قَالَ
اللهُ تَعَالَى: مَنْ عَمِلَ صَالِحًا مِنْ ذَكَرٍ اَوْ اُنْثٰى وَهُوَ مُؤْمِنٌ
فَلَنُحْيِيَنَّهُ حَيٰوةً طَيِّبَةً وَلَنَجْزِيَنَّهُمْ اَجْرَهُمْ بِاَحْسَنِ
مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ. (سورة النحل، ٩٧)
الله تعالى شويله بيوردى ( مئآلا
) :
" أرككدن ويا قديندان هر كيم مؤمن اولرق صالح بر عمل
إشلرسه محقق اونه كوزل بر حيات ياشاتاجاغز و يابمقده اولدقلرى عمللريك دها كوزلى
إيله أجرلرنى محقق وره جكز ."
Allâhü Teâlâ şöyle buyurdu
(meâlen): “Erkekten veya kadından her kim mümin olarak sâlih bir amel işlerse
muhakkak ona güzel bir hayat yaşatacağız ve yapmakta oldukları amellerin daha
güzeli ile ecirlerini muhakkak vereceğiz.”
(Nahl Sûresi, âyet
97)
Hicrî: 28 Ramazan 1441 Fazilet
Takvimi
ÎMAN VE AMEL
İmâm-ı Âzam Hazretleri şöyle buyurmaktadır: Mümin, Allâhü Teâlâ’yı, onun gayrı her şeyden ziyâde sever. O derecede sever ki ateşte yakılmakla Allâh’a kalbinden iftira etmek arasında bırakılsa; yanmayı, iftiraya tercih eder.
İmâm-ı Âzam Hazretleri, Fıkh-ı Ekber kitabında buyurmuştur ki:
Îman; ikrar ve tasdiktir. Müminler, îman ve tevhitte müsâvî ve amelde farklı derecededirler: İslâm da o ilâhî emirlere teslim ve inkiyaddır (itaat etmektir). Lügatte îman ile İslâm arasında fark vardır. Lâkin şer’-i şerîfte İslâmsız îman, îmansız da İslâm olmaz (ikisi de aynı manayadır). Bunlar bir şeyin içi ve dışı gibidir. Din ise îman ve İslâm ile beraber bütün şerîatin ismidir. Bütün bunlardan da anlarız ki:
Evvelâ; İslâm Dîni, yalnız bir îman meselesi değildir. Îman ve amelin bir araya gelmesidir. Amel işlemeyi terk edip de dinin feyz-i küllîsini beklemek tehlikelidir.
İkinci olarak; böyle olmakla beraber îman, amel demek değildir. Amelin vücûbuna îman etmekle, o ameli yapmak birbirinden farklıdır. Müslüman, amel ettiği için mümin olacak değil, îman ettiği için amel edecektir. Binâenaleyh amelini, sırf ehemmiyet vermediğinden ve hafife aldığından terk etmiş değil ise kâfir olmaz.
Üçüncü olarak; İslâm dîninde, îmanın, esasen kalp ve vicdan işi olduğu şüphesiz olmakla beraber, Cenâb-ı Hakk’ın râzı olduğu îman, sadece vicdânî bir işten ibâret değildir. O, tam bir insan gibi kalpten başlayıp bütün zâhire yayılacak ve sonra kâinâta güzel ameller saçacaktır.
Müslüman, îmanını ancak mücbir bir zaruret karşısında, vicdânî bir iş olarak saklayıp, hapsedebilir. O da düşmanın kat’î zorlamasına maruz kaldığı zamandır. O zaman da nefsini fedâ ederek îmanını hapisten kurtarması, îmanını hapsederek nefsini kurtarmasından evladır. Ve maamâfih ikisi arasında muhtardır; birini tercih edebilir.
(Elmalılı, Hak Dîni Kur’an Dili Tefsiri, Fazilet Neşriyat)
Hicrî: 28 Ramazan 1441 Fazilet
Takvimi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder