Ayeti Kerime:
وَلْتَكُن مِّنكُمْ أُمَّةٌ يَدْعُونَ إِلَى الْخَيْرِ وَيَأْمُرُونَ
بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنكَرِ وَأُوْلَئِكَ هُمُ
الْمُفْلِحُونَ
Meali:“Ve sizden hayra dâvet eder, iyiliği emreder, kötülüğü nehyeder
bir cemaat (topluluk) bulunsun. İşte felah bulacaklar onlardır.”
(Âl-i
İmrân Sûresi, âyet 104)
Hicrî:13 Zilkâde 1434 •Fazilet
Takvim
TIBB-I NEBEVÎ:.....BAZI SEBZELERİN FAYDALARI
Resûlullah (s.a.v.) patlıcanı yerdi ve;
“Patlıcan ne güzel bitkidir. Onu (iyi pişirip) yumuşatınız, zeytinyağlı yapınız ve çok yiyiniz.” buyururdular.
Resûl-i Ekrem'in (s.a.v.) en çok sevdiği bitki semizotudur. Mü’min, Resûlullah'ın (s.a.v.) sevdiği her şeyi sevmelidir.
Kereviz, Hızır (a.s.) ve İlyas (a.s.)'ın yemeğidir. Kereviz hafızayı kuvvetlendirir, kalbi temizler, delilik ve cüzzama mâni olur.
Balkabağı, dimağı ve aklı kuvvetlendirir.
Bir hadîs-i şerîfte şöyle buyrulmuştur:
“Her kim baklayı kabuğu ile yerse, Allâhü Teâlâ, o bakla kadar hastalığı ondan giderir.” (İ. Hac. el-Askalî, Lisânu'l-mîzân,)
Resûlullah (s.a.v.) Miraca çıktığında yeryüzü onun dünyadan ayrılışına ağlamış ve bunun üzerine gebre otu bitmiştir.
Bir hadîs-i şerîfte şöyle buyruldu:
“Kızılımtırak beyaz mantar, kudret helvası (gibi Allâh'ın külfetsiz nimetleri) nev'inden bir rızıktır. Suyu da göz ağrısına şifadır.”
Ebû Hüreyre (r.a.) mantarın suyunu sıkar ve gözü ağrıyanlara sürer, o hastanın gözü iyileşirdi. Mantarın en güzeli, siyah olanıdır.
Bir memlekete giren kimse soğan yerse, o memleketin vebasından, havasından ve sularından zarar görmez.
Soğan yedikten sonra kereviz yemelidir. Çünkü kereviz, soğanın kokusunu giderir.
Soğan ve sarımsağı pişmiş olarak yemekte bir beis yoktur.
Soğan ve sarımsağı çiğ olarak yememeli. Zira melekler rahatsız olurlar.
(Şir'atü'l-İslam, Fazilet Neşriyat)
BEYİT:
Varalım bir iki gün zikredelim Mevlâ'yı
Bize ısmarladılar mı bu yalan dünyayı.
(Sultan İkinci Murad Han)
Hicrî:13 Zilkâde 1434 •Fazilet
Takvim
Tıbb-ı
Nebevî Peygamberimiz'in tıpla ilgili bilgilerine, tavsiye ve
uygulamalarına İslâmî literatürde ve İslâm tıp tarihi içinde "Tıbb-ı
Nebevî" adı verilmiştir.
Peygamberimiz,
ciddî şekilde tıbbî bilgilere sahip olduğu, bizzat tıp ve sağlıkla yakından
ilgilendiği, kendisinden bize ulaşan hadislerinden anlaşılmaktadır.
Bu
hadislerde tedâvi usulleri bulunduğu gibi, ilâç olarak tavsiye ettiği birtakım
bitkilerin isimleri geçmekte, bazı hastalık çeşitleri sayılmakta ve bunlar için
tedbirler tavsiye edilmektedir. Bütün bunlar, tıbb-ı nebevînin konusunu teşkil
eder.
Peygamberimiz,
koruyucu hekimlikle ilgili tavsiyelerde bulunmuş, hastalık, tedâvi ve ilâçlar
hakkında bilgiler vermiş, mü'minlerin sağlığını korumak için ferdî ve genel
sağlığa dikkat ve itina gösterilmesi konusunda kesin prensipler koymuştur.
Temizlikle
(ellerin, vücudun, dişlerin, çevrenin temizliği vb.), beslenme ile
(faydalı/şifâlı ve zararlı/haram gıdalar, yeme ve içme âdâbı, perhiz, az yeme
vb.), sağlığın önemi ve imtihan olduğu, sabredilmesi, perhiz, kan aldırma ve
duâ ile tedâvi, çeşitli ilâçlarla tedâvi, hava değişikliği ile tedâvi vb.),
bulaşıcı hastalıklara karşı tavır, mikrop ve mikroplu ortamlarla ilgili
tavsiyeler gibi, tıbb-ı nebevîyi konulara ayırmak mümkündür. Bu hadislerde
zikredilen tıbbî esaslar ile o günün tıbbını karşılaştıracak olursak, Rasûl-i
Ekrem ile yeni bir tıp anlayışının başladğını, tıpta devrim niteliğinde
atılımlar olduğunu görmemek mümkün değildir.
Meselâ, o günkü Arapların vebâdan korunmak için eşek gibi anırdıklarını, göz şaşılığını, hastayı dönen değirmen taşına baktırarak tedâviye çalıştıklarını, üstlerinde bir tavşanın topuk kemiğini bulundurmakla hastalığa karşı muâfiyet kazanacaklarını zannettiklerini, yılan sokmuş adamı, vücuduna zehir yayılır diye uyutmadıklarını, bir devenin burnundaki yaranın iyi olması için başka ve sağlam bir deveyi dağladıklarını hatırlamak yeterli olur. Yine, bir şeyden korkan kadına yüreği soğumuş diye sıcak su içirdiklerini, çocukların çürük dişlerini güneşe doğru atıp, böyle yapmakla yeni dişlerin muntazam ve sağlam çıkacağını zannettiklerini biliyoruz. Tıbb-ı nebevîde ise bütün bu normal akla ve gerçeğe uymayan tedâvi şekillerinin reddedildiğini, o günün tıbbına müdâhale edildiği, yerlerine bugünkü modern tıbbın bile tasvip ettiği prensiplerin getirildiğini görüyoruz.
Her
hastalık için bir devâ olduğu, bu devâyı bulabilmek için çeşitli ilâçlar yapıp
denenmesi gerektiği, şâyet bu ilâç hastalığa uygun gelirse, Allah'ın izniyle
hastanın iyileşebileceği zikredilmektedir. O günün tıbbında uygulanan kan
almaya (hacamat) izin verilirken, yarayı dağlama yasaklanmakta, ancak son çare
olarak istisnâî şekilde izin verilmektedir.
Bütün
bunlar Hz. Peygamber'in o günün tıbbında uygulanan âdetleri aynen devam
ettirmediğini, onlara müdâhale edip tashih ettiğini, yeni prensipler koyduğunu
göstermektedir.
Hadislerde
o günün tıbbının tesbit edemeyeceği açıklamaları da görmek mümkündür. Meselâ,
bulaşıcı hastalık için karantina sistemi
(Buhârî, Tıb 30, 168, 169; Müslim, Selâm 92, 93, 94, 98, 100).
Meselâ, mikrop ve sineğin hastalık taşıyan mikroplara sahip olduğu. Bir hadiste şöyle buyurulur: “Birinizin yemeğine yahut içeceğine sinek düşerse onu yemeğine yahut içeceğine daldırsın da sonra atsın. Çünkü sinek bir kanadında hastalık taşıyorsa diğerinde de şifâ taşıyor.”
(Buhârî, Bed’u’l-Halk 17, Tıb, 58; Ebû Dâvud, Et’ıme 48; İbn Mâce, 31; Ahmed bin Hanbel, II/229, 246; Dârimî, Et’ıme 12)
Hadis, sineğin mikrop ve kir taşıdığını inkâr etmiyor, “kanatlarından birinde mikrop var” diyor. Sinekle mücâdeleden de menetmiyor. Ancak, şâyet yiyecek ve içeceklere konarsa sineğin tamamını daldırmamızı, ondan sonra atmamızı, zira bir kanadında mikrop varsa da, ötekinde de şifâ bulunduğunu söylüyor ki, işte tartışma konusu burasıdır. İlk bakışta, hastalık taşıyan bu böceğin şifâ taşıması akla aykırı gibi gelir, insan da bunda şüpheye düşer. Fakat hadis, senet ve mânâ bakımından sahihtir. Hadis iki anlam taşımaktadır: a) Sineğin mikrop taşıdığı ki, bugünkü bilim de bunu isbat etmiştir. b) Diğer kanadında bu mikrobun şifâsını taşıdığı. İşte münâkaşa noktası burasıdır. Bilim, uzun zamandan beri Hz. Peygamber’in çok önceden haber vermiş olduğu sineğin mikrop taşıdığı gerçeğine ulaşıldığını ve sinekler ile mücâdele edilmesi, onlardan sakınılması gerektiğini açıklamaktadır. Fakat hadis, her çabaya rağmen şâyet sinek yine yiyeceklere konarsa, o zaman yiyeceği dökmek yerine, sineğin tamamını daldırıp sonra atmamızı söyleyerek, onun taşıdığı mikrop ilâcına (panzehire) işaret etmiştir. Bu durum karşısında modern tıbbın görüşüne geçmeden önce birkaç önemli noktayı hatırlatalım:
(Buhârî, Tıb 30, 168, 169; Müslim, Selâm 92, 93, 94, 98, 100).
Meselâ, mikrop ve sineğin hastalık taşıyan mikroplara sahip olduğu. Bir hadiste şöyle buyurulur: “Birinizin yemeğine yahut içeceğine sinek düşerse onu yemeğine yahut içeceğine daldırsın da sonra atsın. Çünkü sinek bir kanadında hastalık taşıyorsa diğerinde de şifâ taşıyor.”
(Buhârî, Bed’u’l-Halk 17, Tıb, 58; Ebû Dâvud, Et’ıme 48; İbn Mâce, 31; Ahmed bin Hanbel, II/229, 246; Dârimî, Et’ıme 12)
Hadis, sineğin mikrop ve kir taşıdığını inkâr etmiyor, “kanatlarından birinde mikrop var” diyor. Sinekle mücâdeleden de menetmiyor. Ancak, şâyet yiyecek ve içeceklere konarsa sineğin tamamını daldırmamızı, ondan sonra atmamızı, zira bir kanadında mikrop varsa da, ötekinde de şifâ bulunduğunu söylüyor ki, işte tartışma konusu burasıdır. İlk bakışta, hastalık taşıyan bu böceğin şifâ taşıması akla aykırı gibi gelir, insan da bunda şüpheye düşer. Fakat hadis, senet ve mânâ bakımından sahihtir. Hadis iki anlam taşımaktadır: a) Sineğin mikrop taşıdığı ki, bugünkü bilim de bunu isbat etmiştir. b) Diğer kanadında bu mikrobun şifâsını taşıdığı. İşte münâkaşa noktası burasıdır. Bilim, uzun zamandan beri Hz. Peygamber’in çok önceden haber vermiş olduğu sineğin mikrop taşıdığı gerçeğine ulaşıldığını ve sinekler ile mücâdele edilmesi, onlardan sakınılması gerektiğini açıklamaktadır. Fakat hadis, her çabaya rağmen şâyet sinek yine yiyeceklere konarsa, o zaman yiyeceği dökmek yerine, sineğin tamamını daldırıp sonra atmamızı söyleyerek, onun taşıdığı mikrop ilâcına (panzehire) işaret etmiştir. Bu durum karşısında modern tıbbın görüşüne geçmeden önce birkaç önemli noktayı hatırlatalım:
a)
Eskiden beri bazı zararlı hayvanların zehirlerinde fayda ve devâ olduğu
bilinmektedir. Bazen İlâhî kudret, tek bir hayvanda iki zıddı birleştirmiştir.
Meselâ akrebin iğnesindeki zehirden panzehir de yapılır.
Âlim
Torbustî diyor ki: “Sineğin bir kanadında mikrop, diğerinde şifâ ve devâ
olması, Cenâb-ı Hakk’ın hârika yaratıklarının bir alâmetidir.” Arı da böyledir.
Arı zehrini, romatizma, lumbago, ülser gibi hastalıkların tedâvisinde
kullandıkları gibi trahom tedâvisinde de faydalı görülmüştür.
b)
Tıpta yılan ve zehirli haşerât zehrinden, yılan ve akrep sokmalarına karşı
kullanılan bir serum yapılmıştır. Bu, yerince hastalığı (seretan) ağrılarında
da faydalı olmuştur.
c)
Modern tıp, kirli maddelerden, tedâvi tekniğinde yeni bir çığır açan maddeler
bulmuştur. Küften penisilin, kabir toprağından streptomicin elde edilmiştir. İş
böyle olduğuna göre sinekte de taşıdığı mikropları imhâ edebilecek
hayvancıkların bulunması, yani meydana getirdiği hastalığın devâsını taşımış
olması mümkündür.
d)
Hastalığı yapan, mikropların kendisi değil; onların salgıladıkları zehirler
(toksinler)dir. Beden bu toksinlere karşı antitoksin çıkararak kendini korur.
Acaba
sineğin vücudunda bu toksinlere karşı antitoksin meydana gelemez mi? Bu, aklen
mümkün olduğu gibi, tıbben de birtakım deliller ile isbat edilmiştir Ama tıp,
felsefe gibi teorik delil ve kıyas kabul etmez, tecrübeye, deneylere dayanır.
Bu
hususu tecrübe eden, inceleyen bilginler çıkmış mıdır ki, hadisin aklen ve
ilmen sıhhati meydana çıksın? 1871’ye Alman profesörü Brifeild, Almanya halkı
ev sineğinin, İmposa Mosouy adını verdiği mantar cinsinden bir parazite müptelâ
olduğunu keşfetti. Bu asalak, devamlı olarak sineğin vücudunda yaşayıp
geçinmektedir. Profesör yaptığı incelemede bu parazitin, İntomophteraly adında
bağlı yahut birleşik yosun mantarları (Sygmomysis) denilen bir yosun mantarı
türüne mensup olduğunu gördü. Bu parazit, su yosunu mantarı denen
(Phycomclspristiti) nin ikinci çeşidindendir. Bu asalak, hayatını, sineğin
vücudunda mevcut, içinde özel bir salgı olan yuvarlak hücreler şeklindeki yağ
tabakasında geçirir. Sonra bu yuvarlak hücreler uzar, meydana gelen
açıklıklardan yahut sineğin karın halkaları mafsallarından dışarıya çıkar ve
sineğin vücudunun dışına çıkmış olur. Bu çıkış devri, bu mantarın üreme
devresidir. Bu devrede mantarın tohumları hücrenin içinde toplanır. Hücrenin iç
basıncı artar. Nihayet bu iç basınç o dereceye ulaşır ki hücre cidarları buna
tahammül edemeyerek patlar ve içteki tohumlar itme kuvvetiyle hücrenin 2 cm.
dışına fırlar.
Cam
içerisine bırakılmış ölü bir sineğe bakarsak iki şey görürüz:
1-
Sineğin etrafında mantar tohumlarının dolanma alanı,
2-
Sineğin son kısmı olan üçüncü kısımdan sineğin karnına ve sırtına doğru içinden
tohumların fırladığı, uzun hücrelerin başları meydana çıkmış birtakım patlak
hücreler.
Modern
bilginlerin keşifleri, Brifeild’in teorisini kuvvetlendirecek şekilde
gelişmiştir:
a)
1945’de mantar bilgisinde en büyük üstad olan Profesör Langiron devamlı olarak
sineğin karnında yuvarlak hücreler şeklinde yaşayan bir mantarda Anzim denen
ayrışma gücü yüksek bir salgı bulunduğunu açıkladı.
b)1947-1950
yılları arasında iki Alman bilgini Arnstaine, Cook ve İsviçreli bilgin Rolius,
javaein dedikleri bir madde buldular. Bu maddeyi, sinekte yaşayan mantar
türünden elde ettiler. Bu maddenin hayatiyete zıt olduğunu (antibiotive) tifo
ve dizanteri gibi birçok mikropları öldürdüğünü anladılar.
c)
1948’de Berlin Courtes, Heming, Geferies ve Mackjohan, Clotinsine dedikleri
hayatiyete zıt bir madde buldular. Bunu yine sinekte yaşayan aynı tür mantardan
elde etmişlerdi. Tifo, dizanteri vs. mikroplara karşı etkiliydi.
d)
1949’da iki Alman bilgini Omcy ve Farmer ve İsviçre’den German, Roth, Athlenger
ve Blathner, iniatin adını verdikleri tek hücrelilerin yaşamasına zıt bir madde
elde ettiler. Bunu da sinekte yaşayan mantar türüne mensup bir mantardan elde
etmişlerdi. Bu maddenin dizanteri, tifo ve kolera gibi hastalık mikroplarına
karşı etkili olduğunu gördüler.
e)
1947’de Moftiş, sinek ve vücudunda yaşayan mantarlara mahsus bir kültürden tek
hücreli canlılara zıt maddeler elde etti. Bunların dizanteri, tifo ve benzeri
mikroplara karşı kuvvetle etkili olduğunu gördü. Yine bunlar, hummalı/ateşli
hastalıklara sebep olan mikroplara karşı da tesirleri kuvvetli idi. Bu maddenin
bir gramı, mezkûr mikroplarla pislenmiş yüz litre sütü koruyacak güçte idi.
Yiyecek
ve içeceklere düşen sineği bu maddelere daldırma hareketi, sineğin vücudunda
bulunan mantar hücresine basınç yapar, içindeki tohumları ve sıvıyı sıkıştırır,
bu sıkışma neticesinde hücre patlar ve hücrenin içinden mikropları öldüren
anzimler çıkar. Bunlar sineğin taşıdığı mikroplara saldırıp onları öldürür. Bu
sûretle yiyecek ve içecekler, hastalık yapan mikroplardan temizlenmiş olur.
Modern ilim, zehirli mikropları şiddetle imhâ eden bir parazitin bulunduğunu,
bu maddenin ancak sineğin düştüğü maddeye daldırılması sûretiyle meydana gelen
basınç etkisiyle hücresinden çıkabileceğini isbat etmiştir. İşte hadiste ifâde
edilen de budur.[1]
Netice
olarak diyebiliriz ki; vahyin kontrolü ve irşâdı altında olan Hz. Peygamber (s.a.s.)
yalnız şeriatı öğretmek için gönderilmiş olmayıp, dünyevî konularda,
dolayısıyla tıp konusunda da en güzel örnektir. O, Arapların uyguladıkları
tıbbı aynen almayıp, tashih ederek, ferdî ve genel sağlığa dikkat edilmesi
hususunda kesin prensipler koyup yeni bir tıbbı başlatmış, birçok konuda
bugünün tıbbının da dikkatini çekmiştir. Kendisi tedâvi olmuş, tedâvi
şekillerini ve tecrübeyle faydası tesbit edilen bazı ilâçları tavsiye etmiştir.
Ashâb
da diğer dünyevî konularda olduğu gibi, tıbbî konularda da Onu örnek
edinmiştir.[2]
[1] Sadettin Raslan, Terc. Süleyman Ateş, Hakses
Mecmuası, Mayıs 1966, sayı 17, s. 4. [2] Mahmud Denizkuşları, Peygamberimiz ve
Tıb, s. 37.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder