SAHİBİNİ BEKLEYEN ÖŞÜR
Hasat sonrası mahsul tarlada iken, hesap kitap yapılır, herkesin payı
ayrılırdı. Kendi imkânları ile suladıkları ürünlerinden yirmide bir,
kendiliğinden sulanan mahsullerden ise onda bir öşür verilirdi, öşrün
gerçek sahiplerine. Ancak gerçek sahipler bulunamadığında ne yapılırdı?
İşte sorunun cevabı…
O yıllar henüz, Çukurova’da bir senede üç mahsulün kaldırılmadığı
yıllardı. O yıllar, turaç kuşlarının Çukurova’nın mavi göğünü nakış
nakış işlediği, ceylan sürülerinin uçsuz bucaksız ovada cevelan ettiği
ve adam boyu sazlıklarda küçük büyük hayvanların yuva yaptığı yıllar
idi. Hafif bir boşluğunu bulan insanlar devlet kaydından âzâde yaşar,
askere gitmez, vergi vermezdi. Yalnız, başlarında bir Kozanoğlu vardı
ki, bir bakıma onlara en ağır vergileri yükler, her an askerlik
yaptırırdı.
1865 yılında Kozan Islahatı için Fırka-i islahiye’nin başında
fevkalade memuriyet-i mahsusa (olağanüstü yetki) ile Çukurova’ya
gönderilen Ahmed Cevdet Paşa, ıslahatını yapar ve başarılı olur. Sadece
asayişi temin etmekle yetmez Tezâkir’inde bizlere, Çukurova’nın tarihi
ve coğrafi yönleriyle alakalı bilgiler de verir. Bu bilgiler yanında
zaman zaman sosyolojik tahlillere girişir, insanların hayat tarzı,
dünyayı algılayışları ile alakalı anekdotlar nakleder.
Cevdet Paşa Çukurova’ya gittiği zaman, halkın ekseriyeti dağlarda
yaşıyordu. Düzgün bir nüfus sayımı yapılamamış, hatta asırlardır Osmanlı
tapusu bile verilebilmiş değildi. Cevdet Paşa’nın Çukurova hakkında
anlattıklarından, ekseriyetle Kozanoğulları’nın zulmü altında ezilen
medeniyetten bîhaber insan portreleri çıkar karşımıza. Nadir de olsa
ilim ve faziletiyle meşhur insanlardan bahsedilir. Bunlardan birisi
Kozanlı Hacı Ömer Efendi’dir. Hacı Ömer Efendi’nin yaşadığı toplum
içinde kendisi gibi olan insanlar azın azı mesabesindedir. Zamanında
öğrendiği ilimlere sımsıkı sarılmış, kendisi çoğunluğa uymamış bilakis
insanları doğru bildiği uğurda eğitmeye çalışmış, bir ideal adamı olarak
karşımıza çıkar. Cevdet Paşa, Hacı Ömer Efendi ile yaşadığı ve
kendisini şaşkına çeviren bir olayı şöyle anlatır:
Öşrünü hak etmeyene vermedi
Batı Kozan’da bulunan Kisenit köyü varsaklarından, ulema ve
salihlerin meşhurlarından, Kozanca kıymet verilen Hacı Ömer Efendi bir
aralık Sis’e (Kozan) gelmişti. Gayet zinde bir zat olup yaşı yüze
yaklaşmış idi. Gençliğinde Kayseri’de ilim tahsil etmiş, icazet alarak
Kozan’a gelmiş, sonra Hac için Haremeyn’e gidip gelirken Şâm-ı Şerif te
Hâlidîler tarikinin pîri olan meşhur Şeyh Hâlid hazretleriyle görüşerek
ondan ders almıştır. Hacı Ömer Efendi Kozan’a dönerek hasbî
(karşılıksız) olarak ilim öğretmeye ömrünü adamıştır.
Bir taraftan ilim öğretip diğer taraftan çiftçiliğini yaparken elli
iki sene geçmişti. Bu müddet zarfında kimseden bir şey kabul etmeyip el
emeğiyle husule getirdiği mahsulât ile geçinmişti. Şöyle ki tarlayı ekip
hâsıl ettiği zahireyi bizzat değirmene götürerek öğütüp un ettikten
sonra hanımına teslim eder, o da ekmek yapıp birlikte yerlermiş.
Kozanoğulları kendisine fevkalade saygı gösterdikleri halde onların
yemeğini yemez, gerektiğinde Kozanoğlu’nun yanına varacak olsa kendi
mahsulü olan ekmeğini koynuna koyup beraber götürür ve ondan yermiş.
Fakat Kozanoğulları dahi ondan öşür almazlarmış.
Onun muradı helal ve temiz rızık yemek olup hâlbuki elli iki sene
öşür vermediği için üzerinde beytülmalin birçok alacağı birikmesi
kendisini fevkalade üzermiş. Bu defa Sis’e geldiğinde önce Adana Valisi
Ali Rıza Paşa’nın çadırına varıp bu meseleyi ona açtığında o dahi,
“Buralarını ben bilemem. Fakat burada Kazasker var ona müracaat
etmelisin.” diyerek alıp bizim çadırımıza getirdi.
Malını temize çıkartmak için öşrün gerçek sahibini aradı
Böyle ilim ve takva ile meşhur bir zatla görüştüğüme memnun olarak
kendisine saygı göstererek halini hatırını sordum. Buraya kadar kendini
neden yordun dedim. Dedi ki, “Elli iki seneden beri helal rızık yemek
için kendi elimle ekip biçtiğim mahsul ile geçindim. Lakin Kozanoğulları
benden öşür almadılar. Ben de vereyim demedim. Zira hak etmediklerini
bildiğimden versem de yerine varmayacağını biliyordum. Asıl mal sahibini
bulup vermek dahi mümkün olmadı. Vatan-ı aslî olmak hasebiyle Kozan’da
tutuldum kaldım. Bunca seneden beri kendi elimle kazandıklarımı şüpheden
kurtarıp da malımı temize çıkaramadım. Bundan sonra inşallah şer’î
öşrümü beytülmale teslim ederim. Ama şimdiye kadar olanı ne yapmalı.
Bunun çaresi nedir?”
İmâmü’l-Müslimîn’in temsilcisinden helalliğini aldı
Buna cevaben, “Ulemanın beytülmalde hakkı vardır. Senin hakkın dahi
aşardan olan borcuna karşılık tutulur ve ödenmiş olur.” diyerek teselli
ettim. Dedi ki, “Benim de burası hatırıma geliyordu lakin hakkın hak
olması İmâmü’l-Müslimîn’in (Müslümanların İmamı) tayinine bağlıdır.
Hâlbuki padişah tarafından benim için bir şey tahsis olunmamıştır ki
ödenmiş sayalım.” dedi. Ben dahi, “Padişahın bana verdiği yetki bu
hesabın icrasına kâfidir.” diyerek padişah adına vekâleten hocaefendiyle
helalleştik.
Sonra mahallî mal sandığından almak üzere kendisine aylık 100 kuruş
maaş tahsis ederek hemen buyruldusunu yazdırıp, “Senin gibi ulema ve
sulehadan bir zatın beytülmalde hakkı kalmasına padişahımız cevaz
vermez. Al sen de hakkını.” diyerek buyrulduyu kendisine kabul ettirdim.
Bundan sonraki âşârı kime verebileceğini sordu. “Belenköy’ün kaza
merkezi olma ihtimali var. Kisenit köyü bu kazaya bağlanır. Burada
bulunacak memur her kim olursa olsun öşrü ona verirsin, doğru beytülmale
ulaşır.” dedim. Dedi ki, “Benim buraya gelmemin asıl sebebi geçen elli
iki senelik öşür borçlarımın ödenmesiydi…”
Numune bir hayat felsefesi böyle yazıldı
Hacı Ömer Efendi’nin hayatını okuyunca zihnimde bazı sorular belirdi.
Hani hayat felsefesi derler ya, o türden. Hayatı yaşamaya, algılamaya
dair sorular. Düşündüm de ömrümüzü idame ettirme konusunda modern
hayatın bize telkin edip öğrettikleri ile olması gereken arasında uçurum
var sanki. Bize daima başarılar kazanıp bu başarılarla mutlu hayatlar
sürdürmeyi telkin ettiler. Bol para kazanmak, servet biriktirip zamanı
gelince bunları harcamak. Peki ya kazanamazsak, talih bize kazanmadan
huzurlu bir hayat bahşetmişse? Eminim Kozanlı Hacı Ömer Efendi’nin
hayatını okuyunca siz de benim gibi onu takdir etmiş, keşke biz de böyle
saf ve temiz bir hayat yaşayabilsek demişsinizdir. Ama onun hayatında,
modern manada anlayacağımız zaferler, başarılar, tatiller yok ki. O
zaman bize sunulanla, olması gereken çok farklı.
Kaynak: Ahmed Cevdet Paşa, Tezâkir (Haz. Cavit BAYSUN), 28. Tezkire, TTK 1991, s.175-176
İnsan ve Hayat Dergisi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder