Yazıya Ruh Veren Sanat: Hat
Müfessirler Kur’ânın engin mânâ iklimine dalar, hafızı kurr‘alar
onu tatlı nâğmelerle ruhlara indirir, hattatlar ise onun her harfinden
âdeta ruh alarak onu kağıtlara nekşederler. Bu sebeple
hat, kaynaklarda “cismani aletlerle meydana getirilen ruhani bir hendese” olarak tarif edilmiştir.
hat, kaynaklarda “cismani aletlerle meydana getirilen ruhani bir hendese” olarak tarif edilmiştir.
Ecdadımız güzel Kur’ânımızı güzel yazmaya çok kıymet vermişti.
“Kur’ân-ı Kerîm Hicaz’da nâzil oldu, Mısır’da okundu, İstanbul’da
yazıldı.” sözü, bizim için en büyük iftihar vesilesidir. Osmanlı
medreselerinde, Amasyalı Şeyh Hamdullah (vefatı 1520) gibi, hokkasını
bizzat padişah Beyazıd-ı Veli’nin oturmadan elinde tuttuğu hattatlar
yanında, Ahmed Karahisari, Hafız Osman, Mustafa Rakım Efendi, Mahmud
Celâleddin Efendi, Yesârizâde Mustafa İzzet Efendi gibi daha nîce
cihanşümul reis’ül hattatîn yetişmiştir.
İlk hattat Hazreti Ali Efendimizdir
Kur‘an-ı Kerim’i ilk süsleten kişi Hazreti Ali Efendimizdir. Hazreti
Ali’nin Kûfe’yi merkez yapmasıyla Kûfe merkezli gelişen yazı çeşidine
Kûfî dendi. Kûfi, Hüsn-ü Hattın da anası sayılır. Hat sanatında esas
yazı çeşitleri olarak kabul edilip, “Aklam-ı Sitte” veya “Şeş Kalem”
diye tesmiye olunan altı çeşit yazı, “Sülüs, Nesih, Muhakkak, Reyhani,
Tevki ve Rikaa” dır. Bu yazıların mîmarı olarak da Abbasi Veziri İbn-i
Mukle (886 – 940) bilinir.
Aklâm-ı Sitteyi Şeyh Hamdullah ve Hafız Osman kendi üsluplarını da
katarak zenginleştirmişlerdir. Aklam-ı Sitte dışında başka yazı türleri
de vardı; ta’lîk, divânî, celî divânî, rıka’, siyâkat, ma’kılî
bunlardan en önemlileridir. Bu türlerden zamanımızda rağbet görmekte
olan rik’a Osmanlı’da 19.asırdan itibaren seri yazma ihtiyacından dolayı
geliştirilip kullanılan pratik bir yazı şeklidir.
Neden her yerde “VAV” harfi var?
Hattatlar en fazla neden “vav” yazmışlar, neden en fazla onu sevmişler, başka harf mi yokmuş?… Çünkü vav harfi, ana rahmindeki çocuğun duruşuyla neredeyse aynıdır. Hat, insanın ömrünün başlangıcını ve hayatının hitamını ifade eder. İnsanoğlu hayatının başında vav, ortasında elif, sonunda yine vav gibidir. Ayrıca vav harfine müsennâ yani çift taraflı yazılan levhalarda sıkça rastlanmaktadır. Bu şekilde çift taraflı yazılara aynalı yazı da denmektedir. Çift halindeki vav harfi ebced hesabında 66 rakamına denk gelmektedir ve Lafza-ı Celalin de ebced hesabındaki karşılığı 66’dır. Müsennâ şekilde yazılan vav harfi de Lafza-ı Celali ifade etmektedir.
Aşk olmadan meşk olmaz
Hat yazmaya “meşk etmek” denir, tıpkı âşığın maşukuna buluşmak için
“meşk” etmesi gibi. Hattat işini öyle sevmeli ki, harflere, yazıya âşık
olmalı. Hattat âşık olunca, hat (yazı) maşuk olur elbet…
Âşık ile maşuk âharlanmış kâğıt üzerinde divit ucu vasıtasıyla
buluşunca, işte bu meşk olur. Hat literatüründe yazma işinin meşk etme
olarak ifade edilmesi bundan olsa gerek… Zaten bu aşk olmasa, kum ve
çakıl mabet, yazı şiir, boya ebru ya da tezhib olamaz, hat ise sadece
bir kareografiden (işaret) öte geçemezdi.
Hattın Öğrenilmesi
Hüsn-ü Hat sahibi olmak isteyen kişi, önce bunun tevazu, tevekkül,
gayret ve sabır işi olduğunu idrak etmeli. Hat sanatı usta çırak
ilişkisi içinde öğrenildiği için hat san’âtını öğrenme arzusunda olan
bir talebe, bu hususta icazetli bir hocaya gitmeli. Hocası bu talebeye
ilk olarak “rabbi yessir…” duasını yazdıracaktır. Sonra, çalışacağı
hattın alfabesine geçer. Kur’ani alfabeyi tek tek yazar. Hocası
talebesine hat sanatının bütün inceliklerini, ölçülerini, meşklerin
üzerinde çıkartmalar yaparak gösterir ve talebesinin yazıda ilerlemesini
“aferin”lerle teşvik eder. Bu arada talebe de, Hazreti Ali’nin “Güzel
yazı hocanın öğretişinde gizlidir, güzelleşmesi çok yazmakla;
güzelliğini devam ettirebilmek İslam dinine bağlılıkla mümkündür.”
tembihini asla unutmaz. Talebe, dersleri tekâmül ettikçe yazı çeşidinin
celîlerini (büyüklerini) öğrenir ve istifler, keşîde (uzatma) ler
yapmaya başlar. Sonra nokta boyu hesabını kullanmayı öğrenir. Buna
“mıstar” denir.
Bütün bunlar talebenin istidadına göre yıllar alabilir. Talebesinin
hat sanatının bütün hususiyetlerini öğrendiğine kâni olan hoca eski bir
üstadın icazet örneğinin aynısını yazmasını ister ve altına “icazet
verdim” manasına gelen imzasını vaz’eder. Osmanlı’da hattın talim ve
tedrisine ise Sibyan Mektebinde başlanırdı. Böylece talebenin eli çok
erken yaşlarda güzel yazmaya alıştırılır, gözü de bu sanata aşina
olurdu. Rüşdiye ve İdadilerin programlarında yer alan hüsn-i hat ayrıca,
Enderûn-i Hümâyun, Hasbahçe, Eski Saray, Galata Sarayı ve Mızıka-i
Hümâyun gibi kuruluşlarda, devrin meşhur hocaları tarafından talim
ettirilirdi.
Osmanlı hükümdarları arasında Beyazıd-ı Veli, Dördüncü Murad, İkinci
Mustafa, Üçüncü Ahmed, İkinci Mahmud, Sultan Abdülmecid ve Sultan Reşad
bizzat hat sanatı ile meşgul olmuşlardır.
Son asırda mîmari, mûsiki ve tezyini sanatlar batı tesiriyle
bozulurken, hat sanatında bir bozulma olmamıştır. Bu durumun birkaç
sebebi vardır. Bunlardan biri, hattın bünyesine tesir edebilecek benzeri
bir sanatın Avrupa’da bulunmayışıdır.
Üslup sahibi hattatlar elinde usta-çırak esasına göre sağlam zeminde
nesilden nesle intikali de çok tesirli olmuştur. Diğer bir sebep ise
hattın zamanla kendi içinde yenilenme kabiliyetine sahip oluşudur. Harf
inkılâbından sonra hızla unutulmaya yüz tutan bu sanatın bugün
meraklıları artmaya başlamıştır.
Güzel yazı rızkın anahtarıdır
Hafız Osman Efendi (1642 – 1698) bir gün, Beşiktaş’tan Üsküdar’a
dolmuş yapan bir kayığa biner. Kayık, Üsküdar iskelesine yaklaşınca
müşteriler paralarını çıkarıp vermeye başlarlar. Fakat Hafız Osman’ın
üzerinde tek kuruş yoktur. Bir zaman ceplerini karıştırıp durur ama
nafile. Sandalcı biraz da istihza yollu “paran yok mu?” der. Düştüğü bu
durumdan kurtulmak isteyen Şeyh’ül Hattat: “Param yok, ama sana bir vav
çekiversem, sen de onu yol ücreti olarak kabul etsen olmaz mı?” der.
Sandalcı acır koca hattatın haline, daha fazla uzatmaz ve “hadi yaz”
deyiverir. Hafız Osman çıkarır divit, hokka ve kâğıdı, bir vav çekiverir
sandalcıya. Sonra da “İstersen evinin duvarına
asarsın, istersen bedestende satarsın. Hadi bana eyvallah.” der.
asarsın, istersen bedestende satarsın. Hadi bana eyvallah.” der.
Kayıkçı bir zaman sonra kayıkçılar kıraathanesine uğrar. Hadiseyi
meslektaşlarına anlatır. Ardından yolcusunun çizdiği “vav”ı gösterir.
Anlatılanlara kulak müsafiri olan birinin “vav”ı görmesiyle, “Hafız
Osman Vav”ı diyerek fırlaması bir olur. Ve “Bana satar mısın?” der.
Adamın heyecanına bir mana veremeyen kayıkçı, neredeyse bir kayık
fiyatına “vav”ı satar. Böylece Hazreti Peygamber’in (s.a.v), “Size güzel
yazıyı tavsiye ederim, güzel yazı rızkın anahtarıdır.” sözü tecelli
etmiş olur.
İnsan ve Hayat Dergisi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder