29 Şubat 2020 Cumartesi

ALLAH YOLUNDA NEFİS İLE MÜCÂHEDE



قَالَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: إِنَّمَا يَنْصُرُ اللهُ هَذِهِ الْأُمَّةَ بِضَعِيفِهَا بِدَعْوَتِهِمْ وَصَلَاتِهِمْ وَإِخْلَاصِهِمْ. (ن)
رسول الله  أفندمز  ( ﷺ )  بيوردولر   ،:  "  الله تعالى شو أمته : آنجق فقير اولانلرينيك دعالرى ، نمازلرى و ( عبادتلريندكه ) إخلاصلرى سببيله ياردم أدر  ."
Resûlullah Efendimiz sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdular: “Allâhü Teâlâ şu ümmete; ancak fakir olanlarının duâları, namazları ve (ibâdetlerindeki) ihlâsları sebebiyle yardım eder.
(Sünen-i Nesâî)
Hicrî:   05   Recep   1441  Fazilet Takvimi

ALLAH YOLUNDA NEFİS İLE MÜCÂHEDE

 
Nefs-i emmâre ile yapılan mücâhede: Nefis ile muharebe ederek onu meşakkatli gördüğü hayırlı amele sevk etmek, demektir.
Hadîs-i şerîfte şöyle buyurulmaktadır: “Mücâhedenin en fazîletlisi Allah Azze ve Celle’nin zâtı husûsunda, onun yolunda nefsiyle cihâd eden kişinin mücâhedesidir.”
Bir şey ancak semeresiyle, netîcesiyle üstün ve şerefli olur. Nefis ile cihâdın semeresi ise hidâyettir.
Allâhü Teâlâ, Ankebût Sûresi’nin 69. âyet-i kerîmesinde (meâlen) şöyle buyurmaktadır:
“Bizim uğrumuzda (bizim yolumuzda), mücâhede edenlere gelince, elbette biz onları yollarımıza hidâyet ederiz (onlara yollarımızı gösteririz). Muhakkak ki Allah, muhsinlerle (Allâhü Teâlâ’yı görür gibi ibâdet edenlerle) berâberdir.”
El-Bahru’l-Medîd tefsirinde, “Bu nefis ile mücâhedenin yollarına sülûk ettiren, nefsinin yularını kendisine bırakacağı, onu Hazret-i Allâh’a ulaştıran bir şeyh-i kâmilin sohbeti elbette lâzımdır. Eğer böyle olmazsa, nefsin yularını üstâzının eline teslim etmezse, kendisini boş yere yormuş olur.” denilmiştir. Âyet-i kerîmede: “Biz onları yollarımıza hidâyet ederiz, onlara yollarımızı gösteririz.” buyurulması işte bu şekilde o kâmil zâtlar vâsıtasıyla oluyor.
Bu âyet-i kerîmedeki, Cenâb-ı Hakk’ın muhsinlerle maiyyeti (berâberliği) dünyada kendilerine sabır ve muâvenet (yardım) etmekle; âhirette ise sevab ve mağfireti ile olur.
Hicrî:   05   Recep   1441  Fazilet Takvimi


28 Şubat 2020 Cuma

TEVBE EDEN, GÜNAH İŞLEMEMİŞ GİBİDİR



قَالَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: إِذَا تَابَ الْعَبْدُ أَنْسَى اللهُ الْحَفَظَةَ ذُنُوبَهُ وَأَنْسَى ذَلِكَ جَوَارِحَهُ وَمَعَالِمَهُ مِنَ الْأَرْضِ حَتَّى يَلْقَى اللهَ وَلَيْسَ عَلَيْهِ شَاهِدٌ مِنَ اللهِ بِذَنْبٍ. (كر)
رسول الله  أفندمز  ( ﷺ )  بيوردولر   ،:  "  قل ، توبه أتديكى زمان الله تعالى ، اونون كوناحلرنى حفظه ملكلرينه اونوطدورور . كزا بونى ، اونون اوزولرينه و ير يوزنده او كناحى بلنلره ده اونطدورور . تاكه الله تعالى نيك حضورونه ، كناحته الله دان باشقه شاهد اولمقسزيك جقار  ."
Resûlullah Efendimiz (s.a.v.) buyurdular: “Kul, tevbe ettiği zaman Allâhü Teâlâ, onun günahlarını hafaza meleklerine unutturur. Kezâ bunu, onun uzuvlarına ve yeryüzünde o günâhı bilenlere de unutturur. Tâ ki Allâhü Teâlâ’nın huzuruna, günâhına Allah’tan başka şâhit olmaksızın çıkar.” 
(İbn-i Asâkir, Târîh-i Dımaşk)
Hicrî:   04   Recep   1441  Fazilet Takvimi


TEVBE EDEN, GÜNAH İŞLEMEMİŞ GİBİDİR

 
Tevbe: Lügatte bir şeyden geri dönmektir. Şerîat lisânında ise günâhı bilip itiraf etmek, o yapılan günahtan dolayı pişman olmak ve o günâhı bir daha katʻiyyen işlememeye niyet etmektir. Cenâb-ı Hakk’ın tevbesi ise ukûbetten; cezâ vermekten affetmek, kulunun günâhını lütfen bağışlamak manasınadır. Bu cihetle Cenâb-ı Hakk’ın bir ismi de Tevvâb’dır; tevbeleri çok kabûl edendir.
Bakara Sûresi’nin 35. âyet-i celîlesinde buyurulduğu üzere; bütün insanların ilk babası ve ilk peygamber olan Hazret-i Âdem’e, Cenâb-ı Hak buyurmuştu ki (meâlen): “Ey Âdem! Sen ve zevcen şu cennette oturun. Dilediğiniz yerlerde onun yemişlerinden bol bol yiyin. Ancak şu ağaca yaklaşmayın, yoksa ikiniz de zâlimlerden olursunuz.”
Şeytan; Hz. Âdem ile Hz. Havvâ’ya vesvesede, kötü telkinlerde bulunmuş, onlara yemin ederek demiş ki: “Siz cennetteki bu men olunduğunuz ağacın meyvesinden yerseniz bu cennette ebedî sûrette kalırsınız.” Onlar da yemişler, bunun üzerine cennetten çıkarılarak yeryüzüne indirilmişler, cennet nimetlerinden geçici olarak mahrum kalmışlardı.
Bunun üzerine Âdem Aleyhisselâm, hatasına pişman olup çok ağladı, sonra Cenâb-ı Hak tarafından bir kısım kelimeler öğrendi. Bu kelimeler, âlimlerin beyanına göre: “Ey bizim Rabbimiz! Bizler nefislerimize zulmettik, artık sen bizlere mağfiret etmez, bizlere merhamet buyurmaz isen elbette bizler hüsrana; zarar ve ziyâna, mânevî cezaya uğramış kimselerden oluruz” meâlindeki “Rabbenâ zalemnâ enfüsenâ…” (Aʻrâf Sûresi, 23.) âyet-i kerîmesidir. Onun üzerine tevbe etti. Tevbeleri ziyâdesiyle kabul eden ve kulları hakkında pek ziyâde merhamet sâhibi olan Cenâb-ı Hak da Hazret-i Âdem’in tevbesini kabul buyurmuş, onun hakkında yine nihâyetsiz rahmeti tecellî etmiştir.
İnsanlar beşeriyet îcâbı vakit vakit bazı günahlarda, hatâlarda bulunabilirler. Elverir ki kusurlarını bilsinler, bunları bir an evvel terk edip bir daha işlememeye azmetsinler ve bu hatalarından dolayı Cenâb-ı Hakk’a niyâz edip onun af ve mağfiretini istesinler. İşte Hazret-i Âdem’in (a.s.) kıssası bize bu hikmet dersini vermektedir.
Hicrî:   04   Recep   1441  Fazilet Takvimi