Çanakkale Savaşı
Çanakkale Savaşları, Birinci Dünya Savaşı içinde, tarihin en kanlı bölümü olarak bilinir. Türk'ün sayısız zafer, şan ve şerefle dolu tarihinin en parlak sayfasıdır. I.Dünya savaşı'ndan kısa bir süre önce, 1911-1942 yıllarında Osmanlı Devleti son Afrika topraklarını İtalya'ya kaptırmış, 1912-1913 Balkan Hezimeti ise, Rumeli'deki son Türk hakimiyetini silip süpürmüştür. Bulgar Ordularının İstanbul kapılarını zorlaması, 500 yıldır Türk olan Rumeli'nin kaybı, İstanbul ve boğazların güvenliğinin tehlikeye girmesi, o zamanın devlet adamlarında siyasi yalnızlığımızın tabii bir sonucu olarak değerlendirilmiştir.Dolayısıyla I. Dünya Savaşı'na rastlayan günlerde Osmanlı devleti yalnızlıktan ve emniyetsizlikten kurtulmak fakat, Balkan savaşının kötü hatıralarının tesiri altında kalan her iki blokta Türk ittifakını küçümsemişler ve bu ittifakın kendileri için bir yük olmasından endişe etmişlerdi. Ancak, Alman İmparatoru, her iki blok arasındaki savaşta, Osmanlı devletinin hiç değilse bir kısım düşman kuvvetini meşgul edebileceği gerekçesiyle müdahale etmiştir.
Bu suretle Osmanlı devleti, kaderini alelacele, 2 Ağustos 1914'te "Üçlü ittifak'a bağlamıştır. İşte Çanakkale Zaferini yaratan kuvvet. 1914 yazında küçümsenen değeri hakkında yanlış teşhis konan bu TÜRK ORDUSU'dur. Avrupa'da savaş bütün şiddetiyle sürerken, hareket harbinin yerini siper harbi almıştır. Bu cephede yarma yapmak ve kesin sonuç almak son derece zorlanmıştır. Halbuki "üçlü itilaf"ın askere gücü günden güne artmaktadır.
Bu güç , hareket savaşına müsait başka savaş alanlarında kullanılmalıdır. İngiltere Başkanı Lloyd GEORGE ve Bahriye Nazırı CHARCHILL bu görüşü benimsemişlerdir. Çanakkale Savaşları, işte bu görüşü benimseyenlerin esiridir.
Hareket sahası olarak Gelibolu Yarımadası'nın seçilmesi, bu bölgenin jeopolitik bakımdan çok büyük öneme sahip olmasındandır. Boğazlar, Güney Rusya ve bütün karadeniz kıyılarının açık denizlere olan tek çıkış noktasıdır. Harp halinde bu geçidin kapanması, Rusya içih hayati önem taşımaktadır. Zira, Rusya'nın insan ve hammadde kaynakları zengin, fakat sanayi ve mali imkanları sınırlıdır. Bunun için uzun ve sürekli bir savaşın gerektirdiği silah, cephane ve malzeme ikmalini temin edemeyecek durumdadır.
O zaman İngiliz Bahriye Nazırı olan CHURCHILL'in ısrarla üzerinde durduğu bu fikirlere önceleri pek itibar edilmemiştir. Ancak 1914 Aralık ayında başlayan Türk Sarıkamış harekatı üzerine telaşlanan; çok zor durumda kalan hiç değilse bir kısım Türk kuvvetlerinin başka Cephelere çekilmesini isteyen Rusya'nın yükünü azaltmak için, Çanakkale seferine karar verilmiş, fakat kesin neticeyi batı cephesinde arayanları darıltmamak amacıyla önce sadece donanmayla ve zorla Çanakkale Boğazı geçilmeye çalışılmıştır.
Genelkurmay Başkanlığı, Çanakkale Savaşı'nın gerçek görüntülerini ilk kez yayınlandı. İşte Çanakkale'yi geçilmez kılan kahramanlar...
Genelkurmay Başkanlığı Çanakkale Zaferi'nin yıldönümünde, Çanakkale savaşına ait gerçek görüntüleri yayınladı.Yıllar önce hazırlanan video, o yılların popüler seslendirme sanatçıları tarafından seslendirilmiş.
İşte arşivden çıkan o görüntüler...
Savaş Öncesi
Yirminci
yüzyılın başlarında Avrupa sınırlarından taşıyordu. Ekonomik rekabet,
sömürgecilik ve milliyetçilik akımları Avrupa’yı ikiye bölüyordu. Almanya-Fransa
ve Rusya-Avusturya arasındaki çekişmeler gerginliğe dönüşüyordu. 28 Haziran
1914’te Avusturya-Macaristan İmparatorluğu Veliahdı Arşidük
Ferdinand’ın bir Sırp milliyetçisi tarafından öldürülmesi bu gerginliğe son
noktayı koydu.
Avusturya’nın
28 Temmuz 1914’te Sırbistan’a seferberlik ilanının ardından 1. Dünya Savaşı
başlamış oluyordu. Bir yandan Almanya, Avusturya-Macaristan ve İtalya’dan oluşan
üçlü İttifak Devletleri, bir yanda da İngiltere, Fransa ve Rusya’dan oluşan
Üçlü İtilaf Devletleri sonunda Avrupa’yı ikiye bölmüşlerdi.
Savaş ilanlarının ardından İtalya
tarafsızlığını ilan ettiyse de bir yıl sonra İtilaf Devletleri’ne katıldı.
Osmanlı İmparatorluğu tarihin gördüğü
en geniş sınırlara sahip olmuş, her çeşit milleti ve inanışı içinde
barındırmış ve yaklaşık 600 yıl süren saltanatını 20. Yüzyılın başında
kaybediyordu. Dışta ve içte yaşadığı mücadeleler Osmanlı Devleti’ni
çökertiyor, topraklarını ve gücünü dağıtıyordu. Son olarak Trablusgarp ve Balkan
Savaşları ile arka arkaya yenilgiler alan Osmanlı Devleti, Doğu Trakya dışında
Avrupa’daki bütün topraklarını kaybetmiş, saygınlığını ve gücünü
yitirmişti. Artık Osmanlı Devleti’nin ölümü bekleniyor ve diğer ülkeler
tarafından paylaşım planları hazırlanıyordu.
Rusya boğazları ele geçirip sıcak
denizlere inmeyi hedeflerken, İngiltere Süveyş Kanalı ve Hint yolunun güvenliği
için Filistin’i ele geçirmeyi tasarlıyor, Fransa; Lübnan, Suriye ve Kilikya’nın
kontrolünü düşlüyor; Almanlar doğuya yayılma politikası güdüyor, İtalyanlar ise
Antalya’ya sahip olmayı istiyorlardı.
Birinci Dünya Savaşı’nın patlamasının
ardından Osmanlı Devleti önce İtilaf Devletleri ile birlikte olmaya niyetlendiyse de,
Rusya’nın bu duruma soğuk bakması Osmanlı’yı Almanya’ya doğru yönlendirdi ve
2 Ağustos 1914’te yapılan gizli bir antlaşma ile Alman-Türk ittifakı kesinleşti.
Bu tarihten sonra, güvenliği açısından
seferberlik ve silahlı tarafsızlık ilan eden Osmanlı Devleti, 10 Ağustos 1914’te
İngiliz donanmasından kaçan GOEBEN ve BRESLAU adlı Alman savaş gemilerinin
boğazlardan geçmesine izin verir ve boğazları tüm yabancı gemilere kapatır.
GOEBEN ve BRESLAU’ın boğazlardan geçmesi
itilaf devletlerinin tepkisine yol açar. Bunun üzerine Osmanlı Devleti, bu iki gemiyi,
daha önce İngilizlere sipariş ettikleri ve hatta parasını ödedikleri halde
alamadıkları iki gemi yerine satın aldıklarını açıklar. Böylece, Yavuz ve Midilli
adı verilen bu iki savaş gemisi Osmanlı Donanması’na katılmış olur.
27 Eylül 1914’te Amiral Souchon
komutasındaki Yavuz, tatbikat amacıyla çıktığı Karadeniz’de Ruslar’a ait
Sivastapol ve Novorosisk limanlarını bombalayınca 1 Kasım
1914’te Ruslar Kafkasya’da sınırı geçerek fiilen savaş başlatmış ve Osmanlı
Devleti de sıcak savaşın içine çekilmiş olur.
Osmanlı Devleti’nin elinde bulunan
boğazlar, konumları nedeniyle özellikle Avrupa için çok büyük bir önem
taşıyorlardı. Tarih boyunca uğurlarında nice savaşlar verilen boğazlar stratejik,
ekonomik ve kültürel açıdan paha biçilmez değerdeydiler. Bugün bile
bakıldığında değerlerini korumaya devam ettikleri açıktır.
İtilaf Devletleri’nin Boğazları açma
nedenlerinin başında, elbette ki boğazların sahip olduğu bu stratejik önem
yatıyordu. Rusya’ya yardım edebilmek hedefiyle yapılanan bu düşünce ; aynı
zamanda Almanya’dan yeterli yardım alamayacağı ve fazla direnemeyeceği düşünülen
Osmanlı’yı tek başına ve planlanmış bir barışa mahkum etmeyi planlıyordu.
Ayrıca boğazları kazanmak demek, İstanbul’u ele geçirip Osmanlı ve tüm Avrupa
üzerinde manevi bir yıkıma sebep olmak demekti. Tarafsız kalan pek çok ülke bu
başarıya kayıtsız kalamayacak ve İtilaf Devletleri’ne katıldıklarını
açıklayacaklardı.
Boğazlardan geçilebilirse, kazanılacak
olan başarı tüm Müslüman sömürgeleri sindirecek, güneyde sömürge devletlerini
rahatsız eden hiçbir şey yaşanmayacaktı.
Bu düşünceyle İngiltere 28 Ocak 1915’te
Osmanlı’ya savaş kararı aldı ve bu karara Fransa da katıldı.
Deniz Harekâtı
“
Denizlere hakim olan dünyaya hakim olur.” düşüncesiyle hareket eden İngilizler,
boğazları ele geçirmek için donanmanın yeterli olacağına inanıyorlardı. Bahriye
Nazırı Churchill’in planları Akdeniz filosu
komutanı Amiral Carden tarafından da desteklenince, Lord Fisher’ın şüpheli
gördüğü bu harekatın donanma ile yapılmasına karar verildi. Tarihinde hiçbir
yenilgi almamış olan İngiliz donanmasının silah, teknoloji ve başarı açısından
kendine güveni tamdı. Dünyanın yenilmez donanması, Fransa’nın da desteği ile
dünyanın en büyük armadasını oluşturuyordu. Bu donanmaya karşı gelebilecek
hiçbir güç düşünülemezdi. Hele ki yıpranmış, teknoloji açısından zayıf ve
parçalanmak üzere olan Osmanlı, bu armada ile asla baş edemezdi.
İtilaf Devletleri’nin deniz harekatı 19
Şubat 1915’te başladı. 13 Mart 1915’e kadar düşman gemileri tabyaları top
ateşine tuttu, mayın tarama gemileri olabildiğince yol açtı. Boğazları zorlayarak
geçebileceklerine inanan düşman kuvvetlerinin, kararlı ve dirençli bir karşılık
almaları bu işin o kadar da kolay olmadığını gösteriyordu. Bir ay boyunca yapılan
binlerce mermi atışının ardından çok da büyük bir gelişme elde edilememişti.
18 Mart’a kadar geçen bu dönemde
boğazın girişinde bulunan Rumeli yakasındaki Seddülbahir ve Ertuğrul tabyaları ile,
Anadolu yakasındaki Kumkale ve Orhaniye tabyaları tahrip edilmişti. Boğaza giriş
kapıları aralanmış ama hala ilerde olacaklar belirsizdi.
Ve 18 Mart 1915 sabahı geldiğinde kimse
günün sonunda neyle karşılaşacağını bilmiyordu.
17 Mart 1915’te Amiral Carden’in yerine
Amiral De Robeck’in atanmasıyla 18 Mart da gerçekleşecek plan uygulamaya konuluyordu.
Plana göre; 18 Mart sabahı 3 deniz
tümeninden oluşan düşman filosu boğazda belirdi. Filonun en güçlü gemilerinden
oluşan 1. Tümen bizzat Amiral de Robeck tarafından kumanda ediliyordu.
Queen Elizabeth, Agamemnon, Lord Nelson
muharebe gemileri ve Inflexible muharebe kruvazöründe oluşan 1. Tümen, saat 10:30’da
boğazdan içeri girdi. Filonun önündeki muhripler savaş alanını tanıyorlardı.
Planlanan noktaya ulaşıldığında Queen Elizabeth’in hedefi Rumeli Mecidiye Tabyası,
Lord Nelson’un hedefi Namazgah Tabyası, İnflexible hedefi ise Rumeli Hamidiye Tabyası
idi. “A Savaş Hattı” olarak adlandırılan bu plan 11.30’da uygulanmaya başlandı
ve 11.30’da merkez tabyalarına ateş başladı.
Bu arada düşman gemileri Kumkale’den
gelen tedirgin edici ateş hattına da girmişlerdi. Obüslerden üstlerine ateş
yağıyordu. Yine de mesafe uzak olduğundan Türk bataryaları savaş gemilerine
karşılık veremiyordu. Saat 12.00 sularında Çimenlik, Rumeli Hamidiye ve Anadolu
Hamidiye ateş almıştı. B Hattı diye adlandırılan Amiral Guepratte komutasındaki 3.
Tümen Suffren, Bouvet, Goulois, Charlemagne adlı dört Fransız gemisiyle Triumph ve
Prince George adlı iki İngiliz muharebe gemisinden oluşuyordu. Plana göre bu tümen 1.
Tümenin arkasından hareket geçti ve B hattı önündeki yerini aldı. Yavaş yavaş
yaklaşan gemiler bu cesurane ilerleyişlerinde Türk bataryalarından düşen mermi
ateşi altında B hattına vardılar. Şiddetli yapılan karşılıklı çatışmalarda
aradaki bataryalar sustuysa da merkez bataryalar ateşe devam ediyorlardı. 900 yarda
kadar içeri sokulduklarından şiddetli ateş bu gemilerin üzerine yağıyordu. 3.
Tümene ait olan iki İngiliz gemisi Triumph ve Prince George A hattının kıç
omuzluklarında yerlerini almış Rumeli Mesudiye ve Yıldız Tabyalarını
hedeflemişlerdi.
Rumeli merkez bataryaları çok yoğun bir
ateş altındaydı. Mermilerin çoğu tabyalar içine düşmüş, telefon hatlarını
bozmuş, yangınlar çıkarmıştı. Rumeli Mecidiye tabyası topçuların şehit olması
ile devre dışı kalmıştı.
Planın ikinci aşamasında Türk
bataryaları üzerinde yeteri kadar üstünlük sağlanabilirse Albay Hayes Sadler
komutasındaki 2. Tümen devreye girecekti. Ocean, İrresistible, Albion, Vengeance,
Swiftsun ve Majestic’ten oluşan 2. Tümen, 3. Tümenin yerini alacak ve B Hattından
son olarak yakın muharebe yapılarak Tabyalar içinde olmayıp mayın hatlarını savunan
toplar tahrip edilerek bombardımandan hemen sonra mayın tarama işlemlerine
başlanacaktı. Fakat 3. Tümenin yerini alacak 2. Tümen gelmeden önce beklenmedik bir
şey oldu. Saat 14:00’e doğru Suffren büyük bir hızla boğazı terk etmekte ve
Bouvet’de onu izlemekteydi. A hattını geçmek üzereyken Fransız gemisi Bouvet’de
bir iki patlama oldu ve Anadolu Hamidiye tabyasınca ateş altındayken 3 dakikada
suların altına gömüldü. Derin bir şaşkınlık yaşanıyordu. Queen Elzabeth ve
Agamemnon dışındaki bütün gemiler ateşi kestiler. Muhripler ve istimbotlar personeli
kurtarmaya gittiklerinde 20 kişi kurtarılabilmiş, 603 kişi sulara gömülmüştü. Bu
arada 12.30 sularında Goulois isabet almış ve ağır yaralarla boğazı terk ediyordu.
15.30 sularında mayına çarpan Inflexible’ın durumu kötüydü ama yoğun çabayla
Bozcaada’ya ulaştı. 2. Tümen İngiliz gemileri, 3. Tümenin yerini aldığında bu
manzara ile karşılaşmıştı. Saat 14.30’da ateşe başlayarak 10 yardaya kadar
yaklaştılar. Namazgah tabyasını bombardıman ediyordu. Saat 15.00’te Rumeli Hamidiye
daha sonra da Namazgah aldığı isabetle savaş dışına kalmıştı.
Anadolu Hamidiye tabyası hasar görmemişti
ve İrrisistible’a ateş ediyordu. Saat 15.14’de İrrisistible’ın yanında korkunç
bir patlama duyuldu. Saat 16.15’te tabyalarda uzaklaşmak isterken bir mayına çarptı.
Bu bölgede bir gece önce Nusret’in döktüğü mayınlar hiç hesapta yokken can
alıyordu. Bölgenin mayınlı olduğunu anlayan Amiral de Robeck 2. Tümenin geri
çekilmesi için emir verdi. 18.05’te geri çekilirken Ocean da mayına çarpmıştı.
Güçlü top ateşine rağmen Ocean’ın personeli muhripler tarafından boşaltıldı.
18 Mart’ta yaşananlar şaşkınlık
yaratmıştı. Lord Fisher gibi ordusuz bir donanmanın başarıya ulaşamayacağını
söylayenler haklı çıkıyor, de Robeck ve Churchill
gibi hala donanma ile boğazları zorlayıp İstanbul’a çıkılabileceği düşüncesi
yeni hareket planları doğuruyordu.
Kara Savaşları
Çanakkale
Savaşları’nda Deniz Harekâtı’nın başarısızlığı umutları Kara
Harekâtı’na çevirmişti.Daha 1 Mart’ta Yunanistan, Gelibolu yarımadasını işgal
etmek, mümkün olduğu takdirde İstanbul üzerine yürümek üzere İngiltere’ye üç
tümenlik bir kuvvet önermişti. İngiliz ve Fransızlara kalsa öneri kabul
edilebilirdi. Ancak Rus Çarı, İngiliz Büyükelçisi’ne, hiçbir şart altında Yunan
askerinin İstanbul’a girmesine izin vermeyeceğini bildirerek bu tasarıyı önledi.
Londra’da ise, harekâtı Donanma yalnız mı yapsın, yoksa Kara
Ordusu ile birlikte mi hareket etsin tartışması yapılmakta idi. Bir Kara Ordusuna
ihtiyaç olduğunu savunanların arasında Lord Fisher geliyordu. Bununla beraber son
karar, Savaş Bakanı (Harbiye Nazırı) Lord Kitchener’indi. O ise, ısrarla elinde
birlik olmadığını söylüyordu, ama seçkin bir birlik olan ve İngiltere’de bulunan
29’ncu Tümen’e hiçbir görev verilmemişti.
Nihayet Mart’ta Kitchener Çanakkalecilerin tarafına kayarak 29’ncu Tümenin Ege’ye sevk edileceğini, Çanakkale’de bulunan Deniz Piyadelerine Gelibolu Yarımadası’nın temizlenmesinde yardım edeceğini açıkladı. Bu haber Fransa cephesinde buluna İngiliz Generallerinin öylesine büyük tepkisine yol açtı ki, Mareşal sözünü geri alarak 18 Şubat’ta bu birliğin yerine o sırada Mısır’da bulunan Avustralya ve Yeni Zelanda Tümenlerinin gideceğini bildirmek zorunda kaldı.
Nihayet Mart’ta Kitchener Çanakkalecilerin tarafına kayarak 29’ncu Tümenin Ege’ye sevk edileceğini, Çanakkale’de bulunan Deniz Piyadelerine Gelibolu Yarımadası’nın temizlenmesinde yardım edeceğini açıkladı. Bu haber Fransa cephesinde buluna İngiliz Generallerinin öylesine büyük tepkisine yol açtı ki, Mareşal sözünü geri alarak 18 Şubat’ta bu birliğin yerine o sırada Mısır’da bulunan Avustralya ve Yeni Zelanda Tümenlerinin gideceğini bildirmek zorunda kaldı.
Askeri durumu tetkik için Çanakkale’ye gönderilen General Sir
William Birdwood, 5 Mart’ta Kitchener’a gönderdiği raporda, Donanmanın tek başına
Bağaz’dan geçemeyeceğine inandığını, kuvvetli bir ordunun karadan donanmayı
desteklemesi gerektiğini bildiriyordu. Bu rapor Kitchener’in bütün tereddütlerini
giderdi. 10 Martda 29’ncu Tümenin Ege’ye gönderileceğini açıkladı. Ayrıca bir
Tümen de kendilerinin göndermeleri için Fransızları ikna edeceğini ilave ediyordu.
Böylece Mısır’daki Anzac Tümenleri ile birlikte 70 bin kişilik
bir kolordu bu işe ayrılmış oluyordu.
Birdwood’un raporuna rağmen, hala donanmanın tek başına Boğazı
geçebileceğini düşünenler vardı. Bu karışıklık içinde Kara kuvveti hazır olana
kadar Donanmanın harekatını geri bırakmasını, bu suretle Kara ve Deniz Kuvvetlerinin
müşterek harekata başlamasının en iyisi olacağını hiç kimse aklına
getiremiyordu.
O sıralarda Londra’ya hakim olan bu kargaşalık ve belirsizliği,
ne yapacağı belli olmayan Sefer Kuvveti’nin Komutanlığına yapılan atamadan anlamak
mümkündür. Bu komutan, Kitchener’in Güney Afrika savaşlarından eski bir arkadaşı
General Sir Ian Hamilton’du.
Donanma asıl saldırısını yapana kadar, Hamilton’un birlikleri
işe karışmayacaktı. Eğer deneme başarıya ulaşmazsa Hamilton Gelibolu
yarımadasına çıkarma yapacak, başarıya ulaşırsa yarımadaya zayıf bir kuvvet
bırakıp doğrudan doğruya İstanbul üzerine yürüyecekti. Oradan İstanbul Boğazına
çıkarılmış bir Rus Birliği ile birleşmesi umuluyordu.
Türk tarafı ise, 18 Mart’ta kazandığı zaferden dolayı kendisine
olan güvenini tazelemiş, Çanakkale’nin Boğazlar’dan geçilemeyeceğini tüm
dünyaya göstermişti. Bu zaferin ardından, Müttefiklerin kaçınılmaz kara
harekâtına karşı Türk tarafı da son sürat hazırlıklara başlamıştı. Çanakkale
‘de 5. Ordu oluşturulmuş başına da Mareşal Liman von Sanders getirilmişti.
Kıyılara dikenli tellerle çevriliyor, birlikler önemli yerlere yerleştiriliyor,
müttefiklerin her hareketi gözleniyordu. Müttefik çıkarmasını bekleyen bir başka
kişi ise 19. İhtiyat Tümeni’nin başında bulunan yarbay Mustafa Kemaldi.
HAVA HAREKATI
İskenderiye Limanı'nda keşif uçakları gemilere yükleniyor (1915). |
İlk motorlu uçağın uçuşundan yedi yıl gibi kısa bir süre geçtikten
sonra, 1910 yılında uçaklardan askeri amaçlarla yararlanma düşüncesi ortaya
çıkmış ve takip eden yıllarda uçak, yeryüzünde etkin bir taarruz silahı olarak
kullanılmaya başlanmıştır.
Dünyadaki bu gelişmeyi yakından izleyen ve
önemini değerlendiren zamanın Harbiye Nazırı Mahmut Şevket Paşa’nın
direktifiyle, 1911 yılında, Genelkurmay başkanlığı bünyesinde askeri havacılıkla
ilgili bir şube oluşturulmuş ve Türk Askeri havacılığı’nın temeli olan
teşkilat kurulmuştur.
Bu yeni silahın edinilmesine büyük önem
veren Mahmut Şevket Paşa maaşının bir kısmını bağışlayarak uçak alımı için
kampanya başlatmış ve bu kampanyaya başta padişah Sultan Reşat olmak üzere Donanma
Cemiyeti, subaylar ve bazı zenginler iştirak etmiştir. İki uçaklık para, kısa
zamanda toplanmış ve Fransa’dan biri 25 Beygirlik, biri de 50 Beygirlik iki uçak
satın almıştır.
Müteakiben, Yeşilköy Safra düzlüğünde
Kara tayyare Mektebi, Yeşilköy Feneri yakınlarında da deniz tayyare Mektebi kurulmuş
ve havacı personel yetiştirilmek üzere ordu ve donanmadan istekli subaylar
seçilmiştir.
Çanakkale Muharebeleri başladığı zaman
dünya ve Türk askeri havacılığı mütevazı ve geliştirilmeye muhtaç bir durumda
idi.
Çanakkale Muharebeleri havacılık
yönünden, yeni silahın gerçek değerinin anlaşıldığı ve bugünkü modern hava
kuvvetlerinin temelini atan kahramanları kavramaya çalışırken, icra edilen hava
harekatının sadece o günkü müşterek harekata katkısı değil aynı zamanda
bugünkü havacılığımıza olan katkısı da düşünülmekte ve hava kuvvetlerinin
temelinin atılarak, hava stratejisi ve taktiklerinin oluşturulmaya başlandığı bir
harekat noktası olarak değerlendirilmektedir.
Havacılık açısından işte böyle bir
ortam içinde, 2 Ağustos 1914 günü seferberlik ilan edilmiş ve buna paralel olarak
Yeşilköy’de bulunan deniz uçaklarından 2’si İzmir, birisi de Çanakkale
Müstahkem Mevzi Komutanlığı emrine verilmiştir.
25 Ağustos 1914 tarihinde Çanakkale Nara
Meydanı’na konuşlandırılan Nievport tipi deniz uçağı ile, Deniz Yzb. Savmi,
Ütğm. Fazıl ve Ütğm. Cemal’in yaptığı keşif uçuşları sayesinde, bölgedeki
İngiliz ve Fransız gemilerinin faaliyetleri izlenmeye başlanmıştır.
18 Mart 1915 tarihine kadar olan dönemde
yapılan başarılı hava keşif görevleri hem düşmanın elindeki gemi tip ve
miktarını tespit, hem de taarruz hazırlıklarını devamlı takip imkanı
sağlamıştır.
18 Mart 1915 günü, havacılarımız erken
saatlerde yaptıkları keşif raporunu vermişlerdir.
“ Bozcaada önünde, 40 düşman gemisi
sayıldı. Bunlardan; 19’u ağır, 3’ü hafif olmak üzere 22’si kruvazör,
diğerleri; şilep, destek gemisi ve uçak gemisidir. Sayıları tam olarak saptanamayan
denizaltılar görülmüştür. 6 adet zırhlı İngiliz gemisi, muharebe düzeninde
boğaza doğru ilerlemekte ve Fransız gemileri de demir almaktadır. ”
Bir süre sonra, boğaza giren ve kıyı
bataryalarını şiddetle bombardıman eden düşman donanma topçusuna, Ark Royal uçak
gemisinden havalanan İngiliz uçakları da ateş tanziminde geniş çapta yardım
etmiştir.
18 Mart günü öğleden sonra,
havacılarımıza; Limni Adası civarındaki düşman kuvvetlerinin durumunu keşfetmeleri
emredilmiştir.
Bir saat içinde görev bölgesine ulaşan
pilotlar Mondros Koyu’nda 13 harp, 4 nakliye, 29 kömür gemisi olmak üzere toplam 46
geminin bulunduğunu, ayrıca Fransızların Gaulois gemisinin sahil topçumuzun ateşi
ile Çanakkale ağzında yara aldığını rapor etmiştir.
Çanakkale Muharebeleri süresince,
karşılıklı keşif harekatı devam ederken; Türk havacıları, o tarihler için
başarılı sayılabilecek diğer hava görevlerini de icra etmişledir. Bu görevlerden
biri 18 Nisan 1915’de yapılmıştır.
O gün Çanakkale Boğazı bölgesinde
gittikçe kuvvetlenen ve hava üstünlüğü kurmasından endişe edilen düşman hava
gücünü tesirsiz hale getirmek maksadıyla, Bozcaada’da 18 düşman uçağının
konuşlandığı meydana hava taarruzu planlamıştır. Ancak bu meydandaki uçaklar,
keşif görevi için daha önceden kalktığından, havada karşılaşılmış, kısa bir
hava muharebesinden sonra zayiatsız olarak meydana dönülmüştür. Bu görev amacına
ulaşmadıysa da, asli taktik hava görevlerinden olan “mukabil hava harekatı” nın
ilk ve tipik bir uygulaması olması açısından önem taşımaktadır.
Türk uçaklarının meydan taarruzu
planlamasından esinlenen İngilizler aynı gün üçer uçaklık iki kol ile
meydanımıza taarruz etmişler, ancak uçaklarımız daha önceden meydan içinde
dağıtılarak gizlenmiş olduğundan, atılan bombalar hasar meydana getirememiştir. Bu
da, ufki dağılma ve gizleme yapılarak, beka tedbirlerinin alınışına güzel bir
örnek teşkil etmiştir.
14-19 Mayıs 1915 günleri, güney
cephemizdeki karşı taarruzumuzu desteklemek amacıyla; düşman çıkarma gemileri ve
ordugahı bombalanmış Mayıs ayı başından itibaren sabit balon ile boğaz
gözetlemesi ve topçu atış tanzimi ve birliklerimizi taciz eden manika balon gemisine
taarruzlar yapılmış, her hava hücumunda gemi, balonunu toplayıp yer değiştirmek
zorunda bırakılmıştır. Böylece bugün “yakın hava desteği” olarak
bilinen görev tipinin basit bir uygulaması yapılmıştır.
25 Haziran’da; Arıburnu bölgesindeki
düşman karargahı üzerine propaganda amacıyla 300 adet ingilizce yazılı bildiri
atılmıştır. Bu görev, hava gücünün psikolojik harpte kullanılmasına ilişkin
güzel bir örnektir.
30 Kasım 1915’te ise, Üsteğmen Ali
Rıza, Teğmen Orhan’la beraber, Çanakkale girişinde karaya oturmuş bulunan bir
düşman kruvazörüne taarruz etmek için görevlendirilmiştir. Tam bu esnada bir
düşman uçağının yaklaştığı görülmüş ve yapılan hava muharebesinde Üsteğmen
Ali Rıza fransız uçağını makinalı tüfek ateşiyle düşürmeyi başararak
Türk havacılık tarihine ilk düşman uçağını düşüren pilot olarak geçmiştir.
Sonuç olarak;
Çanakkale Muharebeleri’nde, kahraman kara
ve deniz kuvvetlerimiz gibi havacılarımız da, üstün silah ve teknik olanaklara sahip
düşmanları karşısında, kendilerine düşen görevleri cesaret ve üstün görev
bilinici içinde başarıyla icra etmişler ve resmi İngiliz harp tarihi kitaplarında:
“Harikulade müdafaasında yılmadan
mücadele eden ve sonunda başaran düşmanımıza hayran kaldık” dedirtmişlerdir.
Çanakkale Muharebeleri’nin ileri
görüşlü askeri önderleri yeni silahın gereksinimi olan strateji ve taktiklerin
oluşturulmasına öncülük etmiştir. Bu kapsamda ulu önder Atatürk şöyle
buyurmuştur:
“ GÖKLERDE BİZİ BEKLEYEN YERİMİZİ
ALMAK ZORUNDAYIZ. YOKSA O YERİ BAŞKALARI İSTİLA EDER VE İŞTE O ZAMAN BU ÜLKE VE
MİLLET ELDEN GİDER. HALBUKİ BİZ TÜRKLER, BÜTÜN TARİHİMİZ BOYUNCA HÜRRİYET VE
İSTİKLALE ÖRNEK OLMUŞ BİR MİLLETİZ.
TAYYARECİLER! ŞUNU UNUTMAYIN Kİ YARININ EN
BÜYÜK TEHLİKELERİ SEMALARDAN GELECEKTİR. BU SEBEPLE SİZLER DAİMA HAZIR BULUNMAYA VE
O ŞEKİLDE YETİŞMEYE GAYRET EDECEKSİNİZ.”
ÇANAKKALE ZAFERİNİN ÖNEMİ VE SONUÇLARI
Çanakkale Cephesi’nin deniz harekatı (Boğaz’ın zorlanması), kuşkusuz sıradan bir askeri harekat, ya da muharebe olayı değildir. Boğazlar, konumu ve tarihi önemi itibariyle, İstanbul Karadeniz kapısı, Çanakkale de Ege Denizi kapısı olarak, geçmişte taşıdıkları ve çağımızda taşımakta oldukları stratejik önem ve değer açısından daima birlikte mütalaa edilmiş ve edilmektedir.
Her iki boğaz, klasik ve dar çerçevede sadece
Akdeniz’i Karadeniz’e, Avrupa’yı Asya’ya bağlayan su geçitleri ya da köprüler
değil, Akdeniz’in öteki önemli su geçitlerinden Cebelitarık ve Süveyş kanalı ile
de bütünleşerek, dünyanın büyük denizlerini (Atlas ve Hint okyanusu gibi) ve
büyük kıta kara parçalarını birbirine bağlayan, daha geniş anlamdaki jeopolitik
konumuyla, dünya siyaset ve iktisadiyatı üzerine olan etkilerini bu gün de
korumaktadır. Bu nedenlerledir ki, Türk Boğazları, uluslararası ilişkilere yön
vermede daima odak noktası olmuşlardır.
Gerçekten tarihin eski dönemlerinden beri ön
planda, Avrupa ve Asya ülkeleri arasında başlamış olan ekonomik, ticari ve siyasi
ilişkilerle, askeri hareketler, sürekli olarak Boğazlar bölgesinde cereyan etmiştir.
Başka bir deyişle Boğazlar, dünyanın diğer parçalarında pek görülmemiş ardı
arkası kesilmeyen mücadelelere sahne olmuştur.
Boğazların tarihin akışı içindeki stratejik
durumu ve jeopolitik konumuyla ilgili yukarıdaki kısa açıklamaların ışığı
altında, Çanakkale Muharebelerinin sonuçları üzerindeki değerlendirmeler, kuşkusuz
daha bir önem ve anlam taşıyacaktır. Böylesine bir değerlendirmenin daha gerçekçi
ve sağlıklı olabilmesi ise, büyük devletlerin Türk Boğazları üzerindeki ulusal
emellerine kısaca da olsa, bir göz atılmasını gerektirir.
Birinci Dünya Harbi öncesinin başlıca büyük
devletlerinden Almanya’nın, “Drang Nach Osten (doğuya doğru) politikası”,
Rusya’nın ılık denizlere ulaşma emelleri; İngiltere’nin, “denizlere egemen olan
dünyaya hakim olur” teorisine dayanarak, özellikle XIX. yüzyıldan bu yana
güttüğü Rusya’nın Akdeniz’e çıkmasını engelleme siyaseti, hep Türk
boğazlarında düğümlenmektedir.
Boğazların bu tartışma götürmez önemi
konusunda Napolyon “İstanbul bir anahtardır. Istanbul’a egemen olan dünyaya
hükmedecektir. Eğer Rusya, Çanakkale Boğazı’nı ele geçirecek olursa, Tulon,
Napoli ve Korfu kapılarına dayanmış olacaktır” [431) demekle, Fransa’nın
Boğazlar üzerindeki duyarlılığını açık seçik ortaya koymuş olmaktadır.
Rusya’nın görüşüyse, Genelkurmay Başkanı
Kropatki’nin bir raporunda; XX. yüzyılda Rusya’nın en önemli işinin, Istanbul
Boğazı’nı ele geçirmek olduğuna işaretle, Osmanlı Devleti’ni, Boğazı
Rusya’ya bırakmaya hazırlamalı ve Almanya ile anlaşma yapmalıdır” şeklinde
ifadesini bulmaktadır.
Büyük devletlerin Boğazlar üzerindeki kısaca
açıklanan bu emelleri, onları kendi aralarında da gizli birtakım mücadelelere
yöneltmiştir.
Nitekim, Rus Dışişleri Bakanı Sazanof, Çar
tarafından da onaylanan bir raporunda; “Boğazların güçlü bir devletin eline
geçmesi, tüm Güney Rusya’nın ekonomik hayatının, o devletin egemenliği altına
girmesidir” demekte ve bu durumun önlenmesi için, Istanbul’un alınmasını
önermektedir.
Öte yandan Kasım 1911’de Rusya’nın, Osmanlı
Hükümeti’ne Boğazlar üzerindeki istekleriyle ilgili bir notasından haberdar edilen
Ingiltere ve Fransa, Rus isteklerini reddetmişlerdir.
Keza Rusya’nın bu ve buna benzer çeşitli
tarihlerdeki yinelenen daha birçok istek ve baskılarının birbirini izlemesi, Osmanlı
Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’nda Merkez Devletleri safına kaymasında büyük
bir etken olmuştu.
Işte Boğazlar üzerindeki bu gizli çıkar
çatışmalarıdır ki, Ingiliz ve Fransızlar’ı Istanbul’u almaya ve Ruslar’dan
önce Karadeniz Boğazı’na el atmaya yöneltmiş ve Çanakkale Cephesi’nin
açılmasında başlıca etken olmuştur.Ruslara silah ve malzeme yardımı sorunuysa,
savaşın sadece görünüşteki nedenini oluşturmuştur.
Böylece büyük devletlerin Türk Boğazları
üzerindeki tarihi emellerini ortaya koyarken, bu devletlerden Ingiltere’nin bu cephenin
açılmasında birinci derecede aktif rol aldığını da belirtmek doğru olur.Nitekim
Ingiliz Donanma Bakanı Churchill, cephenin açılmasında büyük çaba göstermiş ve
etkili olmuştur.Gerçekten o, bu cephenin açılmasının baş mimari olmuş, Türklerin
askeri gücünü ciddiye almamış, olayı basit ve sadece “sınırlı bir cezalandırma
hareketi” olarak görmüştü. En güçlü ve modern silahlarla donatılmış
zırhlılarının Boğaz’da görünüvermesiyle, Türklerin direnmekten vazgeçeceğini
sanmıştı.
Kuşkusuz bu büyük bir yanılgıydı. Ingilizler,
Çanakkale’deki Türk savunmasını ve askerini sadece matematiksel ölçülere vurup,
onun yüksek manevi gücünü görmezlikten gelerek, büyük bir hesap hatasına
düştüler ve sonunda, önce denizde, sonra da karada hiç de beklemedikleri amansız
cevabı aldılar.Böylece onlar, zaferi Boğaz’da, Türk top ve mayınlarına, karada
Türk süngüsüne bırakarak çekilip gittiler.
Anlaşma Devletleri’nin Çanakkale serüveni bu suretle noktalandıktan sonra, yukarıdaki açıklamaların ışığı altında, Türkiye ve uluslararası politika ve diplomasi tarihi açısından ortaya koyduğu önemli sonuçları da şöylece özetlemek mümkün olur.
Alınamayan Gemiler: Sultan Osman I ve Reşadiye
Osmanlı Donanmayı
Hümayunu, II: Abdülhamit’in kararıyla, 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı’ndan beri
çürümeye terkedilmiş bir durumdaydı. Bunda, Sultan Abdülaziz’in çok önem vererek
kurduğu donanmanın tehdidiyle tahttan indirilmesi ve Abdülhamit’in ‘benim de
başıma gelirse’ düşüncesi büyük etken olmuştur. 1903 yılında İngiltere’ye
bu konuda bilgi veren Kraliyet Armadası Birinci Lordu Earl Selbourne, Türk donanması
için “Mevcut bile değil.” demişti.
Osmanlı
Devleti’nin donanma açısından güçlenmesi gerekiyordu. Yunanistan da donanmasını
güçlendirmeye çalışan bir başka devletti. 1900’lerin başında denizlerde üstün
olmak her şeyden önemliydi. Çünkü kara yolları henüz o kadar gelişmiş değildi.
|
Yine aynı dönemde İngilizler tarafından
“drednot” tipi gemiler geliştirilmişti. Bu tip gemiler daha hızlı hareket
edebiliyorlardı, yüzen bir filo gibiydiler, fakat yeni deneniyorlardı.
1911 yılı baharında, Arjantin ile yaşanan
amansız deniz çekişmesi yaşanırken, Brezilyalılar dünyanın en büyük savaş
gemisine sahip olmak istiyorlardı. Bu amaçla Brezilya; İngiltere, Newcastle’daki
Armstrong şirketine bir drednot siparişinde bulundu ve adını Rio de Jenerio koydu.
1913’e gelindiğinde Brezilya ile Arjantin arasındaki sorunlar giderilmiş, 1913
Temmuzuna kadar Brezilya’nın yaptığı düzenli ödemeler bu tarihten sonra
kesilmiştir. Brezilya gemiyi almaktan vazgeçmişti. Armstrong Şirketi çok fazla
telaşlanmamıştı çünkü gemiyi alacak biri mutlaka bulunacaktı.
Osmanlı Devlet’i
İngiltere’ye kırka yakın irili ufaklı gemi siparişinde bulunmuştu. Başlangıç
için o günün parasal karşılığı dört milyon Sterlin’e iki drednot
ısmarlanmıştı. Biri Reşadiye olacak drednotlardan diğeri ise Sultan Osman I adıyla
alınacaktı. Sultan Osman gemisi, Yunanlıların da katıldığı ihalede Osmanlı
Devleti tarafından alınan Rio adlı gemiydi. Süvarisinin kimliği bile saptanmıştı:
Hamidiye’nin efsanevi kahramanı Rauf Bey.
|
Bu gemilerin alınabilmesi için yeterli
bütçe olmadığından geniş çapta bir bağış kampanyası düzenlenmiş, o zamanın
olanaklarıyla kahvelerde, halkın toplu olarak bulunduğu yerlerde, müsamere ve
eğlencelerde sürekli olarak para toplanıyordu. Bayram gibi vesilelerle öğrencilerin
ellerine kumbaralar veriliyor ve bu kumbaralarla para topluyorlardı. Önemli para
yardımlarında bulunanlara “Donanma İane Madalyası” adı altında bir de madalya
veriliyordu.
Fakat işler umulduğu gibi gitmiyordu.
Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’na Almanya ile sürüklendiği bu
günlerde İngiltere gemileri verip vermemekte tereddüt ediyordu.
27 Temmuz 1914’te Reşit
Paşa vapuru ile Sultan Osman’ı teslim almak üzere, Bahriye Nazırlığı’nı ve
Osmanlı Devleti’ni temsilen Rauf Bey Newcastle’ a varmıştır. Churchill Sultan
Osman’a el koymanın çok büyük bir diplomatik karmaşaya neden olacağını
bilmektedir ama İngiliz Armadasının önüne çıkabilecek böylesi bir gemiyi teslim
etmek de istememektedir. Ve 3 Ağustos 1914’te Churchill’in açıklaması ile Sultan
Osman ve Reşadiye’ye el konduğu resmi olarak açıklanmıştı. Rauf Bey anılarında
şöyle diyordu:
|
“....Geminin son taksiti olan yedi yüz bin
Lira da ödenmişti. İşleri bir an önce bitirmek için denemelerin bir kısmından
vazgeçerek fabrika ile 2 Ağustos 1914 günü geminin, bize teslimi konusunda
anlaşmıştık. Fakat parayı verişimizin ertesi günü için kararlaştırılan
sancağımızı çekme töreni zamanından yarım saat önce İngilizler Sultan Osman’a
el koydular.”
“....Gerektiği şekilde şiddetle protesto
edildiyse de kimse oralı olmadı....”
Bu gemiler paraları ödendiği halde teslim
edilmemiş, paraları ise iade edilmemiştir. Sultan Osman gemisi derhal
İngilizleştirildi ve ismi “Agincourt” olarak değiştirildi. Reşadiye ise Erin
ismini aldı. Fakat kaderi oldukça hazin oldu. 22 Ağustos’ta seyre hazır olan geminin
denenmesinde görülür ki silahları iyi çalışmamaktadır. 26 Ağustos 1914’te
onarım için çekilir. Başarısız bir gemi olarak bir daha kimseye satılamaz ve 1922
yılında gemi sökücüler tarafından parçalanmaktan kendisini kurtaramaz.
İngiliz askeri ve feldmareşali olan Birdwood, 1865 yılında Hindistan'da doğdu, 1951 yılında Hampton Court'ta (Middlesex) öldü. Önce, Clifton College sonra, Sandhurst'teki Royal Military College'de (Kraliyet Harp Akademisi) okudu. Mesleğinde yavaş yavaş yükselerek, 1917'de general, 1925'te feldmareşal unvanlarını aldı.
Birdwood, Hindistan'da, Hazara (1891), Isazai (1892), Tirah (1897-98) seferlerine, Chagra Kotal, Dargai, Samphagha savaşlarına ve Bazar Valley'deki askeri harekatlara katıldı. Güney Afrika Savaşı (1899-1902) sırasında, Natal'daki atlı tugaya komutanlık etti, sonra başkomutan Lord Kitchener'in askeri katipliğini yaptı. 1908'de, Mohmand seferinde kurmay başkan görevinde bulundu ve aynı yıl "Distinguished Service Order" (Seçkin Hizmet Rütbesi) nişanını kazandı.
Birinci Dünya Harbi'nde, Akdeniz Seferi Kuvvetleri'nde görev aldı. Önce Avustralya ve Yeni Zelanda Ordusu (Anzak) komutanı olan Birdwood, sonra bütün ordunun başkomutanlığına atandı. 1915 ve 1916'da Gelibolu yarımadasının boşaltılmasında Çanakkale ordusuna, sonra Avustralya ve Yeni Zelanda askerlerine, arkasından da Fransa'da 5. Orduya komutanlık yaptı.
Anzak askerlerini iyi idare etmesiyle büyük bir şöhret kazandı. Bu kuvvetlerin kendisine besledikleri güven, batı cephesinde elde edilen zaferin başlıca sebebi olarak adlandırıldı ve Birdwood'a, "Soul Of Anzac" (Anzaklar'ın Ruhu) unvanını kazandırdı. Savaşın sonunda baronet olan Birdwood, 10.000 sterlinlik bir para mükafatı da aldı.
1920'de Hindistan kuzey ordusuna komutan olarak atandı, 1925-30 yıllarında da bütün Hindistan ordusunun başkomutanlığını yaptı. 1938'de Anzak ve Totnes Baronu unvanını aldı. 1921'de, Peterhouse fahri üyesi olan Birwood, 1931-38 yılları arasında bu kolejin yöneticiliğini yaptı. 1935'te, Clifton College'in müdürü, yine aynı yıl içinde Deal Castle'in başkanı oldu. Grand Cross ve Fransa Legion d'honneur nişanına ek olarak, Fransız Croix de Guerre ve birçok başka yabancı nişanlarla mükafatlandırıldı.
Kasım 1938'de, Atatürk'ün cenaze törenine İngiltere hükümetinin baş temsilcisi olarak katıldı. Ayağı incindiği için töreni Halkevi (şimdiki Türk Ocağı) binası balkonundan izleyen Birdwood, Atatürk'ün naşını, bir miktar toprak getirtip üzerine basarak, Türk toprağı üzerinden selamlamış ve böylece Çanakkale'de karşılaşmış olduğu bir kahramana son hürmetini ifade etmişti.
BİR YOLCUYA
BİR
YOLCUYA
( Bu şiir Gelibolu yamaçlarında yazıldı.).
( Bu şiir Gelibolu yamaçlarında yazıldı.).
Dur yolcu! Bilmeden gelip bastığın,
Bu toprak, bir devrin battığı yerdir.
Eğil de kulak ver, bu sessiz yığın,
Bir vatan kalbinin attığı yerdir.
Bu ıssız, gölgesiz yolun sonunda,
Gördüğüm bu tümsek, Anadolu’nda,
İstiklal uğrunda, namus yolunda,
Can veren Mehmed’in yattığı yerdir.
Bu tümsek, koparken büyük zelzele,
Son vatan parçası geçerken ele,
Mehmed’in düşmanı boğuldu sele,
Mübarek kanını kattığı yerdir.
Düşün ki, hasrolan kan, kemik, etin
Yaptığı bu tümsek, amansız, çetin,
Bir harbin sonunda, bütün milletin,
Hürriyet zevkini tattığı yerdir
Bu toprak, bir devrin battığı yerdir.
Eğil de kulak ver, bu sessiz yığın,
Bir vatan kalbinin attığı yerdir.
Bu ıssız, gölgesiz yolun sonunda,
Gördüğüm bu tümsek, Anadolu’nda,
İstiklal uğrunda, namus yolunda,
Can veren Mehmed’in yattığı yerdir.
Bu tümsek, koparken büyük zelzele,
Son vatan parçası geçerken ele,
Mehmed’in düşmanı boğuldu sele,
Mübarek kanını kattığı yerdir.
Düşün ki, hasrolan kan, kemik, etin
Yaptığı bu tümsek, amansız, çetin,
Bir harbin sonunda, bütün milletin,
Hürriyet zevkini tattığı yerdir
NECMETTİN HALİL ONAN
ALİ CENAB TÜRKLER
Ruşen Eşref ( Ünaydın), Karagah-ı Umumi Muhafız Piyade Bölüğü Kumandanı Mülazım-ı Evvel Ruhi ile gerçekleştirdiği mülakatında Mehmetçiğin ağzından şu hatırayı kaydeder:
Bizim mıntıka kumandanı
Süvari Kaymakamı Mahmut Bey tayyarelere pek kızar efendim. Daima ateş ettirir onlara ;
katiyyen üzerimize sokmaz onun zaten tabiatı böyledir. Bir tayyare geldi miydi,haydi
ütün bataryaya ateş ettirir.
Evet efendim; tayyare
düştü. Hava hafif sisli olduğu için tabii gemiler bu sükutu( düşüşü)
görmüyorlardı. Tayyareciler kendilerini denize attılar. Kendi gemilerini istikametine
yüzmeye başladı. Bunu gören bataryamız düşmanın kendi gemilerine iltihak etmemesi
için efendim ,ateş etti ki tayyareciler geriye dönsünler. O vakit gemilerde tayyarenin
burada düştüğünü anladılar. Onlar da ateş açtılar. Tayyare tahrip edildi. O
vakit de bizim hiç olmazsa bir esire fevkalade ihtiyacımız vardı. Çünkü düşmanın
o dakikadaki vaziyetini anlamak istiyorduk. Zira düşman Anafartalar'dan çektiği askeri
Seddülbahir'e ihraç yapmak istiyor gibi göstertiyordu. Yani açıkçası bunu blöf
olarak yapıyordu. Ve gemiler de ( eliyle işaret ederek) bakın işte böyle daima
Seddülbahir etrafında bir kavis şeklinde duruyordu.
Mıntıka kumandamız Kaymakam Mahmut Bey bu tayyarecinin neye mal olursa olsun mutlaka kurtarılmasını istiyordu. Tayyareciler en nihayet bir buçuk kilometre kadar sahile yakın geldiler. Tabii sahil mayın döşeli olduğundan kimse giremiyordu.
Düşmanın vaziyetini öğrenmeye şiddetle ihtiyaç vardı. Bu sırada bir düşman tayyaresi düşürülmüş ancak bizimkiler başka taraftan o tarafa hala ateş etmekte idiler. Düşman tayyarecileri hem mayınlı hem de ateş altında ölüm kalım mücadelesi vermekte idiler.
Bu noktada teessüratımı söylüyorum: o iki adam bağırıyordu. Yani ölüyorlardı artık. Ve sahilden hala imdat umuyorlardı. Tabii bir kumandan emir verdiği vakit süngü üzerine top üzerine gidip ölmek vazifemizdir. İşte o vakit mıntıka kumandanı Kaymakam Mahmut Bey " Kim girer?" diye bir sual sordu. Bu İngilizlere sırf acıdığım için düşman olsalar da onları kurtarmak bana bir vazife-i vicdaniye oldu. Yüzmek de bilirim.
- Nerelisiniz efendim?
- Çanakkale'liyim. Bir an evvel girmek için telaşımdan fanilayı da çıkarmamışım. bir fanila bir iç donu kalmıştı. Daldım. O zaman arkadaşım Mülazım Kaşif'de : "Ben de girerim " diye bendenize refakat etti. O çocuk aynı zamanda sınıf arkadaşımdır. Şimdi Rusya'da esir zavallı. Beraber girdik. Muttasıl düşman topları ateş ediyor. Monitörler,karşımızdan eksilmiyor. Tayyareler tepemizde dönüyordu.
Fakat biz tabii pek alçağa düşüyorduk. Sular da biraz dalgalıydı. Ne bizimkilerin nede onların makas atışları bizi kıstıramıyordu. Gülleler hep ötemize berimize düşüyordu. Bize hiç ziyan vermiyordu.
Maateessüf o tayyarecilerden birisi boğuldu. Çünkü bizde takat kalmamıştı. Ötekini kurtardık beyim. Mıntıka kumandanı Mahmut Bey kendisini aldı. Mıntıkasına götürdü. Orada İngilizce mesaj yapıldı. Güzel baktılar sonra Beşinci Orduya teslim edildi.
Giderken İngiliz mıntıka kumandanı Mahmut Bey 'e demiş ki:
"Türkleri şöyle cesurdurlar, böyle alicenaptırlar diye kitaplarda okurdum. Bu defada cephede gördüm. Fakat böyle şiddetli bir ateşe karşı bu derece fedakarlıklarını bilemezdim. Bu derecesini bir İngiliz bile yapamaz."
Mıntıka kumandamız Kaymakam Mahmut Bey bu tayyarecinin neye mal olursa olsun mutlaka kurtarılmasını istiyordu. Tayyareciler en nihayet bir buçuk kilometre kadar sahile yakın geldiler. Tabii sahil mayın döşeli olduğundan kimse giremiyordu.
Düşmanın vaziyetini öğrenmeye şiddetle ihtiyaç vardı. Bu sırada bir düşman tayyaresi düşürülmüş ancak bizimkiler başka taraftan o tarafa hala ateş etmekte idiler. Düşman tayyarecileri hem mayınlı hem de ateş altında ölüm kalım mücadelesi vermekte idiler.
Bu noktada teessüratımı söylüyorum: o iki adam bağırıyordu. Yani ölüyorlardı artık. Ve sahilden hala imdat umuyorlardı. Tabii bir kumandan emir verdiği vakit süngü üzerine top üzerine gidip ölmek vazifemizdir. İşte o vakit mıntıka kumandanı Kaymakam Mahmut Bey " Kim girer?" diye bir sual sordu. Bu İngilizlere sırf acıdığım için düşman olsalar da onları kurtarmak bana bir vazife-i vicdaniye oldu. Yüzmek de bilirim.
- Nerelisiniz efendim?
- Çanakkale'liyim. Bir an evvel girmek için telaşımdan fanilayı da çıkarmamışım. bir fanila bir iç donu kalmıştı. Daldım. O zaman arkadaşım Mülazım Kaşif'de : "Ben de girerim " diye bendenize refakat etti. O çocuk aynı zamanda sınıf arkadaşımdır. Şimdi Rusya'da esir zavallı. Beraber girdik. Muttasıl düşman topları ateş ediyor. Monitörler,karşımızdan eksilmiyor. Tayyareler tepemizde dönüyordu.
Fakat biz tabii pek alçağa düşüyorduk. Sular da biraz dalgalıydı. Ne bizimkilerin nede onların makas atışları bizi kıstıramıyordu. Gülleler hep ötemize berimize düşüyordu. Bize hiç ziyan vermiyordu.
Maateessüf o tayyarecilerden birisi boğuldu. Çünkü bizde takat kalmamıştı. Ötekini kurtardık beyim. Mıntıka kumandanı Mahmut Bey kendisini aldı. Mıntıkasına götürdü. Orada İngilizce mesaj yapıldı. Güzel baktılar sonra Beşinci Orduya teslim edildi.
Giderken İngiliz mıntıka kumandanı Mahmut Bey 'e demiş ki:
"Türkleri şöyle cesurdurlar, böyle alicenaptırlar diye kitaplarda okurdum. Bu defada cephede gördüm. Fakat böyle şiddetli bir ateşe karşı bu derece fedakarlıklarını bilemezdim. Bu derecesini bir İngiliz bile yapamaz."
KRONOLOJİ (Ocak - 1915)
. | ||||||
|
|
1 Mart 1915 | Venizelos'un, Gelibolu Yarımadası'nda 3 Tümen Çıkarılmasını Önermesi. |
2 Mart 1915 | General Liman Von Sanders'in Çanakkale'deki Osmanlı Kara Kuvvetleri Başkomutanlığına atanması. |
4 Mart 1915 | İngiltere, Fransa ve Rusya arasında Boğazlar'ın taksimini öngören 'İstanbul Antlaşması' nın imzalanması. 3. Avustralya Tugayı'nın, Mondros Limanı'na Gelmesi . |
5 - 6 Mart 1915 | Çamkoyu Batısından Queen Elizabeth Muharebe Gemisinin Merkez Tahkimatını Aşırma Biçiminde Bombardımanı. |
7 - 8 Mart 1915 | - Nusret Mayın Gemisi'nin, elde kalan son 26 mayınla Boğaz girişindeki Karanlık Koy'a mayın döşemesi. |
11 Mart 1915 | Sir Ian Hamilton'un, Akdeniz Bağlaşık Kuvveti Komutanlığı'na Atanması. |
12 Mart 1915 | - 11.
Tümen'in Ezine, Bayramiç Bölgesine Gelmesi. - İngiliz Deniz Piyade Tümeni'nin Artanının Limni Adasına Gelmesi. |
13 Mart 1915 | Kitchener'in, Hamilton'a Kara Kuvvetlerinin Kullanılması Konusunda Yönerge Vermesi. |
15 Mart 1915 | General d'Amade Emrindeki Fransız Doğu Sefer Kuvveti'nin Mondros Limanı'na Gelmesi. |
16 Mart 1915 | - Amerika
Büyük Elçisi, Adliye Nazırı, Avusturya Askeri Ateşesi'nin Çanakkale'ye Gelmesi. - Amiral Carden'in Sağlık Nedeniyle Görevinden Ayrılması. |
17 Mart 1915 | - Amiral de Robeck'in, Birleşik Filo Komutanlığı Görevine Başlaması. |
18 Mart 1915 | Çanakkale Boğazı Muharebesi, İtilaf devletleri donanması yaklaşık 30 savaş gemisiyle savaşın en geniş kapsamlı saldırısını başlattı. Altı büyük gemiden Bouvet, Irresistible ve Ocean zırhlıları batırıldı, üçü ise kullanılmaz duruma geldi. Çanakkale Boğazı’nı denizden geçme girişimi Türk deniz ve kara savunması karşısında başarısızlığa uğradı. |
23 Mart 1915 | Alman general Liman Vona Sanders 5. Ordu Komutanlığı'na getirildi. Bu ordunun ihtiyatını oluşturacak 19. Tümen’in komutanlığına ise Kurmay Yarbay Mustafa Kemal getirildi. |
24 Mart 1915 | General Hamilton'un Birliklerini Düzenlemek Üzere Mısır'a Hareket Etmesi. |
25 Mart 1915 | 9. Tümen Komutanı'nın, Eceabat Bölgesi Komutanlığı'nı 19. Tümen Komutanı'ndan Devralması. |
26 Mart 1915 | 5. Ordu Komutanı'nın Gelibolu'ya Gelerek Göreve Başlaması. |
27 Mart 1915 | Churchill'in, Birlikte Harekata Karar Verildiğini Amiral de Robeck'e Bildirmesi. |
28 Mart 1915 | Tengerdere – Domuzdere Arasında Boğaz'ın Ortasına Doğru 19 Mayından Oluşan Son Mayın Hattının Kurulması. |
31
Mart 1915 - 1 Nisan 1915 |
Bu Mayın Hattına Paralel Olarak, Boğaz Doğrultusunda 10 Mayının Uzatılması. |
31 Mart 1915 | 3. Tümen'in Muharip Birlikleriyle Erenköy'e Gelmesi. |
1 Nisan 1915 | General Weber'in Kalvert Çiftliği'nde Mürettep Kolordu Komutanlığı Görevine Başlaması. |
10 Nisan 1915 | - General
Hamilton'un Mondros'a Gelmesi. - Avustralya Tümeni'nin Büyük Kısmının, Mondros'a Gelmesi. |
16 Nisan 1915 | Demirhisar torpidobotunun kendini karaya oturtup batması. |
17 Nisan 1915 | E-15 İngiliz Denizaltı Gemisinin, Boğaz'da Hasara Uğratılıp Karaya Oturtulması. |
18-19 Nisan 1915 |
İngilizlerin, Torpido Atarak E-15 Denizaltı Gemisini Batırmaları. |
25 Nisan 1915 | İtilaf güçlerinin en geniş kapsamlı ilk çıkarması. |
27 Nisan 1915 | İngiliz denizaltı gemilerinin Marmara’da denizaltı savaşına başlamaları ve Barbaros zırhlısının bir denizaltı tarafından batırılması. |
28 Nisan 1915 | Birinci Kirte muharebesi. |
30 Nisan 1915 | Sultanhisar torpidobotunun E-2 İngiliz denizaltı gemisini batırması. |
6-8 Mayıs 1915 | İkinci Kirte muharebesi |
12 Mayıs 1915 | Muavenet-i Milliye torpidobotunun İngiliz Goliath zırhlısını torpilleyerek batırması. |
14 Mayıs 1915 | Churchill ve Amiral Fisher istifa ettiler. |
19 Mayıs 1915 | Liman Von Sanders’in 42 bin kişilik bir kuvvetle Arıburnu çıkarma noktasındaki Anzaklar’a yönelik başarısız saldırısı. Türkler 10 bin kayıp vererek geri çekildi. |
25 Mayıs 1915 | Alman U-21 denizaltı gemisinin İngiliz Trumph zırhlısını batırışı. Aynı denizaltı gemisinin önünde Majestic İngiliz zırhlısını batırışı. |
1 Haziran 1915 | Mustafa Kemal’in Albaylığa yükseltilmesi. |
4-6 Haziran 1915 | Üçüncü Kirte muhaberesi. |
21 Haziran 1915 | Kerevizdere muharebesi. |
4 Temmuz 1915 |
Atatürk'ün, Kurmay Başkanı İzzettin (Çalışlar) Bey'le beraber
Cesarettepesi'ndeki 18.Alay'a ait siperleri gezmesi ve buradaki mevzilerin
kuvvetlendirilmesi için bazı direktifler vermesi, düşmanın taarruzu halinde
uygulanacak hareket hakkında komutanlarla görüşmesi.
|
10 Temmuz 1915 | Tasir-i Efkar gazetesi muhabirlerinden Ferit Bey'in, 19.Tümen Karargahı'nda Atatürk'ü ziyareti. |
13 Temmuz 1915 | İngiliz ve Fransızların, Seddülbahir'e yeni bir taarruzu, ancak yedekteki birliklerin ileri sürülmesiyle önlenebilmesi. |
16 Temmuz 1915 |
Gazeteci, yazar ve şairlerden oluşan bir edebi hayatin, harp alanını
ziyaret etmek üzere, İstanbul'dan Çanakkale'e gelişi. (Hamdullah Suphi (Tanrıöver),
Ahmet Ağaoğlu, Ali Canip (Yöntem), Ömer Seyfettin, Mehmet Emin (Yurdakul), İbrahim
Alaettin (Gövsa), Hakkı Süha (Gezgin), Enis Behiç (Koryürek)'in de içinde bulunduğu
heyet, Çanakkale cephesine gelerek 5.Ordu ve 3.Kolordu Karargahlarını ziyaret etmiş,
Arıburnu ve Seddülbahir harp bölgelerini gezmiştir. Heyet, Cesarettepesi'ne giden
yolun düşman kontrolünde ve tehlikeli oluşu nedeniyle Atatürk'ü ziyaret edememiş
ancak telefonla konuşarak başarılarını kutlamıştır.
|
17 Temmuz 1915 |
Gelibolu Mutasarrıfı Süreyya (Yiğit) Bey'le Maydos (Eceabat) Kaymakamı
Rahmi Bey'in, 19.Tümen Karargahı'nda Atatürk'ü ziyareti ve geceyi karargahta
geçirmeleri.
|
19 Temmuz 1915 |
Atatürk'ün, Kurmay Başkanı İzzettin (Çalışlar) Bey'le beraber,
öğleden sonra, 3.Kolordu Karargahı'nın bulunduğu Kemalyeri'ne gelerek Veliaht Yusuf
İzzettin Efendi'yi karşılama töreninde bulunması, akşam yemeğini Kemalyeri'nde
yemesi, tekrar 19.Tümen Karargahı'na dönüşü.
|
28 Temmuz 1915 |
Atatürk'ün Kurmay Başkanı İzzettin (Çalışlar) Bey'le beraber 27.ve
57. Alay cephelerini gezmesi.
|
30 Temmuz 1915 |
3.Kolordu Komutanı Esat (Bülkat) Paşa'nın, Kurmay Başkanı Fahrettin
(Altay) Bey'le beraber 19.Tümen Karargahı'na gelerek Atatürk'ü ziyareti.
|
6-7 Ağustos 1915 | İngilizler’in Suvla Limanı çıkarması ve 1 nci Anafartalar savaşının kazanılması. |
8-9 Ağustos 1915 | İtilaf Güçlerinin Seddülbahir’i boşaltmaları. |
10 Ağustos 1915 | Türklerin Anafartalar Grup Komutanı Albay Mustafa Kemal öncülüğünde geniş kapsamlı Conkbayırı taarruzu. |
14 Ağustos 1915 | Mariot adlı Fransız denizaltı gemisinin ağlara takılıp batması |
17 Ağustos 1915 | Kireçtepe savaşının kazanılması |
21 Ağustos 1915 | 2 nci Anafartalar savaşının kazanılması |
1 Eylül 1915 | Mustafa Kemal'e, Anafartalar Grubu Komutanlığı'ndaki üstün başarılar nedeniyle "Muharebe Gümüş Liyakat Madalyası" verilişi. |
2 Eylül 1915 |
Mustafa Kemal'in, Çanakkale Savaşlarında yaralanan ve sakatlanan Osmanlı
askerleri için para toplayarak gönderen -Almanya'nın İstanbul Elçiliği
görevlilerinden- Dr.Ernest Jackh'a teşekkür mektubu :"...Kaderin savurduğu her
haşin darbeye bizimle katlanmakla kalmayıp bundan doğan ıstırapları da hafifletmek
için akla gelen her yardımı esirgemeyen siz sadık dosta, Fevzi (Çakmak) Bey de
selamlarını ve teşekkürlerini yollar." Atatürk'ün komuta ettiği Anafartalar
Grubu Komutanlığı'nın Kurmay Başkanı Binbaşı İzzettin (Çalışlar) Bey'in,
16.Kolordu Kurmay Başkanlığı'na atanması.
|
4 Eylül 1915 |
Mustafa Kemal'in, Anafartalar'da 4.ve 8.Tümen cephelerine giderek
incelemelerde bulunması. Başkomutan Vekili Enver Paşa'nın, 5.Ordu Komutanı Liman von
Sanders'in -Anafartalar Grubu'ndaki yeni düzenleme ile ilgili- 29 Ağustos 1915 tarihli
önerisine cevabı :"Anafartalar Grubu'nun devamını, bu grup içindeki tümenlerin
şimdilik yalnız 2.ve 15.Kolorduları oluşturmasını ve Gruğ Komutanlığı'nın
16.Kolordu Komutanı Mustafa Kemal Bey tarafından yapılmasını, yüksek öneriniz
üzerine uyarınca uygun gördüm."
|
6 Eylül 1915 | Bulgaristan’ın Türkiye ve Almanya’nın yanında savaşa katılması. |
14 Eylül 1915 |
Mustafa Kemal'in Bulgar Generali Petroff'un eşi Sultane Petroff'a
Çanakkale'den Fransızca mektubu :"...Düşman kuvvetlerine karşı kendi
istediğimiz şekilde karşı koyduk ve daha önce Arıburnu'nda benim karşımda hezimete
uğrayan düşman kuvvetleri, aradan aylar geçtikten sonra bu defa da Anafartalar'da tam
anlamıyla felç oldular. Generalimin, muhtemelen bunlardan haberi vardır; ama olan
biteni doğrudan benden öğrenmesi, sanırım kendisini çok daha fazla memnun edecektir.
General Hamilton'a ve Lord Kitchener'e ardı ardına bu başarıları elde etmeme vesile
oldukları için teşekkür etmem gerektiğine inanıyorum." Mustafa Kemal'in, 2.ve
15.Kolordu Komutanlarıyla Abdurrahman Bayırı'na gidişi.
|
20 Eylül 1915 |
Mustafa Kemal'in rahatsızlanması, Mareşal Liman von Sanders'in Anafartalar
Grubu Karargahı'na gelerek, kendisine geçmiş olsun dileğinde bulunması, sonra özel
doktorunu gönderişi.
|
23 Eylül 1915 |
Mustafa Kemal'in, - Almanya'nın İstanbul Elçiliği görevlilerinden-
Dr.Ernest Jackh'ı çadırında kabulü ve söyledikleri :"Tam manasıyla Ruslar gibi
karaya tıkıldık. Ruslar çökmeğe mahkumdurlar; çünkü Boğazları kapayarak onları
Karadeniz'e tıkadım. Bu suretle, müttefiklerinden ayrı düşürdüm. Fakat biz de
aynı sebep dolayısıyla yıkılmaya mahkumuz. Gerçekten biz, Akdeniz, Kızıldeniz ve
Hint Okyanusu sahillerine yerleşmiş bulunuyoruz; fakat herhangi bir okyanusa çıkmayı
göze alamayız. Deniz kuvvetlerine sahip olmayan bir kara kuvveti olmak itibariyle biz,
yarımadamızı, kara kuvvetlerini hiçbir tehdide uğramaksızın istediği sahile
getirebilen deniz kuvvetlerine karşı savunmaya asla muktedir olamayacağız."
(Atatürk, bu görüşmenin yapıldığı günlerde rahatsızlığı nedeniyle
çadırında istirahat etmektedir. Ernest Jackh, hatıralarında şu bilgileri vermektedir
:"Mustafa Kemal Bey ağır surette hastaydı ve bu yüzden kendisini ziyaret için
çadırına gittim. Malarya (sıtma)'ya tekrar yakalanmıştı. O kadar zayıflamıştı
ki, ilkin tanıyamadım. Bununla beraber ateşli tabiatı, evvelce sık sık
yaptığımız bütün gece devam eden çok sevdiği görüşmeler gibi, bizi, siyasi bir
tartışmaya daldırdı."
|
24 Eylül 1915 |
Başkomutan Vekili Enver Paşa'nın beraberinde Başkomutanlık Vekaleti
Harekat Şubesi Müdürü Yarbay İsmet (İnönü) Bey olduğu halde Gelibolu'ya gelişi.
|
26 Eylül 1915 |
Başkomutan Vekili Enver Paşa'nın sabahleyin Kuzey Grubu Karagahı'na
gidişi, daha sonra -Anafartalar Grubu cephesine ait- Conkbayırı'nı gezdikten sonra
Gelibolu'da 5.Ordu karargahı'na dönüşü (Enver Paşa, bu inceleme gezisinde
Anafartalar Grubu Karargahı'na uğramamıştır.)
|
27 Eylül 1915 |
Mustafa Kemal'in, 5.Ordu Komutanı Mareşal Liman von Sanders'e Anafartalar
Grubu Komutanlığı'ndan affını isteyen yazısı :"...Geçenlerde Ekselansları
Başkomutan, Kuzey, Güney ve Asya Gruplarını ziyaretiyle gereği gibi
onurlandırmıştır; ancak Anafartalar Grubu'nun varlığını tanımak istememekle, bizi
ziyaretinin onurundan mahrum kılmıştır. ...Ekselansları Başkomutan'ın şahsıma
karşı beslediği duygular böylece bilinirken, orduda aynı koşullar altında hizmet
vermem benim için imkansızdır. Siz Ekselanslarından beni şu andan itibaren Grup
Komutanlığı'ndan istifa etmiş sayma ve şahsımla ilgili daha sonraki işlemleri tayin
etme lütfunda bulunmanızı rica etmek onurunu taşımaktayım."
|
30 Eylül 1915 |
5.Ordu Komutanı Mareşal Liman von Sanders'in Başkomutan Vekili Enver
Paşa'ya Mustafa Kemal'in Anafartalar Grubu Komutanlığı'ndan affını isteyen deilekçe
vermiş olduğunu, ancak kabul edilmemesini isteyen yazısı :"...Bu dilekçeyi
destekleyemem. Çünkü Mustafa Kemal Bey'i vatanın bu büyük savaşta hizmetlerine
muhakkak surette muhtaç olduğu, çok müstesna kabiliyetli, yetkili ve cesur bir subay
olarak tanıdım ve takdir ettim. ...Şimdilik ilişikte takdim etmediğim ayrılma
dilekçesini, Ekselanslarınızın, güvenini belirtmek suretiyle reddetmek lütfunda
bulunmalarını rica ediyorum."
|
11 Ekim 1915 | Gelibolu Yarımadası’nın İtilaf Devletleri’nce boşaltılmasının ilk kez söz konusu oluşu |
17 Ekim 1915 | Çanakkale bölgesinde General Hamilton'un komutayı General Birdwood'a devrederek cepheden ayrılışı. |
26 Ekim 1915 |
Mustafa Kemal'in, Başkomutanlık Vekaleti'nce 9.,11.ve 12.Tümenlerin
birleşmesinden oluşacak 16.Kolordu komutanlığına atanması ve Kolordu Komutanı
yetkisiyle "Anafartalar Grubu'nu yönetmekle görevlendirilmesi.
|
30 Ekim 1915 | Turquoise isimli Fransız denizaltı gemisinin esir edilmesi. |
31 Ekim 1915 |
Başkomutan Vekili Enver Paşa'nın, beraberinde Ahmet İzzet Paşa, Yarbay
Feldmann ve Başyaver Kazım (Orbay) Bey olmak üzere Anafartalar Grubu Karargahı'nı
ziyareti, Atatürk'le görüşmesi, daha sonra at üzerinde İsmailoğlu Tepesi'ne
gidilmesi.
|
3 Kasım 1915 | İstanbul'dan Gelibolu'ya gelen Ayan ve Mebusan Heyeti'nin Anafartalar Grubu karargahı'na giderek Mustafa Kemal'i ziyareti ve beraber cepheyi gezmeleri. |
6 Kasım 1915 | Çanakkale’den geçerek Marmara’ya girmiş olan E-20 İngiliz denizaltı gemisinin esir edilmesi. |
7 Kasım 1915 | İngiliz Harp Kabinesi'nin Çanakkale'yi boşaltma kararı. |
10 Kasım 1915 | Fransız denizaltı gemisi Turquoise’a Enver Paşa’nın katıldığı bir törenle “Müstecip Onbaşı” adının verilmesi. |
5 Aralık 1915 |
Mareşal Liman von Sanders'in Anafartalar Grubu Karargahı'na gelişi ve
Mustafa Kemal'e, beraberinde getirdiği hava değişimi izin yazısını vermesi.
|
6 Aralık 1915 | İtilaf Güçlerinin Gelibolu Yarımadası’nı boşaltma hazırlıkları. |
8 Aralık 1915 | Fethi (Okyar), Dr.Bahattin Şakir ve Dr.Tevfik Rüştü (Aras) Bey'lerin akşam Atatürk'ün misafiri olarak Anafartalar Grubu Karargahı'na gelişleri. Atatürk'ün aldığı hava değişimi izni üzerine Anafartalar Grubu Komutan Vekilliğine atanan Fevzi (Çakmak) Paşa'nın Anafartalar Grubu Karargahı'na gelişi. |
10 Aralık 1915 |
Atatürk'ün -beraberinde misafirleri Fethi (Okyar), Bahattin Şakir ve
Tevfik Rüştü (Aras) Bey'ler olmak üzere- Çanakkale'den İstanbul'a hareketi.
(Atatürk İstanbul'a dönüşünü takiben Çanakkale'den izinli olarak ayrılış
sebebini Salih (Bozok) Bey'e şöyle anlatmıştır :"Ben düşmanın çekileceğini
anladığım için bir taarruz yapılmasını teklif etmiştim. Fakat benim bu teklifimi
kabul etmediler. Bundan dolayı canım sıkıldı. Çok da yorgun olduğum için izin
alarak İstanbul'a geldim. Eğer ben orada iken düşman şimdiki gibi çekilmiş
olsaydı, herhalde daha çok sıkılacaktım. Burada bulunmaklığım benim için bir
talih eseridir.)
|
11 Aralık 1915 | Mustafa Kemal'in Çanakkale'den İstanbul'a gelişi |
19-20 Aralık 1915 |
İtilaf Güçlerinin, işgal ettikleri siperleri boşaltarak gece
Anafartalar, Arıburnu bölgesinden gizli olarak çekilmeleri (Bu bölgedeki boşaltma son
günlerde mevcut sisten de yararlanılarak gizli olarak yapılmakta idi. Ancak birlik ve
malzemelerin büyük kısmını kapsayan boşaltma bu gece gerçekleştirilmiştir.
İngilizler 8/9 Ocak 1916 gecesi de Seddülbahir bölgesinden çekilmişlerdir.)
|
8-9 Ocak 1916 | Müttefiklerin Seddülbahir’i boşaltmaları |
9 Ocak 1916 |
5.Ordu Komutanı Mareşal Liman von Sanders'in -İngilizlerin Gelibolu
yarımadasından çekilip gitmeleri üzerine- sabah 8.45'de Alçıtepe'den Başkomutanlık
Vekaleti'ne telgrafı :"Tanrı'ya şükür Gelibolu yarımadası tamamen düşmandan
temizlenmiştir. Diğer ayrıntılar ayrıca sunulacaktır."
|
18 Ocak 1916 |
5.Ordu Karargahı'nın, Müttefiklerin Gelibolu yarımadasını
boşaltmaları üzerine Çanakkale'den Lüleburgaz'a alınması.
|
1 Şubat 1916 | Atatürk'e Anafartalar Grubu Komutanlığı döneminde gösterdiği üstün başarıları nedeniyle "İkinci Rütbe'den Osmani Nişanı" verilmesi. |
GAZİLERİMİZ
.
AHMET BAŞARAN
|
||
Yenice-Çınarcık
Köyü'nden.
Tahir Oğlu Ahmet benim adım. 1303 (1887) doğumluyum. 94 yaşındayım. 6 yıl askerlik yaptım. Çanakkale cephesinde ağır topçuydum. Çanakkale'ye ilk vardığımda Çimenlik Kalesi'nde 60-70 gün talim yaptırdılar. Sonra bizi bölüklere dağıttılar. Ben 6. Bölüğe düştüm... nara Kalesi'ne verdiler. Nara Kalesi'nde 6 ay filan durmuştuk ki, seferberlik ilan edildi. Bizi dardanos Bataryalarına gönderdiler. Dardanos'ta 5. Bölüğe verdiler. Biz 150 kişi kadar vardık. Başımızda yüzbaşı Ahmet Bey vardı. 7.5'luktu toplarımız. Biz seri ateşli toplardaydık. 4 topumuz vardı. Mermileri aynı tüfek fişengine benzerdi...kucaklayıp kakardık topun içine. 18 Mart günü Kepez'in altında bulunuyorduk. Düşman gemileri, hep zırhlı tabii. Selanik açıklarından ateş ede ede geliyorlar. Kumkapı ve Seddülbahir taraflarını ateşe tuttular. O taraflardaki tabyalar ateş içinde kaldılar. Toplar paralandı...cephanelikler tutuştular. Bir zaman sonra Kumkale ve Seddülbahir'deki bataryalar sustular. Düşman Zırhlıları ateş ederek boğaza yaklaştıkça bizim de mesafemize giriyorlardı. İntepe ve Çakaltepe Bataryaların ateşe başlamalarından sonra, biz de bizim mesafemize girince başladık zırhlılara ateşe. Ben mermi sürüyordum. 2. erdim topta. Çanakkale Boğazı karabulut gibi gemi doluydu. Hangisine atarsan at.Akşamüzeri gün inmeye yakın düşman zırhlılarından birisi bizim önümüzde battı. Bize yakındı. Ya Kilitbahir'den, ya Hamidiye Tabyası'ndan attılar. Kepez çayı'nın denize döküldüğü yeri bile geçmişti. Çanakkale'ye yakınlaşmıştı. Mermi geldi zırhlıya. Denizin dibine kaynadı gitti. O gün, batanı battı, batmayanı geri çekilip kaçtı...Gittiler... 18 Mart'ın ilk günü bizim tabyada 11 kişi şehit vermiştik. Soğandere, Kerevizdere taraflarında dağıldılar...Geriye gittiler düşman zırhlıları...Toplarımızın önlerine çam ağaçları dikerdik. Gavurlar görmesin diye. Çam ağaçlarını geceleri sökerdik. Geceleri projektörümüz vardı. Yakardık...Düşman zırhlılarına onunla ateş açardık. Projektörümüzü parçalamak için çok mermi attı kafir. Yapamadı bir şey... O gün gece yarısı da geldiler. Batan zırhlılarının yerini araştırdılar. Biz de verdik ateşi. Gerisin geriye gittiler...Sabaha karşı oldu bu... Ertesi gün düşman gemileri tekrar hücum ettiler...Gene olmadı. Sonra akşam sabah hücum ettiler gemileriyle boğaza...Gene olmadı...Vazgeçtiler...Hücumu kesti gemiler. Sonra geri çekilip verdi topu Seddülbahir'e...Verdi topu...Topuyla bizim askeri kırıp kendi askerini çıkardı... Denizden balon kaldırıyordu. Ben gördüm. Keleter gibi bir şey. Kalkıyor havaya. O zaman asker arasında "Balon Çıkarıyor" derlerdi. Balon çıkardığını görünce, biz saklanırdık. Çünkü bizi görürmüş balondan...Toplar patlamaya başlardı ardından... Bizim koğuşun yanlarına da çok mermi düştü. Ancak kimseyi öldürmedi. ..... Bir gün nöbete gidiyordum. Aceleyle potinlerin birinin iplerini bağlamamışım. Bir arap subay vardı. Görmüş beni çağırdı...İki tokat çekti. -Şimdi büyük bir amir gelse, ben ne diyeceğim, dedi. Bana öfkesinden gidip koğuşların arkasındaki iğde ağaçlarının dibine oturdu. O sırada bir bomba düştü...Toprağı altüst etti...Yakın düşmüş kafirin mermisi...Subaylar, çavuşlar koşup gittik. -Korkmayın...Korkmayın...bende yara yok, dedi. ..... Bizim bölüğün yanında başka bir bölük daha vardı. O bölüğün toplarından birine bir düşman mermisi düşmüştü. Subayları vardı Hasan Efendi diye...O şehit düşmüştü orada...kumandanlarıydı...Şimdi Hasan Mevsuf dedikleri yerde...18 kişi de yaralanmıştı...Ben görmüştüm onları orada... ..... Bizim tabur kumandanımız Binbaşı Mustafa Bey, bölük kumandanımız Yüzbaşı Ahmet Efendi'ydi. Birliğimi de şöyle söyleyeyim: 3. Ağır Topçu Alayı, 1. Tabur, 5. Topçu Bölüğü. ..... Çanakkale'ye yakın Kepez yolunun altında bir gemimiz vardı bizim. Çanakkale'yi bekliyordu. Düşman gemileri, deniz altından bomba yollayıp torpille batırdılardı. Hatta batmadı gemi de, yan yattıydı da, askerleri bir istimbot gelip almıştı Çanakkale'den...Bir gün de bizim dışarıya çıkıp gavur gemilerini bombalayan bir gemimiz yaralanmış geri dönüyordu. Adını bilemeyeceğim. Yavuz mu, Turgut mu, bilmem. Boğaz'dan içeri girip nara'ya gitmişti. Biz o zaman selama durmuştuk. ..... Sonra harp bitti. Silahlar terk edildi. Sabaha kadar kimse kalmasın burada, dediler. Ben de o zaman köye döndüm. ..... Bir zaman sonra Anzavur çıktı orta yere. Kuvayi Milliye'ye karşı. Köyden de Anzavur'a asker topladılar. Sonra gidenler de kaçıp geri geldiler. Çetecilikti ortalık...Karma karışıktı... Milliler de vardı Yenice'de. Anzavur'un elinde bir de top varmış...Havaya uçuyor...Milliler bozuldular o zaman Yenice'de...Ben köydeydim. Bunları duydum...Anzavurcular sonra Ağunya taraflarına kadar gitmişler. Onlar da oralarda bozulup dağılmışlar. Yunanlılar köyümüze geldiler. Çok dövdüler milleti. 100 kişi kadar vardılar. Yunan askerleri. "Silah çıkarın" diye çok dövdüler köylüleri. Harman vaktiydi...Korkudan kimse çıkamazdı orta yere...Öküzler insansız harman sürüp harman dönerlerdi... Askerden geldikten sonra ev,bark olduk. 18 seneyi geçti nine öleli...Hatice'ydi adı...Üç tane çocuk oldu. 2 oğlan bir kız. Oğlumun biri askerde öldü. Adana taraflarında. Dörtyol'da...Şimdi burada kalan oğlumun yanında yaşıyorum...Elverir...bakıyor...Memnunum...Oğlandan da...Komşulardan da... Maaş da veriyorlar şimdilerde...madalyam filan yok...Aramadık arkasını...Biz çok çektik, açlık bir yandan...Bit akardı yakamızdan...bu kararda durursa çok iyi memleketin durumu... |
AHMET FEHMİ TÜRKAN
Çanakkale -
Sarıcaeli Köyü'nden
1313 (1897) de doğdum. 84
yaşındayım. Beni şubeden Sarıcaeli Köyü'nün yanındaki tepenin üzerindeki
Çanakkale Müstahkem Muharebe Okulu'na gönderdiler. Asker olarak. Okulda iki bölük
kurdular. Ben 2. Bölükle Kilitbahir'e gittim. Kilitbahir'deki Askeri Telgrafhane'de
15-16 ay kadar bulundum. Seferberlik yeni açıldığında Mecidiye Kalesinde talim
terbiye görmüştüm. Sabah kaleye giderdik, akşama kadar talim yapar sonra köye
dönerdik.
|
Kilitbahir'deki Askeri Telgrafhane limanda
denizin kenarındaydı. Arıburnu'nda harp yeni bitmişti. Fakat denizde düşman gemileri
vardı.
Telgrafhanedeyken şöyle bir şey olmuştu. Aklımdayken anlatayım.
Yavuz'la, Midilli çıktı bir akşam boğazlardan o şifreyi ben aldım. O, geçişle ilgili şifreyi Miralay Talat Beye götürdüğümde gözlerinden yaşlar akmaya başladı. Emir verdi:
-Bu gece, Lapseki'den Kumkale'ye, Gelibolu'dan Seddülbahir'e kadar her taraf karanlık kalacak. Gemiler dış denize çıkacaklar. Hiçbir ışık yanmayacak, dedi. Ekledi:
-Bu emri iki tarafa da telgrafla yaz.
Seddülbahir'de Yüzbaşı Kadir Bey vardı. İyi konuşurduk. Ona dedim ki: "Gemiler geçerken ben sana bildiririm. Sen de dönerlerken bildirirsin."
O gece akşam karanlığından bir saat sonra gemiler boğazdan dışarıya çıktılar. Üzerlerinde hiçbir ışık yoktu. Öylece sessiz ve karanlıkta geçip gittiler.
Kadir Beye bildirdim gemilerin çıktığını. O gece sabaha karşı iki gemimiz, Yavuz ve Midilli İmroz Adası'ndaki İngiliz karargahını bombalamışlar. Midilli bir torpile çarpıp batıyor. Yavuz da geri dönerken bir serseri torpile çarpıp yaralanıyor.
Seddülbahir'den Yavuz dönerken, Kadir Bey telefonda hem ağlıyor, hem konuşuyor:
-Gemide bir hal var, sallanarak geliyor.
Yavuz'un birkaç bölmesi su almış. Gelirken hepimiz sahile çıktık. Ağır ağır gelişini takip ediyoruz. Soğandere'nin önlerinde bir düşman tayyaresi Yavuz'a ateş etti. Yavuz'da uçaksavar toplarıyla tayyareye ateş açtılar. Bu arada Kilitbahir'in üzerindeki top da ateş etti. Tayyareler dağıldılar.
Yavuz sol tarafından yaralıydı. Yavaş yavaş geldi. Kilitbahir'in önünden Nara Burnu'na yöneldi. Gitti. Kıyıya baştan kara yaptı.
Birkaç gün orada kaldı Yavuz. Düşman tayyareleri gelip Yavuz'a ateş ederlerdi. 20 kadar tayyaresini gördüm düşmanın ateş ederlerken Yavuz'a.
Sonra Yavuz İstanbul'a gitti.
Kilitbahir'den İstanbul Pendik'teki Harp Okulu'na gönderdiler. Orada karargahta 7 ay kaldım. O sırada Arabistan'da ordularımız bozulmuş. Mütareke yapıldı. Ben hava değişimine köye geldim. Çanakkale'de İngilizler vardı.
Ben İdadinin 2. sınıfından ayrıldım. Bursa Ziraat Mektebine gitmek için. Gidemedik. Kilitbahir'de subay adayıydım. Pendik'te de subay adayı olarak talim terbiye gördüm. Kendim de ders verdim. Din hocaları gelmişti talim yerine. Ben onlara öğretmen olarak ders verdim.
Neyse bir sene geçince köyde hava değişimim bitti.
Başvurdum, Çanakkale Müstahkem Mevkii Jandarma Kumandanlığında tekrar göreve başladım. Bir tabur Jandarma vardı. Kumandan olarak başımızda Tabur Kumandanı Binbaşı Ali Rıza Bey vardı.
Akköy, Bezirganlar, Kumarlar gibi karakollarda çete takibine çıkan kuvvetlerin başında da bulundum. Anadolu Harbi yeni başlamıştı. Karakollarda bulunduğum sırada Yunanlıların zalimliğini yakından gördüm.
Bir görevle Sarıçalı köyüne gitmiştim. Orada Yüzbaşı Niyazi Bey, Üsteğmen Hüsamettin, Teğmen Suphi Beyler çete takibi için kuvvetleriyle bulunuyorlardı.
O akşam ezandan sonra köyü Yunanlılar sarmışlar. Arkadaşlar da kahveye gitmişlerdi. Gitmeyin filan dedimse de dinletemedim. Gittiler. Yanımda Yusuf isminde bir arkadaş kalmıştı. Yusuf ev sahibinin ufak bir çocuğu var... 7-8 yaşlarında onu gönderdi, aşağı kahveye. Çocuk geldi. "Jandarmaların silahlarını topluyor gavurlar" dedi. Yusuf'a dedim: "Sür atları". Köyün dışında yol kenarında bir evdi. Alçak avlulu bir ev. Atlara bindik, sürdük atları. Ben önde Yusuf arkadan geliyor. Yunan askerleri köyün etrafını sarmışlar. Biz gürültüyle iki atla çıkınca bir takur takur oraya buraya koşturmalar oldu. Yunanlılar bizi üzerlerine hücuma geçmişiz diye, kaçışırlarken.
Köyün etrafını saran Yunan askerlerinin paniğe kapılmalarından yararlanıp köyün dışına çıktık.
Çınarlı Köyü'ne gelip, karakoldaki Cafer Çavuş'a haber verdim.
-Belki buraya da gelirler. Boş bulunma. Ben gidip Tabur Kumandanına haber vereceğim.
Olayı Tabur Kumandanına söyledim. Tabur Kumandanımız Ali Rıza Bey:
-"Ne kadar askerimiz varsa etraftaki köylere dağıtın." diye emir verdi.
Dağıttık askerleri yakın köylere.
Tabur Kumandanımız daha sonra Çanakkale'deki İngiliz Kumandanı ile konuşup Yunanlıların aldıkları silahları geriye almıştı.
....
Benim rütbem filan yoktu. Fakat başçavuş gibi bana vazife verirlerdi. Askerin başında giderdim.
Çanakkale Jandarma Taburunda iken, Yunanlılar Çan'ı yaktıklarında bir İngiliz Heyetiyle beraber Çan'a da gitmiştim. Heyette bir general, bir binbaşı ve de bir yüzbaşı vardı. Çan'a girdiğimiz de dumanlar tütüyordu. Biz heyetin yanında 20 süvariydik. Heyettekiler Çan'a Yunanlıların yaptıkları hareketleri sordular rastladıkları insanlara. Tercümanları da vardı Biga'dan, Karabiga'ya gittik. İngiliz heyeti İstanbul'a gideceklerdi. Vapura bindiler. Biz Lapseki üzerinden Çanakkale'ye döndük.
....
Bizim taburda iki tane Cemal Bey vardı. Biri yüzbaşı Cemal Bey, diğeri Tabur Doktorumuz Cemal Bey, o da yüzbaşıydı.
Yüzbaşı Cemal Bey beni çağırtmış, dedi ki:
-Oğlum biz Kuvayi Milliye'ye geçiyoruz, gelecek misin?
Onlarla beraber Kuvayi Milliye'ye katıldım. Taburdan 5 kişiydik. Sivillerle filan 30 kişi olduk. Taburun cephanesini iki katıra yükledik. Bayramiç tarafından gidiyoruz. Yiğitler köyüne geçtik. Evciler köyüne geldik. Kazdağı'nın eteklerinden saracağız dağı. İngilizlerden haber getirdiler bize:
-Dönsünler, yoksa sivil halkı cezalandıracağız.
Bayramiç'te Yunanlılar vardı. Türk Jandarmalarını silahsız olarak yanlarında çalıştırıyorlardı. Bize haberi getiren de Hafız Abdullah ile İzzet adında iki Jandarmaydı.
"Gidin şu kağıdı Kuvayi Milliye'ye giden arkadaşlarınıza verin" deyip ellerine bir kağıt vermişler. Evcilerde bu iki kişi bize kağıdı yetiştirdiler.
Doktor Cemal Bey bize yeni gelmişti. Ankara'dan göndermişler. Kuvayi Milliye'ye asker toplasın diye. Kuvvet toplamak için çok uğraştık ama başaramadık.
Cemal Bey kağıdı aldı, okudu, yırttı attı.
Bana dedi ki:
-Bunları bırakma.
Kazdağı'na sardık. Gidiyoruz yukarı. Abdullah'la İzzet başladılar yalvarmaya:
-Bizi götürmeyin. Bizim çocuklarımıza Yunanlılar eziyet edecekler. Bizi bırakın.
Kumandana söyledim.
-"Dağın içine girince bırakırsın" dedi.
Dağın içine girdiğimizde bıraktık onları, geri döndüler.
O gece dağın üzerinde sabahladık. Sabah şafakla beraber tekrar yola koyulduk. Havran'ın üst taraflarında Ormanlar Köyü var. Orada Yunanlıların karakolu olduğunu duyduk. Otmanlara geldiğimizde karakol Yunan askerleri kaçmışlar. Yoktular. Bu sırada Anadolu'da harp devam ediyordu tabii.
Otmanlar'dan bir kılavuz bulduk. Balıkesir'in solundan geçtik. Oralarda Boşnak Hamza, Arslan Çetesi gibi çetelere rastladık. Her ikisi de 10'ar kişi ile geziyorlardı. Cemal Bey'in gözü tutmadı bunları. Sonra Mustafa Efendi çetesine rastladık. Mustafa Efendi bize "Yunanlıları İzmir'de deniz döktüler" dedi. Bunun üzerine Balıkesir'den Yunanlılar kaçmışlar. Balıkesir'de karakol kurduk. Bir ay falan düzeni sağlamaya çalıştık. Hükümet binasında çalışıyorduk. Cemal Bey Binbaşı oldu. Edirne'ye gitti. Doktor Cemal Bey kaldı. Bir çok subaylarla beraber Halil Fikri Bey isminde yeni bir kumandan gelmişti.
Beni o sırada Çanakkale'ye gitmek üzere hazırlanan Jandarma Taburuna verdiler. İnegöl taraflarında taburu buldum. Kumandanını gördüm. Tabura takıldım. Çanakkale Taburunun başında Şevki Bey adında bir önyüzbaşı vardı. Çanakkale2ye gelmekte olan ziraat, maliye, savcı gibi memurlarda vardı. Teşkilat olarak geliyorlar taburla beraber. Gönen üzerinden Biga'ya geldik.
Biga'da ben atımı savcı Ramiz Bey'e verdim. Mutasarrıf Vahap Bey'de var. Biga'dan çok yağmurlu bir havada yola çıktık. Çanakkale'ye geliyoruz. Geceyi Karacaören'de geçirdik. Sabahleyin Çanakkale'nin işgal kumandanı geldi. Saçaklı, sırmalı rütbeleri var. Yanında da tercümanı. Vahap Bey'in bulunduğu eve götürdük İngiliz Kumandanını. Sonradan öğrendiğimize göre Vahap Bey'le İngiliz işgal kuvvetleri arasında şöyle konuşmalar olmuş;
İngiliz Kumandanı:
-Çanakkale'ye girecek misiniz?
-Evet gireceğim.
-Ama bana bu konuda bir emir yok.
Vahap Bey:
-Bana kesin emir var.
İngiliz Kumandan Vahap Bey'den bir saat izin istemiş. Vahap Bey'de peki demiş. Bizim tabur 200 kişi. "Kuvayi Milliye gelmiş" diyerek köylerden inen genç yaşlı insanlarla biz olduk 10.000 kişi. O kadar kalabalık olduk.
İngiliz Kumandanı ayrıldıktan hemen sonra Vahap Bey hareket emri verdi.
Geldik Çanakkale'nin kenarına. Tel örgüler var. Uzaktan görüyoruz. İngilizlerde bir kargaşa vardı. Neyse İngiliz Kumandanı geldi. Saatine baktı. Ne söylediğini biz sonradan öğrendik. Saatine bakınca:
-Acele ettiniz. Daha bir çeyrek saat var.
Vahap Bey de:
-Benim saatim geldi, diye söylemiş.
Orada bir anlaşma yapıldı. Askerin bir kısmı ile toplanan sivil halkı içeri girmeyecek, dışarıda bekleyeceklerdi. Biz içeri, memurlar, kumandanlar ve 60 jandarma girdik. Hastane bayırına geldik. Çanakkale'den ileri gelenler, hocalar, Bey kısımları geliyorlar. Yanlarında koçlar filan var. Kurbanlık. Kurbanlar kesildi. Dualar edildi Vahap Bey:
"Vali Konağına gideceğiz" dedi.
Çanakkale'de Alayın önüne geldik. Müstahkem Mevkii Kumandanlığının binalarına girip yerleştik. 1923 senesinin Eylül ayında askerliğim sona erdi. 8,5 sene sürdü. Askerlik bitince köyüme yerleştim.
Yaşlılık aylığı alıyorum. Hanımın adı Hacer. Sağ... Yaşıyor... İkisi erkek, biri kız iç çocuğum oldu. Çocuklardan da sekiz tane torunum var.
Telgrafhanedeyken şöyle bir şey olmuştu. Aklımdayken anlatayım.
Yavuz'la, Midilli çıktı bir akşam boğazlardan o şifreyi ben aldım. O, geçişle ilgili şifreyi Miralay Talat Beye götürdüğümde gözlerinden yaşlar akmaya başladı. Emir verdi:
-Bu gece, Lapseki'den Kumkale'ye, Gelibolu'dan Seddülbahir'e kadar her taraf karanlık kalacak. Gemiler dış denize çıkacaklar. Hiçbir ışık yanmayacak, dedi. Ekledi:
-Bu emri iki tarafa da telgrafla yaz.
Seddülbahir'de Yüzbaşı Kadir Bey vardı. İyi konuşurduk. Ona dedim ki: "Gemiler geçerken ben sana bildiririm. Sen de dönerlerken bildirirsin."
O gece akşam karanlığından bir saat sonra gemiler boğazdan dışarıya çıktılar. Üzerlerinde hiçbir ışık yoktu. Öylece sessiz ve karanlıkta geçip gittiler.
Kadir Beye bildirdim gemilerin çıktığını. O gece sabaha karşı iki gemimiz, Yavuz ve Midilli İmroz Adası'ndaki İngiliz karargahını bombalamışlar. Midilli bir torpile çarpıp batıyor. Yavuz da geri dönerken bir serseri torpile çarpıp yaralanıyor.
Seddülbahir'den Yavuz dönerken, Kadir Bey telefonda hem ağlıyor, hem konuşuyor:
-Gemide bir hal var, sallanarak geliyor.
Yavuz'un birkaç bölmesi su almış. Gelirken hepimiz sahile çıktık. Ağır ağır gelişini takip ediyoruz. Soğandere'nin önlerinde bir düşman tayyaresi Yavuz'a ateş etti. Yavuz'da uçaksavar toplarıyla tayyareye ateş açtılar. Bu arada Kilitbahir'in üzerindeki top da ateş etti. Tayyareler dağıldılar.
Yavuz sol tarafından yaralıydı. Yavaş yavaş geldi. Kilitbahir'in önünden Nara Burnu'na yöneldi. Gitti. Kıyıya baştan kara yaptı.
Birkaç gün orada kaldı Yavuz. Düşman tayyareleri gelip Yavuz'a ateş ederlerdi. 20 kadar tayyaresini gördüm düşmanın ateş ederlerken Yavuz'a.
Sonra Yavuz İstanbul'a gitti.
Kilitbahir'den İstanbul Pendik'teki Harp Okulu'na gönderdiler. Orada karargahta 7 ay kaldım. O sırada Arabistan'da ordularımız bozulmuş. Mütareke yapıldı. Ben hava değişimine köye geldim. Çanakkale'de İngilizler vardı.
Ben İdadinin 2. sınıfından ayrıldım. Bursa Ziraat Mektebine gitmek için. Gidemedik. Kilitbahir'de subay adayıydım. Pendik'te de subay adayı olarak talim terbiye gördüm. Kendim de ders verdim. Din hocaları gelmişti talim yerine. Ben onlara öğretmen olarak ders verdim.
Neyse bir sene geçince köyde hava değişimim bitti.
Başvurdum, Çanakkale Müstahkem Mevkii Jandarma Kumandanlığında tekrar göreve başladım. Bir tabur Jandarma vardı. Kumandan olarak başımızda Tabur Kumandanı Binbaşı Ali Rıza Bey vardı.
Akköy, Bezirganlar, Kumarlar gibi karakollarda çete takibine çıkan kuvvetlerin başında da bulundum. Anadolu Harbi yeni başlamıştı. Karakollarda bulunduğum sırada Yunanlıların zalimliğini yakından gördüm.
Bir görevle Sarıçalı köyüne gitmiştim. Orada Yüzbaşı Niyazi Bey, Üsteğmen Hüsamettin, Teğmen Suphi Beyler çete takibi için kuvvetleriyle bulunuyorlardı.
O akşam ezandan sonra köyü Yunanlılar sarmışlar. Arkadaşlar da kahveye gitmişlerdi. Gitmeyin filan dedimse de dinletemedim. Gittiler. Yanımda Yusuf isminde bir arkadaş kalmıştı. Yusuf ev sahibinin ufak bir çocuğu var... 7-8 yaşlarında onu gönderdi, aşağı kahveye. Çocuk geldi. "Jandarmaların silahlarını topluyor gavurlar" dedi. Yusuf'a dedim: "Sür atları". Köyün dışında yol kenarında bir evdi. Alçak avlulu bir ev. Atlara bindik, sürdük atları. Ben önde Yusuf arkadan geliyor. Yunan askerleri köyün etrafını sarmışlar. Biz gürültüyle iki atla çıkınca bir takur takur oraya buraya koşturmalar oldu. Yunanlılar bizi üzerlerine hücuma geçmişiz diye, kaçışırlarken.
Köyün etrafını saran Yunan askerlerinin paniğe kapılmalarından yararlanıp köyün dışına çıktık.
Çınarlı Köyü'ne gelip, karakoldaki Cafer Çavuş'a haber verdim.
-Belki buraya da gelirler. Boş bulunma. Ben gidip Tabur Kumandanına haber vereceğim.
Olayı Tabur Kumandanına söyledim. Tabur Kumandanımız Ali Rıza Bey:
-"Ne kadar askerimiz varsa etraftaki köylere dağıtın." diye emir verdi.
Dağıttık askerleri yakın köylere.
Tabur Kumandanımız daha sonra Çanakkale'deki İngiliz Kumandanı ile konuşup Yunanlıların aldıkları silahları geriye almıştı.
....
Benim rütbem filan yoktu. Fakat başçavuş gibi bana vazife verirlerdi. Askerin başında giderdim.
Çanakkale Jandarma Taburunda iken, Yunanlılar Çan'ı yaktıklarında bir İngiliz Heyetiyle beraber Çan'a da gitmiştim. Heyette bir general, bir binbaşı ve de bir yüzbaşı vardı. Çan'a girdiğimiz de dumanlar tütüyordu. Biz heyetin yanında 20 süvariydik. Heyettekiler Çan'a Yunanlıların yaptıkları hareketleri sordular rastladıkları insanlara. Tercümanları da vardı Biga'dan, Karabiga'ya gittik. İngiliz heyeti İstanbul'a gideceklerdi. Vapura bindiler. Biz Lapseki üzerinden Çanakkale'ye döndük.
....
Bizim taburda iki tane Cemal Bey vardı. Biri yüzbaşı Cemal Bey, diğeri Tabur Doktorumuz Cemal Bey, o da yüzbaşıydı.
Yüzbaşı Cemal Bey beni çağırtmış, dedi ki:
-Oğlum biz Kuvayi Milliye'ye geçiyoruz, gelecek misin?
Onlarla beraber Kuvayi Milliye'ye katıldım. Taburdan 5 kişiydik. Sivillerle filan 30 kişi olduk. Taburun cephanesini iki katıra yükledik. Bayramiç tarafından gidiyoruz. Yiğitler köyüne geçtik. Evciler köyüne geldik. Kazdağı'nın eteklerinden saracağız dağı. İngilizlerden haber getirdiler bize:
-Dönsünler, yoksa sivil halkı cezalandıracağız.
Bayramiç'te Yunanlılar vardı. Türk Jandarmalarını silahsız olarak yanlarında çalıştırıyorlardı. Bize haberi getiren de Hafız Abdullah ile İzzet adında iki Jandarmaydı.
"Gidin şu kağıdı Kuvayi Milliye'ye giden arkadaşlarınıza verin" deyip ellerine bir kağıt vermişler. Evcilerde bu iki kişi bize kağıdı yetiştirdiler.
Doktor Cemal Bey bize yeni gelmişti. Ankara'dan göndermişler. Kuvayi Milliye'ye asker toplasın diye. Kuvvet toplamak için çok uğraştık ama başaramadık.
Cemal Bey kağıdı aldı, okudu, yırttı attı.
Bana dedi ki:
-Bunları bırakma.
Kazdağı'na sardık. Gidiyoruz yukarı. Abdullah'la İzzet başladılar yalvarmaya:
-Bizi götürmeyin. Bizim çocuklarımıza Yunanlılar eziyet edecekler. Bizi bırakın.
Kumandana söyledim.
-"Dağın içine girince bırakırsın" dedi.
Dağın içine girdiğimizde bıraktık onları, geri döndüler.
O gece dağın üzerinde sabahladık. Sabah şafakla beraber tekrar yola koyulduk. Havran'ın üst taraflarında Ormanlar Köyü var. Orada Yunanlıların karakolu olduğunu duyduk. Otmanlara geldiğimizde karakol Yunan askerleri kaçmışlar. Yoktular. Bu sırada Anadolu'da harp devam ediyordu tabii.
Otmanlar'dan bir kılavuz bulduk. Balıkesir'in solundan geçtik. Oralarda Boşnak Hamza, Arslan Çetesi gibi çetelere rastladık. Her ikisi de 10'ar kişi ile geziyorlardı. Cemal Bey'in gözü tutmadı bunları. Sonra Mustafa Efendi çetesine rastladık. Mustafa Efendi bize "Yunanlıları İzmir'de deniz döktüler" dedi. Bunun üzerine Balıkesir'den Yunanlılar kaçmışlar. Balıkesir'de karakol kurduk. Bir ay falan düzeni sağlamaya çalıştık. Hükümet binasında çalışıyorduk. Cemal Bey Binbaşı oldu. Edirne'ye gitti. Doktor Cemal Bey kaldı. Bir çok subaylarla beraber Halil Fikri Bey isminde yeni bir kumandan gelmişti.
Beni o sırada Çanakkale'ye gitmek üzere hazırlanan Jandarma Taburuna verdiler. İnegöl taraflarında taburu buldum. Kumandanını gördüm. Tabura takıldım. Çanakkale Taburunun başında Şevki Bey adında bir önyüzbaşı vardı. Çanakkale2ye gelmekte olan ziraat, maliye, savcı gibi memurlarda vardı. Teşkilat olarak geliyorlar taburla beraber. Gönen üzerinden Biga'ya geldik.
Biga'da ben atımı savcı Ramiz Bey'e verdim. Mutasarrıf Vahap Bey'de var. Biga'dan çok yağmurlu bir havada yola çıktık. Çanakkale'ye geliyoruz. Geceyi Karacaören'de geçirdik. Sabahleyin Çanakkale'nin işgal kumandanı geldi. Saçaklı, sırmalı rütbeleri var. Yanında da tercümanı. Vahap Bey'in bulunduğu eve götürdük İngiliz Kumandanını. Sonradan öğrendiğimize göre Vahap Bey'le İngiliz işgal kuvvetleri arasında şöyle konuşmalar olmuş;
İngiliz Kumandanı:
-Çanakkale'ye girecek misiniz?
-Evet gireceğim.
-Ama bana bu konuda bir emir yok.
Vahap Bey:
-Bana kesin emir var.
İngiliz Kumandan Vahap Bey'den bir saat izin istemiş. Vahap Bey'de peki demiş. Bizim tabur 200 kişi. "Kuvayi Milliye gelmiş" diyerek köylerden inen genç yaşlı insanlarla biz olduk 10.000 kişi. O kadar kalabalık olduk.
İngiliz Kumandanı ayrıldıktan hemen sonra Vahap Bey hareket emri verdi.
Geldik Çanakkale'nin kenarına. Tel örgüler var. Uzaktan görüyoruz. İngilizlerde bir kargaşa vardı. Neyse İngiliz Kumandanı geldi. Saatine baktı. Ne söylediğini biz sonradan öğrendik. Saatine bakınca:
-Acele ettiniz. Daha bir çeyrek saat var.
Vahap Bey de:
-Benim saatim geldi, diye söylemiş.
Orada bir anlaşma yapıldı. Askerin bir kısmı ile toplanan sivil halkı içeri girmeyecek, dışarıda bekleyeceklerdi. Biz içeri, memurlar, kumandanlar ve 60 jandarma girdik. Hastane bayırına geldik. Çanakkale'den ileri gelenler, hocalar, Bey kısımları geliyorlar. Yanlarında koçlar filan var. Kurbanlık. Kurbanlar kesildi. Dualar edildi Vahap Bey:
"Vali Konağına gideceğiz" dedi.
Çanakkale'de Alayın önüne geldik. Müstahkem Mevkii Kumandanlığının binalarına girip yerleştik. 1923 senesinin Eylül ayında askerliğim sona erdi. 8,5 sene sürdü. Askerlik bitince köyüme yerleştim.
Yaşlılık aylığı alıyorum. Hanımın adı Hacer. Sağ... Yaşıyor... İkisi erkek, biri kız iç çocuğum oldu. Çocuklardan da sekiz tane torunum var.
ŞERİF ALİ ARSLAN
Çan - Mallı
Köyü'nden
1309'luyum
(1893) . 85 yaşındayım. 8 sene askerlik yaptım. Önce Balkana gittim. Balkandan geldim
seferberlik açıldı. Seferlikte kapalı kağıtlar açıldı. Çanakkale'ye
gönderdiler. Çanakkale'de 9 ay çakmak çaldım. Çanakkale cephesinde yaralandım ama
hafif yaralandım. Çanakkale cephesinden Romanya'ya gittim. Romanya'da yaralandım.
Edirne'de 3 ay hastanede yattım. Kuvayi Milliye zamanında da Yunan'a karşı
çarpıştık.
|
İstanbul'da askerliğimi Harp Okulu'nda
yapıyordum. Bulgar bizi Çatalca'ya kadar sürdü. 9 ay durduk Çatalca'da 7. Fırka, 21.
Alay, 1. Tabur, 1. Bölük, 1. Mangada piyade eriydim. Anahtarlı battal Mavzer vardı
elimde. Çatalca'dan Bulgar'ın ardından Kırklareli'ne kadar gittik. Avcı kolunda
gidiyorduk. Ateş açtı Bulgarlar, bizim mangadan 4 arkadaş şehit oldu. Bulgar
hududunda 3 ay bulundum. Teskere aldım, köye geldim.
Köyde, seferberliğin ilan edildiğini duydum. Ramazan ayında çok sıcak bir Cuma günüydü. Yaz günüydü, harman vakti yaklaşmıştı. Demet çekiyorduk arabalarla tarlalarımızdan
Muhtar:
-Kepez'e gideceksiniz. 9. Fırka, 25. Alayda bulunacaksınız. Çabuk yola çıkın, bana laf gelir, dedi.
Vardık Kepez'e. Alay bizi Taburlara taksim etti. 25. Alayın 1. Taburunun, 1. Bölüğüne düştüm.
Bir sene Çanakkale'nin içinde Cevat Paşa'nın maiyetinde durdum. Cevat Paşa Arnavuttu. Grup kumandanıydı.
Düşman önce bahriye askeri çıkardı Kumkale'ye. Kumkale'de 64. Depo Alayı vardı. Düşman bu alayın üzerine asker çıkardı. Biz de Geyikli'de bulunuyorduk. Telefon geldi, yetişin, diye. Biz varıncaya kadar çıkan düşmanı denize dökmüşler. Biz de sabaha kadar köyün içinde kalanı temizledik. Döndük Geyikli'ye. Bizi Üvecik tarafına gönderdiler. Deniz kenarlarında bekledik.
Bozcaada açıklarından yürüdü kafir 32 parça zırhlı, torpido filan, mızıka çalarak. Önde Fransız'ın zırhlıları vardı, arkada İngilizlerinki. Bizim deniz kenarındaki toplarımız atıyorlar ama ateş çıkartıyorlar sadece. Erdiremiyorlar gemilere. Zırhlılar Karatina'nın altına doğru geldiklerinde, karşıdan Yıldız Tabya'dan ateş eden toplarımızdan biri, kafirin zırhlısının birisinin bacasından koydurdu içeri mermisini. İki tanesi de kaçarken taşa kısılandı. Birisinin de direğini kırdı bizim topçular.
Bizi Üvecik'te tutamadılar. Çanakkale'den Ecebat'a geçirdiler. Gece de Sebdülbahir Burnu'na geldik. 15 gün müfrezede bekledik. Seddülbahir'de deniz kıyısında. Ben de onbaşı vekilliği yapıyorum. 26. Alay geldi, bizi değiştirdiler. Bizim alay geriye çekildi. Çamaşır filan yıkıyoruz geride. İngiliz'in bir bombası düştü çamaşır yıkadığımız yere. Beyazlar kurumuş, alacalar kurumamıştı.
-Çadırların kenarlarına ası asıverin alacakları dedim çamaşırcılara.
Saat 6'yı bekledim. Nöbetçileri de çıkardım, çadıra geldim. Yatacaktım artık. Setreyi filan çıkardımdı. Başladı Seddülbahir burnu yanmaya. Patır patır patlıyor ortalık. Alay Kumandanı toplan borusunu çaldırdı. Kilerde 3 günlük peksimet varmış. Bölük Emini çabucak dağıttı peksimetleri askerlere. Hadi bakalım Seddülbahir'e. Şeytan dere var bir, oraya geldik. Bizim 3. Tb. Zığındere'ye... 2. Tb. eski kale yerine. 1. Tb. Kirte'nin başına yürüdü. Bizim tabur 1. Tabur, bulunduğumuz yer de açıklık. Gavur bir nefer görse yağdırıyor mermiyi, kavuruyor ortalığı kafir.
Aşağıya indik su terazilerinin yanına. Bir tane de Ermeni vardı aramızda. O da asker bizim gibi. Postalık yapıyordu. İkindi sıralarıydı. El Turan Tabyasından yürüdü asker. Biz ateşe davrandık. Ermeni vardı aramızda. O da asker bizim gibi. Postalık yapıyordu. İkindi sıralarıydı. El Turan Tabyasından yürüdü asker. Biz ateşe davrandık. Ermeni Posta bağırıyor:
"Atmayın,atmayın,bizim askerler" diye. Atmadık ateşi kestik biz de.
1 Tk asker kalmış koca 26. Alaydan. Bize doğru gelenler bu takımın askerleri. 26. Alayı karıştırıvermiş daneyle (bomba) kafir. 26. Alayın yerini aldık 25. Alay olarak. Düşmanın karşısında 3 gün dayanabildik. Bir de Seyyar Jandarma Alayı vardı. Onlar da bizlerle beraber eridiler gittiler, mahvoldular. Orada bir burunda kaldık bir akşam üzeri. Bizim üzerimize çeviriverdi makinalı tüfeği düşman. 3 kişi kaldık bir koca takımdan biz. Düşman makinalıyla doğradı bizi. Doğradı. Bir Jandarma neferi vardı yaralılar arasında, şarapnel bacağını kırmış.
Köyde, seferberliğin ilan edildiğini duydum. Ramazan ayında çok sıcak bir Cuma günüydü. Yaz günüydü, harman vakti yaklaşmıştı. Demet çekiyorduk arabalarla tarlalarımızdan
Muhtar:
-Kepez'e gideceksiniz. 9. Fırka, 25. Alayda bulunacaksınız. Çabuk yola çıkın, bana laf gelir, dedi.
Vardık Kepez'e. Alay bizi Taburlara taksim etti. 25. Alayın 1. Taburunun, 1. Bölüğüne düştüm.
Bir sene Çanakkale'nin içinde Cevat Paşa'nın maiyetinde durdum. Cevat Paşa Arnavuttu. Grup kumandanıydı.
Düşman önce bahriye askeri çıkardı Kumkale'ye. Kumkale'de 64. Depo Alayı vardı. Düşman bu alayın üzerine asker çıkardı. Biz de Geyikli'de bulunuyorduk. Telefon geldi, yetişin, diye. Biz varıncaya kadar çıkan düşmanı denize dökmüşler. Biz de sabaha kadar köyün içinde kalanı temizledik. Döndük Geyikli'ye. Bizi Üvecik tarafına gönderdiler. Deniz kenarlarında bekledik.
Bozcaada açıklarından yürüdü kafir 32 parça zırhlı, torpido filan, mızıka çalarak. Önde Fransız'ın zırhlıları vardı, arkada İngilizlerinki. Bizim deniz kenarındaki toplarımız atıyorlar ama ateş çıkartıyorlar sadece. Erdiremiyorlar gemilere. Zırhlılar Karatina'nın altına doğru geldiklerinde, karşıdan Yıldız Tabya'dan ateş eden toplarımızdan biri, kafirin zırhlısının birisinin bacasından koydurdu içeri mermisini. İki tanesi de kaçarken taşa kısılandı. Birisinin de direğini kırdı bizim topçular.
Bizi Üvecik'te tutamadılar. Çanakkale'den Ecebat'a geçirdiler. Gece de Sebdülbahir Burnu'na geldik. 15 gün müfrezede bekledik. Seddülbahir'de deniz kıyısında. Ben de onbaşı vekilliği yapıyorum. 26. Alay geldi, bizi değiştirdiler. Bizim alay geriye çekildi. Çamaşır filan yıkıyoruz geride. İngiliz'in bir bombası düştü çamaşır yıkadığımız yere. Beyazlar kurumuş, alacalar kurumamıştı.
-Çadırların kenarlarına ası asıverin alacakları dedim çamaşırcılara.
Saat 6'yı bekledim. Nöbetçileri de çıkardım, çadıra geldim. Yatacaktım artık. Setreyi filan çıkardımdı. Başladı Seddülbahir burnu yanmaya. Patır patır patlıyor ortalık. Alay Kumandanı toplan borusunu çaldırdı. Kilerde 3 günlük peksimet varmış. Bölük Emini çabucak dağıttı peksimetleri askerlere. Hadi bakalım Seddülbahir'e. Şeytan dere var bir, oraya geldik. Bizim 3. Tb. Zığındere'ye... 2. Tb. eski kale yerine. 1. Tb. Kirte'nin başına yürüdü. Bizim tabur 1. Tabur, bulunduğumuz yer de açıklık. Gavur bir nefer görse yağdırıyor mermiyi, kavuruyor ortalığı kafir.
Aşağıya indik su terazilerinin yanına. Bir tane de Ermeni vardı aramızda. O da asker bizim gibi. Postalık yapıyordu. İkindi sıralarıydı. El Turan Tabyasından yürüdü asker. Biz ateşe davrandık. Ermeni vardı aramızda. O da asker bizim gibi. Postalık yapıyordu. İkindi sıralarıydı. El Turan Tabyasından yürüdü asker. Biz ateşe davrandık. Ermeni Posta bağırıyor:
"Atmayın,atmayın,bizim askerler" diye. Atmadık ateşi kestik biz de.
1 Tk asker kalmış koca 26. Alaydan. Bize doğru gelenler bu takımın askerleri. 26. Alayı karıştırıvermiş daneyle (bomba) kafir. 26. Alayın yerini aldık 25. Alay olarak. Düşmanın karşısında 3 gün dayanabildik. Bir de Seyyar Jandarma Alayı vardı. Onlar da bizlerle beraber eridiler gittiler, mahvoldular. Orada bir burunda kaldık bir akşam üzeri. Bizim üzerimize çeviriverdi makinalı tüfeği düşman. 3 kişi kaldık bir koca takımdan biz. Düşman makinalıyla doğradı bizi. Doğradı. Bir Jandarma neferi vardı yaralılar arasında, şarapnel bacağını kırmış.
ALİ DEMİREL
Biga-Gündoğdu
Bucağı'ndan.
1301 ( 1885 ) doğumluyum.
96 yaşındayım. Köyden bir çıktım 8 senede geldim. Arıburnu Cephesinde 27.
Alaydaydım. Sonra Arabistan cephesine gittim. İngiliz' e 2 yıl da esir kaldım.
Arıburnu Cephesinde 27. Alay'ın o meşhur aynalı tüfeklerini ben yapardım.
Marangozdum.
Makinalı tüfekçi yazmışlar beni. Benimle beraber 5 kişi var daha bizim köyden. Çanakkale'ye varınca, piyadeye çevirdiler. Beni verdiler 27. Alaya.. Mevzilerimiz Arıburnu'nun üzerlerindeydi. |
Ben 27. Alay , 2 Tabur, 1. Bölükte
bulundum. Alay Kumandanımız Şefik Bey, Tabur Kumandanımız Kör Hali, Bölük
Kumandanımız Hasan Efendi, Takım Kumandanımız Kara Mahmut ( Mülazım'ı
evvel)'di.Mevzilerde 9 ay durdum. 9 ay çakmak çaldım.
Bizim bölük Karatepe'deydi. Düşmanın çıktığı sabah, 1 ve 3. Taburlar Maydos (Eceabat)'taydılar. Biz yalnız ikinci tabur vardık Arıburnun'da. Arkadan 1. Ve 3. Taburlar da yetiştiler. Gavur bizim üzerimize çıktı. Bütün Alayca hücum ettik düşmana. Bizim bölükte bütün subaylar vuruldu. Lapsekili Eyüp Sabri kaldı bölüğün başında.... Başçavuş'tu..
Düşman mevzileri bize çok yakındılar. Bomba atarlardı bizim mevzilerimize. Soğan filan da attılar. Sonra bizim mevzilerin üzerine teller gerdiler de düşmanın attığı bombalar bir daha mevzilerimize düşmedi. Tellere çarpıp geri düştü.
Düşman kaçarken, tünel kazıp içine dinamit doldurmuş. Patlatınca bizden bir bölük gitti. Hiç kimse kurtulamadı. Toprak minare gibi havaya çıktı.
27. Alay'ın aynalı tüfeklerini ben yaptım. Marangozum demiştim ya...Sivillikte marangozluk bildiğimden tüfeklere ayna takma işini ben yaptım. Bölükte piyadeydim esasında.
Bir gün düşmandan, düşman mevzilerine yaptığımız bir hücumdan, bir aynalı tüfek ele geçirmiştik. Bizim mevzilerin yanında bir tünel vardı. O tünelin içinde düşmandan ele geçirdiğimiz tüfeğe baka baka bizim tüfeklerede ayna takmıştım. Her mangaya bir tana aynalı tüfek dağıtılmıştı benim yaptıklarımdan. Tüfeğin namlusuna önlü arkalı iki tane ayna koyardım. Siperden kafanı çıkarmadan aynalara bakıp düşmanı görürdün.
18 Mart'ta düşman zırhlılarının boğazı zorladıkları zaman ben Arıburnu'ndaydım. Boğazdan geçemeyince kafir, Mortu Limanı'a, Seddülbahir'e zorladı. Oralardan da söktüremeyince, Arıburnu'na çıkardı. Daha sonra Tuzla'ya da çıkardı.
Macaristan'dan getirdikleri kısa, ağır otobüsler çok işe yaradı. Dik atıyor... Olduğu gibi gemilerin üzerine düşürüyordu o toplar.. Biz istihkamlardan görüyorduk.. Gemiye mermi düşünce duman içinde kalıyor ortalık. Gemideki gavurlar kendilerini denize atıyorlardı.
Gavur bizim üzerimize çıkınca biz de hücum etmiştik. O hücumda katırların yanına kadar vardık. O sırada yan ateşine tuttu bizi kafir. Elimdeki tüfeğin kundağı filan paralandı da, bir demiri kaldı elimde. O gün kalçalarımdan yaralandım. Bak şimdi yürüyemiyorum. Paralandı her yanım benim. Şarapnel parçaları denk geldi bana.
Yaralanınca, Demetoka Hastanesi'ne yolladılar. Üç ay hastanede yattım. Sonra, çıkınca tekrar eski birliğime, mevzilere döndüm. Hastaneden dönünce ben hep aynalı tüfek işine baktım. Alay kumandanı beni mevziye sokmadı da, aynalı tüfek işine ayırdı.
Arıburnu'nda Atatürk'ü gördüm. Öteki kumandanlarla beraber dikilmişlerdi. Alaylar onların önünden geçtiler. Yürüyüş yaptılar. O zaman gördüm. Heybetli adamdı. Önünden geçtik resmi geçitle. Öyle gördüm.
Harbiye Nazırı Enver Paşa da gelmişti. Onu da gördüm.
Yaralandım dedim ya. Hasta da oldum. Hava değişimine gönderdiler köye. Üç ay sonra tekrar Çanakkale'ye gittim. Beni bu sefer 24. Fırkaya verdiler. İstanbul'a gittik. Giydirdiler, kuşattılar, Haydarpaşa'dan bindirdiler trene. Kapattılar kapaklarını trenin...hadi bakalım Arabistan'a...Gavur dağlarından sonra tren yok.. 70 gün yol gittik...Yürüye yürüye...Tell el Şehir'e geldik. Ben yürüyemiyorum. Zaten bacaklarımdan yara almıştım Çanakkale'de. 44. Seyyar Hastane'ye yatırdılar.
Hastanede 1 ay kalmadık bile. İngilizler hücuma geçtiler. Hastaneye geliyor ateş. 500 kişi bıraktık hastanede çadırlarda. Başladı çadırlar yanmaya. Beni verdiler hayvanların başına. Kaçtık oralardan herkes kaçıyordu.
Bizim alay gitmiş Kudüs tarafına...Biz de Kudüs tarafına gittik. Oralarda bir yerde Sultan Hamid'in bir sarayı varmış. O sarayı hastane yaptık. İngilizler tekrar hücum ettiler. Bozulduk, geri çekildik. Almanlar orada bir nehir üzerine köprü kuruverdiler de o köprüden geçtik geri çekilirken. Şam'a doğru geri geliyoruz. Şam'a kadar geldik. Şam'da 50 bin kişi esir düştük. İngiliz Şam'ı kuşatmış. Bizi öyle esir aldı. Şam'da bir açlık bir açlık... Ekmek yok,aş yok. Ben açıkgözlük yaptım da hastanenin ekmekleri vardı o ekmeklerden doldurdum çuvallara. Öyle idare olduk. Bir Osmanlı altınına bir ekmek sattım orda. Gavur sonra ekmek getirdi. Millet hücum ediveriyor. Ne yaptı bu sefer kafir geçirdi bizim askeri manga koluna öyle dağıttı...Birine konserve, birine ekmek verdi.
Biner kişilik kafileler halinde 8 gün yol yürüdük, vardık Mısır toprağına...Kanala, İsmailiye'ye. 12 tel örgü vardı. Üçerbin kişi vardı her tel örgüde. Ben 4. Tel örgüdeydim.İki sene esir kaldım İngiliz'in elinde.
Tel örgülere geldiğimiz ilk günlerden biriydi...Bir İngiliz yüzbaşısı...Biz ayakta dizili bekliyoruz. O İngiliz yüzbaşısı bastonla geziyor, topallıyor. Yanında tercümanı var, tecüman başladı bağırmaya:
-27. Alay2dan kim var burada?
"Öldürecek değiller ya,"dedim. Çıktım ileriye.
-Ben varım, dedim.
Bastonlu gavur, topal topal geldi yanıma. Ellerimden, gözlerimden öptü beni. O topal gavur esirlerin başında kumandan filandı heralde.
Çok rahat ettim o gavurdan...Allah razı olsun.
Bana ayrı bir çadır kuruverdi. "Yanına iki de arkadaş al," dediler. Bir rahat ettim ama.... Sorma....
Arıburnu'nda yaralanmış gavur da. Çok korkmuş gavurlar Arıburnu'ndan... "Türkler bir kişi kalmayasıya öldüreceklerdi İngilizleri" dedir... Tercüman öyle söylerdi. Her ay bana 20 İngiliz Lirası maaş verirdi. Her hafta 80 paket Filli cigaralarından verirdi. "Sat bunları da para yap," derdi.
Kendi de benim çadırımdan çıkmazdı. Hep yanımda dururdu.
Ben de o topal gavura, Alaman kaputlarından içi kadife kaplı bir sandık yaptım. Hani, bizim buralarda vardır ya çeyiz sandığı gibi öyle bir şey. Bir de İngiliz potinlerini söküp, 2 çift yarım potin yaptım. Elle yaptım...Çivilerini filan hep ellerimle yapmıştım. İki Osmanlı altını hediye etmişti bana. Sandığın üzerine de "Esirler yapmıştır," diye yazdırıp İngiltere'ye götürmüştü. Çok az konuşurdu İngiliz yüzbaşısı.
Tel örgülerde 1000 kişi kalıncaya kadar beni bırakmadı.
Sonra gemilerle İstanbul'a geldik. İstanbul'dan köye geldim.
Çok beygir atı yedik. İngilizler bir kere bize koyun eti verdiler. Geri kalan zamanda hep at eti yedik tel örgülerdeyken.
Askere gitmeden evlenmiştim. Gelince baktım, ben askerdeyken, Nuriye ölmüş. Zatiye'yi aldım. Zatiye öleli 13 sene oluyor. 3 çocuğum oldu. Hepsi yaşıyorlar. Oğlum bakıyor bana burada. Madalyam da yok, maaş da.
Kırık çıkıkta üzerime yoktur. Hala yaparım. Gözlerimin ikisi de görmüyordu, birini açtırdım. Şimdilerde açtırdığım da duman yapıyor. Bir torunum İzmir'de subay.
Bizim bölük Karatepe'deydi. Düşmanın çıktığı sabah, 1 ve 3. Taburlar Maydos (Eceabat)'taydılar. Biz yalnız ikinci tabur vardık Arıburnun'da. Arkadan 1. Ve 3. Taburlar da yetiştiler. Gavur bizim üzerimize çıktı. Bütün Alayca hücum ettik düşmana. Bizim bölükte bütün subaylar vuruldu. Lapsekili Eyüp Sabri kaldı bölüğün başında.... Başçavuş'tu..
Düşman mevzileri bize çok yakındılar. Bomba atarlardı bizim mevzilerimize. Soğan filan da attılar. Sonra bizim mevzilerin üzerine teller gerdiler de düşmanın attığı bombalar bir daha mevzilerimize düşmedi. Tellere çarpıp geri düştü.
Düşman kaçarken, tünel kazıp içine dinamit doldurmuş. Patlatınca bizden bir bölük gitti. Hiç kimse kurtulamadı. Toprak minare gibi havaya çıktı.
27. Alay'ın aynalı tüfeklerini ben yaptım. Marangozum demiştim ya...Sivillikte marangozluk bildiğimden tüfeklere ayna takma işini ben yaptım. Bölükte piyadeydim esasında.
Bir gün düşmandan, düşman mevzilerine yaptığımız bir hücumdan, bir aynalı tüfek ele geçirmiştik. Bizim mevzilerin yanında bir tünel vardı. O tünelin içinde düşmandan ele geçirdiğimiz tüfeğe baka baka bizim tüfeklerede ayna takmıştım. Her mangaya bir tana aynalı tüfek dağıtılmıştı benim yaptıklarımdan. Tüfeğin namlusuna önlü arkalı iki tane ayna koyardım. Siperden kafanı çıkarmadan aynalara bakıp düşmanı görürdün.
18 Mart'ta düşman zırhlılarının boğazı zorladıkları zaman ben Arıburnu'ndaydım. Boğazdan geçemeyince kafir, Mortu Limanı'a, Seddülbahir'e zorladı. Oralardan da söktüremeyince, Arıburnu'na çıkardı. Daha sonra Tuzla'ya da çıkardı.
Macaristan'dan getirdikleri kısa, ağır otobüsler çok işe yaradı. Dik atıyor... Olduğu gibi gemilerin üzerine düşürüyordu o toplar.. Biz istihkamlardan görüyorduk.. Gemiye mermi düşünce duman içinde kalıyor ortalık. Gemideki gavurlar kendilerini denize atıyorlardı.
Gavur bizim üzerimize çıkınca biz de hücum etmiştik. O hücumda katırların yanına kadar vardık. O sırada yan ateşine tuttu bizi kafir. Elimdeki tüfeğin kundağı filan paralandı da, bir demiri kaldı elimde. O gün kalçalarımdan yaralandım. Bak şimdi yürüyemiyorum. Paralandı her yanım benim. Şarapnel parçaları denk geldi bana.
Yaralanınca, Demetoka Hastanesi'ne yolladılar. Üç ay hastanede yattım. Sonra, çıkınca tekrar eski birliğime, mevzilere döndüm. Hastaneden dönünce ben hep aynalı tüfek işine baktım. Alay kumandanı beni mevziye sokmadı da, aynalı tüfek işine ayırdı.
Arıburnu'nda Atatürk'ü gördüm. Öteki kumandanlarla beraber dikilmişlerdi. Alaylar onların önünden geçtiler. Yürüyüş yaptılar. O zaman gördüm. Heybetli adamdı. Önünden geçtik resmi geçitle. Öyle gördüm.
Harbiye Nazırı Enver Paşa da gelmişti. Onu da gördüm.
Yaralandım dedim ya. Hasta da oldum. Hava değişimine gönderdiler köye. Üç ay sonra tekrar Çanakkale'ye gittim. Beni bu sefer 24. Fırkaya verdiler. İstanbul'a gittik. Giydirdiler, kuşattılar, Haydarpaşa'dan bindirdiler trene. Kapattılar kapaklarını trenin...hadi bakalım Arabistan'a...Gavur dağlarından sonra tren yok.. 70 gün yol gittik...Yürüye yürüye...Tell el Şehir'e geldik. Ben yürüyemiyorum. Zaten bacaklarımdan yara almıştım Çanakkale'de. 44. Seyyar Hastane'ye yatırdılar.
Hastanede 1 ay kalmadık bile. İngilizler hücuma geçtiler. Hastaneye geliyor ateş. 500 kişi bıraktık hastanede çadırlarda. Başladı çadırlar yanmaya. Beni verdiler hayvanların başına. Kaçtık oralardan herkes kaçıyordu.
Bizim alay gitmiş Kudüs tarafına...Biz de Kudüs tarafına gittik. Oralarda bir yerde Sultan Hamid'in bir sarayı varmış. O sarayı hastane yaptık. İngilizler tekrar hücum ettiler. Bozulduk, geri çekildik. Almanlar orada bir nehir üzerine köprü kuruverdiler de o köprüden geçtik geri çekilirken. Şam'a doğru geri geliyoruz. Şam'a kadar geldik. Şam'da 50 bin kişi esir düştük. İngiliz Şam'ı kuşatmış. Bizi öyle esir aldı. Şam'da bir açlık bir açlık... Ekmek yok,aş yok. Ben açıkgözlük yaptım da hastanenin ekmekleri vardı o ekmeklerden doldurdum çuvallara. Öyle idare olduk. Bir Osmanlı altınına bir ekmek sattım orda. Gavur sonra ekmek getirdi. Millet hücum ediveriyor. Ne yaptı bu sefer kafir geçirdi bizim askeri manga koluna öyle dağıttı...Birine konserve, birine ekmek verdi.
Biner kişilik kafileler halinde 8 gün yol yürüdük, vardık Mısır toprağına...Kanala, İsmailiye'ye. 12 tel örgü vardı. Üçerbin kişi vardı her tel örgüde. Ben 4. Tel örgüdeydim.İki sene esir kaldım İngiliz'in elinde.
Tel örgülere geldiğimiz ilk günlerden biriydi...Bir İngiliz yüzbaşısı...Biz ayakta dizili bekliyoruz. O İngiliz yüzbaşısı bastonla geziyor, topallıyor. Yanında tercümanı var, tecüman başladı bağırmaya:
-27. Alay2dan kim var burada?
"Öldürecek değiller ya,"dedim. Çıktım ileriye.
-Ben varım, dedim.
Bastonlu gavur, topal topal geldi yanıma. Ellerimden, gözlerimden öptü beni. O topal gavur esirlerin başında kumandan filandı heralde.
Çok rahat ettim o gavurdan...Allah razı olsun.
Bana ayrı bir çadır kuruverdi. "Yanına iki de arkadaş al," dediler. Bir rahat ettim ama.... Sorma....
Arıburnu'nda yaralanmış gavur da. Çok korkmuş gavurlar Arıburnu'ndan... "Türkler bir kişi kalmayasıya öldüreceklerdi İngilizleri" dedir... Tercüman öyle söylerdi. Her ay bana 20 İngiliz Lirası maaş verirdi. Her hafta 80 paket Filli cigaralarından verirdi. "Sat bunları da para yap," derdi.
Kendi de benim çadırımdan çıkmazdı. Hep yanımda dururdu.
Ben de o topal gavura, Alaman kaputlarından içi kadife kaplı bir sandık yaptım. Hani, bizim buralarda vardır ya çeyiz sandığı gibi öyle bir şey. Bir de İngiliz potinlerini söküp, 2 çift yarım potin yaptım. Elle yaptım...Çivilerini filan hep ellerimle yapmıştım. İki Osmanlı altını hediye etmişti bana. Sandığın üzerine de "Esirler yapmıştır," diye yazdırıp İngiltere'ye götürmüştü. Çok az konuşurdu İngiliz yüzbaşısı.
Tel örgülerde 1000 kişi kalıncaya kadar beni bırakmadı.
Sonra gemilerle İstanbul'a geldik. İstanbul'dan köye geldim.
Çok beygir atı yedik. İngilizler bir kere bize koyun eti verdiler. Geri kalan zamanda hep at eti yedik tel örgülerdeyken.
Askere gitmeden evlenmiştim. Gelince baktım, ben askerdeyken, Nuriye ölmüş. Zatiye'yi aldım. Zatiye öleli 13 sene oluyor. 3 çocuğum oldu. Hepsi yaşıyorlar. Oğlum bakıyor bana burada. Madalyam da yok, maaş da.
Kırık çıkıkta üzerime yoktur. Hala yaparım. Gözlerimin ikisi de görmüyordu, birini açtırdım. Şimdilerde açtırdığım da duman yapıyor. Bir torunum İzmir'de subay.
APTİ TOPAL
Çanakkale -
Kayadere Köyü'nden
1315 (1899) yılında
doğdum. Askere aldıklarında İngiliz kaçmıştı Çanakkale'den. Galiçya Cephesine
yolladılar bizi. 5 senede geldim askerden.
Önce Eceabat'ın Yalova köyüne götürdüler bizi. Cephane vapuru gelmişti. Bir tayyare geldi, iki bomba attı. Biri deniz kenarına kuma düştü, öteki de denize. Bizi 200 kişi ayırdılar. O gece cephaneleri boşalttık gemiden sabaha kadar. Harp gemisiydi, bizimdi. Yalova Köyü ağzında indirdik cephaneleri gemiden. |
Ya Barbaros'tu, ya Turgut'tu. Bilmiyorum.
Çamların içinde askerler hasta yatıyorlardı. Biz 40 gün durduk orada. İstirahat
ettik. Soğandere'ye götürdüler bizi sonra. Soğandere'de talim terbiye gördük.
İngiliz kaçmıştı o zaman. Seddülbahir Soğanderesi'nde 3 ay kadar kaldık.
Yürüyüşe çıkardıklarında hep cesetlerle doluydu ortalık. Bir gün Enver Paşa ile
başka paşalar geldi. Bizi teftiş ettiler. 400 kişi kadar ayırdıla bizi. Siz
Galiçya'ya gideceksiniz dediler.
Yaya başladık yürümeye. Araplı, Yeğen Köy, Uzunköprü'ye geldik. Bindirdiler trene Uzunköprü'de. Bulgar içinden, Sofya'dan geçtik, Romanya'ya, Galiçya'ya geldik.
.....
Aramızda bir dere var düşmanla. Yağmur da nasıl yağıyor, karavana da gelmiyor. Tam 18 gün aç durduk. 18 gün yiyecek bir şey bulamadık. Zabitlerden emir geldi ki: "Taş sarın belinize" diye. Göbeğime taş koyup kayışla bağladım. Epey durduk öylecene iki tane çiğ patates bulup yedim.
Almanlar bozulunca cephede bizi de geri çektirler. Çıplak dedikleri yere. Çıplak Tepe'de mevzilerde bir ay Ruslarla savaş yaptık. Avusturyalılar kaçtılar. Sonra orduların yerlerini değiştirdiler. Sağa bizi, sola Almanı, ortaya Avusturyalıları aldılar. Tekrar cephe tuttuk. Bir buçuk ay kaldım orda. Bir karavana yedik hücuma kalktık. İkinci hücumda ben yaralandım. Şarapnel tuttu beni. Bizim asker bozuldu. Çok şarapnel attılar. Ben yaralı kaldım yerde, yatıyorum. Gavur askerleri geldiler. Tüfeğimi attılar. Çantamda cephane vardı. Onu da attılar uzakça bir yere. Ateş ederim diye mi korkuyorlar acaba. Gavur askerinin biri de bir dilim ekmek koydu göğsüme. "Su" dedim. "Yok" dedi omuzlarıyla. Geçtiler yukarı doğru gittiler. Çok kıştı. Bir gavur askeri geliyor, elinde süngüsüyle koşarak. Beni süngüleyecek herhalde. Bir başkası koştu geldi. Çatra patra, çatra patra konuştular. Götürdü onu, uzaklaştırdı benim yanımdan. Ne merhametli gavurlar da var yarabbim.
İki saat geçmedi arası bizim asker imdat gelmiş. Bir hücum etti bizimkiler. Gavurlar lap lap düşüyorlar. Bir de kaldırdım kafamı şöyle bir baktım. Arpa demeti gibi döşemişler gavurlar.
Sabah oldu. Beni alıp sargı mahalline götürdüler. Bir subay var, yazıyor. Dedim ki:
-Müslümansan yanıma gel, beyim. Geldi.
-Bir kaput atın üstüme, bir de su verin, dedim.
-Şimdi asker yolladım suya, gelince çok vericem, dedi.
Sonra doktorlar geldiler.
"Bunun yarası ağır, burada sarılmaz. Büyük sargı mahalline götürün" dediler.
Sabahleyin bir gavur arabası geldi. Atlı araba. Atıverdiler bizi içine. 4-5 kişi yaralı varız arabada.
Arabacı gavur askeri bir kamçı vurdu atlara. Dört nala kalktı hayvanlar. Yaram çok acıdı sarsıntıdan. Kafama karanlık çöküverdi. Gavurun saçından tuttum. Bir darttım. Badırdandı gavur. "Arkandaki adam ölecek" dermiş. Bir daha vurdu kamçıyı atlara. Gavur haklı. Dolaşıverdik sargı mahalline vardık. Bir subay geldi başıma. Baktı bana:
-Haaa dedi. Bir düdük çaldı. Sıhhiye askerleri koştular, geldiler.
Subay:
-İndirin şunu yarasını temizleyin çabuk sargılayın, atın trene, dedi.
4 gün 4 gecede Gedik Kasabasına geldim. Avusturya'da bir kasaba. Hastanede çok iyi baktılar bize. Francala verdiler. Kıtlıktı o seneler. Haftada iki gün ziyaret günüydü. Çokcası kadınlar gelirdi ziyaretçi olarak; sigara, bisküvi, bazan da para dağıtırlardı yaralılara.
Pani doktor derdik erkek doktorlara. Hemşirelerde öyle derdi.
Pavla diye bir hemşire vardı. 20-25 yaşlarında. Yaşıyorsa selam söylerim. Çok güzeldi. Bana çok baktı. Ah! O Pavla yok mu? Viyana'da: "Bir kadın vereceğiz, bir de dükkan vereceğiz, kalırsanız" diye ilan ettiler. Kalmadık. Cahillik ettik. Kalsana be adam, kalsana. Banger olacaktık. Bak şimdi millet oralara gitmek için birbirini yiyor.
Avusturya'da bir hastanede iki sene yattıktan sonra Edirne'ye geldim. Biraz Bakırköy Hastanesinde kaldım. Sonra Büyükdere'ye götürdüler. 2 sene de böyle geçti. Köye gelince 5 sene oldu.
Edirne'ye geldiğimde bir heyet beni muayene etti. Avusturya hastanesinden bana verdikleri kağıtları hep yırttılar. Türkiye ödeyemez bu maaşı dediler. Avusturya hastanesinde "Sana tam maaş yazdık" demişlerdi. Edirne'de 75 kuruş maaş yazdılar.
Madalyam yok. Üç ayda bir 30 bin lira falan maaş alıyorum. 60 senedir alıyorum bu maaşı.
Sağ kalçamda kırık var. Sağ yanıma yatamıyorum.
Bizim köyden Kuvayi Milliye'ye katılanlar oldu. Ben nasıl gideyim. Yaralıyı. Sakatım.
...
Ninenin adı "Yete" di. 4 çocuğum oldu. Bir yaşıyor. Ben de onun yanında yaşıyorum.
Yaya başladık yürümeye. Araplı, Yeğen Köy, Uzunköprü'ye geldik. Bindirdiler trene Uzunköprü'de. Bulgar içinden, Sofya'dan geçtik, Romanya'ya, Galiçya'ya geldik.
.....
Aramızda bir dere var düşmanla. Yağmur da nasıl yağıyor, karavana da gelmiyor. Tam 18 gün aç durduk. 18 gün yiyecek bir şey bulamadık. Zabitlerden emir geldi ki: "Taş sarın belinize" diye. Göbeğime taş koyup kayışla bağladım. Epey durduk öylecene iki tane çiğ patates bulup yedim.
Almanlar bozulunca cephede bizi de geri çektirler. Çıplak dedikleri yere. Çıplak Tepe'de mevzilerde bir ay Ruslarla savaş yaptık. Avusturyalılar kaçtılar. Sonra orduların yerlerini değiştirdiler. Sağa bizi, sola Almanı, ortaya Avusturyalıları aldılar. Tekrar cephe tuttuk. Bir buçuk ay kaldım orda. Bir karavana yedik hücuma kalktık. İkinci hücumda ben yaralandım. Şarapnel tuttu beni. Bizim asker bozuldu. Çok şarapnel attılar. Ben yaralı kaldım yerde, yatıyorum. Gavur askerleri geldiler. Tüfeğimi attılar. Çantamda cephane vardı. Onu da attılar uzakça bir yere. Ateş ederim diye mi korkuyorlar acaba. Gavur askerinin biri de bir dilim ekmek koydu göğsüme. "Su" dedim. "Yok" dedi omuzlarıyla. Geçtiler yukarı doğru gittiler. Çok kıştı. Bir gavur askeri geliyor, elinde süngüsüyle koşarak. Beni süngüleyecek herhalde. Bir başkası koştu geldi. Çatra patra, çatra patra konuştular. Götürdü onu, uzaklaştırdı benim yanımdan. Ne merhametli gavurlar da var yarabbim.
İki saat geçmedi arası bizim asker imdat gelmiş. Bir hücum etti bizimkiler. Gavurlar lap lap düşüyorlar. Bir de kaldırdım kafamı şöyle bir baktım. Arpa demeti gibi döşemişler gavurlar.
Sabah oldu. Beni alıp sargı mahalline götürdüler. Bir subay var, yazıyor. Dedim ki:
-Müslümansan yanıma gel, beyim. Geldi.
-Bir kaput atın üstüme, bir de su verin, dedim.
-Şimdi asker yolladım suya, gelince çok vericem, dedi.
Sonra doktorlar geldiler.
"Bunun yarası ağır, burada sarılmaz. Büyük sargı mahalline götürün" dediler.
Sabahleyin bir gavur arabası geldi. Atlı araba. Atıverdiler bizi içine. 4-5 kişi yaralı varız arabada.
Arabacı gavur askeri bir kamçı vurdu atlara. Dört nala kalktı hayvanlar. Yaram çok acıdı sarsıntıdan. Kafama karanlık çöküverdi. Gavurun saçından tuttum. Bir darttım. Badırdandı gavur. "Arkandaki adam ölecek" dermiş. Bir daha vurdu kamçıyı atlara. Gavur haklı. Dolaşıverdik sargı mahalline vardık. Bir subay geldi başıma. Baktı bana:
-Haaa dedi. Bir düdük çaldı. Sıhhiye askerleri koştular, geldiler.
Subay:
-İndirin şunu yarasını temizleyin çabuk sargılayın, atın trene, dedi.
4 gün 4 gecede Gedik Kasabasına geldim. Avusturya'da bir kasaba. Hastanede çok iyi baktılar bize. Francala verdiler. Kıtlıktı o seneler. Haftada iki gün ziyaret günüydü. Çokcası kadınlar gelirdi ziyaretçi olarak; sigara, bisküvi, bazan da para dağıtırlardı yaralılara.
Pani doktor derdik erkek doktorlara. Hemşirelerde öyle derdi.
Pavla diye bir hemşire vardı. 20-25 yaşlarında. Yaşıyorsa selam söylerim. Çok güzeldi. Bana çok baktı. Ah! O Pavla yok mu? Viyana'da: "Bir kadın vereceğiz, bir de dükkan vereceğiz, kalırsanız" diye ilan ettiler. Kalmadık. Cahillik ettik. Kalsana be adam, kalsana. Banger olacaktık. Bak şimdi millet oralara gitmek için birbirini yiyor.
Avusturya'da bir hastanede iki sene yattıktan sonra Edirne'ye geldim. Biraz Bakırköy Hastanesinde kaldım. Sonra Büyükdere'ye götürdüler. 2 sene de böyle geçti. Köye gelince 5 sene oldu.
Edirne'ye geldiğimde bir heyet beni muayene etti. Avusturya hastanesinden bana verdikleri kağıtları hep yırttılar. Türkiye ödeyemez bu maaşı dediler. Avusturya hastanesinde "Sana tam maaş yazdık" demişlerdi. Edirne'de 75 kuruş maaş yazdılar.
Madalyam yok. Üç ayda bir 30 bin lira falan maaş alıyorum. 60 senedir alıyorum bu maaşı.
Sağ kalçamda kırık var. Sağ yanıma yatamıyorum.
Bizim köyden Kuvayi Milliye'ye katılanlar oldu. Ben nasıl gideyim. Yaralıyı. Sakatım.
...
Ninenin adı "Yete" di. 4 çocuğum oldu. Bir yaşıyor. Ben de onun yanında yaşıyorum.
HAKKI TUNA
Eceabat - Büyük
Anafartalar Köyü'nden
1312 (1896) doğumluyum. 85
yaşındayım.
Ben küçük Zabit Mektebinde okuyordum. İki yıl olmuştu ki, seferberlik patladı. Bizi de askeri birliklere dağıttılar. 9 ay, 10 gün Çanakkale Savaşlarının içinde kaldım. Ankara'nın Boyabat ilçesinde doğdum. Buralara çok küçük yaşta geldim. Harpten sonra burada evlenip kaldım. İstanbul Haydarpaşa'da İttihad-ı Osmaniye Mektebi'nde 1,5 yıl, Kadıköy Rüştiyesi'nde de 2 yıl okudum. Sonra Küçük Zabit Mektebi'ne gittim. |
Henüz ikinci yılın sonuna gelmiştik ki,
seferberlik ilan edildi. Beni Hadımköy Sancaktepe Topçu Alayına verdiler. 6 bölüklü
bir alaydı.
Bir gün Bahriye Nazırı Cemal Paşa bizi teftişe geldi. Bu teftişten sonra bizi İstanbul'da Sultan Ahmet Camiine kaldırdılar. Bir süre Sultan Ahmet Camii'nde yatıp kalktık. Daha sonra bir emir geldi. Bütün bölüklerimizi ayrı ayrı yerlere gönderdiler. Kimimiz Arabistan'a, kimimiz İstanbul Boğazı'na, bizim bölüğü de Çanakkale Cephesine ayırdılar. 10 gün kadar geçmedi. Galat rıhtımına yanaşan bir vapura topumuz, tüfeğimiz, cephanemizle yüklendik. Marmara Denizi'nde o zaman denizaltı olduğundan şüphe edilirdi. Onun için bindiğimiz vapura muhafız olarak bir de torpido verdiler. Galata'dan hareket ettik Çanakkale'ye. Akbaş İskelesi'ne vapur yanaştı. Vapur boşaldı. Toplarımızı koştuk. O sırada bir düşman mermisi yakınlarımıza düştü. Eceabat'ın içinden geçiyoruz. Eceabat harabeye dönmüş. Binalar yıkılmış. Orda burda evler yanıyor. Çamburnu yolundan, Behramlı köyünden geçtik. Kirte'ye yakınlaştığımızda gece olmuştu. O gece orada 9. Fırka'da misafir kaldık. Ertesi sabah Kirte Köyü'nün üst taraflarında hazırlanmış mevzilerimizi bulduk. Toplarımızı mevziye yerleştirdik. Bir telaş bir telaş hepimizde. Hazırlık yapıyoruz. Telefon hattımızı düzenledik. Batarya dürbünümüz kurduk. Her şeyi yerine yerleştirip hazırlığımızı tamamladık. O sırada düşman da Kirte Köyü'nün altındaki Eski Bağlar'a kadar gelmişti. Biz düşmana başladık toplarımızla ateş etmeye. Bir hafta o mevzilerde kaldık. Sonra bir emir geldi. Toplarımızı Eceabat Top Zeytinlik'e götürdük. Geri çekildik. Çadırlarımızı filan kurduk. Ben o zaman kıdemli başçavuş muaviniydim. 17. Alay, 2. Bölükteydim. Ağır Topçu Bölüğünde. 12'lik ağır obüs toplarımız vardı.
Şimdi burada yaşayan Ömer Güner de benim yanımda aynı bölükte askerdi. Top Zeytinlik'te çadırları kurduktan sonra 2 top alıp Kara Yorgi'nin Dere'ye gittik. Kara Yorgi'nin Derede'de 2.5 ay kaldık. Savaş devam ediyor. Hücumlar oluyor. Derenin içinde toplarımızın askerlerinden iki şehit verdik. Tekrar Top Zeytinliğe geldik. Refik adında bir takım subayımız vardı. Onunla birlikte bu defa, Domuz Dere'ye 2 top kurduk. 3,5 ay da Domuz Dere'den ateş ettik düşman üzerine. Batarya Kumandanımız nadir Efendiydi. Üsteğmendi.
Bizim gözetleme yerimiz Alçı Tepe'deydi. Üst tarafımızda da Grup Kumandanı'nın gözetleme yeri vardı. Bir gün bana, batarya Kumandanımız Nadir Efendi dedi ki:
-Seni grup Kumandanı istiyor.
Gittim. Kapısını vurdum. Girdim yanına. Selam verdim.
Grup Kumandanı:
-Sen avcı hattına gideceksin. Orada 16. Alay Kumandanını bulacaksın. Sana görev verecek.
-Emredersiniz, dedim, çıktım odasından. Bataryaya gelip silahlı bir asker aldım. Beraberce başladık avcı hattına gitmek üzere gitmek üzere Kirte köyü yönünde yürümeye. Kirte köyüne geldiğimizde savaş bütün şiddetiyle sürüyordu. Kirte Köyü zaten harabe olmuş. Yıkıntıların arasında bizim yaralıları getirmişler, gördüm. Kiminin kolu, kiminin bacağı kopmuş. Yaralıları sargı yerine götürmeye çalışıyorlardı.
Orada durmadık. Geriye bataryaya döndük. Sabahleyin tekrar yola koyuldum. Avcı hattı bizim topların ateş ettikleri yöndeymiş. Boğazdan, Çan ovasına kadar düşmanla doluydu. Yalnız Palamut ve Kaba Tepe arasında düşman yoktu.
Yanıma asker almamıştım. Yalnızdım. Doğru yönümde gidiyordum. Bir de baktım. Önümde bir asker yürüyordu. Seslendim askere, asker durdu. Sordum:
-Kaçıncı alaydansın ?
Asker :
- Biz 16. Alayın 3. Taburuyuz. Şurada istirahate çekildik. Ordayız, diyerek eliyle gösterdi.
- Düş önüme beraber gidelim, dedim.
O zaman asker toprak altında, meydanda değil, sığınaklarda. Gittik oraya.
İndim aşağıya. Bir piyade subayı gördüm. Grup Kumandanının beni istediğini anlattım.
Hemen çavuşa döndü :
-Çavuş. Açıkgöz birisi silahlarını alsın gelsin. Bu arkadaşla gidecek.
Bir de baktım, cin gibi bir asker geldi. Silahlı, göğsünde çapraz fişekler. Düştü önüme. Gidiyoruz. Bazı açıktan gidiyoruz. Düşman bizi görünce veriyor şarapneli bize. Bazı gizli yollardan gidiyoruz. Koşarak giderken, avcı hattının arkasında karargah çıktı karşımıza.
Karargaha vardım. 5-10 kişi getirmişler. İleri hattan getirmişler şehitleri. Gömememişler daha. Uzatmışlar öyle yatıyorlar.
Alay Kumandanına bir selam verdim. Alay Kumandanı uzun boylu bir adam.
Bana dedi ki:
- Şurada, telefon odasında biraz otur da, bir erle gidersin ileri.
- Ben er istemem, dedim.
Karargahtan, ilerideki avcı hatlarına giden bir sıçan yolu var. Girdim sıçan yoluna vardım avcı hattına. Bir ateş cehennemi üzerindeyiz.
Kum çuvallarını sıralamışlar. Asker de çuvalların gerisinde silahları ellerinde ateş ediyorlardı.
Piyade bölük kumandanı anlatmaya başladı :
" Bu hattı teslim aldığımızda burada bulunan alaydan 12 kişi kalmıştı."
Bizim hattın 100 metre ilerisinde de Fransız hatları vardı. Düşman denizden, zırhlılar dan da toplarıyla durmadan ateş ediyor. Bizim bulunduğumuz yerle Fransız hatları arasına bir mermi düştü. Kum çuvallarını yıktı. Çuvallardan biri belime çarptı. Ben de yerimi değiştirdim.
Arkasından bir mermi daha...Avcı hatlarının tam orta yerine...Bir bağırtı koptu...Bir kaç şehit... dört, beş yaralı...Hemen sıhhiyeler koşup geldiler...Götürdüler yaralı ve şehitleri.
Şehitlerden bir tanesini gördüm...İnsan olduğu belli değil...Kıpkırmızı et. Dağılmış...Batarya Kumandanımız Sami Bey, benim ölüp ölmediğimi öğrenmek için bir er göndermiş.benim avcı hatlarında olduğumu öğrenen er de geri dönüp gitmiş.
Avcı hatlarını iyice görmüş, düşmanın ateşini ve durumunu yakından incelemiştim. Akşam bataryama dönmek üzere yola çıktım.
Gece çakır yıldızlıktı...Kurşunlar, vızıl vızıl etrafımdan geçiyordu. Bataryama sağ salim dönebilmiştim.
Arkadaşlar "Ölmeden gelmiş" diyorlardı.
.....
Bir gün gözetleme yerindeydim. Sami Bey var...Batarya kumandanımız...O gerideydi...Topları Refik Teğmen idare ederdi...Sonradan bir Üsteğmen daha gelmişti...O, "More More" diye konuşurdu...Arnavut'tu. Gözetleme yerinden makaslı dürbünle bakıyordum. İlerilere avcı hatlarına...Dürbün yakın gösteriyor. Bir de baktım. Fransız hatlarında bir kıpırtı var. Teğmene seslendim.
-Fransızlarda bir telaş var...Hücuma mı kalkacaklar ne?
-İyi bak Hakkı, dedi teğmen.
Teğmen diyorum. Üsteğmen...Batarya Kumandanımıza söylüyorum bunları.
Kafamı çevirdim baktım Fransızlar süngü takmışlar hücuma kalkıyorlar, fırlamışlar siperlerden biraz ilerlediler, bizimkiler de fırladı siperlerden, başladı süngü harbi... Bizim toplar, düşman topları hepimiz oraya ateş ediyoruz. Gökyüzüne dikildi asker. Epey devam etti süngü harbi. Fransızlar bizim askerleri önlerine katmışlar sürüyorlar geriye karagahın yakınlarına. Az geldi herhalde kuvvetimiz. O sırada bir şakırtı koptu Soğandere'den; "kuvvet geliyor" dedim kendi kendime.
Asker koşa koşa gidip, karşıladı gavuru. Hiç unutmam...Bizim askerlerden birisi bir Fransız askerini kat ön etmiş...Fransız kaçıyor bizimki arkada yetişemiyor Fransız'a. Yetişse süngüleyecek. Aştılar gittiler önlü arkalı düşman içlerine kadar...ne oldular bilmem... Gözden kayboldular. Bizim askerlerimiz Fransızların siperlerini ele geçirmişlerdi o günkü hücumda.
.....
Bizim alt tarafımızda çamlığın içinde 10,5'luk seri ateşli toplar vardı...Onlar da başldılar ateşe, şimdi abide yapılan sırtlara ateş ediyorlardı.
Orada Fransızlar'ın bir cephaneliği isabet almış yanıyor. Bilmiyorum artık cephanelik miydi...Erzak deposu muydu...Başlarında bir subay, bir manga Fransız askeri söndürmek için koşuyorlardı. Bizim toplar, şarapnele çevirdiler bu sefer atışı. Tutunamadı Fransızlar. Bıraktılar söndürme işini kaçıp gittiler.,Bu olay Domuz Dere'de olmuştu.
Aradan bir zaman geçti...Düşman birlikleri bütün cephe boyunca hücuma laktılar. Söktüremediler...Son hücumları idi bu onların...Bıraktılar hücumu...
Biz toplarımızı Kaba Tepe'ye getirdik. Ben yine gözetleme yerindeydim. Dürbünle bakıyordum. Düşman, sabah erkenden Anafarta Ovasına da asker çıkardı. Askerin çıkarılışını ben de dürbünümle izliyordum. Düşmanın karaya ayak basmasıyla Anafartalarda da savaş başladı. Cayırtı koptu...Devam etti. Fakat...söktüremedi. 3 ay daha kaldı kafir. Üç aydan sonra aldı başını gitti.
.....
Bir sabah Kaba Tape'de arkadaşlar Fransızlar Seddülbahir'den kaçmış dediler. Atladım beygire, bastım gittim. Çift Ekin'den aşağı indim. Bizim asker ovaya yayılmış hep...Yiyecek, giyecek herşeyleri bırakıp gitmişler. Bir tane de Kadana beygiri kaçırmışlar...Bizim askerler de tutup getirmişler.
Bir İngiliz Gemisi, İmroz taraflarından bıraktıkları şeylere veriyorlar mermiyi...Yakıyorlar...
Düşman gittikten sonra, bir süre daha o yakınlarda bir köyde durduk. Sonra bizim topları Enez'e götürdüler. Buralarda bir alay meydana getirdiler...Sahillere adi ateşli toplar koydular. Buralarda az bir asker kaldı. Beni de Küçük Anafartalar Köyündeki 24'lük toplara verdiler. Arabistan teslim olduktan sonra da zaten asker terhis olmuştu. Bizim batarya kumandanımız daha sonra tekrar tabur kumandan vekili olarak burada kurulan alaya gelmişti.
Mütareke imzalandıktan sonra fransızlar,ingilizler buralardaki topları hep patlatıp parçaladılar.
.....
Anadolu'ya geçirmediler bizi buralardan. Köyümüzde Yunan jandarması da vardı. Ben bu köyde... Büyük Anafarta köyü'nde evlenip kaldım. Düğünümü o zaman askerler yaptılar. Köyümde bir sene evveline kadar bakkallık yapıyordum. Şimdi bıraktım. İki çocuğum var. İlk karımı 35 sene önce kaybettim. Sonra ikinciyi aldım. İkinciyle hala yaşıyoruz. Madalyam filan yok. Yaşlılık maaşı alıyorum. Oğlumun biri öğretmen...İlkokul öğretmeni...Kız torunum da öğretmen çıktı...
Sol kaşımın üzerinde kurşun yarasının izini taşıyorum...
Bir gün Bahriye Nazırı Cemal Paşa bizi teftişe geldi. Bu teftişten sonra bizi İstanbul'da Sultan Ahmet Camiine kaldırdılar. Bir süre Sultan Ahmet Camii'nde yatıp kalktık. Daha sonra bir emir geldi. Bütün bölüklerimizi ayrı ayrı yerlere gönderdiler. Kimimiz Arabistan'a, kimimiz İstanbul Boğazı'na, bizim bölüğü de Çanakkale Cephesine ayırdılar. 10 gün kadar geçmedi. Galat rıhtımına yanaşan bir vapura topumuz, tüfeğimiz, cephanemizle yüklendik. Marmara Denizi'nde o zaman denizaltı olduğundan şüphe edilirdi. Onun için bindiğimiz vapura muhafız olarak bir de torpido verdiler. Galata'dan hareket ettik Çanakkale'ye. Akbaş İskelesi'ne vapur yanaştı. Vapur boşaldı. Toplarımızı koştuk. O sırada bir düşman mermisi yakınlarımıza düştü. Eceabat'ın içinden geçiyoruz. Eceabat harabeye dönmüş. Binalar yıkılmış. Orda burda evler yanıyor. Çamburnu yolundan, Behramlı köyünden geçtik. Kirte'ye yakınlaştığımızda gece olmuştu. O gece orada 9. Fırka'da misafir kaldık. Ertesi sabah Kirte Köyü'nün üst taraflarında hazırlanmış mevzilerimizi bulduk. Toplarımızı mevziye yerleştirdik. Bir telaş bir telaş hepimizde. Hazırlık yapıyoruz. Telefon hattımızı düzenledik. Batarya dürbünümüz kurduk. Her şeyi yerine yerleştirip hazırlığımızı tamamladık. O sırada düşman da Kirte Köyü'nün altındaki Eski Bağlar'a kadar gelmişti. Biz düşmana başladık toplarımızla ateş etmeye. Bir hafta o mevzilerde kaldık. Sonra bir emir geldi. Toplarımızı Eceabat Top Zeytinlik'e götürdük. Geri çekildik. Çadırlarımızı filan kurduk. Ben o zaman kıdemli başçavuş muaviniydim. 17. Alay, 2. Bölükteydim. Ağır Topçu Bölüğünde. 12'lik ağır obüs toplarımız vardı.
Şimdi burada yaşayan Ömer Güner de benim yanımda aynı bölükte askerdi. Top Zeytinlik'te çadırları kurduktan sonra 2 top alıp Kara Yorgi'nin Dere'ye gittik. Kara Yorgi'nin Derede'de 2.5 ay kaldık. Savaş devam ediyor. Hücumlar oluyor. Derenin içinde toplarımızın askerlerinden iki şehit verdik. Tekrar Top Zeytinliğe geldik. Refik adında bir takım subayımız vardı. Onunla birlikte bu defa, Domuz Dere'ye 2 top kurduk. 3,5 ay da Domuz Dere'den ateş ettik düşman üzerine. Batarya Kumandanımız nadir Efendiydi. Üsteğmendi.
Bizim gözetleme yerimiz Alçı Tepe'deydi. Üst tarafımızda da Grup Kumandanı'nın gözetleme yeri vardı. Bir gün bana, batarya Kumandanımız Nadir Efendi dedi ki:
-Seni grup Kumandanı istiyor.
Gittim. Kapısını vurdum. Girdim yanına. Selam verdim.
Grup Kumandanı:
-Sen avcı hattına gideceksin. Orada 16. Alay Kumandanını bulacaksın. Sana görev verecek.
-Emredersiniz, dedim, çıktım odasından. Bataryaya gelip silahlı bir asker aldım. Beraberce başladık avcı hattına gitmek üzere gitmek üzere Kirte köyü yönünde yürümeye. Kirte köyüne geldiğimizde savaş bütün şiddetiyle sürüyordu. Kirte Köyü zaten harabe olmuş. Yıkıntıların arasında bizim yaralıları getirmişler, gördüm. Kiminin kolu, kiminin bacağı kopmuş. Yaralıları sargı yerine götürmeye çalışıyorlardı.
Orada durmadık. Geriye bataryaya döndük. Sabahleyin tekrar yola koyuldum. Avcı hattı bizim topların ateş ettikleri yöndeymiş. Boğazdan, Çan ovasına kadar düşmanla doluydu. Yalnız Palamut ve Kaba Tepe arasında düşman yoktu.
Yanıma asker almamıştım. Yalnızdım. Doğru yönümde gidiyordum. Bir de baktım. Önümde bir asker yürüyordu. Seslendim askere, asker durdu. Sordum:
-Kaçıncı alaydansın ?
Asker :
- Biz 16. Alayın 3. Taburuyuz. Şurada istirahate çekildik. Ordayız, diyerek eliyle gösterdi.
- Düş önüme beraber gidelim, dedim.
O zaman asker toprak altında, meydanda değil, sığınaklarda. Gittik oraya.
İndim aşağıya. Bir piyade subayı gördüm. Grup Kumandanının beni istediğini anlattım.
Hemen çavuşa döndü :
-Çavuş. Açıkgöz birisi silahlarını alsın gelsin. Bu arkadaşla gidecek.
Bir de baktım, cin gibi bir asker geldi. Silahlı, göğsünde çapraz fişekler. Düştü önüme. Gidiyoruz. Bazı açıktan gidiyoruz. Düşman bizi görünce veriyor şarapneli bize. Bazı gizli yollardan gidiyoruz. Koşarak giderken, avcı hattının arkasında karargah çıktı karşımıza.
Karargaha vardım. 5-10 kişi getirmişler. İleri hattan getirmişler şehitleri. Gömememişler daha. Uzatmışlar öyle yatıyorlar.
Alay Kumandanına bir selam verdim. Alay Kumandanı uzun boylu bir adam.
Bana dedi ki:
- Şurada, telefon odasında biraz otur da, bir erle gidersin ileri.
- Ben er istemem, dedim.
Karargahtan, ilerideki avcı hatlarına giden bir sıçan yolu var. Girdim sıçan yoluna vardım avcı hattına. Bir ateş cehennemi üzerindeyiz.
Kum çuvallarını sıralamışlar. Asker de çuvalların gerisinde silahları ellerinde ateş ediyorlardı.
Piyade bölük kumandanı anlatmaya başladı :
" Bu hattı teslim aldığımızda burada bulunan alaydan 12 kişi kalmıştı."
Bizim hattın 100 metre ilerisinde de Fransız hatları vardı. Düşman denizden, zırhlılar dan da toplarıyla durmadan ateş ediyor. Bizim bulunduğumuz yerle Fransız hatları arasına bir mermi düştü. Kum çuvallarını yıktı. Çuvallardan biri belime çarptı. Ben de yerimi değiştirdim.
Arkasından bir mermi daha...Avcı hatlarının tam orta yerine...Bir bağırtı koptu...Bir kaç şehit... dört, beş yaralı...Hemen sıhhiyeler koşup geldiler...Götürdüler yaralı ve şehitleri.
Şehitlerden bir tanesini gördüm...İnsan olduğu belli değil...Kıpkırmızı et. Dağılmış...Batarya Kumandanımız Sami Bey, benim ölüp ölmediğimi öğrenmek için bir er göndermiş.benim avcı hatlarında olduğumu öğrenen er de geri dönüp gitmiş.
Avcı hatlarını iyice görmüş, düşmanın ateşini ve durumunu yakından incelemiştim. Akşam bataryama dönmek üzere yola çıktım.
Gece çakır yıldızlıktı...Kurşunlar, vızıl vızıl etrafımdan geçiyordu. Bataryama sağ salim dönebilmiştim.
Arkadaşlar "Ölmeden gelmiş" diyorlardı.
.....
Bir gün gözetleme yerindeydim. Sami Bey var...Batarya kumandanımız...O gerideydi...Topları Refik Teğmen idare ederdi...Sonradan bir Üsteğmen daha gelmişti...O, "More More" diye konuşurdu...Arnavut'tu. Gözetleme yerinden makaslı dürbünle bakıyordum. İlerilere avcı hatlarına...Dürbün yakın gösteriyor. Bir de baktım. Fransız hatlarında bir kıpırtı var. Teğmene seslendim.
-Fransızlarda bir telaş var...Hücuma mı kalkacaklar ne?
-İyi bak Hakkı, dedi teğmen.
Teğmen diyorum. Üsteğmen...Batarya Kumandanımıza söylüyorum bunları.
Kafamı çevirdim baktım Fransızlar süngü takmışlar hücuma kalkıyorlar, fırlamışlar siperlerden biraz ilerlediler, bizimkiler de fırladı siperlerden, başladı süngü harbi... Bizim toplar, düşman topları hepimiz oraya ateş ediyoruz. Gökyüzüne dikildi asker. Epey devam etti süngü harbi. Fransızlar bizim askerleri önlerine katmışlar sürüyorlar geriye karagahın yakınlarına. Az geldi herhalde kuvvetimiz. O sırada bir şakırtı koptu Soğandere'den; "kuvvet geliyor" dedim kendi kendime.
Asker koşa koşa gidip, karşıladı gavuru. Hiç unutmam...Bizim askerlerden birisi bir Fransız askerini kat ön etmiş...Fransız kaçıyor bizimki arkada yetişemiyor Fransız'a. Yetişse süngüleyecek. Aştılar gittiler önlü arkalı düşman içlerine kadar...ne oldular bilmem... Gözden kayboldular. Bizim askerlerimiz Fransızların siperlerini ele geçirmişlerdi o günkü hücumda.
.....
Bizim alt tarafımızda çamlığın içinde 10,5'luk seri ateşli toplar vardı...Onlar da başldılar ateşe, şimdi abide yapılan sırtlara ateş ediyorlardı.
Orada Fransızlar'ın bir cephaneliği isabet almış yanıyor. Bilmiyorum artık cephanelik miydi...Erzak deposu muydu...Başlarında bir subay, bir manga Fransız askeri söndürmek için koşuyorlardı. Bizim toplar, şarapnele çevirdiler bu sefer atışı. Tutunamadı Fransızlar. Bıraktılar söndürme işini kaçıp gittiler.,Bu olay Domuz Dere'de olmuştu.
Aradan bir zaman geçti...Düşman birlikleri bütün cephe boyunca hücuma laktılar. Söktüremediler...Son hücumları idi bu onların...Bıraktılar hücumu...
Biz toplarımızı Kaba Tepe'ye getirdik. Ben yine gözetleme yerindeydim. Dürbünle bakıyordum. Düşman, sabah erkenden Anafarta Ovasına da asker çıkardı. Askerin çıkarılışını ben de dürbünümle izliyordum. Düşmanın karaya ayak basmasıyla Anafartalarda da savaş başladı. Cayırtı koptu...Devam etti. Fakat...söktüremedi. 3 ay daha kaldı kafir. Üç aydan sonra aldı başını gitti.
.....
Bir sabah Kaba Tape'de arkadaşlar Fransızlar Seddülbahir'den kaçmış dediler. Atladım beygire, bastım gittim. Çift Ekin'den aşağı indim. Bizim asker ovaya yayılmış hep...Yiyecek, giyecek herşeyleri bırakıp gitmişler. Bir tane de Kadana beygiri kaçırmışlar...Bizim askerler de tutup getirmişler.
Bir İngiliz Gemisi, İmroz taraflarından bıraktıkları şeylere veriyorlar mermiyi...Yakıyorlar...
Düşman gittikten sonra, bir süre daha o yakınlarda bir köyde durduk. Sonra bizim topları Enez'e götürdüler. Buralarda bir alay meydana getirdiler...Sahillere adi ateşli toplar koydular. Buralarda az bir asker kaldı. Beni de Küçük Anafartalar Köyündeki 24'lük toplara verdiler. Arabistan teslim olduktan sonra da zaten asker terhis olmuştu. Bizim batarya kumandanımız daha sonra tekrar tabur kumandan vekili olarak burada kurulan alaya gelmişti.
Mütareke imzalandıktan sonra fransızlar,ingilizler buralardaki topları hep patlatıp parçaladılar.
.....
Anadolu'ya geçirmediler bizi buralardan. Köyümüzde Yunan jandarması da vardı. Ben bu köyde... Büyük Anafarta köyü'nde evlenip kaldım. Düğünümü o zaman askerler yaptılar. Köyümde bir sene evveline kadar bakkallık yapıyordum. Şimdi bıraktım. İki çocuğum var. İlk karımı 35 sene önce kaybettim. Sonra ikinciyi aldım. İkinciyle hala yaşıyoruz. Madalyam filan yok. Yaşlılık maaşı alıyorum. Oğlumun biri öğretmen...İlkokul öğretmeni...Kız torunum da öğretmen çıktı...
Sol kaşımın üzerinde kurşun yarasının izini taşıyorum...
HALİL KOÇ
Çanakkale
- Haliloğlu Köyü'nden
1309 (1893)'da doğdum. 88 yaşındayım. Balkan'ı gördüm. Arıburnu'nu, Muş cephesinde Rus'u, Halep taraflarını da gördüm. Önce Eceabattaydık. Kabatepe'ye keşif koluna gittik. Kabatepe'de İngiliz gemileri geldiler. Şamadıra bıraktılar. Bizimkiler kayalıklarda şamandıraları topladılar. Bir hafta sonra İngilizler geldiler. Ben nöbet yerindeydim. Sabaha karşıydı. İmroz'un her yanı ateşler içinde kaldı. Haber verdim. Nöbet onbaşısına. Çavuşlar, subaylar hepsi geldiler.
İngilizler asker çıkarmaya başladılar. Şamandıraları bıraktıkları yerlere. Mavnalara dolduruyorlar askerleri. Karaya çıkarıyorlar. Harp gemileri de denizde. Arıburnu taraflarına çıkıyorlar. Bizim 4. Bölük Arıburnu'ndaydı. Çiğnemiş gavur onları. Biz Kabatepe'deyiz, bakıyoruz. Bizim toplarımız vardı yanımızda, 4 tane top. Toplar ateş ediyordu. Gavurun mavnalarını karaya çıkarken ortadan bölübölüverirken gördüm. Dik yarlar var. Böyle bir yarın kenarından görüyorum. 2-3 gün durduk orada. Aldılar bizi de. Saat dokuzda hücum yaptırdılar Kanlı Sırt'ta. Kanlı Sırt'a bir de varmıştık ki, ortalık hazır gibi insan ölüsü. Onların aralarından sürünerek aştık öteki yüze. Gavurun süngüleri görünüyor istihkamlarında. Orada ateş ederken yanımdaki bütün arkadaşlarım şehit oldular. Bir ben kaldım. "Ben de vurulurum burada" diye düşündüm hep. Kafamı kaldırmışım biraz herhalde. Kafama "Küttek" bir taş vurdu. Yüzbaşım geldi. "Gidebileceksen git" dedi. Bıraktım tüfeğimi. Elden ele beni geçirdiler... Gittim. Benim başıma taş değil de, şarapnel parçası gelmiş. Barmış kalmış. Biga'ya Demetoka Hastanesine gönderdiler. Orada çıkardılar şarapnel parçasını. 60 sene oluyor çıkarılalı. Demetoka'da bir ay kaldım.
Tekrar geldik Arıburnu'na. Giriverdik cepheye... 8 ay kaldık. 8 ay istihkamlarda durduk. İngilizler tünel kazdılar. Lağım ateşlediler. Dünyanın toprağını üstümüze kaldırdılar. Hiçbir şey olmadı gene de.
Çok hücum yaptık. İstihkamdan çıkarıyorlar dışarı. Hadi bakalım hücum... Hücum... Süngü hücumu. Süngüleri takıyorum. İstihkamdan çıkıyoruz. Gavurun istihkamı 20 adım. Onların istihkamlarına varmadan gavur öldürüyor seni. Nereye gideceksin? Enver Paşa hücum yaptırıyor zorla. Enver Paşa'yı gördüm, oralara gelmişti. Harbiye Nazırı idi.
Arıburnu'nda Şefik Bey Alay Kumandanımızdı bizim. Gavur, asker çıkarırken 9. Fırka Kumandanı emir veremedi. Şefik Bey kendi emriyle koydu bizi muharebeye. Şefik Bey başımızda 9 ay durdu. Bir de mülazim Kemal Bey vardı şehit olmuştu. Ben piyade idim. 27. Alay, 2. Tabur, 2. Bölük, 2. Takım'ın 9. Mangasındayım. Elimde Alaman mavzeri vardı.
Gavur sonra Anafarta'ya asker çıkardı. Biz gitmedik Anafarta'ya. Düşman ordan da hücum etti... Geçemediler... 9 ay durduk... Geçirmedik kafiri Çanakkale'den.
.....
Bir gece keşif koluna gönderdiler bizi, iki kişiyiz... Gebeçınar Köyü'nden Mehmet Dayı vardı yanımda. Zifir gibi karanlık bir gece. Vardık gavurun siperine... Dinledik. Gavurlar "mınır mınır" konuşuyorlar. Geri döndük. Geri dönerken bir gavur ölüsünün üzerine bastık. Matrası falan tangur tungur etti. Gürültü oldu... Gavurlar siperlerinden başladılar üzerimize ateş etmeye... kaçamadık. Birer top mermisi çukuru bulup sindik içlerine. Dört saat sonra ateş yatıştı da çıkabildik dışarıya. 27. Alayın mevziilerini bulamadık. 72. Alayın mevziilerine düşmüşüz. O gece 27. Alayda parola "Kasatura" idi. Gavur o gece sabaha karşı kaçmış gitmiş. Dört gün daha durduk orada biz. Aldılar bizi Kırklareli'ne getirdiler. Kırklareli'nde biz 2 günlük peksimetle, 250'şer mermi verdiler. Arkamızda 30 okka yük. Çıktık hıdrellezde yola, Mart'ın 1'inde Diyarbakır'a vardık. Hep yayan. Diyarbakır'da yeni birlikler teşkil ettiler. Ben 24. Alay'ın, 3. Bölüğüne düştüm. Alay kumandanımız Süleyman Bey adında biriydi. Muş cephesine vardık. Mevziilere girdik. Karşımızda Ruslar var. Bize hücum ettiler bozdular. Sonra biz onlara hücum ettik. Rus'dan 2 tane top ele geçirdik. Onlar hayvanlarını süngüleye süngüleye Muş'a çekildiler. Ruslar geri çekilmeye devam ediyorlar. Fakat geriye bir takım asker bırakmışlar. Bu takım bize hücumlar yapıyor, oyalıyor bizi... Biz de arkadan kovalıyoruz Rus kuvvetlerini... derken, Ruslar bize asıl kuvvetleriyle tekrar hücuma geçtiler. Biz bozulduk, üç gün geriye kaçtık. Batıya... Billuriye'ye geldik... 15 gün sonra biz hücum ettik Ruslara... Ruslar geriye çekildiler. O sırada Ruslar içlerinden bozulmuşlar. Muş'a kadar Rusların ardından gittik... Muş'ta durduk...
Ben Muş'ta piyadeden, gönüllü olarak makinalı tüfeğe geçtim. Orada bir kış geçirdik... Geçirdik ama nasıl?...
Bir açlık... Bir açlık... O kadar işte... Ayaklarımızdaki çarıkların derilerini yiyoruz. At, mat eti de çok yedik... Ölü mü, canlı mı, sorma gari... Ben makinalıya geçtim demiştim ya... Hayvanların yeminden alıp kavurup yiyoruz. Yok ki başka bir şey... Ne yiyeceksin?
Bizim bir küçük Zabit vardı... Zeki Efendi. Aç kalmış. Herkes aç. Bana dedi ki: "Bana da kavuruver de ben de yiyeyim." Kavuruverdim... hayvanların yeminden... O da yedi... Sani Milazim'di.
Benim makinalı tüfek kızaklı makinalıydı. Alaman malı... Makinalı da iken savaş olmadı. 17. Alaya teslim ettik Şam'a giderken makinalıyı.
İngiliz hücum etmiş Şam taraflarında. Yüzbaşımız Cemil Bey telgraf çekti. "Gelliyoruz" diye Halep'e kadar yürüdük.
Halep'te Yüzbaşımız Cemil Bey'in yanında 8 ay durdum. Biz bozulunca Arabistan'da İngilizler her yeri teslim aldılar. Terk-i Silah oldu. Biz de Adana'ya geldik. Sonra Konya'ya geldik. Ben Alaşehir'den teskeremi alıp köye geldim.
Halep'te İaşe Zabiti Remzi Efendi'nin verdiği atlara baktım. Ötede beride otlatırdım atları. 3 ay da hastanede yattım. Sürgün olmuşum. Bir türlü sürgünüm kesilmedi.
.....
Yunan çıktığında İzmir'e biz köydeydik. Burada biz İngilizlerin elindeydik. Anadolu'ya Kuvayı Milliye'ye gidemedik. İngilizler köyümüze avlanmaya gelirlerdi. Çanakkale'deki İngilizler. Bazı da İngiliz Süvarileri köyden geçip giderlerdi. Çan'ın Bahadırlı Köyü'nde İngilizlerin bir zararını görmedik biz. Çanakkale'ye tel örgüden girip çıkardık.
.....
Atatürk'ü görmedim.
Yalnız Şerbetli Köyünden Adem vardı. O Atatürk'ün yanında durmuş. Borazanmış... Anlatırdı. "Grup Kumandanımızdı" diye.
....
Arıburnu'na babam da geldi benim yanıma. Beni dolaşmaya gelmişti. O da aynalı tüfekle ateş etmişti düşmana.
Aynalı tüfek dediğim aynı elimizdeki tüfeklerden de, önlü arkalı iki tane aynası var. Aynalarından bakıyoruz düşmana doğru.
Babam helva, yoğurt, yumurta getirmişti. Daha başka arkadaşların da babaları gelirlerdi... tabii yakın yerlerdekiler... Buradakiler...
Babam: "Bunlarda, bu evlatlarda umut yok. Bunlar buralarda kalırlar..." derdi. Ateşin içinde nasıl umut olsun?
8 ay boyunca 24 saat ateş hattında, 24 saat geride istihkamda durdurduk. İstihkamın içine kaç defa bomba düşmüştü. Böyle çok arkadaşımız şehit oldu gitti.
Sigara paketleri atarlardı gavurlar bizim istihkamlarımıza.
Birinde İngilizler, kavurma kutusuna barut ve fişek doldurup, fitilini ateşleyip bizim istihkama attılar. Fısır fısır yanıyor kutu istihkamın içinde. Biz kaçayım derken dirsek siperini yıktık. 7 kişi bu yıkıntının altında kaldık. Kutunun lehimleri eriyince açılıverdi... Deste deste fişekler yayılakaldı orta yerde. Kimseye bir şey olmamıştı. Masal gibi hep bunlar...
İstanbul'dan Muş'a, Muş'tan Halep'e yayan gittik. Potinlerimizin altı tahta idi. Takunya gibi. Tahtalar dağılıverdi de, potinlerle çıplak ayak yürüdük... Sonra sığır çarığı dağıttılar... Çarıklar da çıkıçıkıverirdi ayaklarımızdan... Çok çile çektik.
.....
Balkan Harbi'nde, İstanbul'da Eski Saray'da talimhaneydi. İçinde yangın kulesi filan var. Mahmut Şevket Paşa Harbiye Nazırıydı. Mahmut Şevket Paşa'yı bizim talimhaneye geldiğinde görmüştüm.
Mahmut Şevket Paşa'yı Beyazıt önünde öldürdüler. Topal Tevfik diye biri öldürmüştü. Beyazıt Meydanı'na 24 tane darağacı dikildi bir gece sabaha karşı. Ben de darağaçları diken askerler arasındaydım. O ara marangozhanede çalışıyordum. Topal Tevfik dedikleri adamın asılışını Eski Sarayın bahçesindeki parmaklıkların arasından gördüm. Topal Tevfik, 12. olarak asıldı. Darağacına çıkarılırken "Domuzun başını öldürdüm. Yaşasın millet bin sene" diye bağırdı. Birincide urgan koptuydu. İkincide astılardı. Ölüsü dört saat sallandı durdu meydanda.
...
Sultan Reşat'ı da gördüm. Ak sakallı bir ihtiyardı.
Edirne muhasaradaydı. Babam 100 Osmanlı lirası bedel verdi de ben köye döndüm. Babmın ödediği bedelle teskere alıp köye döndükten 7 ay sonra seferberlik açıldı. Bizi tekrar askere aldılar. Arıburnu'na gittim. İngiliz bir sene sonra yaza karşı asker çıkardı. 18 Mart'ta Arıburnu'ndaydım, top seslerini oradan duydum.
...
Askere gitmeden evlendim. Nine sağ. Esma adı. İki kızım bir oğlum olmuştu. Kızlardan bir öldü. Altı torunum var şimdi. Sağlığım iyi. Bir şikayetim yok.
Maaş filan almıyorum. Madalyam yok.
1309 (1893)'da doğdum. 88 yaşındayım. Balkan'ı gördüm. Arıburnu'nu, Muş cephesinde Rus'u, Halep taraflarını da gördüm. Önce Eceabattaydık. Kabatepe'ye keşif koluna gittik. Kabatepe'de İngiliz gemileri geldiler. Şamadıra bıraktılar. Bizimkiler kayalıklarda şamandıraları topladılar. Bir hafta sonra İngilizler geldiler. Ben nöbet yerindeydim. Sabaha karşıydı. İmroz'un her yanı ateşler içinde kaldı. Haber verdim. Nöbet onbaşısına. Çavuşlar, subaylar hepsi geldiler.
İngilizler asker çıkarmaya başladılar. Şamandıraları bıraktıkları yerlere. Mavnalara dolduruyorlar askerleri. Karaya çıkarıyorlar. Harp gemileri de denizde. Arıburnu taraflarına çıkıyorlar. Bizim 4. Bölük Arıburnu'ndaydı. Çiğnemiş gavur onları. Biz Kabatepe'deyiz, bakıyoruz. Bizim toplarımız vardı yanımızda, 4 tane top. Toplar ateş ediyordu. Gavurun mavnalarını karaya çıkarken ortadan bölübölüverirken gördüm. Dik yarlar var. Böyle bir yarın kenarından görüyorum. 2-3 gün durduk orada. Aldılar bizi de. Saat dokuzda hücum yaptırdılar Kanlı Sırt'ta. Kanlı Sırt'a bir de varmıştık ki, ortalık hazır gibi insan ölüsü. Onların aralarından sürünerek aştık öteki yüze. Gavurun süngüleri görünüyor istihkamlarında. Orada ateş ederken yanımdaki bütün arkadaşlarım şehit oldular. Bir ben kaldım. "Ben de vurulurum burada" diye düşündüm hep. Kafamı kaldırmışım biraz herhalde. Kafama "Küttek" bir taş vurdu. Yüzbaşım geldi. "Gidebileceksen git" dedi. Bıraktım tüfeğimi. Elden ele beni geçirdiler... Gittim. Benim başıma taş değil de, şarapnel parçası gelmiş. Barmış kalmış. Biga'ya Demetoka Hastanesine gönderdiler. Orada çıkardılar şarapnel parçasını. 60 sene oluyor çıkarılalı. Demetoka'da bir ay kaldım.
Tekrar geldik Arıburnu'na. Giriverdik cepheye... 8 ay kaldık. 8 ay istihkamlarda durduk. İngilizler tünel kazdılar. Lağım ateşlediler. Dünyanın toprağını üstümüze kaldırdılar. Hiçbir şey olmadı gene de.
Çok hücum yaptık. İstihkamdan çıkarıyorlar dışarı. Hadi bakalım hücum... Hücum... Süngü hücumu. Süngüleri takıyorum. İstihkamdan çıkıyoruz. Gavurun istihkamı 20 adım. Onların istihkamlarına varmadan gavur öldürüyor seni. Nereye gideceksin? Enver Paşa hücum yaptırıyor zorla. Enver Paşa'yı gördüm, oralara gelmişti. Harbiye Nazırı idi.
Arıburnu'nda Şefik Bey Alay Kumandanımızdı bizim. Gavur, asker çıkarırken 9. Fırka Kumandanı emir veremedi. Şefik Bey kendi emriyle koydu bizi muharebeye. Şefik Bey başımızda 9 ay durdu. Bir de mülazim Kemal Bey vardı şehit olmuştu. Ben piyade idim. 27. Alay, 2. Tabur, 2. Bölük, 2. Takım'ın 9. Mangasındayım. Elimde Alaman mavzeri vardı.
Gavur sonra Anafarta'ya asker çıkardı. Biz gitmedik Anafarta'ya. Düşman ordan da hücum etti... Geçemediler... 9 ay durduk... Geçirmedik kafiri Çanakkale'den.
.....
Bir gece keşif koluna gönderdiler bizi, iki kişiyiz... Gebeçınar Köyü'nden Mehmet Dayı vardı yanımda. Zifir gibi karanlık bir gece. Vardık gavurun siperine... Dinledik. Gavurlar "mınır mınır" konuşuyorlar. Geri döndük. Geri dönerken bir gavur ölüsünün üzerine bastık. Matrası falan tangur tungur etti. Gürültü oldu... Gavurlar siperlerinden başladılar üzerimize ateş etmeye... kaçamadık. Birer top mermisi çukuru bulup sindik içlerine. Dört saat sonra ateş yatıştı da çıkabildik dışarıya. 27. Alayın mevziilerini bulamadık. 72. Alayın mevziilerine düşmüşüz. O gece 27. Alayda parola "Kasatura" idi. Gavur o gece sabaha karşı kaçmış gitmiş. Dört gün daha durduk orada biz. Aldılar bizi Kırklareli'ne getirdiler. Kırklareli'nde biz 2 günlük peksimetle, 250'şer mermi verdiler. Arkamızda 30 okka yük. Çıktık hıdrellezde yola, Mart'ın 1'inde Diyarbakır'a vardık. Hep yayan. Diyarbakır'da yeni birlikler teşkil ettiler. Ben 24. Alay'ın, 3. Bölüğüne düştüm. Alay kumandanımız Süleyman Bey adında biriydi. Muş cephesine vardık. Mevziilere girdik. Karşımızda Ruslar var. Bize hücum ettiler bozdular. Sonra biz onlara hücum ettik. Rus'dan 2 tane top ele geçirdik. Onlar hayvanlarını süngüleye süngüleye Muş'a çekildiler. Ruslar geri çekilmeye devam ediyorlar. Fakat geriye bir takım asker bırakmışlar. Bu takım bize hücumlar yapıyor, oyalıyor bizi... Biz de arkadan kovalıyoruz Rus kuvvetlerini... derken, Ruslar bize asıl kuvvetleriyle tekrar hücuma geçtiler. Biz bozulduk, üç gün geriye kaçtık. Batıya... Billuriye'ye geldik... 15 gün sonra biz hücum ettik Ruslara... Ruslar geriye çekildiler. O sırada Ruslar içlerinden bozulmuşlar. Muş'a kadar Rusların ardından gittik... Muş'ta durduk...
Ben Muş'ta piyadeden, gönüllü olarak makinalı tüfeğe geçtim. Orada bir kış geçirdik... Geçirdik ama nasıl?...
Bir açlık... Bir açlık... O kadar işte... Ayaklarımızdaki çarıkların derilerini yiyoruz. At, mat eti de çok yedik... Ölü mü, canlı mı, sorma gari... Ben makinalıya geçtim demiştim ya... Hayvanların yeminden alıp kavurup yiyoruz. Yok ki başka bir şey... Ne yiyeceksin?
Bizim bir küçük Zabit vardı... Zeki Efendi. Aç kalmış. Herkes aç. Bana dedi ki: "Bana da kavuruver de ben de yiyeyim." Kavuruverdim... hayvanların yeminden... O da yedi... Sani Milazim'di.
Benim makinalı tüfek kızaklı makinalıydı. Alaman malı... Makinalı da iken savaş olmadı. 17. Alaya teslim ettik Şam'a giderken makinalıyı.
İngiliz hücum etmiş Şam taraflarında. Yüzbaşımız Cemil Bey telgraf çekti. "Gelliyoruz" diye Halep'e kadar yürüdük.
Halep'te Yüzbaşımız Cemil Bey'in yanında 8 ay durdum. Biz bozulunca Arabistan'da İngilizler her yeri teslim aldılar. Terk-i Silah oldu. Biz de Adana'ya geldik. Sonra Konya'ya geldik. Ben Alaşehir'den teskeremi alıp köye geldim.
Halep'te İaşe Zabiti Remzi Efendi'nin verdiği atlara baktım. Ötede beride otlatırdım atları. 3 ay da hastanede yattım. Sürgün olmuşum. Bir türlü sürgünüm kesilmedi.
.....
Yunan çıktığında İzmir'e biz köydeydik. Burada biz İngilizlerin elindeydik. Anadolu'ya Kuvayı Milliye'ye gidemedik. İngilizler köyümüze avlanmaya gelirlerdi. Çanakkale'deki İngilizler. Bazı da İngiliz Süvarileri köyden geçip giderlerdi. Çan'ın Bahadırlı Köyü'nde İngilizlerin bir zararını görmedik biz. Çanakkale'ye tel örgüden girip çıkardık.
.....
Atatürk'ü görmedim.
Yalnız Şerbetli Köyünden Adem vardı. O Atatürk'ün yanında durmuş. Borazanmış... Anlatırdı. "Grup Kumandanımızdı" diye.
....
Arıburnu'na babam da geldi benim yanıma. Beni dolaşmaya gelmişti. O da aynalı tüfekle ateş etmişti düşmana.
Aynalı tüfek dediğim aynı elimizdeki tüfeklerden de, önlü arkalı iki tane aynası var. Aynalarından bakıyoruz düşmana doğru.
Babam helva, yoğurt, yumurta getirmişti. Daha başka arkadaşların da babaları gelirlerdi... tabii yakın yerlerdekiler... Buradakiler...
Babam: "Bunlarda, bu evlatlarda umut yok. Bunlar buralarda kalırlar..." derdi. Ateşin içinde nasıl umut olsun?
8 ay boyunca 24 saat ateş hattında, 24 saat geride istihkamda durdurduk. İstihkamın içine kaç defa bomba düşmüştü. Böyle çok arkadaşımız şehit oldu gitti.
Sigara paketleri atarlardı gavurlar bizim istihkamlarımıza.
Birinde İngilizler, kavurma kutusuna barut ve fişek doldurup, fitilini ateşleyip bizim istihkama attılar. Fısır fısır yanıyor kutu istihkamın içinde. Biz kaçayım derken dirsek siperini yıktık. 7 kişi bu yıkıntının altında kaldık. Kutunun lehimleri eriyince açılıverdi... Deste deste fişekler yayılakaldı orta yerde. Kimseye bir şey olmamıştı. Masal gibi hep bunlar...
İstanbul'dan Muş'a, Muş'tan Halep'e yayan gittik. Potinlerimizin altı tahta idi. Takunya gibi. Tahtalar dağılıverdi de, potinlerle çıplak ayak yürüdük... Sonra sığır çarığı dağıttılar... Çarıklar da çıkıçıkıverirdi ayaklarımızdan... Çok çile çektik.
.....
Balkan Harbi'nde, İstanbul'da Eski Saray'da talimhaneydi. İçinde yangın kulesi filan var. Mahmut Şevket Paşa Harbiye Nazırıydı. Mahmut Şevket Paşa'yı bizim talimhaneye geldiğinde görmüştüm.
Mahmut Şevket Paşa'yı Beyazıt önünde öldürdüler. Topal Tevfik diye biri öldürmüştü. Beyazıt Meydanı'na 24 tane darağacı dikildi bir gece sabaha karşı. Ben de darağaçları diken askerler arasındaydım. O ara marangozhanede çalışıyordum. Topal Tevfik dedikleri adamın asılışını Eski Sarayın bahçesindeki parmaklıkların arasından gördüm. Topal Tevfik, 12. olarak asıldı. Darağacına çıkarılırken "Domuzun başını öldürdüm. Yaşasın millet bin sene" diye bağırdı. Birincide urgan koptuydu. İkincide astılardı. Ölüsü dört saat sallandı durdu meydanda.
...
Sultan Reşat'ı da gördüm. Ak sakallı bir ihtiyardı.
Edirne muhasaradaydı. Babam 100 Osmanlı lirası bedel verdi de ben köye döndüm. Babmın ödediği bedelle teskere alıp köye döndükten 7 ay sonra seferberlik açıldı. Bizi tekrar askere aldılar. Arıburnu'na gittim. İngiliz bir sene sonra yaza karşı asker çıkardı. 18 Mart'ta Arıburnu'ndaydım, top seslerini oradan duydum.
...
Askere gitmeden evlendim. Nine sağ. Esma adı. İki kızım bir oğlum olmuştu. Kızlardan bir öldü. Altı torunum var şimdi. Sağlığım iyi. Bir şikayetim yok.
Maaş filan almıyorum. Madalyam yok.
MUSTAFA AKSOY
Çan - Halilağa Köyü'nden
Ben Mustafa Aksoy. 309'luyum (1893). 88 yaşındayım. Seddülbahir'de bulundum. 9. Fırka, 26. Alay, 3. Tabur'daydım. Fırka kumandanımız Yüzbaşı Ali İhsan Bey'di. Takım zabitlerimizden de Yusuf Efendi, Ayin Efendi vardı. Piyadeydim. Mevziilerdeydik Seddülbahir'de. Beşli mavzer tüfeğim vardı. Osmanlı mavzeri, 4-5 ay durduk mevzilerde. Düşman asker çıkardı, bize doğru geliyor. Düşmanın askeri talim terbiye görmemiş. Sıçrama filan bilmiyorlar. Öyle geliyorlar bize doğru. Bizde makinalı tüfek var. Basıyoruz kurşunu, döşek gibi döşeniyorlar. Bizim arkadaşlar tutuveriyorlar makinalıyı, arayıp duruyor makinalı. Düşen kalıyor, dediler ki, "Arap askeriymiş bunlar. İngiliz bilmeden getirmiş bunları" diye konuşuluyor mevziide. Bilmiyoruz ki, onlarla muharebe yaptık, çarpıştık adam gibi.
......
Önce, düşmanın zırhlıları denizden üzerimize ateş yağdırdılar. Attılar, attılar. Baktılar bizim taraftan karşılık yok, zırhlıları biraz daha sol,kuldular karaya. Tekrar ateş yağdırdılar. Bizden bir kıpırtı yok. Daha da yaklaştı tekrar ateşe başladı. Bu defa bizim topçular da ateşe başladılar. Zırhlıların ateşi bizim topları susturdu. Geldi doğru bizim önümüze Seddülbahir'e asker çıkardı. Zırhlısı, vapuru geldi oraya oturdu. Ben, "Bu gavur geçemez emme hadi hayırlısı" dedim kendi kendime. Mayınlar denizin altında gömülü. Dışarıdan görünmüyor ama dışarda, deniz kıyısında adamları var ellerinde fitilleri. Gavurun zırhlıları geçerken fitili ateşleyecek. Kaç yerde var böyle adamlar. Bekleyip duruyorlar.
....
Gavurun zırhlıları yürüdüler boğaza doğru. Biraz daha ilerleyince bizim topların mesafesine girdiler. Çimenliktekiler, Kirtedeki toplar ateş etmeye başladılar gavura. Çanakkale'deki koca toplar filan. Gavurun zırhlısının üzerine yukarıdan indiriverdiler. Biri de yaralandı. Hoop, devriliverdi gavurun zırhlısı. Biz de istihkamlardan görüyoruz bunları. Depinemedi gavurlar, geçemediler boğazı, geri döndüler, çekildiler geriye.
....
Orada yaralandım Seddülbahir'de. Hücuma kalkmıştık. Yüzbaşı Şerafettin Bey emir verdi. Bir konuşma yaptı önce mevziilerde. Besmele çekti baştan. Sonra "Ananız sizi bu günler için doğurdu. Hadi bakalım! Ben sizin önünüzden, siz benim arkamdan. Sakın geriye çekileyim demeyin, düşmandan korkup da. Öldüreceğiz düşmanı, denize dökeceğiz." dedi.
Yüzbaşımız İstanbullu idi. "Süngü tak. Muharebe fişengiyle doldur, kapat" emrini söyledi. Birer de bomba var her birimizde. "Hadi bakalım oğlum, ateş!" diye bağırdı.
Gavur da askerlerini çıkarıyor deniz kıyısından. İki yere iskele etmiş. Boyuna askerini boşaltıyor... "Şiddetli ateş!" diye bağırdı yüzbaşımız. Mevziilerdeyiz. At bakalım, at bakalım. Gavur bizi görmüyor. Biz gavuru görüyoruz mevziilerimizden. Biz hep ateş ediyoruz. Gavur zığındere tarafından çevirmiş. Yüzbaşı : "Düşman bize ateş yapacak, geri çekilelim. Esir olacağız yoksa" dedi.
Ben o sırada mevzide vuruldum, bacaklarım tutmuyor. Kurşun delmiş iki ayağımı da dizlerimin bir karış altından. Sol kulağımın dibinden de bir kurşun geçti. Kafama bir de parça denk geldi. Şarapnel gibi bir şey. Ufak ama yardı attı. Bir çok arkadaşlar şehit oldular gözlerimin önünde. Yaralananlar oldular. İsimlerini pek hatırlayamıyorum. Aklımda kalmadı ki. Vurulanlardan Kayserili Ahmet Çavuş vardı. Bir de Balıkesirli Nebi Çavuş.
Yaralandık, geri çekiliyoruz. Anaca- babaca günü. Kanlı Dere'nin içine indik. Katırları, atları da derenin içine indirmişler. Onlar da titreşip duruyorlar. Sıhhiye filan yok. Bacaklarım da soğudu kaldı. Yavaş yavaş hayvanların bacaklarının aralarından yukarı doğru Kirte'ye çıktık. Kirte'de kaldım, gidemedim. Takviyeye gelen birliklerden birinin zabiti geldi yanıma, eliyle işaret etti.
- Otur, otur, dedi.
Sıhhiye yok. Bir şey yok. Götürecek insan da yok beni, bayırın başı.
Baktı bana zabit.
- Ne oldu? dedi
- Yaralıyım efendim, dedim.
Atından indi, yanıma geldi çöktü.
Bana düşmanın nerelerde olduğunu sordu. Ben de gördüklerimi, düşmanınnerlerde olduğunu olduğu gibi söyledim.
O zabit geriden kendisine yetişen askerlerine silah çattırdı. İki askere emir verdi :
- Bunu Maydos'a (Eceabat) götüreceksiniz. Hastaneye teslim edeceksiniz. Bir de teslim kağıdı alığ getireceksiniz bana, dedi.
" Oh... Hele Yarabbi şükür" dedim.
Aldı o iki asker beni Maydos'ta hastaneye yatırdılar. Maydos'a hastanede de pek tutmadılar. Karabiga'ya gönderdiler. Karabiga'da da at arabasına bindirdiler. Biga'ya hastaneye yatırdılar. 29 gün Biga'da hastanede yattım. Hastaneden çıktım. Tekrar cepheye gönderdiler beni. Bizim tabur yerinden oynamış. Bulamadık taburu. Taburumuz Arıburnu civarında Semertepe'ye geçmiş. Oralardaymış. Maydos'ta bize silah, cephane verdiler. Haydi bakalım tekrar cepheye, birliğimize Semertepe'ye. 26. Alaya. Ben 26. Alayın 4. Bölüğündeyim. 3. Takım, 3. Mangadayım.
.....
Beni ve benim gibi olan hastaneden gelen arkadaşları muayene ettiler. Askerlik yapamaz dediler. Karadeniz Boğazı'nda, İstanbul'da 6 saat ileride, Ağaçlı denen yerdeki maden ocaklarına gönderdiler. 3 ocak vardı. Orada asker olarak madende çalıştırdılar. Madende kömür çıkarıyorduk. İstanbul'a gidiyordu kömürler. 2,5 sene kaldım madende. 7,5 sene geldim köyüme.
Madalyam yok, 2 senedir maaş alıyorum. Askerden gelince evlendim. Bayramiç'in Dongurlu köyünden. Adı Tayyire idi. 6 sene önce öldü. 1 kız, 2 erkek çocuğum var. Oğlumun yanında kalıyorum burada köyde.
....
Gece talim yapardık. Gündüz düşmana ateş ederdik. Gündüz pek talim yapamazdık. Düşmanın tayyaresi tepemizde gezerdi. Gördüğü zaman ateş yağdırırdı gavur üstümüze.
.....
Büyük kumandanlardan göremedik. Bizim gibiler nerde görecek onlar?
Ben Mustafa Aksoy. 309'luyum (1893). 88 yaşındayım. Seddülbahir'de bulundum. 9. Fırka, 26. Alay, 3. Tabur'daydım. Fırka kumandanımız Yüzbaşı Ali İhsan Bey'di. Takım zabitlerimizden de Yusuf Efendi, Ayin Efendi vardı. Piyadeydim. Mevziilerdeydik Seddülbahir'de. Beşli mavzer tüfeğim vardı. Osmanlı mavzeri, 4-5 ay durduk mevzilerde. Düşman asker çıkardı, bize doğru geliyor. Düşmanın askeri talim terbiye görmemiş. Sıçrama filan bilmiyorlar. Öyle geliyorlar bize doğru. Bizde makinalı tüfek var. Basıyoruz kurşunu, döşek gibi döşeniyorlar. Bizim arkadaşlar tutuveriyorlar makinalıyı, arayıp duruyor makinalı. Düşen kalıyor, dediler ki, "Arap askeriymiş bunlar. İngiliz bilmeden getirmiş bunları" diye konuşuluyor mevziide. Bilmiyoruz ki, onlarla muharebe yaptık, çarpıştık adam gibi.
......
Önce, düşmanın zırhlıları denizden üzerimize ateş yağdırdılar. Attılar, attılar. Baktılar bizim taraftan karşılık yok, zırhlıları biraz daha sol,kuldular karaya. Tekrar ateş yağdırdılar. Bizden bir kıpırtı yok. Daha da yaklaştı tekrar ateşe başladı. Bu defa bizim topçular da ateşe başladılar. Zırhlıların ateşi bizim topları susturdu. Geldi doğru bizim önümüze Seddülbahir'e asker çıkardı. Zırhlısı, vapuru geldi oraya oturdu. Ben, "Bu gavur geçemez emme hadi hayırlısı" dedim kendi kendime. Mayınlar denizin altında gömülü. Dışarıdan görünmüyor ama dışarda, deniz kıyısında adamları var ellerinde fitilleri. Gavurun zırhlıları geçerken fitili ateşleyecek. Kaç yerde var böyle adamlar. Bekleyip duruyorlar.
....
Gavurun zırhlıları yürüdüler boğaza doğru. Biraz daha ilerleyince bizim topların mesafesine girdiler. Çimenliktekiler, Kirtedeki toplar ateş etmeye başladılar gavura. Çanakkale'deki koca toplar filan. Gavurun zırhlısının üzerine yukarıdan indiriverdiler. Biri de yaralandı. Hoop, devriliverdi gavurun zırhlısı. Biz de istihkamlardan görüyoruz bunları. Depinemedi gavurlar, geçemediler boğazı, geri döndüler, çekildiler geriye.
....
Orada yaralandım Seddülbahir'de. Hücuma kalkmıştık. Yüzbaşı Şerafettin Bey emir verdi. Bir konuşma yaptı önce mevziilerde. Besmele çekti baştan. Sonra "Ananız sizi bu günler için doğurdu. Hadi bakalım! Ben sizin önünüzden, siz benim arkamdan. Sakın geriye çekileyim demeyin, düşmandan korkup da. Öldüreceğiz düşmanı, denize dökeceğiz." dedi.
Yüzbaşımız İstanbullu idi. "Süngü tak. Muharebe fişengiyle doldur, kapat" emrini söyledi. Birer de bomba var her birimizde. "Hadi bakalım oğlum, ateş!" diye bağırdı.
Gavur da askerlerini çıkarıyor deniz kıyısından. İki yere iskele etmiş. Boyuna askerini boşaltıyor... "Şiddetli ateş!" diye bağırdı yüzbaşımız. Mevziilerdeyiz. At bakalım, at bakalım. Gavur bizi görmüyor. Biz gavuru görüyoruz mevziilerimizden. Biz hep ateş ediyoruz. Gavur zığındere tarafından çevirmiş. Yüzbaşı : "Düşman bize ateş yapacak, geri çekilelim. Esir olacağız yoksa" dedi.
Ben o sırada mevzide vuruldum, bacaklarım tutmuyor. Kurşun delmiş iki ayağımı da dizlerimin bir karış altından. Sol kulağımın dibinden de bir kurşun geçti. Kafama bir de parça denk geldi. Şarapnel gibi bir şey. Ufak ama yardı attı. Bir çok arkadaşlar şehit oldular gözlerimin önünde. Yaralananlar oldular. İsimlerini pek hatırlayamıyorum. Aklımda kalmadı ki. Vurulanlardan Kayserili Ahmet Çavuş vardı. Bir de Balıkesirli Nebi Çavuş.
Yaralandık, geri çekiliyoruz. Anaca- babaca günü. Kanlı Dere'nin içine indik. Katırları, atları da derenin içine indirmişler. Onlar da titreşip duruyorlar. Sıhhiye filan yok. Bacaklarım da soğudu kaldı. Yavaş yavaş hayvanların bacaklarının aralarından yukarı doğru Kirte'ye çıktık. Kirte'de kaldım, gidemedim. Takviyeye gelen birliklerden birinin zabiti geldi yanıma, eliyle işaret etti.
- Otur, otur, dedi.
Sıhhiye yok. Bir şey yok. Götürecek insan da yok beni, bayırın başı.
Baktı bana zabit.
- Ne oldu? dedi
- Yaralıyım efendim, dedim.
Atından indi, yanıma geldi çöktü.
Bana düşmanın nerelerde olduğunu sordu. Ben de gördüklerimi, düşmanınnerlerde olduğunu olduğu gibi söyledim.
O zabit geriden kendisine yetişen askerlerine silah çattırdı. İki askere emir verdi :
- Bunu Maydos'a (Eceabat) götüreceksiniz. Hastaneye teslim edeceksiniz. Bir de teslim kağıdı alığ getireceksiniz bana, dedi.
" Oh... Hele Yarabbi şükür" dedim.
Aldı o iki asker beni Maydos'ta hastaneye yatırdılar. Maydos'a hastanede de pek tutmadılar. Karabiga'ya gönderdiler. Karabiga'da da at arabasına bindirdiler. Biga'ya hastaneye yatırdılar. 29 gün Biga'da hastanede yattım. Hastaneden çıktım. Tekrar cepheye gönderdiler beni. Bizim tabur yerinden oynamış. Bulamadık taburu. Taburumuz Arıburnu civarında Semertepe'ye geçmiş. Oralardaymış. Maydos'ta bize silah, cephane verdiler. Haydi bakalım tekrar cepheye, birliğimize Semertepe'ye. 26. Alaya. Ben 26. Alayın 4. Bölüğündeyim. 3. Takım, 3. Mangadayım.
.....
Beni ve benim gibi olan hastaneden gelen arkadaşları muayene ettiler. Askerlik yapamaz dediler. Karadeniz Boğazı'nda, İstanbul'da 6 saat ileride, Ağaçlı denen yerdeki maden ocaklarına gönderdiler. 3 ocak vardı. Orada asker olarak madende çalıştırdılar. Madende kömür çıkarıyorduk. İstanbul'a gidiyordu kömürler. 2,5 sene kaldım madende. 7,5 sene geldim köyüme.
Madalyam yok, 2 senedir maaş alıyorum. Askerden gelince evlendim. Bayramiç'in Dongurlu köyünden. Adı Tayyire idi. 6 sene önce öldü. 1 kız, 2 erkek çocuğum var. Oğlumun yanında kalıyorum burada köyde.
....
Gece talim yapardık. Gündüz düşmana ateş ederdik. Gündüz pek talim yapamazdık. Düşmanın tayyaresi tepemizde gezerdi. Gördüğü zaman ateş yağdırırdı gavur üstümüze.
.....
Büyük kumandanlardan göremedik. Bizim gibiler nerde görecek onlar?
MEHMET ORAL
Yenice - Akçakoyun
Köyü'nden
Ben Hatipoğullarından
Hüseyin Oğlu Mehmet, Mehmet Oral. 1309 (1893) doğumluyum. 88 yaşına girdim.
Arabistan'da Basra'da Aşer Kışlasındaydım. 9. Fırkadaydım. Piyadeydim. Talim yapardık. 8 ay kaldım Basra'da. Harp görmedim Arabistan'da. Babam bedel verdi. Köyüme geldim. Geldiğimin 12. günü Çanakkale'de Savaş başladı. Ben de Çanakkale'ye katıldım. 18 Mart günü Çimenlik kalesindeydim. |
Düşman donanması boğazı zorladı.
Toplar atılıyordu. Düşman gemileri Çimenlik Kalesini bombardıman ettiler. Bizim
toplar da düşman zırhlılarına ateş ediyorlardı. Düşmanın iki zırhlısı
batınca boğazdan geri çekildiler. Bu sefer harp karaya çevrildi. Düşman karadan
hücum etti. Ben Çanakkale'de 9. Fırka'da Sıhhıye Bölüğü'ne düştüm.
Anafartalar'da Sargı mahallinde idim. Biz ilk tedavi yapıp Büyük Sargı mahalli'ne gönderirdik bize gelen yaralıları.
3-5 yerinden yara alanları, kolu, bacağı kopan, yarısı yok olmuş insanları gördüm. Çok yaralılar gördüm. Bizim başımızda Başkatip Galip Bey vardı. Rütbesi Kaymakamdı.
Ağabeyim, 26. Alayda piyade idi. Ayağında dum dum kurşunu patlamış. Ayağını bozmuş. Onu gece Kavaklıdere'den Silah deposundan getirdim. Başkatip Galip Bey'in arabasıyla getirdim. Ayağı çok kötüydü. Fena yaralanmış. Sargı mahalline getirdim. Hıristiyan doktor vardı.
-Vapur kalkıyor. Şu kağıdı imza ediverin, dedim.
-Atıver şuraya, dedi.
-Köpek ileşi mi, atıyoruz Bey dedim. Bu yaralı, vapura yetiştireceğiz.
Kardeşimi vapurla karşıya, Demetoka Hastanesine gönderdik. Oradan hava değişimi alıp köye gitmiş. Bir daha da gelemedi cepheye.
Çanakkale Cephesi'nde 3,5 sene kaldım. Çok süngü hücumları oldu. Hatta bir kere öyle gördüm ki, unutamıyorum. Bir İngiliz askeriyle bizim askerlerden biri, süngülerini birbirlerine saplamışlar, yan yana yere düşmüşler. Birbirlerini de şah damarlarını ısırmışlar. Yerde öylecene can vermişler. Yatıyorlardı.
Çanakkale'de bizim 9. Fırkanın Kumandanı Alaman Sabri Bey'di. Alay Kumandamız Kadri Bey'di. Başkatibimiz Kaymakam Galip Bey'di. Yüzbaşımız Halil Efendiydi. Atatürk bizim fırkaya geldi. 12'şerden 24 topa, iki bataryaya kumandan oldu. Düşman o sıralarda deniz kenarında idi. Atatürk'ü cephede çok gördüm. Bizim Fırkadaydı zaten. Çadırı bizim sargı mahalline yakındı. Bizim Fırka Kumandanı ile konuşurlarken duydum.
Atatürk'le, Fırka Kumandanı arasında şöyle bir konuşmayı duymuştum.
Atatürk:
-Biz mi onlardan toprak istiyoruz ? Yoksa, onlar mı bizden ?
Fırka Kumandanı:
-Onlar bizden toprak istiyorlar.
Atatürk:
-Öyleyse neden biz hücum edip de kırdırıyoruz askeri. Onlar bize hücum etsinler. Biz onları kıralım. Biz kırılmayalım.
Fırka Kumandanı:
-Enver paşa gelecek. Ona söyleyelim.
Sonra Enver Paşa geldiğinde Atatürk bunu ona da söylemiş. Hücumu kestirdilerdi. Bir daha da Enver Paşa gelmedi cepheye.
.....
Bizle beraber Alman subayları da vardı. Hatta Hintler diye bir Alman vardı. Mesela, bir makineli tüfek bozuldu mu tamir için giderken açıktan giderdi. Yapamazsa yerinde, alır makineli tüfeği Anafartalar'daki yapımhaneye götürürdü. "Böyle açıktan gitme, öleceksin," derlermiş. O da "Ölüm bizim için" dermiş. Sonra duyduk. Hintler dediğimiz Alman kendisini denize atmış. Neden? Bilmem...
.....
Atatürk, İngiliz topları ateşi kesmeden, bizim toplara ateşi kestirmezdi.
.....
Çanakkale bitince, 9. Fırka olarak Rus cephesine gittik. Bayburt'ta bulunduk. Alaman Sabri Bey, Fırka Kumandanımız Bayburt'ta şehit düştü. Bizi Rus bozdu. Geri çekildik. Kanlı Taş denilen yerde. Ben orada sıhhıye onbaşısı idim. Baybur'ta geri çekilirken Alaman Sabri Bey makinalı tüfeklerle arkamızdan gelen Rusları 3-4 saat oyaladı. Orada kendisi de şehit düştü.
Bizi 9. Alay yaptılar. Yay olarak Ardahan kars, Sarıkamış'a kadar götürdüler. Sonra geriye Kars'a döndük. Ben orada Kars Menzil Hastanesinde bilemem kaç ay bulundum. Mütareke olup da, silahlar bırakılınca da köye geldim.
.....
Kuvayi Milliye'de Karaağaç Cephesinde Edremit Kaymakamı Hamdi Bey'in yanında bulundum. Bizi buralardan çete olarak Hamdi Bey toparladı. Hamdi Bey'in yanından Yüzbaşı Ali Bey bizi birkaç kişi Yabancılar Cephesine aldı. Manisa Karaağacı'nın beri tarafında, üzerimizde de 5-10 mermi kalmıştı. Yunanlılar biz orada bozdu. Yabancılarda piyade onbaşısı idim. Yanımda Hamdi Bey'den Mustafa Çavuş, Arap Mustafa, Süleyman, Aras Mustafa, Halil Çavuş vardı. Karabey'den Latif Çavuş, Kazım'ın Hasan vardı. Hamdi Bey'den Mülazimin Hasan vardı. Biz mevzide filan değildik. Bir zeytinlik içindeyiz. Gavur geliyor. Cephanemiz bitti. Bozulduk.
Dereköy'de Rezil Değirmeni denilen yerde yeniden bir cephe tutmak istedik. Tutamadık. Cephanemiz yoktu. Dağıldık.Biz orada 3 ay filan kalabildik.
Sonra Hamdi Bey Akbaş Cephaneliğini basıp silah ve cephaneyi bu taraf, Anadolu'ya geçirdi. Fakat İnova'da Anzavurcular tarafından şehit edildi.
Bizim köyü Yunanlılar işgal ettiler. Kalkım'da Yunan karakolu vardı. Bizi topladılar. Önce Edremit'e götürdüler. Edremit'ten 12 kişi İzmir'e götürdüler. Ben de varım. İzmir'de hapse attılar. Bu sırada Yunanlılar Afyon Cephesinde bozulunca vapurla İzmir'den Pire'ye, Korfu Adası'na götürdüler.
İzmir'den bindiğimiz vapurda Tevfik Kaptan diye biri vardı.
Tevfik Kaptan "Bu vapuru kaçıralım. Kurtulalım." diye konuşurdu. Ali Kumpas adında birisi vardı Aydın'lı. Gitmiş söylemiş Yunanlılara. Çok dövdüler bizi. Çay istemiştim. Getirip sıcak çayı suratıma serpiverdi gavur. İzmir'de bir de Yunan mahkemesine çıkardılar beni. "Sen çetesin, kaç tane hristiyan öldürdün?" diye sordular.
Korfu Adası'nda pek kötülük, hakaret etmediler. Bir parça ekmek verirlerdi. Başka bir şey vermezlerdi. Ben Korfu'da hapis yattım. Yerim sıcaktı. Üstümdeki odada mahkeme yapıyorlardı.
Sonra bizi korfu'dan çıkarıp Atina'nın sağ tarafında tel örgülerin içine koydular. Bu tel örgülerde 8-9 ay kaldık.
Atina'da esir bulunduğumuz tel örgülere Ankara'dan bir elçi geldi. Ak elbiseli, hasır şapkalı birisi. Tel kumandanıyla konuştular. Aramızda bir de kaymakam vardı. Çıktı o gelen elçiyle el sıkıştı. Bizi o gece Pire Limanına sevkettiler. Yalnız o kaymakamı o gece bir kör kuyuya atmış Yunanlılar. Sabahleyin ölüsünü buldular.
Vapura bindik. İzmir'e geldik. Ben hasta oldum. İzmir Hastanesinde 12 gün yattım. Hastaneden çıktıktan sonra Edremit üzerinden köyümüze geldim.
.....
Hafif bir misket yarası aldım Anafartalarda.
.....
Düğün yaptığımda gavurlar buralardaydı. Şimdi 5 çocuğum var. Çocuğum bakıyor. Hiçbir yerden maaş almıyorum. Nefes darlığı var. Gözümün biri görmüyor. Kulaklarım ağır duyuyor. Hali vakti yerinde olanlara bile verdiler maaş da, bizim gibilere vermiyorlar. Bir maaş çıkarsalar ban da elim genişleyecek. Burada oğlumun yanında kalıyorum. O veriyor arada birkaç kuruş...Harcanıyorum...
Anafartalar'da Sargı mahallinde idim. Biz ilk tedavi yapıp Büyük Sargı mahalli'ne gönderirdik bize gelen yaralıları.
3-5 yerinden yara alanları, kolu, bacağı kopan, yarısı yok olmuş insanları gördüm. Çok yaralılar gördüm. Bizim başımızda Başkatip Galip Bey vardı. Rütbesi Kaymakamdı.
Ağabeyim, 26. Alayda piyade idi. Ayağında dum dum kurşunu patlamış. Ayağını bozmuş. Onu gece Kavaklıdere'den Silah deposundan getirdim. Başkatip Galip Bey'in arabasıyla getirdim. Ayağı çok kötüydü. Fena yaralanmış. Sargı mahalline getirdim. Hıristiyan doktor vardı.
-Vapur kalkıyor. Şu kağıdı imza ediverin, dedim.
-Atıver şuraya, dedi.
-Köpek ileşi mi, atıyoruz Bey dedim. Bu yaralı, vapura yetiştireceğiz.
Kardeşimi vapurla karşıya, Demetoka Hastanesine gönderdik. Oradan hava değişimi alıp köye gitmiş. Bir daha da gelemedi cepheye.
Çanakkale Cephesi'nde 3,5 sene kaldım. Çok süngü hücumları oldu. Hatta bir kere öyle gördüm ki, unutamıyorum. Bir İngiliz askeriyle bizim askerlerden biri, süngülerini birbirlerine saplamışlar, yan yana yere düşmüşler. Birbirlerini de şah damarlarını ısırmışlar. Yerde öylecene can vermişler. Yatıyorlardı.
Çanakkale'de bizim 9. Fırkanın Kumandanı Alaman Sabri Bey'di. Alay Kumandamız Kadri Bey'di. Başkatibimiz Kaymakam Galip Bey'di. Yüzbaşımız Halil Efendiydi. Atatürk bizim fırkaya geldi. 12'şerden 24 topa, iki bataryaya kumandan oldu. Düşman o sıralarda deniz kenarında idi. Atatürk'ü cephede çok gördüm. Bizim Fırkadaydı zaten. Çadırı bizim sargı mahalline yakındı. Bizim Fırka Kumandanı ile konuşurlarken duydum.
Atatürk'le, Fırka Kumandanı arasında şöyle bir konuşmayı duymuştum.
Atatürk:
-Biz mi onlardan toprak istiyoruz ? Yoksa, onlar mı bizden ?
Fırka Kumandanı:
-Onlar bizden toprak istiyorlar.
Atatürk:
-Öyleyse neden biz hücum edip de kırdırıyoruz askeri. Onlar bize hücum etsinler. Biz onları kıralım. Biz kırılmayalım.
Fırka Kumandanı:
-Enver paşa gelecek. Ona söyleyelim.
Sonra Enver Paşa geldiğinde Atatürk bunu ona da söylemiş. Hücumu kestirdilerdi. Bir daha da Enver Paşa gelmedi cepheye.
.....
Bizle beraber Alman subayları da vardı. Hatta Hintler diye bir Alman vardı. Mesela, bir makineli tüfek bozuldu mu tamir için giderken açıktan giderdi. Yapamazsa yerinde, alır makineli tüfeği Anafartalar'daki yapımhaneye götürürdü. "Böyle açıktan gitme, öleceksin," derlermiş. O da "Ölüm bizim için" dermiş. Sonra duyduk. Hintler dediğimiz Alman kendisini denize atmış. Neden? Bilmem...
.....
Atatürk, İngiliz topları ateşi kesmeden, bizim toplara ateşi kestirmezdi.
.....
Çanakkale bitince, 9. Fırka olarak Rus cephesine gittik. Bayburt'ta bulunduk. Alaman Sabri Bey, Fırka Kumandanımız Bayburt'ta şehit düştü. Bizi Rus bozdu. Geri çekildik. Kanlı Taş denilen yerde. Ben orada sıhhıye onbaşısı idim. Baybur'ta geri çekilirken Alaman Sabri Bey makinalı tüfeklerle arkamızdan gelen Rusları 3-4 saat oyaladı. Orada kendisi de şehit düştü.
Bizi 9. Alay yaptılar. Yay olarak Ardahan kars, Sarıkamış'a kadar götürdüler. Sonra geriye Kars'a döndük. Ben orada Kars Menzil Hastanesinde bilemem kaç ay bulundum. Mütareke olup da, silahlar bırakılınca da köye geldim.
.....
Kuvayi Milliye'de Karaağaç Cephesinde Edremit Kaymakamı Hamdi Bey'in yanında bulundum. Bizi buralardan çete olarak Hamdi Bey toparladı. Hamdi Bey'in yanından Yüzbaşı Ali Bey bizi birkaç kişi Yabancılar Cephesine aldı. Manisa Karaağacı'nın beri tarafında, üzerimizde de 5-10 mermi kalmıştı. Yunanlılar biz orada bozdu. Yabancılarda piyade onbaşısı idim. Yanımda Hamdi Bey'den Mustafa Çavuş, Arap Mustafa, Süleyman, Aras Mustafa, Halil Çavuş vardı. Karabey'den Latif Çavuş, Kazım'ın Hasan vardı. Hamdi Bey'den Mülazimin Hasan vardı. Biz mevzide filan değildik. Bir zeytinlik içindeyiz. Gavur geliyor. Cephanemiz bitti. Bozulduk.
Dereköy'de Rezil Değirmeni denilen yerde yeniden bir cephe tutmak istedik. Tutamadık. Cephanemiz yoktu. Dağıldık.Biz orada 3 ay filan kalabildik.
Sonra Hamdi Bey Akbaş Cephaneliğini basıp silah ve cephaneyi bu taraf, Anadolu'ya geçirdi. Fakat İnova'da Anzavurcular tarafından şehit edildi.
Bizim köyü Yunanlılar işgal ettiler. Kalkım'da Yunan karakolu vardı. Bizi topladılar. Önce Edremit'e götürdüler. Edremit'ten 12 kişi İzmir'e götürdüler. Ben de varım. İzmir'de hapse attılar. Bu sırada Yunanlılar Afyon Cephesinde bozulunca vapurla İzmir'den Pire'ye, Korfu Adası'na götürdüler.
İzmir'den bindiğimiz vapurda Tevfik Kaptan diye biri vardı.
Tevfik Kaptan "Bu vapuru kaçıralım. Kurtulalım." diye konuşurdu. Ali Kumpas adında birisi vardı Aydın'lı. Gitmiş söylemiş Yunanlılara. Çok dövdüler bizi. Çay istemiştim. Getirip sıcak çayı suratıma serpiverdi gavur. İzmir'de bir de Yunan mahkemesine çıkardılar beni. "Sen çetesin, kaç tane hristiyan öldürdün?" diye sordular.
Korfu Adası'nda pek kötülük, hakaret etmediler. Bir parça ekmek verirlerdi. Başka bir şey vermezlerdi. Ben Korfu'da hapis yattım. Yerim sıcaktı. Üstümdeki odada mahkeme yapıyorlardı.
Sonra bizi korfu'dan çıkarıp Atina'nın sağ tarafında tel örgülerin içine koydular. Bu tel örgülerde 8-9 ay kaldık.
Atina'da esir bulunduğumuz tel örgülere Ankara'dan bir elçi geldi. Ak elbiseli, hasır şapkalı birisi. Tel kumandanıyla konuştular. Aramızda bir de kaymakam vardı. Çıktı o gelen elçiyle el sıkıştı. Bizi o gece Pire Limanına sevkettiler. Yalnız o kaymakamı o gece bir kör kuyuya atmış Yunanlılar. Sabahleyin ölüsünü buldular.
Vapura bindik. İzmir'e geldik. Ben hasta oldum. İzmir Hastanesinde 12 gün yattım. Hastaneden çıktıktan sonra Edremit üzerinden köyümüze geldim.
.....
Hafif bir misket yarası aldım Anafartalarda.
.....
Düğün yaptığımda gavurlar buralardaydı. Şimdi 5 çocuğum var. Çocuğum bakıyor. Hiçbir yerden maaş almıyorum. Nefes darlığı var. Gözümün biri görmüyor. Kulaklarım ağır duyuyor. Hali vakti yerinde olanlara bile verdiler maaş da, bizim gibilere vermiyorlar. Bir maaş çıkarsalar ban da elim genişleyecek. Burada oğlumun yanında kalıyorum. O veriyor arada birkaç kuruş...Harcanıyorum...
MEHMET ÖZTÜRK
Biga - Gürçeşme
Köyü'nden
10 senede geldim askerden. İlkin Çanakkale'de
girdim savaşa. Topçuydum. Sonra Çanakkale'yi geçemeyince kafir Arabistan'a
kıvrıldı. Bağdat yanlarına gittim. İngilizle boğuştuk o tarafta da. Sonra
Fransızlarla Adana yanında çarpıştık. En sonra da Haymana taraflarına gelip
Yunan'ın peşine düştük.. 1310 (1894) doğumluyum. 87 yaşına bastım. Çanakkale'de topçu ayırdılar beni. 5.bölüğe düştüm.Üç gün sonra geçirdiler bizi karşı yakaya. Arıburnu tarafına, Zığındere'de üç ay topların başındaydım. Üç ay ateş ettik düşmana. Ne boğazdan geçebildi, ne karadan. Geri gitti. |
Biz topları Akbaş İskelesine indirdik. Bir
vapura yüklendik. İstanbul'a geldik. Toplar tamir oldular. Tekrar bir vapurla İzmir'e
gittik. İzmir'den trene topları, mandaları yükledik. Konya Ulukışla'da indirdik
trenden. Koştuk mandaları toplara. Tarsus'a geldik. Tekrar trene yüklediler bizi... 4
topumuz var.15'lik ağır obüs. Neyse uzatmayalım. Bağdat yakınlarına sokulduk. Daha
da ileri gittik. İran topraklarına filan girdik galiba...Kut'ül Amara denilen yerlere
vardık.
İngiliz'e karşı veriyoruz ateşi. O da bize atıyor mermiyi. Bir mermi geldi...İngilizlerden toplardan ikisi işe yaramaz hale geldi...8 arkadaş da şehit oldu yanımızda. Ben ve Ali Çavuş kaldık topların başında.
Bozulduk. Geri çekiliyoruz. İngiliz de arkamızdan geliyor. Başka topların tekerleklerinden buluyoruz takıyoruz bizim toplara öyle çekiyoruz geriye. Bağdat'a geldik. Bağdat2ın yanında bir yer var, Samara dedikleri.
Samara'da toplandık. O gece Bağdat yandı. Cephanelikleri ateşe vermiş İngilizler. Sonra Musul'a geldik. Musul'da toplar tamir edildiler. Hadi bakalım Kürt harbine. 7 ay durduk Kürtlerin karşısında. Kürtler Musul'a doğru kaçtılar. Musul'a geldik. Musul'da terk-i silah oldu. Silahları bıraktık. Toplayıverdi İngiliz bizi önüne.- .. Nusaybin'e kadar getirdi.
Nusaybin'de Ali İhsan Paşa'yı İngilizler esir aldılar. 5. Ordu Kumandanıydı. Nusaybin'de trenin üzerine çıktı. Bir nutuk verdi Ali İhsan Paşa. Alay Kumandanımız vardı. Kenan Bey , albaydı. Ali İhsan Paşa dedi ki:
-"Kenan Bey, bu asker sana teslim. Diyarbakır, Urfa, Mardin, Elazığ bu arada bu askeri salmayacaksın. Beni İngilizler sınır çizmek için götürüyorlar. Ben gene geleceğim. Biz koştuk mandaları toplara Diyarbakır'a gittik. 1,5 sene durduk Diyarbakır'da. Yunan da o sıralarda çıktı İzmir'e. Fransızlar Adana'ya çıkmışlar. Biz adana tren yolunu Fransızlarla sınır yaptık. 1,5 sene ateş yaptık Fransız'a oralarda.
Fransız cephesinden hep gece gitmek üzere bir ayda Ankara'ya geldik.
Topları getiriyoruz Ankara'ya. Gündüzleri gidemiyoruz. Yunan'ın tayyaresi görmesin diye gece gidiyoruz. O zaman yol filan yok. Ali İhsan Paşa'nın fırkasından 350 kişiyiz. Ankara'ya 1 saat kalmış artık. Yakınlaşmışız. Deliktaş dedikleri bir köye varmışız.
Yüzbaşımız Hasan Tahsin Bey, Bursalı Rıfat Efendi vardı. Rıfat Efendi Mülazım-ı Evvel'di.O köyden bir süvari yolladık Ankara'ya. Köyde kadınlar bize börekler, çörekler getirip karınlarımızı doyurdular. Kadının biri geldi bizim yüzbaşıya;ben de yüzbaşının yanındaydım.
-Efendi, bu bizim halimiz ne olacak ? diye sordu.
Yüzbaşı da
-Ne olacak kadın? dedi.
Kadın başladı konuşmaya:
-Bizim adamlarımızı aldılar, gittiler. Düşman da hep bu tarafa geliyor. Öte gitmiyor.
Haymana'nın üstünden de düşmanın top sesleri geliyor. "Güüürrr, Güüürrr" diye"
Yüzbaşı, kadına bizi gösterip dedi ki :
-Bugün dinleyin yarın ötemez Yunan'ın topları
Kadın sordu Yüzbaşı'ya:
-Neden?
Yüzbaşı bizi gösterdi eliyle kadına:
-Bu askeri görüyor musun? Çanakkale harbindendir bunlar...8 senelik hepsi. Arabistanı kıvrandı bu asker.katiyen gelemez Yunan.
Ankara'ya gönderdiğimiz süvari geldi. Çıktık yola. Mandalarla gidiyoruz. Sabahleyingirdik Ankara'ya. Marşlar söyleyerek istasyona varıyoruz.
"Ankara'nın taşına bak
Gözlerimin yaşına bak
Ankara'nın dardır yolu
Yunan almış sağı-solu
Gelsin Kemal Paşa Kolu"
Korku nedir? İçimizde bilinmez
Kanlı yazı alnımızda silinmez
Biz var iken, Ankara'ya girilmez."
Böyle marşlar söylüyoruz. İstasyonda bulunanlarda bizi alkışlıyorlar.
Atatürk orada başımızdaki Kenan Bey'e dedi ki:
-Asker saat 10'a kadar serbest. Saat 10'da tren gelecek.Sıçancık İstasyonunda inecekler. Haymana'nın Çulluk Köyüne toplar kurulacak. Sabahleyin ateşe başlayacaklar.
O sırada birçok kadın geldiler. Kimileri yaralı, kimisinin memeleri kesildi. Savaştepeli arkadaş var yanımda benim.
Kara Fatma dedikleri bir kadınmış o gene.
Çıktı biri trenin üstüne konuşuyor.
Biz onu yüzbaşı filan sanmıştık. Yaralı kadınları eliyle göstererek:
"Şu kadınların haline bakın. Çanakkale'nin Biga denilen yerinden beri bu Yunan böyle yapıyor. Bu kadınların kimisi anneniz. Kimisi bacınız yerine. Bunları gördünüz ona göre, cepheden geri dönecek olanı, paşa da olsa vuracaksınız," dedi.
O gece biz Çulluk Köyüne gidip topları kurduk. Sabahleyin başlayıverdik ateşe. Anam!anam!anam! Üçüncü gün saat 8 sıralarında Yunan kaçmaya başladı. Sakarya nehrinden sığamıyor geçmek için. Bütün koşulu beygirlerini köprü yapıyor geçmek için nehirden. Biz de Polatlı İstasyonunun oradan geçtik. Yunan geçtikten sonra birinci köyü yaktı. "Yanık Köy" koyduk adını o köyün biz de. Yakıp kaçıyor Yunan. Biz hem gidiyoruz arkasından, hem ateş ediyoruz toplarımızla. Ağır obüs bizim toplar. Adi ateş yapıyoruz, 45 okka mermileri var.
Afyon'a gelince dayandı gavur. Kuvvetimiz yetmedi. Bir sene durduk Afyon köylerinde. Karadilli, Arızkaya, Göçenli, Kılıçkaya, Akşehir taraflarında bir sene durduk.
Sene geçti. Bir sabah hücuma başlayacağız. Topları doldurduk....Afyon Kalesi'nde Yunan'ın topu var.
Biz Ali İhsan paşa cephesindeyiz. Dumlupınar Cephesinde. Biz Topçuyduk dedim ya! Atatürk hiç sakınmazdı bizden. Yanımıza gelirdi. O sabah gene bizim yanımızdaydı. Öteki büyük paşalar da vardı. Çakmak, Karabekir, İnönü.
Fevzi Çakmak Atatürk'e dedi ki:
-Mustafa, ben sabah namazını kılsam,
Atatürk de:
-Hay hay Paşam kılın. Birazdan başlayacağız ateşe, bir daha kılamazsın.
Fevzi Çakmak ayrıldı namaz kılmaya gitti. Bizim 2 ağır obüs topumuz var . Yanımızda başka bölükte de 2 tane 7,5'luk top vardı. Sonra o 7,5'luklar İnönü tarafına gittiler.
Toplar hazır mı? Hazır dedik. Gün ışıyordu. Başlayıverdik ateşe. Bir atış, ardından bir daha... Yunan'ın Afyon Kalesindeki topu sustu. Öyle haber geldi. Başımızda Yüzbaşı Kemal Bey vardı. Sonra o Menemen bağlarında şehit oldu.
Dürbün elinde söylerdi mesafeyi...Sektirmezdi.
Yunan'ın Afyon Kalesi'ndeki topunu benim topun ikinci mermisi susturdu.
Kumandanlarda yanımızdaydı. Atatürk, Yüzbaşı Kemal Bey'e dönüp dedi ki:
-Bravo be. Madalya yaz çavuşa!
İlk madalyayı ben aldım. Atatürk verdirdi benim madalyamı.
14 günde İzmir'e indik. İzmir'de vapurların üzerleri tütün dizileri gibi Yunanlı doluydu. Denizin üzeride şapka...Vapur mu yeter onca Yunan'a....Defoldular...Gittiler. Sonra biz Manisa,Bursa,Bandırma'dan geçtik. İzmit'e dayandık. Ben İzmit'ten teskeremi aldım.
5. Fırka, 8. Alay,2.Tabur, 5. Bölükteydim. Atatürk, Grup Kumandanıydı Arıburnu'nda. Bizim topların da yanına gelirdi. Orada Tahsin Bey vardı. Yüzbaşımızdı. Atatürk ona derdi ki:
-Maşallah, maşallah Tahsin Bey, bunlar öğrenmişler.
Afyon Kalesine attığımız zaman Yüzbaşı Kemal Bey şöyle emir vermişti. Ben de nişancıydım, topun başında.
"Mesafe 4600, 5. Barut hakkı, dane, doğru."
Emir buydu. İkinci mermide kaledeki topu sustu Yunan'ın.
Sonra bize döner:
,-Mermiyi şöyle yapın, kolunuzu dayayın da öyle koyun. Korkmayın, bir kere korku getirirseniz yüreğinize, hep korkarsınız. Korkmayın, diye konuşurdu.
Çanakkale Harbinde Zığındere'de Üç ay ateş yaptık...Düşman zırhlıları vardı dış denizde...Denizin üstü kasaba gibiydi...Gemi doluydu.
Arabistan'dan mandalarla çekip gelirdik toplarımızı. Haymana'ya geldik. Maraş'ta da kaldık biz, Fransızlar'a karşı. O yüzden Maraş fırkası da derlerdi bizim fırkaya.
Seferberlikte 80 kişi kadar gitti bizim köyden. Ben Arabistan'a gittiğim için geç geldim köye. Çanakkale'de kırıldı bizim bu köyden gidenlerin çoğu birkaç kişi gelmişler...Onlar da ya kolu yok...Ya bacağı...
Üç aylık evliydim askere giderken 10 sene sonra geldim köye. Beş kız, bir erkek çocuğum oldu. Sonra oğlumu öldürdüler. Madalya maaşı. Yaralanmadım. Nine öleli çok oldu. Gözlerimin birisi hiç görmüyor. Birisini ameliyat ettirip açtırdım. O biraz görüyor. Öteki hiç görmüyor. Çanakkale'ye 18 Mart'a çağırıyorlar...Gidemiyorum ki...Gözler görmüyor...Nasıl gideyim...
İngiliz'e karşı veriyoruz ateşi. O da bize atıyor mermiyi. Bir mermi geldi...İngilizlerden toplardan ikisi işe yaramaz hale geldi...8 arkadaş da şehit oldu yanımızda. Ben ve Ali Çavuş kaldık topların başında.
Bozulduk. Geri çekiliyoruz. İngiliz de arkamızdan geliyor. Başka topların tekerleklerinden buluyoruz takıyoruz bizim toplara öyle çekiyoruz geriye. Bağdat'a geldik. Bağdat2ın yanında bir yer var, Samara dedikleri.
Samara'da toplandık. O gece Bağdat yandı. Cephanelikleri ateşe vermiş İngilizler. Sonra Musul'a geldik. Musul'da toplar tamir edildiler. Hadi bakalım Kürt harbine. 7 ay durduk Kürtlerin karşısında. Kürtler Musul'a doğru kaçtılar. Musul'a geldik. Musul'da terk-i silah oldu. Silahları bıraktık. Toplayıverdi İngiliz bizi önüne.- .. Nusaybin'e kadar getirdi.
Nusaybin'de Ali İhsan Paşa'yı İngilizler esir aldılar. 5. Ordu Kumandanıydı. Nusaybin'de trenin üzerine çıktı. Bir nutuk verdi Ali İhsan Paşa. Alay Kumandanımız vardı. Kenan Bey , albaydı. Ali İhsan Paşa dedi ki:
-"Kenan Bey, bu asker sana teslim. Diyarbakır, Urfa, Mardin, Elazığ bu arada bu askeri salmayacaksın. Beni İngilizler sınır çizmek için götürüyorlar. Ben gene geleceğim. Biz koştuk mandaları toplara Diyarbakır'a gittik. 1,5 sene durduk Diyarbakır'da. Yunan da o sıralarda çıktı İzmir'e. Fransızlar Adana'ya çıkmışlar. Biz adana tren yolunu Fransızlarla sınır yaptık. 1,5 sene ateş yaptık Fransız'a oralarda.
Fransız cephesinden hep gece gitmek üzere bir ayda Ankara'ya geldik.
Topları getiriyoruz Ankara'ya. Gündüzleri gidemiyoruz. Yunan'ın tayyaresi görmesin diye gece gidiyoruz. O zaman yol filan yok. Ali İhsan Paşa'nın fırkasından 350 kişiyiz. Ankara'ya 1 saat kalmış artık. Yakınlaşmışız. Deliktaş dedikleri bir köye varmışız.
Yüzbaşımız Hasan Tahsin Bey, Bursalı Rıfat Efendi vardı. Rıfat Efendi Mülazım-ı Evvel'di.O köyden bir süvari yolladık Ankara'ya. Köyde kadınlar bize börekler, çörekler getirip karınlarımızı doyurdular. Kadının biri geldi bizim yüzbaşıya;ben de yüzbaşının yanındaydım.
-Efendi, bu bizim halimiz ne olacak ? diye sordu.
Yüzbaşı da
-Ne olacak kadın? dedi.
Kadın başladı konuşmaya:
-Bizim adamlarımızı aldılar, gittiler. Düşman da hep bu tarafa geliyor. Öte gitmiyor.
Haymana'nın üstünden de düşmanın top sesleri geliyor. "Güüürrr, Güüürrr" diye"
Yüzbaşı, kadına bizi gösterip dedi ki :
-Bugün dinleyin yarın ötemez Yunan'ın topları
Kadın sordu Yüzbaşı'ya:
-Neden?
Yüzbaşı bizi gösterdi eliyle kadına:
-Bu askeri görüyor musun? Çanakkale harbindendir bunlar...8 senelik hepsi. Arabistanı kıvrandı bu asker.katiyen gelemez Yunan.
Ankara'ya gönderdiğimiz süvari geldi. Çıktık yola. Mandalarla gidiyoruz. Sabahleyingirdik Ankara'ya. Marşlar söyleyerek istasyona varıyoruz.
"Ankara'nın taşına bak
Gözlerimin yaşına bak
Ankara'nın dardır yolu
Yunan almış sağı-solu
Gelsin Kemal Paşa Kolu"
Korku nedir? İçimizde bilinmez
Kanlı yazı alnımızda silinmez
Biz var iken, Ankara'ya girilmez."
Böyle marşlar söylüyoruz. İstasyonda bulunanlarda bizi alkışlıyorlar.
Atatürk orada başımızdaki Kenan Bey'e dedi ki:
-Asker saat 10'a kadar serbest. Saat 10'da tren gelecek.Sıçancık İstasyonunda inecekler. Haymana'nın Çulluk Köyüne toplar kurulacak. Sabahleyin ateşe başlayacaklar.
O sırada birçok kadın geldiler. Kimileri yaralı, kimisinin memeleri kesildi. Savaştepeli arkadaş var yanımda benim.
Kara Fatma dedikleri bir kadınmış o gene.
Çıktı biri trenin üstüne konuşuyor.
Biz onu yüzbaşı filan sanmıştık. Yaralı kadınları eliyle göstererek:
"Şu kadınların haline bakın. Çanakkale'nin Biga denilen yerinden beri bu Yunan böyle yapıyor. Bu kadınların kimisi anneniz. Kimisi bacınız yerine. Bunları gördünüz ona göre, cepheden geri dönecek olanı, paşa da olsa vuracaksınız," dedi.
O gece biz Çulluk Köyüne gidip topları kurduk. Sabahleyin başlayıverdik ateşe. Anam!anam!anam! Üçüncü gün saat 8 sıralarında Yunan kaçmaya başladı. Sakarya nehrinden sığamıyor geçmek için. Bütün koşulu beygirlerini köprü yapıyor geçmek için nehirden. Biz de Polatlı İstasyonunun oradan geçtik. Yunan geçtikten sonra birinci köyü yaktı. "Yanık Köy" koyduk adını o köyün biz de. Yakıp kaçıyor Yunan. Biz hem gidiyoruz arkasından, hem ateş ediyoruz toplarımızla. Ağır obüs bizim toplar. Adi ateş yapıyoruz, 45 okka mermileri var.
Afyon'a gelince dayandı gavur. Kuvvetimiz yetmedi. Bir sene durduk Afyon köylerinde. Karadilli, Arızkaya, Göçenli, Kılıçkaya, Akşehir taraflarında bir sene durduk.
Sene geçti. Bir sabah hücuma başlayacağız. Topları doldurduk....Afyon Kalesi'nde Yunan'ın topu var.
Biz Ali İhsan paşa cephesindeyiz. Dumlupınar Cephesinde. Biz Topçuyduk dedim ya! Atatürk hiç sakınmazdı bizden. Yanımıza gelirdi. O sabah gene bizim yanımızdaydı. Öteki büyük paşalar da vardı. Çakmak, Karabekir, İnönü.
Fevzi Çakmak Atatürk'e dedi ki:
-Mustafa, ben sabah namazını kılsam,
Atatürk de:
-Hay hay Paşam kılın. Birazdan başlayacağız ateşe, bir daha kılamazsın.
Fevzi Çakmak ayrıldı namaz kılmaya gitti. Bizim 2 ağır obüs topumuz var . Yanımızda başka bölükte de 2 tane 7,5'luk top vardı. Sonra o 7,5'luklar İnönü tarafına gittiler.
Toplar hazır mı? Hazır dedik. Gün ışıyordu. Başlayıverdik ateşe. Bir atış, ardından bir daha... Yunan'ın Afyon Kalesindeki topu sustu. Öyle haber geldi. Başımızda Yüzbaşı Kemal Bey vardı. Sonra o Menemen bağlarında şehit oldu.
Dürbün elinde söylerdi mesafeyi...Sektirmezdi.
Yunan'ın Afyon Kalesi'ndeki topunu benim topun ikinci mermisi susturdu.
Kumandanlarda yanımızdaydı. Atatürk, Yüzbaşı Kemal Bey'e dönüp dedi ki:
-Bravo be. Madalya yaz çavuşa!
İlk madalyayı ben aldım. Atatürk verdirdi benim madalyamı.
14 günde İzmir'e indik. İzmir'de vapurların üzerleri tütün dizileri gibi Yunanlı doluydu. Denizin üzeride şapka...Vapur mu yeter onca Yunan'a....Defoldular...Gittiler. Sonra biz Manisa,Bursa,Bandırma'dan geçtik. İzmit'e dayandık. Ben İzmit'ten teskeremi aldım.
5. Fırka, 8. Alay,2.Tabur, 5. Bölükteydim. Atatürk, Grup Kumandanıydı Arıburnu'nda. Bizim topların da yanına gelirdi. Orada Tahsin Bey vardı. Yüzbaşımızdı. Atatürk ona derdi ki:
-Maşallah, maşallah Tahsin Bey, bunlar öğrenmişler.
Afyon Kalesine attığımız zaman Yüzbaşı Kemal Bey şöyle emir vermişti. Ben de nişancıydım, topun başında.
"Mesafe 4600, 5. Barut hakkı, dane, doğru."
Emir buydu. İkinci mermide kaledeki topu sustu Yunan'ın.
Sonra bize döner:
,-Mermiyi şöyle yapın, kolunuzu dayayın da öyle koyun. Korkmayın, bir kere korku getirirseniz yüreğinize, hep korkarsınız. Korkmayın, diye konuşurdu.
Çanakkale Harbinde Zığındere'de Üç ay ateş yaptık...Düşman zırhlıları vardı dış denizde...Denizin üstü kasaba gibiydi...Gemi doluydu.
Arabistan'dan mandalarla çekip gelirdik toplarımızı. Haymana'ya geldik. Maraş'ta da kaldık biz, Fransızlar'a karşı. O yüzden Maraş fırkası da derlerdi bizim fırkaya.
Seferberlikte 80 kişi kadar gitti bizim köyden. Ben Arabistan'a gittiğim için geç geldim köye. Çanakkale'de kırıldı bizim bu köyden gidenlerin çoğu birkaç kişi gelmişler...Onlar da ya kolu yok...Ya bacağı...
Üç aylık evliydim askere giderken 10 sene sonra geldim köye. Beş kız, bir erkek çocuğum oldu. Sonra oğlumu öldürdüler. Madalya maaşı. Yaralanmadım. Nine öleli çok oldu. Gözlerimin birisi hiç görmüyor. Birisini ameliyat ettirip açtırdım. O biraz görüyor. Öteki hiç görmüyor. Çanakkale'ye 18 Mart'a çağırıyorlar...Gidemiyorum ki...Gözler görmüyor...Nasıl gideyim...
MEHMET YAVAŞ
Çan-Göle
Köyü'nden
16 yılda geldim köyüme.
Yetim Mehmet derler bana. 1891 (1308)'liyim. 89 yaşına vardım. Balkan'a, Rus'a gittim.
Çanakkale'de çarpıştım.
Tekirdağdan Bulgar'a karşı gidiyoruz. Çıktık yola...Kış günü. Sürgün olmuşum, hastayım, 19 yaşındayım... Bacaklarım da kısa... Mecalim yok...Çantamı onbaşı aldı. Silahımı çavuş aldı... |
Gidiyoruz...Hayrabolu'dan, Lüleburgaz'a
vardık. Gece orada yattık. Kasabadaki insablardan kimse yok ortalarda...Kaçmışlar
Bulgar'dan.Askerin biri dikilmiş bir dükkana öteberi satıyor, dükkancı gibi. Bir
okka leblebi aldım. Sürgünüm ya...İyi gelir diye...
Bizim bir yüzbaşı vardı...Çok gözü açık bir adamdı...Kimseyi aç bırakmadı. Bizi yola çıkarır, kendisi atıyla hızlı gidip öndeki köylerde ekmek yaptırır, yolların kenarlarına koydururdu. Dağıtırlardı bize ekmekleri sonra....Biga, Bayramiç taburlarına bile çok ekmek verdik biz.
Akşamdan Bulgar'ın evinin önüne siper yaptık. Sabah aydınlanıver,ince harbe kapıştık. Ha bakalım...Ha bakalım...Harp,harp,harp!..
Bizim köyden bir Molla Mustafa vardı. O da bizim yanımızda imamlık yapardı. Bir kara çalının arkasına siper yapmış. Ben ondan körpeyim ama aklım ondan fazlaymış. "Molla" dedim.
-Çalı tutmaz kurşunu, alnı kabağına yersin. Çalının kökünün dibine yat. Molla yatıp öyle ateş ettiydi.
Akşama kadar ateş devam etti o gün. İmdat gelmedi. Bozulduk geri çekildik., İstanbul yakınına vardık. Çatalca'da Bulgarla anlaşma yapıldı.
Biz de teskere alıp geri geldik.
Seferberlik geldi. Kapalı kağıtlar açıldı. Çanakkale Taburuna gittik biz de.Seddülbahir'de 6 ay siper kazdık. Soğandere'de de kazdık siper.
Sabaha karşı bir vapur geldi Seddülbahir önüne. Demir attı. Ortalık aydınlanırken geminin etrafı fırdolayı kayık. Manga kolunda kayıklar bizim siperlere doğru geliyorlar. 1500'e gelince, tüfeklerin mesafesine girince , bir ateşe başladık. Öğleye kadar kayık kırdık orada. Ne kayığı bitti, ne askeri bitti kafirin...
Denizin üzeri hep gemiydi. Gavurun zırhlısı çoktu. İngiliz zırhlılarından atılan mermiler üzerimizden geçip gerilerimize düşüyor. Bize imdat gelmesin diye. Sonra eşek adalarına doğru gittiler. Bir ateş açtılar üzerimize , 26. Alay'ı toprağa gömüverdiler. Biz 25 kişi bir sıçanyolu bulup çıktık...Bir de baktık Seddülbahir önlerindeyiz. Gökyüzünde bir mermi patlıyor... Lapır lapır dolu gibi kurşun yağıyor üzerimize.
Bir binbaşı bizi orda bir derenin içine götürdü.
"Arkadaşlar vatan elden gidiyor, namus gidiyor, ırz gidiyor,"diye konuştu. Binbaşıyla 26 kişi olmuştuk.
Soğandere'de hücuma kalktık. Denizden gavurun makinalı tüfek ateşi geliyordu. Biz ateş ediyoruz. Gavur da askerini kılıçla döve döve üzerimize yürütüyor. Ama askeri yürüümüyor gavurun. Kılıç ağarı ağarıveriyor.
Yatsı namazı vaktine kadar ateş yaptık. Sonra 25. Alay imdadımıza yetişti.
Soğandere'de belimden ve bacağımdan yaralandım. Kurşunla yaralandım. Belimde kurşun hala duruyor.
"Çanakkale içinde bir dolu sandık
Alayların içinde dört asker kaldık
Çanakkale içinde bir top kestane
Kalan gazilere çalı dibi hastane."
Çalı dibinde doktor yaralarımı sardı, sipere geldim gene.
Bu akşam Soğandere'ye asker gelir...Sabaha kadar erirdi. İngiliz söktüremedi...Baktı baktı, gavur bir kolayını bulamadı, çekti gitti.
Ben hiç "babam" diyen duymadım. Herkes "anacım" diye inliyordu.
Gavur kaçtıktan sonra, İngiliz'in bıraktığı çuvallardan. Dereobalı Ali Çavuş, Hasan Onbaşı 3 okka üzüm almışlar. Yağmur yağıyor. Çantaları koyduk kıçımızın altına, avuç avuç üzüm yedik.
Gavur kaçtıktan sonra bir kısmımız Mekke tarafına gitti. Bizim alayı gündoğuya çevirdiler. Rus'a gittik.
Ruslarla ve Ermenilerle harp ettik.
Cephelerden geldim. Bir de baktım, çeteler be Çanakkaledeyken karımı kaçırmışlar. Düşmanın topundan, tüfeğinden korkup kaçanlar, buralarda çete olup benim karıyı kaçırmışlar.
İlk karının adı Medine idi. Sonradan Ayşe'yi aldım. Ayşe'den 6 çocuk oldu. Ne maaş alıyorum, ne de madalyam var. Yok bir şey.
Cenk için dolaştık dünyayı şöyle bir çevirdik. Hamdolsun.
Bizim bir yüzbaşı vardı...Çok gözü açık bir adamdı...Kimseyi aç bırakmadı. Bizi yola çıkarır, kendisi atıyla hızlı gidip öndeki köylerde ekmek yaptırır, yolların kenarlarına koydururdu. Dağıtırlardı bize ekmekleri sonra....Biga, Bayramiç taburlarına bile çok ekmek verdik biz.
Akşamdan Bulgar'ın evinin önüne siper yaptık. Sabah aydınlanıver,ince harbe kapıştık. Ha bakalım...Ha bakalım...Harp,harp,harp!..
Bizim köyden bir Molla Mustafa vardı. O da bizim yanımızda imamlık yapardı. Bir kara çalının arkasına siper yapmış. Ben ondan körpeyim ama aklım ondan fazlaymış. "Molla" dedim.
-Çalı tutmaz kurşunu, alnı kabağına yersin. Çalının kökünün dibine yat. Molla yatıp öyle ateş ettiydi.
Akşama kadar ateş devam etti o gün. İmdat gelmedi. Bozulduk geri çekildik., İstanbul yakınına vardık. Çatalca'da Bulgarla anlaşma yapıldı.
Biz de teskere alıp geri geldik.
Seferberlik geldi. Kapalı kağıtlar açıldı. Çanakkale Taburuna gittik biz de.Seddülbahir'de 6 ay siper kazdık. Soğandere'de de kazdık siper.
Sabaha karşı bir vapur geldi Seddülbahir önüne. Demir attı. Ortalık aydınlanırken geminin etrafı fırdolayı kayık. Manga kolunda kayıklar bizim siperlere doğru geliyorlar. 1500'e gelince, tüfeklerin mesafesine girince , bir ateşe başladık. Öğleye kadar kayık kırdık orada. Ne kayığı bitti, ne askeri bitti kafirin...
Denizin üzeri hep gemiydi. Gavurun zırhlısı çoktu. İngiliz zırhlılarından atılan mermiler üzerimizden geçip gerilerimize düşüyor. Bize imdat gelmesin diye. Sonra eşek adalarına doğru gittiler. Bir ateş açtılar üzerimize , 26. Alay'ı toprağa gömüverdiler. Biz 25 kişi bir sıçanyolu bulup çıktık...Bir de baktık Seddülbahir önlerindeyiz. Gökyüzünde bir mermi patlıyor... Lapır lapır dolu gibi kurşun yağıyor üzerimize.
Bir binbaşı bizi orda bir derenin içine götürdü.
"Arkadaşlar vatan elden gidiyor, namus gidiyor, ırz gidiyor,"diye konuştu. Binbaşıyla 26 kişi olmuştuk.
Soğandere'de hücuma kalktık. Denizden gavurun makinalı tüfek ateşi geliyordu. Biz ateş ediyoruz. Gavur da askerini kılıçla döve döve üzerimize yürütüyor. Ama askeri yürüümüyor gavurun. Kılıç ağarı ağarıveriyor.
Yatsı namazı vaktine kadar ateş yaptık. Sonra 25. Alay imdadımıza yetişti.
Soğandere'de belimden ve bacağımdan yaralandım. Kurşunla yaralandım. Belimde kurşun hala duruyor.
"Çanakkale içinde bir dolu sandık
Alayların içinde dört asker kaldık
Çanakkale içinde bir top kestane
Kalan gazilere çalı dibi hastane."
Çalı dibinde doktor yaralarımı sardı, sipere geldim gene.
Bu akşam Soğandere'ye asker gelir...Sabaha kadar erirdi. İngiliz söktüremedi...Baktı baktı, gavur bir kolayını bulamadı, çekti gitti.
Ben hiç "babam" diyen duymadım. Herkes "anacım" diye inliyordu.
Gavur kaçtıktan sonra, İngiliz'in bıraktığı çuvallardan. Dereobalı Ali Çavuş, Hasan Onbaşı 3 okka üzüm almışlar. Yağmur yağıyor. Çantaları koyduk kıçımızın altına, avuç avuç üzüm yedik.
Gavur kaçtıktan sonra bir kısmımız Mekke tarafına gitti. Bizim alayı gündoğuya çevirdiler. Rus'a gittik.
Ruslarla ve Ermenilerle harp ettik.
Cephelerden geldim. Bir de baktım, çeteler be Çanakkaledeyken karımı kaçırmışlar. Düşmanın topundan, tüfeğinden korkup kaçanlar, buralarda çete olup benim karıyı kaçırmışlar.
İlk karının adı Medine idi. Sonradan Ayşe'yi aldım. Ayşe'den 6 çocuk oldu. Ne maaş alıyorum, ne de madalyam var. Yok bir şey.
Cenk için dolaştık dünyayı şöyle bir çevirdik. Hamdolsun.
OSMAN KAÇMAZ
Çan - Çokamlı Köyü'nden
1307 (1891) doğumluyum. Esas yaşım 92. Ama nüfusa küçük yazdırmışlar. Önce Balkan Harbine gittim. Sonra Çanakkale'de İngilizlerle çarpıştım. Bağdat'a bile gittim. 10 senede geldim köyüme.
Balkan Harbine gittik. Kafam de pek yerinde değil şimdi. Nasıl anlatayım bilmem ki. Kırklareli taraflarındaydım. Oraya gidiyorum. Siz buranın askeri değilsiniz, diyorlar. Çobansız koyun gibi ordan oraya geziyoruz. Birliği bulamadım. En sonunda 14. Alayı buldum. 7 gündür açım. Çok açlık çektim oralarda. Evlerin kapılarını çalıyorum. Ekmek istiyorum. Yok, diyorlar, vermiyorlar. Tüfeğimde de bir tane mermi yok.
Bir evin önüne geldim. Et kokuları burnuma geliyor. Camdan baktım içeri. Askerler et yiyorlar. Oturmuşlar 8 kişi hepsi. Ben de o zaman Osman Pehlivan'ım. Kapıya bir yüklendim. Pervazıyla birlikte "Çatarrrt" diye kapı yıkıldı. Çerdekiler kasaturayı çektiler. Ben de tüfeği çektim. Neyse zorla oturdum sofraya. Karnımı bir iyice doyurdum. Karnım doyunca ,alnımın damarı "çatartdanak" açıldı. Kırklareli'nin Karaağaç Köyünde oluyor bu. Seferberlikte de Çanakkale'ye gittik. Gavur zırhlıları top ateşiyle Kumkale'yi dövdükler önce. Biz de Kumkaledeyiz. Hava da soğuk. Zemheri çıkımı mı ne? Yağmur öyle yağıyordu ki istihkamın içi su dolu boğulacağız.
Az miktarda asker çıkardı kafir Kumkale'ye. 2 takım, 80 kişi kadar. Biz 2 alay varız. Palaska, portatif kürek, tüfekle yasladık kafirin askerini. Karıştı ortalık. Bir kısmı öldü, bir kısmı kaçtı, çekildi geri. Denize kaçanlar kayıklara çabalıyorlardı. Bizim yüzbaşının adı Abdülkadir Bey'di. Sonra karşıya geçirdiler bizi. Zığındere, Kirte Tepe, Anafarta ve Kemikli Burun'a gittim. Buralarda savaşlara katıldım.
Zığındere'de tüfeğin ucunu çıkarırdık mevziden, düşman hemen ateşe başlardı. Zığındere'deydi galiba, yoksa Kirte de mi? Gün inerken hücuma geçtik, yatsıya kadar sürdü hücum. 7-8 kişi kalmıştık akşam hücumdan sonra. 4 defa Çavuşluk geldi bana. Fadayi çıkardım ben hep. Kasığımdan yara aldım. Bida'da taş Mektep hastanedeydi. Az yattım. İyileştim. Anafarta'ya gittim tekrar. 15. Alayda idim. Mustafa Kemal bizim zamanımızda orada tabur kumandanıydı. İstiklal Harbini kazanınca büyük nam aldı. Ben çok gördüm. Askerin başında da gördüm. Cesur Paşa derlerdi. Çanakkale Cephesinde 2 sene kaldım. Sonra bizi ayırdılar, arabistan'a gönderdiler.
Yürüyerek Bağdat'a gittik. 22. Alaya gittik. Alay Kumandanımız Hacı İbrahim Bey'di. Halil Paşa vardı Bağdat'ta. Onu da gördüm.
........
Zığındere'de yanımda Çan'ın Yaveler Köyünden iki kişi vardı. Benim gibi asker. Biri Yetim İsmail, öteki Koca Bıyık İsmail'di. Yetim İsmail:
-Ayıttan matarada çay demleyeceğim, dedi. "Gitme" dedimse de dinlemedi. Ayıt toplamaya giderken gavurun tek kurşunuyla öldü.
......
Fedayi idim ben. Kim gidecek dediler mi? Hemen ben atılırdım. İki yerimden yaralandım. Kasığımdan ve belimden.
......
Mevzilerde askerler bir yere gelince; herkes anasının pişirdiği yemeklerden bahsederdi . "Anam dolma yapardı." Anam kuskus pişirince yanına da hoşaf yapardı" gibi laflar konuşulurdu. Açlık vardı da tabii ondan.
TÜRK ŞEHİTLİK VE ANITLARI
18 Mart 1915 Yazısı |
57. Alay Şehitliği ve Anıtı |
Akbaş Şehitliği ve Mezarı |
Alçıtepe Garnizon Anıtı |
Alman Hemşire Erika’nın Mezarı |
Anafartalar Köy Mezarı Şehitlikleri |
Asteğmen Halit Efendi Mezarı |
Atatürk Anıtı |
Barbaros Deniz Şehitleri Anıtı |
Binbaşı Çırpanlı Ali Zeynel Abidin Mezarı |
Büyükkemikli Anıtı |
Conkbayırı Anıtları |
Conkbayırı Mehmetçik Anıtı |
Çamburnu Balkan Harbi Şehitler Anıtı |
Çamtekke Şehitliği |
Çanakkale Şehitleri Anıtı |
Çanakkale Şehitliği |
Damakçılık Bayırı Anıtı |
Dur Yolcu Yazısı |
Eceabat Yüzbaşı Şehitliği |
Er Halil İbrahim Mezarı |
Erenköy Şehitliği |
Gözetleme Tepe Şehitliği ve Anıtı |
Hamidiye Şehitliği ve Anıtı |
Hasan Mevsuf Şehitliği ve Anıtı |
Hastane Bayırı Şehitliği |
Havuzlar Şehitliği ve Anıtı |
İlk Şehitler Anıtı |
İsimsiz Topçu Şehitliği |
İsimsiz Topçu Yüzbaşı Şehitliği |
İstihkam Yüzbaşısı Tahir Bey Anıtı |
Kabatepe Arıburnu Sahil Anıtı |
Kabatepe Tanıtma Merkezi Anıtı |
Kanlısırt Anıtı |
Kemalyeri Anıtı |
Kireçtepe Jandarma Anıtı ve Şehitliği |
Kumkale İntepe Batarya Şehitliği |
Küçük Arıburnu Anıtı |
Mareşal Fevzi Çakmak Anıtı |
Mecidiye Şehitliği ve Anıtı |
Mehmet Çavuş Anıtı |
Mehmetçiğe Derin Saygı Anıtı |
Mesudiye Tabya Anıtı |
Müftü Efendi’nin Mezarı |
Mülazım Üsteğmen Mustafa Efendi’nin Mezarı |
Onbaşı Seyit Anıtı |
Sargıyeri Anıtı ve Şehitliği |
Seddülbahir Cephanelik Şehitliği |
Sonok Anıtı ve Şehitliği |
Suyatağı Anıtı |
Talat Göktepe Anıtı |
Topçu Üstğm. Hasan Tahsin Mezarı |
Turgut Reis Anıtı |
Türk Askerlerine Saygı Anıtı |
Üsteğmen Nazif Çakmak Anıtı |
Üsteğmen Rıza Efendi’nin Mezarı |
Yahya Çavuş Şehitlik ve Anıtı |
Yalova Köy Mezarlığı Şehitlikleri |
Yarbay H. Avni Bey’in Mezarı |
Yarbay Halit Bey Mezarı |
Yarbay Hasan Bey Mezarı |
Yarbay Ziya Bey Mezarı |
Yusufçuktepe Anıtı |
Yüzbaşı Mehmet Şehitliği |
Zığındere Nuri Yamut Anıtı |
|
|||||||||||||||||||||||||||||
MÜZELER
ÇAMYAYLA ATATÜRK EVİ
Çanakkale Savaşları sırasında Mustafa Kemal'in 19. Tümen Karargahı olarak kullandığı ve bir odasında ikamet ettiği ev, 1973 yılın-da Müze haline getirilmiştir.
Müzede, Atatürk'ün şahsi eşyaları, sivil ve askeri kıyafetleri ile fo-toğrafları sergilenmektedir.
ÇANAKKALE ARKEOLOJİ MÜZESİ
Arkeoloji müzesinin girişinde yer alan birinci salonda; etnografik eserler, özgün Çanakkale seramikleri ile He-lenistik ve Roma çağlarına ait taş eserler sergilenmektedir.
İkinci salonda; Paleolitik ve Neolitik devirlerden taş eserler, Troas Bölgesi Eski Tunç Çağı seramikleri, Truva I dönemi eserleri ile Çan ve Yenice tümülüslerinde bulunan Helenistik devre ait eserler yer almaktadır.
Üçüncü salonda; MÖ. 6.-5. yüzyıllara ait, Assos eserleri ve seçkin sikke örnekleri bulunmaktadır.
Dördünü salonda; MÖ. 6.-2. yüzyıllar arasına ait ve Dardanos tümülüsünde bulunan bronz, ahşap, seramik eserler ile altın takılar ziyaretçilere su-nulmaktadır.
Beşinci salonda; MÖ. 6.- 2. yüzyıllara ait Bozcaada nekro-poi buluntuları ile su altı bulun-tuları olan amphoralar sergilen-mektedir.
Altıncı Salonda; keramikten yapılmış eserler, bronz aletler ve çeşitli mermer eserler teşhir edil-mektedir.
ÇİMENLİK KALESİ
1452 yılında Fatih Sultan Mehmet tarafından yaptırılmıştır. Boğazın en dar yerinde olup, karşısında bulunan Kilitbahir Kalesi ile Boğazı hakimiyet altında tutmasından dolayı büyük bir stratejik öneme haiz olan kalenin burçlarının 1551 yılında Kanuni Sultan Süleyman tarafından tamir ettirildiğini Evliya Çelebi'nin Seyahatnamesinden öğreniyoruz (Seyahatname, İstanbul, 1315 ve 303).
Çimenlik Kalesi, dış surlar ve iç kale olmak üzere iki kısımdan oluşur. Dış surlar, 5 m kalınlığında, 100x l5x m. ebadında olup, dikdörtgen şeklindedir. Kapıdan girişte, 15.5 metre yüksekliğinde, yumak biçiminde bir kulesi, bunun yanında 5x12 m. boyutlarında bir camisi vardır. Avluda aynı tarihlerde bir hamam yapılmıştır. İç kalesi 29x44 m. boyutlarıyla ve 22 m. yüksekliğiyle kitlevi görünümdedir. İç kalenin duvarlarının kalınlı-ğı 7 m. civarındadır. Taş bir merdivenle kaleye girilir. Kale dört katlıdır. İkinci katta, 5 m. çapında kub-beli 10 oda vardır. Kale dışında 25 cm. çaplı uzun menzilli iki adet sahra topu vardır.
Tarihinde daima büyük denizciler yetiştirmiş Türk Milleti'nin mümtaz denizcilerinden birisi olan Piri Reis'in ünlü kitabı Kitab-ı Bahriye'sini yazdığı bu kale bir zamanlar Kale-i Sultaniye olarak anılmıştır.
Bugün halka açık müze olarak kullanılmaktadır.
DENİZ MÜZESİ
Çanakkale Savaşları ile ilgili tabloları ile tanınan meşhur ressamımız M. Ali LAGA'nın eserleri sergilenmektedir.
KABATEPE TANITMA MERKEZİ
Çanakkale Savaşları sonrası harp sahasında bulunan çeşitli silah, mermi, giysi, vb. malzemeler ile; Çanakkale Savaşlarının çeşitli sahnelerini gösteren fotoğrafların sergilendiği bir müzedir.
NUSRET MAYIN GEMİSİ
Çanakkale Savaşlarında büyük kahramanlıklar gösteren Nusret Mayın Gemisinin maketi müze olarak düzenlenerek, 18 Mart 1982'de Çimenlik Kalesi içinde teşhire açılmıştır.
Gemi, 42 m. boyunda, 7.5 m. genişliğinde olup, Çimelik Kalesi'nin sahil şeridindedir. Arka tarafından bulunan raylar üzerinde 18 Mart 1915'te kullanılan mayınlar bulunmaktadır. Geminin iç kısmında ise Çanakkale Zaferi ile ilgili eski gazete küpürleri, Nusret Mayın Gemisine ait seyir cihazları, Mayın Grup Komutanı Bnb. Nazmi Akpınar'a ayrılmış şeref köşesi ve Gemi Komutanı Yzb. Hakkı'nın üniforması yer almaktadır.
PİRİ REİS MÜZESİ
Çimenlik Kalesi içinde bulunan Piri Reis Müzesi'de, Piri Reis'in, Kitab-ı Bahriye'sini yazdığı tarihten itibaren değişik tarihlerde çizdiği üç adet Çanakkale Haritası, Dünya Haritası, Piri Reis'i yaşadığı devre ait Bayrak ve Sancaklar, Osmanlı resim sanatı olan Manzaralı Resim Sanatının üstadı Nasuh Matrak-çı'ya ait kitaplardan örnekler yer almaktadır.
Doğum tarihi kesinlikle bilinmeyen büyük Türk Bilgini Kaptan-ı Derya, Piri Reis, 1465 - 1470 yılları arasında, Gelibolu ilçesinde dünyaya gelmiştir.
Bugün bile erişilmesi güç bir bilgiye sahip olan Piri Reis, meşhur Kitab-ı Bahriye (Denizlerin Kitabı) sini Çanakkale'de meydana getirmiştir.
1-5 Temmuz 1983 tarihleri arasında Çanakkale'de düzenlenen Piri Reis Haftası ve Sempozyumun-da, Piri Reis'in Gelibolu'da tuttuğu notlarını, Çanakkale'de Kilitbahir ve Çimenlik (Sultaniye) Kalelerin-de kitap haline getirdiği açıklanmıştır.
ŞEHİTLER ABİDESİ MÜZESİ
Müze, Şehitler Abidesi'nin altındaki salonda hizmet vermektedir. Salonun girişinde Çanakkale Sa-vaşlarını gösteren krokiler ile savaş anında çekilmiş fotoğraflar yer alır. Salonun sağındaki vitrinlerde, İngilizlere ait harp esnasında kullanılan ilaç, içki, karavana kaplanı vardır. Diğer vitrinlerde şehitlerimize ait kan dolu saatler, savaşın vahşetini gösteren kemiklere saplanmış mermi ve şarapnel parçaları ve mermi çekirdeklerinin havada birbirleri ile çarpışmalarıyla meydana gelen ilginç şekiller, Mehmetçiğin kahramanlığının delilleri olarak sergilenmektedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder