Sevgili Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellemin
ikinci seferleri Buvat Gazası...
Ebu Süfyan idaresindeki yüz kişilik bir müşrik
kervanın iki bin beşyüz deve ile Şam'a gitmekte olduğu haber alınınca Kureyş müşrikleri
ile hesaplaşma kararı alındı. Tarih, Hicretin onüçüncü ayı başları Rebiülevvel
ayı.
Efendimiz, Ebu Seleme ibni Abdil Esed'i yerlerine
vekil bırakarak yüzelli mücahidin başında düşmana doğru at koşturdular... Beyaz
bayrağı dalgalandıran bu kerre Sa'd bin Ebi Vakkas... Buvat dağına kadar her
taraf adım adım aranmasına rağmen müşrikler yakalanamadı..
Arananların içinde Umeyye bin Halef ismindeki kâfir
de vardı ama bu defa kurtuldular...
Fakat islamın gücü bu gaza ile bir kaç kat daha
artarak hükümranlık Buvat dağına kadar genişlemişti. Buvat çevresinde
Müdlicoğulları aşireti yaşamakta...
Müdlicoğulları ile de Damraoğullarınınkine benzer bir
saldırmazlık andlaşması yapıldı; onlardan da müslümanları arkadan
vurmayacaklarına dair söz alındı; emniyetleri için teminat verildi...
Buvat Gazası'ndan döneli bir kaç gün olmuştu ki Kürz
ibni Cabiril Fihri ismindeki bir Kureyşli'nin adamları ile birlikte Cemma
Dağı'na baskın vererek burada yayılan sığır ve develeri sürüp götürdüğü haberi
alındı...
Bu ağır bir haberdi. Bir küstah ve çapulcuları Medine
yakınlarına kadar sokularak Haram Bölge'den mal çalsınlar... Bu cür'eti
gösterenler tabii ki cezasına da katlanmalıydı...
Sevgili Peygamberimiz, yerine Zeyd bin Harise'yi
vekil bırakarak bir mikdar eshabla birlikte vak'a mahalline at sürdüler...
Bayrak, bu kerre de Hazreti Ali'de... Rüzgarda süzülen bir beyaz kartal gibi...
yarınlara, öne, ileriye, atılmak, yol açmak istercesine çırpınıyor...
Mücahidler, hadise yerine geldiğinde Kürz ve
diğerleri hayvanları bırakarak izlerini kaybetmişlerdi. Bedir'in Safevan
vadisine kadar her taşın altı yoklandıysa da bulunamadılar.. Bu sebeple bu
sefere Safevan Gazası dendiği gibi Birinci Bedir Gazası da denir.Müşrikler
anlamış olmalı ki müminlerin değil kendilerine; mallarına dahi eğri gözle
bakmak artık kolay değildir... acaba anladılar mı!...
Hicretin onaltıncı ayı başlarında Zül Uşeyre Gazası
yapıldı..
Yine Ebu Süfyan kumandasındaki bir Kervanın kıymetli
mallar ve kalabalık bir Mekke'li ile Şam'a gitmekte olduğu haberi alındı...
Eğer bu kervan vurulabilirse düşman maliyesine ağır
bir darbe indirilecek...
Efendimiz, Ebu Seleme bin Abdülesed'i yerlerine vekil
bıraktılar. Hani şu Medine'ye ilk göçen mümini.
İslâm akıncıları ikiyüz kadar. Bu gazada da
Peygamberimizin bayraktarı Hazreti Hamza radıyallahü anh. Mücahidlerin bir at
ve otuz develeri mevcut; nöbetleşe biniyorlar...
Sevgili Peygamberimiz, düşmanın önünü kesmek için
Dinaroğulları Dağı ve Habar çölünü aştılar fakat bu bölgede kâfirleri
bulamadılar.. Bunun üzerine yola devam ederek İbni Ezher vadisine geldiler. Zat
üs Sak ismindeki ağaç altında namaz kılıp yemek yediler.. ki bu günün
hatırasına daha sonra buraya bir mescid yapılmıştır..
Yine yola çıkıldı... kırlık, sapa yollar aşıldı;
ancak düşmandan hiç bir iz yoktu.. Arama Müdlicoğullarının Zül Uşeyre
kasabasına kadar sürdü ama kervanı yakalamak mümkün olmadı....düşman yine
paçayı kurtarmıştı fakat nereye kadar? Artık bu yollar küffara korku yolları
olmuştu..
Dağ, bayır, çöl aşarak düşman kollayan yorgun
mücahidler Zül Uşeyre'de mola verdiler... Müdlicoğulları onlara ne güzel ev
sahipliği yaptı.Zül Uşeyre, Medine ve Hayber'den sonra en güzel hurmaları
yetiştiren bir yer...
Hazreti Ali ve Ammar bin Yasir bir hurma ağacı altına
oturmuş köylülerin çalışmalarını seyrederken öylece uyuya kaldılar.. Efendimiz
başuclarına geldiğinde rüzgâr, onları taze toprağa bulamıştı.. Önce Ammar
radıyallahü anh sıçradı. Fakat Hazreti Ali hâlâ yumuşak toprak üzerinde
kendinden geçmiş halde.
Merhamet Sultanı seslendiler:
-Kalk ya Eba Turab! Kalk ey toprağın babası..
Ali radıyallahü anh, güzel gözlerini aralayıp sevgili
Peygamberimizi karşısında görünce şimşek hızıyla yerinden fırladı...
O ân Resulullah, âh ne buyurdular; iki damla gözyaşı
ne gün için saklanır?
-İnsanların en kötüsü elini senin kanına bulayandır
ya Ali...
Dediler ve mubarek eli ile büyük dâvâ arkadaşının
başını okşadılar...
Hicretin onyedinci ayı.. Medine.Sevgili
Peygamberimizin halazâdesi Abdullah bin Cahş da her sahabi gibi Allah aşkı ile
dolu dolu.. Mekke'de olmadık işkencelere katlanmış; açlığa, susuzluğa hayret
edilecek kadar dayanmış bir Peygamber sevdalısı.
Hazreti Abdullah, radıyallahü anh, Medine'de. En
büyük zevki Kâinatın Efendisi'nin sohbetlerinde bulunmak. Zaten eshab-ı kiram
için O'nun sohbetlerinden üstün lezzet var mı ki? Mübarek sahabi, bu
sohbetlerde Peygamberimizden şehidlik ve şehidlerin üstünlüğünü dinledikçe
şehid olma isteği kalbini çatlatacak kadar kendini zorluyor...
Bir gün yatsı namazı eda edildikten sonra Sevgili
Peygamberimiz, sallallahü aleyhi ve sellem, Abdullah bin Cahş'a:
-Yarın erkenden silahını da alarak bana gel. Seni bir
yere göndereceğim, buyurdular.
Abdullah, radıyallahü anh, sabah namazından sonra
Peygamber aleyhisselamdan önce Hane-i saadetin kapısına gelerek Efendimizi
beklemeye başladı...
Abdullah bin Cahş, yanına kılıç, ok tirkeşi, yay ve
kalkanını almıştı. Efendimiz, geldiler ve aziz sahabiyi selâmladıktan sonra
muhacirlerin büyüklerinden Ebu Huzeyfe, Vakıd bin Abdullah, Ükkâşe bin Mıhsan,
Hâlid bin Bükeyr, Sa'd bin Ebi Vakkas, Utbe bin Gazvan, Süheyl bin Beyza, Âmir
bin Rebia, Âmir bin Füheyre, Ammâr bin Yasir, Sa'd bin Leys ismindeki
arkadaşlarını yanlarına çağırdılar.
Peygamberimiz, Hazreti Abdullah'dan uzakta Übeyde bin
Kâb'a bir mektup yazdırdılar ve mektubu kapattıktan sonra Abdullah bin Cahş'a
hitaben:
-Seni bu arkadaşların Emir-ül Mü'minin tayin ettim,
buyurdular...
Önce Necdiye yolunu tutmalarını, sonra Rekiyye'ye,
kuyuya yönelmelerini böylece iki gün yol gittikten sonra mektubu açmasını ve
yazılanlara uymalarını; iki kişiye bir deve verildiğini hayvanlara nöbetleşe
binmelerini istediler.
Böylece ilk defa bir müslûmana "Mü'minlerin
lideri" mânâsına "Emir ül Mü'minin" sıfatı veriliyordu. İslâm
hukuku, islâm devleti yeni bir müessese kazanmıştı; emirlik... elel Vâdisi'ne
geldiklerinde verilen süre doldu. Bu sebeple Emir ül Mü'minin Abdullah bin Cahş
hayvan derisine yazılı mektubu koynundan çıkararak açtı ve okumaya başladı:
-Bismillahirrahmanirrahîm!İmdi bu mektubu okuduktan
sonra Mekke-Taif arasındaki Nahle Vadisi'ne kadar Allah'ın isim ve bereketiyle
yürüyüşe devam et. Hiç bir arkadaşını Nahle'ye gitmek için asla zorlama. Nahle
vadisine vardığında Kureyşlilerle onların kervanlarını görüp
-gözetleyerek bilgi ve haber toplayacaksın...
Mektubu derin bir hürmetle okuyan Hazreti Abdullah'ın
ağzından ilk çıkan kelimeler şu oldu:
-Biz, Allahın kullarıyız. Yine O'na döneceğiz. Şahid
olun ki Peygamber buyruğunu işittim ve tabi oldum.
Hafiften esen tatlı bir rüzgâr mektuba dikkat kesilen
yüzleri okşayıp geçiyordu..
Bütün seriyye mensupları ayaktaydı...
Uzaktan, çok uzaktan bir deve uzun uzun böğürdü...
Bir kuş sürüsü nerdeyse onları cansız sanıp çarpacak kadar dalış yapıp yeniden
havalanarak uzaklaşarak tepelerin gerisinde kayboldu...
-Evet, dedi, Abdullah radıyallahü anh, mektubu
işittiniz. Vazifem belli. Haber toplamak. Şu var ki bu istihbarat görevimi size
duyurmuş oluyorum. "Siz de geleceksiniz" demeye salahiyetli
değilim... İsterseniz benimle gelirsiniz, isterseniz dönmekte serbestsiniz...
tercih elinizde.
Anlaşılan o ki, hem Abdullah bin Cahş, hem yoldaşı
olan öteki müminler, umulmadık bir yer ve zamanda imtihandalar.. Hazreti
Abdullah, tek başına haber almaya sevk edilirken diğerleri de iradelerinde
serbest bırakılıyor.. ama onların sıcak çorbaları, rahat yatakları tercih
etmeleri mümkün mü?
Müminlerin emiri Abdullah bin Cahş'ın komutasındaki
müslümanlar aynı kararlılıkla cevap verdiler:
-Mektubu dinledik!Biz, Allah'a, Resulüne ve başımıza
emir tayin edilen sana itaat ediciyiz! Her nereye istersen Allah'ın bereketiyle
yürü! Ölmek var, dönmek yok! ....
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder