7 Mart 2013 Perşembe

Buvat Gazası...




Sevgili Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellemin ikinci seferleri Buvat Gazası...
Ebu Süfyan idaresindeki yüz kişilik bir müşrik kervanın iki bin beşyüz deve ile Şam'a gitmekte olduğu haber alınınca Kureyş müşrikleri ile hesaplaşma kararı alındı. Tarih, Hicretin onüçüncü ayı başları Rebiülevvel ayı.
Efendimiz, Ebu Seleme ibni Abdil Esed'i yerlerine vekil bırakarak yüzelli mücahidin başında düşmana doğru at koşturdular... Beyaz bayrağı dalgalandıran bu kerre Sa'd bin Ebi Vakkas... Buvat dağına kadar her taraf adım adım aranmasına rağmen müşrikler yakalanamadı..
Arananların içinde Umeyye bin Halef ismindeki kâfir de vardı ama bu defa kurtuldular...
Fakat islamın gücü bu gaza ile bir kaç kat daha artarak hükümranlık Buvat dağına kadar genişlemişti. Buvat çevresinde Müdlicoğulları aşireti yaşamakta...
Müdlicoğulları ile de Damraoğullarınınkine benzer bir saldırmazlık andlaşması yapıldı; onlardan da müslümanları arkadan vurmayacaklarına dair söz alındı; emniyetleri için teminat verildi...
Buvat Gazası'ndan döneli bir kaç gün olmuştu ki Kürz ibni Cabiril Fihri ismindeki bir Kureyşli'nin adamları ile birlikte Cemma Dağı'na baskın vererek burada yayılan sığır ve develeri sürüp götürdüğü haberi alındı...
Bu ağır bir haberdi. Bir küstah ve çapulcuları Medine yakınlarına kadar sokularak Haram Bölge'den mal çalsınlar... Bu cür'eti gösterenler tabii ki cezasına da katlanmalıydı...
Sevgili Peygamberimiz, yerine Zeyd bin Harise'yi vekil bırakarak bir mikdar eshabla birlikte vak'a mahalline at sürdüler... Bayrak, bu kerre de Hazreti Ali'de... Rüzgarda süzülen bir beyaz kartal gibi... yarınlara, öne, ileriye, atılmak, yol açmak istercesine çırpınıyor...
Mücahidler, hadise yerine geldiğinde Kürz ve diğerleri hayvanları bırakarak izlerini kaybetmişlerdi. Bedir'in Safevan vadisine kadar her taşın altı yoklandıysa da bulunamadılar.. Bu sebeple bu sefere Safevan Gazası dendiği gibi Birinci Bedir Gazası da denir.Müşrikler anlamış olmalı ki müminlerin değil kendilerine; mallarına dahi eğri gözle bakmak artık kolay değildir... acaba anladılar mı!...
Hicretin onaltıncı ayı başlarında Zül Uşeyre Gazası yapıldı..
Yine Ebu Süfyan kumandasındaki bir Kervanın kıymetli mallar ve kalabalık bir Mekke'li ile Şam'a gitmekte olduğu haberi alındı...
Eğer bu kervan vurulabilirse düşman maliyesine ağır bir darbe indirilecek...
Efendimiz, Ebu Seleme bin Abdülesed'i yerlerine vekil bıraktılar. Hani şu Medine'ye ilk göçen mümini.
İslâm akıncıları ikiyüz kadar. Bu gazada da Peygamberimizin bayraktarı Hazreti Hamza radıyallahü anh. Mücahidlerin bir at ve otuz develeri mevcut; nöbetleşe biniyorlar...
Sevgili Peygamberimiz, düşmanın önünü kesmek için Dinaroğulları Dağı ve Habar çölünü aştılar fakat bu bölgede kâfirleri bulamadılar.. Bunun üzerine yola devam ederek İbni Ezher vadisine geldiler. Zat üs Sak ismindeki ağaç altında namaz kılıp yemek yediler.. ki bu günün hatırasına daha sonra buraya bir mescid yapılmıştır..
Yine yola çıkıldı... kırlık, sapa yollar aşıldı; ancak düşmandan hiç bir iz yoktu.. Arama Müdlicoğullarının Zül Uşeyre kasabasına kadar sürdü ama kervanı yakalamak mümkün olmadı....düşman yine paçayı kurtarmıştı fakat nereye kadar? Artık bu yollar küffara korku yolları olmuştu..
Dağ, bayır, çöl aşarak düşman kollayan yorgun mücahidler Zül Uşeyre'de mola verdiler... Müdlicoğulları onlara ne güzel ev sahipliği yaptı.Zül Uşeyre, Medine ve Hayber'den sonra en güzel hurmaları yetiştiren bir yer...
Hazreti Ali ve Ammar bin Yasir bir hurma ağacı altına oturmuş köylülerin çalışmalarını seyrederken öylece uyuya kaldılar.. Efendimiz başuclarına geldiğinde rüzgâr, onları taze toprağa bulamıştı.. Önce Ammar radıyallahü anh sıçradı. Fakat Hazreti Ali hâlâ yumuşak toprak üzerinde kendinden geçmiş halde.
Merhamet Sultanı seslendiler:
-Kalk ya Eba Turab! Kalk ey toprağın babası..
Ali radıyallahü anh, güzel gözlerini aralayıp sevgili Peygamberimizi karşısında görünce şimşek hızıyla yerinden fırladı...
O ân Resulullah, âh ne buyurdular; iki damla gözyaşı ne gün için saklanır?
-İnsanların en kötüsü elini senin kanına bulayandır ya Ali...
Dediler ve mubarek eli ile büyük dâvâ arkadaşının başını okşadılar...
Hicretin onyedinci ayı.. Medine.Sevgili Peygamberimizin halazâdesi Abdullah bin Cahş da her sahabi gibi Allah aşkı ile dolu dolu.. Mekke'de olmadık işkencelere katlanmış; açlığa, susuzluğa hayret edilecek kadar dayanmış bir Peygamber sevdalısı.
Hazreti Abdullah, radıyallahü anh, Medine'de. En büyük zevki Kâinatın Efendisi'nin sohbetlerinde bulunmak. Zaten eshab-ı kiram için O'nun sohbetlerinden üstün lezzet var mı ki? Mübarek sahabi, bu sohbetlerde Peygamberimizden şehidlik ve şehidlerin üstünlüğünü dinledikçe şehid olma isteği kalbini çatlatacak kadar kendini zorluyor...
Bir gün yatsı namazı eda edildikten sonra Sevgili Peygamberimiz, sallallahü aleyhi ve sellem, Abdullah bin Cahş'a:
-Yarın erkenden silahını da alarak bana gel. Seni bir yere göndereceğim, buyurdular.
Abdullah, radıyallahü anh, sabah namazından sonra Peygamber aleyhisselamdan önce Hane-i saadetin kapısına gelerek Efendimizi beklemeye başladı...
Abdullah bin Cahş, yanına kılıç, ok tirkeşi, yay ve kalkanını almıştı. Efendimiz, geldiler ve aziz sahabiyi selâmladıktan sonra muhacirlerin büyüklerinden Ebu Huzeyfe, Vakıd bin Abdullah, Ükkâşe bin Mıhsan, Hâlid bin Bükeyr, Sa'd bin Ebi Vakkas, Utbe bin Gazvan, Süheyl bin Beyza, Âmir bin Rebia, Âmir bin Füheyre, Ammâr bin Yasir, Sa'd bin Leys ismindeki arkadaşlarını yanlarına çağırdılar.
Peygamberimiz, Hazreti Abdullah'dan uzakta Übeyde bin Kâb'a bir mektup yazdırdılar ve mektubu kapattıktan sonra Abdullah bin Cahş'a hitaben:
-Seni bu arkadaşların Emir-ül Mü'minin tayin ettim, buyurdular...
Önce Necdiye yolunu tutmalarını, sonra Rekiyye'ye, kuyuya yönelmelerini böylece iki gün yol gittikten sonra mektubu açmasını ve yazılanlara uymalarını; iki kişiye bir deve verildiğini hayvanlara nöbetleşe binmelerini istediler.
Böylece ilk defa bir müslûmana "Mü'minlerin lideri" mânâsına "Emir ül Mü'minin" sıfatı veriliyordu. İslâm hukuku, islâm devleti yeni bir müessese kazanmıştı; emirlik... elel Vâdisi'ne geldiklerinde verilen süre doldu. Bu sebeple Emir ül Mü'minin Abdullah bin Cahş hayvan derisine yazılı mektubu koynundan çıkararak açtı ve okumaya başladı:
-Bismillahirrahmanirrahîm!İmdi bu mektubu okuduktan sonra Mekke-Taif arasındaki Nahle Vadisi'ne kadar Allah'ın isim ve bereketiyle yürüyüşe devam et. Hiç bir arkadaşını Nahle'ye gitmek için asla zorlama. Nahle vadisine vardığında Kureyşlilerle onların kervanlarını görüp
-gözetleyerek bilgi ve haber toplayacaksın...
Mektubu derin bir hürmetle okuyan Hazreti Abdullah'ın ağzından ilk çıkan kelimeler şu oldu:
-Biz, Allahın kullarıyız. Yine O'na döneceğiz. Şahid olun ki Peygamber buyruğunu işittim ve tabi oldum.
Hafiften esen tatlı bir rüzgâr mektuba dikkat kesilen yüzleri okşayıp geçiyordu..
Bütün seriyye mensupları ayaktaydı...
Uzaktan, çok uzaktan bir deve uzun uzun böğürdü... Bir kuş sürüsü nerdeyse onları cansız sanıp çarpacak kadar dalış yapıp yeniden havalanarak uzaklaşarak tepelerin gerisinde kayboldu...
-Evet, dedi, Abdullah radıyallahü anh, mektubu işittiniz. Vazifem belli. Haber toplamak. Şu var ki bu istihbarat görevimi size duyurmuş oluyorum. "Siz de geleceksiniz" demeye salahiyetli değilim... İsterseniz benimle gelirsiniz, isterseniz dönmekte serbestsiniz... tercih elinizde.
Anlaşılan o ki, hem Abdullah bin Cahş, hem yoldaşı olan öteki müminler, umulmadık bir yer ve zamanda imtihandalar.. Hazreti Abdullah, tek başına haber almaya sevk edilirken diğerleri de iradelerinde serbest bırakılıyor.. ama onların sıcak çorbaları, rahat yatakları tercih etmeleri mümkün mü?
Müminlerin emiri Abdullah bin Cahş'ın komutasındaki müslümanlar aynı kararlılıkla cevap verdiler:
-Mektubu dinledik!Biz, Allah'a, Resulüne ve başımıza emir tayin edilen sana itaat ediciyiz! Her nereye istersen Allah'ın bereketiyle yürü! Ölmek var, dönmek yok! ....


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder