31 Ağustos 2014 Pazar

KÂBE-I MUAZZAMA



"Şüphe yok ki insanlar için ilk tesis edilmiş olan ev (ibâdethâne), Mekke-i Mükerreme'de ki o çok mübârek ve âlemler için hidâyet olan Beyt-i Muazzam (Kâbe)dır."
Hicrî: 5   Zilkâde  1435   •Fazilet Takvim

KÂBE-I MUAZZAMA


Kâbe-i Muazzama, Allâhü Teâlâ'nın emri ile İbrahim aleyhisselamın Mekke-i Mükerreme şehrinde yapmış olduğu dört köşeli, yüksek, mübarek bir binanın bulunduğu mukaddes bir mevkidir. Burası, bütün Müslümanların kıblesidir. Bu kıbleye "Beytullah, Beyt-i Muazzam" ismi de verilmiştir.
Kâbe-i Muazzama, "Harem-i Şerif ve Mescid-i Haram" denilen büyük bir camii şerifin ortasında bulunmaktadır. Caminin dokuz minaresi, birçok kapıları ve minberi, zemzem kuyusu ve İbrahim Aleyhisselamın makamı vardır.
Haccın rükünlerinden biri de Kâbe-i Muazzama'yı ziyaret tavafı yapmaktır.
Kâbe-i Muazzama'yı ziyaret tavafı, Arafat'ta vakfeden sonra Kâbe-i Muazzama'nın etrafında yedi defa tavaftan ibarettir. Ziyaret tavafının vakti, Kurban Bayramının ilk günü tulu'-i fecir (sabah namazı) vaktinden başlayarak ömrün son gününe kadar uzayan bir müddetin herhangi bir cüz'ü; kısmıdır, bu cüz'de yapılacak bir tavaf ile Hac farizası tamamlanmış olur.
Tavaf; arş-ı ilahi etrafında dolaşan meleklerin hallerine benzeyen bir nev'i namazdır.
Kâbe-i Muazzama bu şühûd âleminde, gayb ve melekût âlemindeki rubûbiyet makamının bir zâhiri misalidir. Bu maddi beytin çevresinde bedenî hareketler, melekût âlemindeki arş-ı kudretin etrafında yapılan ruhanî hareketlerin birer rumuzudur.
Gerek tavafa başlarken ve gerek tavaf esnasında Hacer-i Esved'in önüne geldikçe ona dönülür, namazda durur gibi tekbir ve tehlil ile eller kaldırılıp bu mübarek taşa sürülür ve mümkün ise öpülür. Bunlar mümkün olmayınca karşıdan el sürmek işareti yapılır. Buna "istilam: selâmlamak" denilmektedir.
Hacer-i Esved'e böyle el koymak, Hak Teâlâ Hazretleri ile ibadet ve taat hususunda ahitleşmenin ve bu ahde vefa edileceğinin bir remzi; işaretidir.
Hicrî: 5   Zilkâde  1435   •Fazilet Takvim




KÂBE-I MUAZZAMA



Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
جَعَلَ اللّٰهُ الْكَعْبَةَ الْبَيْتَ الْحَرَامَ قِيَامًا لِلنَّاسِ 
Allahü teâlâ, Kâbe'yi, o Beyt-i Harâm'ı insanlar için bir medarı hayat kıldı ( din işlerinde bir düzen ve dünyâda cinâyetten emin bir yer kıldı.)

(Mâide sûresi: 97)

Kâbe-i muazzamaya bakmak sevâbdır. İlk görüldüğünde yapılan duâlar kabûl olunur. Peygamber efendimiz aleyhisselâm Kâbe-i muazzamayı gördüğü zaman; "Ey Allah'ım! Bu beytin şerefini, saygısını, heybetini arttır. Hac ve umre yapanların da şerefini, din gayretini, azametini (büyüklüğünü) ve keremini (cömertliğini) ziyâde et" diye duâ ederdi. (Ezrâkî)

Kâbe-i muazzamayı, ilk olarak meleklerin yardımıyla Âdem aleyhisselâm inşâ etti. Nûh aleyhisselâm zamânındaki tûfana kadar zaman zaman tâmir edildi. Tûfandan sonra, İbrâhim aleyhisselâmın, zamânına kadar yeri belirsiz olarak kaldı. İbrâhim aleyhisselâm oğlu İsmâil aleyhisselâmla birlikte Allahü teâlânın emriyle Kâbe-i muazzamayı yeniden inşâ etti. İbrâhim aleyhisselâmdan sonra zaman zaman yıkılıp yeniden inşâ edilen Kâbe-i muazzama, Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem otuz beş yaşındayken, Mekkeliler tarafından, 683 (H.64)te Eshâb-ı kirâmdan (Peygamber efendimizin arkadaşlarından) Abdullah bin Zübeyr ve Emevî halîfelerinden Abdülmelik bin Mervân'ın Mekke vâliliğine tâyin ettiği Haccâc bin Yûsuf tarafından tekrar inşâ edildi. (Ezrâkî)

Kâbe-i muazzama 17 metre yükseklikte olup, dört köşe ve taştandır. Kuzey duvarı 8,8, güney duvarı 7, doğu duvarı 11,9, batı duvarı 12,8 m. uzunluğundadır. Doğu ve güney duvarları arasındaki köşede Hacer-ül-esved taşı vardır. Kâbe-i muazzamanın doğu duvarında bir kapı vardır. (Eyyûb Sabri Paşa)




30 Ağustos 2014 Cumartesi

ÖFKE



Hadîs-i Şerîf:
"Bir sahabî Resûlullah'a (s.a.v.) gelip "Yâ Resûlallah! Bana nasihatte bulununuz." dedi. Resûlullah (s.a.v.) "Öfkelenme" buyurdular. Tekrar tekrar nasihat istedi. Resûlullah (s.a.v.) her defasında "Öfkelenme" buyurdular.
(Hadîs-i Şerîf, Sahîh-i Buhârî)
Hicrî: 4   Zilkâde  1435   •Fazilet Takvim

KÖTÜ VASIFLARDAN HİDDET (ÖFKE)


Bazı hoş görülmeyen şeylerden dolayı nefis öfkelenir. Lüzumsuz yere öfkelenmek zemmedilmiştir. Öfke halinde vazıyeti değiştirmek, öfkenin sönmesine ve bertaraf olmasına yardım eder, öfkelenilen kimsenin üzerine saldırmasına mâni olur. Resûlullah Efendimiz (s.a.v.);
"Biriniz ayakta iken gazaba gelecek olursa hemen oturuversin, gazabı geçerse ne âlâ, geçmezse yanı üzerine yatıversin." buyurmuşlardır. Resûl-i Ekrem Hazretleri, öfke halinde sükût edilmesini ve "Euzü billâh" denilmesini tavsiye buyurmuştur. Bununla öfke sükûnet bulur, nâhoş bir hâdisenin vücuda gelmesine meydan verilmemiş olur. Bazı âlimler demişler ki: Öfkenin başı delilik, sonu da pişmanlıktır.
Kölen ve emrin altında olmayan kimseye öfkelenmen acziyettir. Kölen ve mahkûmun olan kimse hakkında öfkelenmen ise ayıplanıp kötülenen bir haldir.
Öfkeden son derece sakının! Zira öfke, sahibini merhametsizliğe, haksızlığa ve zillete götürür.
Azgınlık ve isyan ile çoğalan şey, çok değildir. Yani her ne kadar çoğalırsa çoğalsın çabucak mahvolup gider.
Zulüm ile kuvvet bulan da güçlü değildir; yani kısa zamanda gücünü kaybeder. Öfkenin kölesi olan kimse, mâlik olamaz; öfkesini defedemeyen kimse de ziyandan kurtulamaz."

MUTFAĞIMIZ:    BAYAT EKMEKLE PİZZA


Malzemeler: 10 dilim bayat ekmek, 1 çay bardağı süt, 1 adet yumurta, bir parça sucuk, 1 tatlı kaşığı salça, 1 yemek kaşığı yoğurt, 1 dilim peynir, 1 adet domates ve biber, 2 kaşık tereyağı. Hazırlanışı: Domates, biber, sucuk ve peynir doğranır, diğer malzemelerle karıştırılıp ekmek dilimlerinin üstüne sürülür, fırında üstleri kızarana kadar pişirilir.
Hicrî: 4   Zilkâde  1435   •Fazilet Takvim



ÖFKEYİ DİNDİREN SÖZ

Ashab-ı kiramdan Süleyman bin sured r.a. buyuruyor ki;
Rasulullah .sa.v. ile beraber oturuyordum. O sırada iki adam birbirlerine öfkeyle kötü söz söylüyorlardı.Bunlardan birinin yüzü kıpkırmızi olmuş,şah damarları şişmişti.Bunun üzerine Rasulullah s.a.v. şöyle buyurdu;

Ben bir kelime biliyorum,şayet o adam onu söylemiş olsa kanedinde bulduğu bu hal (öfke) ondan giderdi.Eğer euzü billahi mineş-şeydanirracim derse bu hal ondan gidecektir.”buyurdu.




26 Ağustos 2014 Salı

AKILLI KİMDİR?



Hadîs-i Şerîf:
 "Akıllı, nefsini hesaba çeken ve ölümden sonrası için çalışan kişidir."
(Hadîs-i Şerîf, Sünen-i Tirmizî)
Hicrî: 30   Şevval  1435   •Fazilet Takvim

AKILLI KİMDİR


Bir gün Ca'fer-i Sâdık Hazretleri İmâm-ı Azam'a (rh.):
"Akıllı kimdir?" diye sordu. İmâm-ı Azam (rh.) da:
'Akıllı, hayır ile şerri; iyi ile kötüyü ayırabilen kimsedir." buyurdu.
Ca'fer-i Sâdık Hazretleri,
"Hayvanlar da iyi ile kötüyü ayırabilir. Kendisine vurulacağını veya kendisine yem verileceğini anlayabilir." dedi. İmâm-ı Azam (rh.): 'Peki, size göre akıllı kimdir?' diye sorunca:
"Akıllı, iki hayırlı şeyden en hayırlısını bilen ve onu tercih eden; iki şerli şeyden en şerlisini bilen ve mümkün ise her ikisinden de uzak duran, birini yapmak mecburiyetinde ise daha az şerli olanı tercih edendir." buyurdular.
Hicrî: 30   Şevval  1435   •Fazilet Takvim


AKIL NEDİR VE AKILLI KİMDİR?


Türk dilinde "us" kelimesi ile isimlendirilen, ilim öğrenmenin en kuvvetli sebeplerinden biri bulunan ve "madde'den mücerred cevher" diye tarif edilen akıl, Allah Teâlâ'nın mükellefiyet yükleyeceği kullara ihsan ettiği şeylerin en değerlisidir. Zira o, insanı hayvandan tefrik ve birçok hizmette emsaline tercih ettiren ve dinî mükellefiyetlerin yüklenmesine sebep teşkil eden kıymetli bir cevher olmaktadır. Bu cevherden mahrum bulunan canlılarda hiçbir sorumluluk bulunmamakta, aklını zâyî etmiş mecnunlara herhangi bir vazife yüklenmemektedir.
Akıl; anlama ve bilme melekesi, zekâ, kuvvei müdrike, rey ve fikir mânâlarında kullanılmaktadır. Akıl, dinî yönden tedkike tabi tutulduğu zaman, "caiz olan şeylerin esbâbı cevazını, mümteni olan şeylerin yasaklanış sebeplerini anlayan cevheri mücerred" şeklinde tarif olunmaktadır.
Bahsi geçen bu cevherin Arap dilindeki en yaygın ismi, "akıl'dır. Bundan başka "nühye, lübb, mecr, rû, hürmân, cul, ireb, hıcr, vb. isimlerle de anılmaktadır.
Akı, zâtı ve mahiyeti itibariyle, maddeden mücerrettir. Düşündüğünü fiile dönüştüreceği zaman maddeye yaklaşmış olur.
Akıl; gâip olan şeyleri vasıtalarla, hislerle alâkalı şeyleri müşahede ile idrak eder.
Eşyanın hakikatleri akılla anlaşılabilir. Şayet akıl olmasaydı pekçok hakikat insana kapalı kalırdı. Allah Teâlâ âdemoğlu'na aklı ihsan etti de eşyanın künhünü anlamak mümkün oldu. Bu cihet dikkate alındığı zaman, "Allah'ın insana ihsan ettiği şeylerin en faydalısı akıldır" denilebilir. Cenabı Hakk'ın lütfu bulunan bu cevheri, O'nun razı olmıyacağı yollarda ifsat etmek, nimetin kadrini bilmemek olur. Akla dayanarak Hâlikı zülcelâl! inkâr, küfrân-ı nimetin en şeni olanı ve büyük günahların "ekberi"dir.
Makul olan şeyleri idrak eden fikrî istidada "aklı heyûlânî", bedihiyâttan nazariyata intikal eden ve "istidâdı nefs" diye de isimlendirilen akla "akıl bilmeleke", zaruriyâttan nazariyatı istinbat eden akla "akıl bilfiil", sadece dünya ile alâkalı yiyip içme ve sair hayat şartlarını düşünen akla "aklı maaş", ne için yaratıldığını anlayan, ebedî hayatın saâdetlerini tahsile medar olacak sebepleri kavrayan ve ahiret işlerini güzel bir biçimde tanzim eden akla "aklı maâd" adı verilmektedir.
Yüce Rabbimizin mevhibesi bulunan bu cevher, yaratılışındaki sâfiyet üzere muhafaza edilebilir ve nefsânî müdâhalelerle mihverinden kaydırılmazsa "aklı ğarizî" ismini alır. Bu mertebede bulunan akıl; iblisin çengeline takılmadığı için, dünyada yaşarken ukbâyı tefek-kür ettiği ve ahireti düşünürken dünyayı ihmâl etmediği için, dünya ve ahiret işlerinde sağlam bir müvazene kurtluğundan dolayı "aklı ğarizi" adıyla anılmaktadır.
Akl-ı ğarizî, Allah'ın varlığını ve birliğini bilecek bir istidat üzerine yaratılmıştır. Çamur üzerindeki ayak izini göz vasıtası ile müşahade eden akıl, geçen canlının şahsiyetini temyize muktedir olur. Duman çıkan yerde ateş yanmakta olduğunu, ateşin yandığı yerde dumanın çıkacağını bilen akıl, göklerdeki ecramı ve yeryüzündeki ecsâmı tedkik ederken, Allah'ın varlığını bilmek zorundadır. Bu hususa işaret eden Ebu Hanife, "el-Fıkh'ul-ekber" adlı eserinde, "şâyet Allah Teâlâ peygamber göndermemiş olsaydı akılları ile Allah'ı bilmek insanlar üzerine vacip olurdu" demiştir.
Akıl, bu özellikleri ve güzellikleriyle birlikte, kendi gücüne dayana-rak dinî sahada hüküm vaz etmeye mezun değildir. Akıl, böyle bir cür'et gösterdiği zaman, sahasının dışına taşmış ve salahiyeti olmayan bir işe kalkışmış olur. Akıl, her türlü kemalâtı ile birlikte, yaratılmış bulunan bir varlıktır. Bu itibarla yanılmaları ve eksiklikleri olabilmektedir. Vahye dayalı hükümler ile akla müstenit kararlar arasında, Allah ile kul arasındaki kadar büyük bir fark mevcuttur. Salahiyeti sınırlı bulunan akıl; rubûbiyet sırlarını idrak için kullanılmayacak, ancak, ubudiyyet vazifelerini zamanında ve eksiksiz olarak ifâ etmek için istimal olunacaktır.
Aklını dinî ölçülere uygun biçimde istimâl eden kimseye, Arap lisanında, "Âkıl" denilmektedir. Bu kelimenin Türkçe karşlığı "uslu" lafzıdır. Çok kere "akıl" isminin sonuna "lı" takısı getirilerek "akıllı" sıfatı türetilmektedir. Arapça'da bu manayı ifade eden "reşid, lebîb, erîb, zekiyy, nehiyy, harim" vb. kelimeler bulunmaktadır.
Bir şahsın aklının kıvamı, işlerini en güzel bir şekilde nizam ve intizama bağlaması ve ebedî hayatta sorumlu olacak davranışlardan sakınması ile açığa çıkmış olur. Bu noktadan hareketle diyebiliriz ki, "dünya ve ahirette zarar getirecek hareketlerden sakınan ve işlerini dini naslara uygun hale getiren insan, "akıllı" bir kimsedir. Dine saygısı ve İslâmî vazifelere bağlılığı olmayan Kimsenin aklı, ebedî hayatın saadetlerini kazanmaya yönelmediği için, "ke enlem yekûn" hükmünde kabul edilmiş ve "dini olmayanın aklı da yoktur" buyurulmuştur (14).
Aklın kemâlinin İslâm dinîne uygunluk arzetmesine bağlı bulunduğunu tesbit eden bir hadis-i şerifte, "Akıllı, nefsini hesaba çeken ve ölümden sonra (ki hayat) için amel edendir. (Hakikati anlamaktan) âciz kimse de, nefsini hevâ (ve heveslerinin peşine takan ve Allah'tan olmayacak şeyler temenni edendir"(15) buyurulmaktadır. Akıl, Cenâbı Hakk'ın insan vücuduna müteallik olarak yarattığı bir nur; akıllı da bu nûrun ışığında hakikati gören ve Hakk'a teslimiyet gösteren kimsedir.
Bu hadis-i şerifte geçen âciz kelimesi, "akıllı" lafzının karşılığı ola-rak kullanılmış bulunmaktadır. Edeb makamının zirvesinde bulunan Resûl-i Ekrem (s.a.v.), aklını nefsânî hayallerin peşine takan ve sünnetullaha aykırı dileklerde bulunan kimse hakkında, "akılsız" tabirine bedel olarak, "âciz" sıfatını kullanmıştır. Kişinin arzuladığı şey, âdet itibariyle mümkün olsa bile, şahsın hayat şartları ve malî imkanları zaviyesinden tahakkuku imkânsız ise, bu gibi hayallere kendini kaptırması, aklı selim ile kabili telif değildir.
Akıllı, komşusunun başına gelen musibetten bile ders alır ve her geçen gün tecrübesini geliştirir. Tedricî tekâmül ile, maddenin kesafetinden sıyrılıp, mânânın letafetine değer vermeye ahşan bir insan, halk tarafından gıbta edilmeye lâyık olur. Böylesine olgun bir akla sahip olan kimse, hem Hakk'ın hem de halkın katında itibar kazanır. Unutulmamalıdır ki, "Kişinin asaleti, dini(ne bağlılığıdır. Mertliği (ve insaniye-ti), aklı(nın kemâli ile)dir. Değeri, ahlâkı(nın güzelliği ile)dir" (16).
(13) Müsned-i Ahmed bîn Hanbel, c. 2, s. 365.
(14) Feyzü'l-Kadir, c. 4, s. 528.
(15) İbni Mâce, c. 2, s. 1423.
(16) Müsned-i Ahmed bin Hanbel, c. 2, s. 365.