV” harfi var?
Hattatlar en fazla neden “vav” yazmışlar, neden en fazla onu sevmişler, başka harf mi yokmuş?… Çünkü vav harfi, ana rahmindeki çocuğun duruşuyla neredeyse aynıdır. Hat, insanın ömrünün başlangıcını ve hayatının hitamını ifade eder. İnsanoğlu hayatının başında vav, ortasında elif, sonunda yine vav gibidir. Ayrıca vav harfine müsennâ yani çift taraflı yazılan levhalarda sıkça rastlanmaktadır. Bu şekilde çift taraflı yazılara aynalı yazı da denmektedir. Çift halindeki vav harfi ebced hesabında 66 rakamına denk gelmektedir ve Lafza-ı Celalin de ebced hesabındaki karşılığı 66’dır. Müsennâ şekilde yazılan vav harfi de Lafza-ı Celali ifade etmektedir.
Aşk olmadan meşk olmaz

Hat yazmaya “meşk etmek” denir, tıpkı âşığın  maşukuna buluşmak için “meşk” etmesi gibi. Hattat işini öyle sevmeli ki, harflere, yazıya âşık olmalı. Hattat âşık olunca, hat (yazı) maşuk  olur elbet…
Âşık ile maşuk âharlanmış kâğıt üzerinde divit ucu vasıtasıyla buluşunca, işte bu meşk olur. Hat literatüründe yazma işinin meşk etme olarak ifade edilmesi bundan olsa gerek… Zaten bu aşk olmasa, kum ve çakıl mabet, yazı şiir, boya ebru ya da tezhib olamaz, hat ise sadece bir kareografiden (işaret) öte geçemezdi.

Hattın Öğrenilmesi

Hüsn-ü Hat sahibi olmak isteyen kişi, önce bunun tevazu, tevekkül, gayret ve sabır işi olduğunu idrak etmeli. Hat sanatı usta çırak ilişkisi içinde öğrenildiği için hat san’âtını öğrenme arzusunda olan bir talebe, bu hususta icazetli bir hocaya gitmeli. Hocası bu talebeye ilk olarak “rabbi yessir…” duasını yazdıracaktır. Sonra, çalışacağı hattın alfabesine geçer. Kur’ani alfabeyi tek tek yazar. Hocası talebesine hat sanatının bütün inceliklerini, ölçülerini, meşklerin üzerinde çıkartmalar yaparak gösterir ve talebesinin yazıda ilerlemesini “aferin”lerle teşvik eder. Bu arada talebe de, Hazreti Ali’nin “Güzel yazı hocanın öğretişinde gizlidir, güzelleşmesi çok yazmakla; güzelliğini devam ettirebilmek İslam dinine bağlılıkla mümkündür.” tembihini asla unutmaz. Talebe, dersleri tekâmül ettikçe yazı çeşidinin celîlerini (büyüklerini) öğrenir ve istifler, keşîde (uzatma) ler yapmaya başlar. Sonra nokta boyu hesabını kullanmayı öğrenir. Buna “mıstar” denir.

Bütün bunlar talebenin istidadına göre yıllar alabilir. Talebesinin hat sanatının bütün hususiyetlerini öğrendiğine kâni olan hoca eski bir üstadın icazet örneğinin aynısını yazmasını ister ve altına “icazet verdim” manasına gelen imzasını vaz’eder. Osmanlı’da hattın talim ve tedrisine ise Sibyan Mektebinde başlanırdı. Böylece talebenin eli çok erken yaşlarda güzel yazmaya alıştırılır, gözü de bu sanata aşina olurdu. Rüşdiye ve İdadilerin programlarında yer alan hüsn-i hat ayrıca, Enderûn-i Hümâyun, Hasbahçe, Eski Saray, Galata Sarayı ve Mızıka-i Hümâyun gibi kuruluşlarda, devrin meşhur hocaları tarafından talim ettirilirdi.

Osmanlı hükümdarları arasında Beyazıd-ı Veli, Dördüncü Murad, İkinci Mustafa, Üçüncü Ahmed, İkinci Mahmud, Sultan Abdülmecid ve Sultan Reşad bizzat hat sanatı ile meşgul olmuşlardır.
Son asırda mîmari, mûsiki ve tezyini sanatlar batı tesiriyle bozulurken, hat sanatında bir bozulma olmamıştır. Bu durumun birkaç sebebi vardır. Bunlardan biri, hattın bünyesine tesir edebilecek benzeri bir sanatın Avrupa’da bulunmayışıdır.

Üslup sahibi hattatlar elinde usta-çırak esasına göre sağlam zeminde nesilden nesle intikali de çok tesirli olmuştur. Diğer bir sebep ise hattın zamanla kendi içinde yenilenme kabiliyetine sahip oluşudur. Harf inkılâbından sonra hızla unutulmaya yüz tutan bu sanatın bugün meraklıları artmaya başlamıştır.

Güzel yazı rızkın anahtarıdır

Hafız Osman Efendi (1642 – 1698) bir gün, Beşiktaş’tan Üsküdar’a dolmuş yapan bir kayığa biner. Kayık, Üsküdar iskelesine yaklaşınca  müşteriler paralarını çıkarıp vermeye başlarlar. Fakat Hafız Osman’ın üzerinde tek kuruş yoktur. Bir zaman ceplerini karıştırıp durur ama nafile. Sandalcı biraz da istihza yollu “paran yok mu?” der. Düştüğü bu durumdan kurtulmak isteyen Şeyh’ül Hattat: “Param yok, ama sana bir vav çekiversem, sen de onu yol ücreti olarak kabul etsen olmaz mı?” der.
Sandalcı acır koca hattatın haline, daha fazla uzatmaz ve “hadi yaz” deyiverir. Hafız Osman çıkarır divit, hokka ve kâğıdı, bir vav çekiverir sandalcıya. Sonra da “İstersen evinin duvarına
asarsın, istersen bedestende satarsın. Hadi bana eyvallah.” der.

Kayıkçı bir zaman sonra kayıkçılar kıraathanesine uğrar. Hadiseyi meslektaşlarına anlatır. Ardından yolcusunun çizdiği “vav”ı gösterir. Anlatılanlara kulak müsafiri olan birinin “vav”ı görmesiyle, “Hafız Osman Vav”ı diyerek fırlaması bir olur. Ve “Bana satar mısın?” der.

Adamın heyecanına bir mana veremeyen kayıkçı, neredeyse bir kayık fiyatına “vav”ı satar. Böylece Hazreti Peygamber’in (s.a.v), “Size güzel yazıyı tavsiye ederim, güzel yazı rızkın anahtarıdır.” sözü tecelli etmiş olur.
İnsan ve Hayat Dergisi


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder