İnsan ve Cin Şeytanları
Zahirde şeytan ile murat edilen
"İblîs" ve aveneleridir. Denildi ki: "Şeytan kelimesi,
insanları, tereddüde düşüren, doğru caddeden saptıran, azgın ve haddi aşan
insan ve cinlerin hepsi için kullanılır." Cenâb-ı Allah, insan ve cin
şeytanlarını şöyle beyan ettikleri gibi:
وَكَذَلِكَ جَعَلْنَا لِكُلِّ نَبـِيٍّ عَدُوًّا شَيَاطِينَ اْلإِنْسِ وَالْجِنِّ يُوحِي بَعْضُهُمْ إِلَى بَعْضٍ زُخْرُفَ الْقَوْلِ غُرُورًا
وَلَوْ شَاءَ رَبُّكَ مَا فَعَلُوهُ فَذَرْهُمْ وَمَا يَفْتَرُونَ(112)
Ve böyle... Biz her peygambere insü cinn
şeytanlarını düşman kılmışızdır. Bunlar aldatmak için birbirlerine lâfın
yaldızlısını telkin eder dururlar. Eğer rabbin dilese idi, bunu yapmazlardı. O
halde bırak şunları uydurdukları hurafât ile haşrolsunlar.112 [1]
الرَّ جِيـمِ
“Racim olan
şeytan,” lanete uğradığı zaman melekler tarafından göklerden atılan, veya
gökyüzünün (birinci kat semanın) alevli ateşleri ile uzaklaştırılıp atılan
mânâsınadır. Bu (racim kelimesi) şeytanın kötü sıfatıdır. Şeytan için Kur’an-ı
Kerimde bir çok kötü isim ve yerilmiş sıfatlar vardır. Onun bütün kötülüklerini
kendisinde toplayan “Şeytan” (kelimesi)dir. Çünkü “şeytan” kelimesi, iblisin
bütün cezâlarını kendisinde toplar. Bunun için, iblisin kötü sıfat ve
isimlerinin arasında istiâzede "şeytan" (kelimesi) başlamaya mahsus
oldu.
Denir ki,
istiâze’nin hakikatinin zâhir olması, sadece sözde,
اَعُوذُ بـِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّ
جِيـمِ
demekle mümkün
değildir. Elbette huzuru kalble söylenmesi lâzımdır. Sözünün hal ve fiiline
uygun olması gerekir. Dilin اَعُوذُ بـِاللهِ “Ben Allah’a sığınırım,” derken;
halinin ve fiilinin اَعُوذُ بٍالشَّيْطَانِ “Ben şeytana sığınırım” dememelidir. İşte bu durum, isyân ve tuğyanda
nefsin şeytanla ortak olmasıdır.
Şeytan ve Arifler
Hikaye:
Ârifin istiâzesi, Allah'dan başkasını
görmek ve çok hicabdan-dır. Çünkü Şeytan âriflerin nûrundan kaçar.
Hikâye olunur ki,
Ebû Sâid el-Harraz (k.s.)[2] Hazretleri, Şeytanı rüyada gördü. Onu
asâ ile dövmek istedi. Şeytan:
-"Ey Ebû Said! Ben asâ'dan korkmam.
(Çünkü sopa gibi maddi şeyler beni incitmezler) Ben ancak; arifin kalbinin
semasına doğduğu zaman, mârifet güneşinin şualarından (ilâhi nûrundan) korkarım."
Dedi.
Bazıları, "Şeytandan istiâze de,
Allah'dan başkasından kork-mayı izhâr etmektir ki bu da kulluğu ihlâl eder"
dediler. Bunlara cevaben deriz ki: "Düşmanı, düşman bilmek muhabbeti
kuvvet-lendirir, sevgiyi gerçekleştirir. Allah'dan başkasından Allah'a koşmak
(ve ona yönelmek), kulluğu tamamlar. Allah'ın emirlerine sarılmak, taatı her
şey üzerine takdim etmektir. Allah'dan korkmayandan korkmak, (Allah'ın
büyüklüğü karşısında insanın) çaresizliğini ortaya koymasıdır.
"Ben Allah'dan korkuyorum,"
denilir ki, ben Allah'ın azabın-dan ve gadabından korkuyorum, demektir.
"Ben Allah'dan korkandan
korkarım" demek; "ben Allah'dan korkanların beddularından korkuyorum,"
demektir.
"Ben Allah'dan korkmayandan
korkarım," demek; "Ben Allah'dan korkmayanların kötü işlerinden
korkarım," demektir.
Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî (k.s.):
“Âdem oğlu için, gizli çok düşman
vardır.
İtina ve dikkatle hareket eden kişi
akıllı adamdır.”
Tefsir-i
Kebir’de, şöyle buyuruldu: اَعُوذُ بـِاللهِ ben Allah'a sığını-rım, kişinin tüm iyilikleri kazanıp bütün
tehlikelerinden kurtul-ması için mahlûkattan hâlika ve nefsi için sonsuz
ihtiyaç-lardan kurtulup; kâmil manâda Hak zenginliğine dönmektir.
فَفِرُّوا إِلَى اللَّهِ إِنِّي لَكُمْ مِنْهُ نَذِيرٌ مُبـِينٌ “O halde hemen Allah’a kaçın, haberiniz
olsun ki, ben size O’ndan bir açık nezîrim(uyarıcıyım) "[3] âyetinin sırrı budur. Ve yine burada
Rabbu'l-âleminin huzuruna yaklaşmaya acziyetten başka vesile yoktur. Acizlik,
makamların sonudur.
"Kim hakîkî bir şekilde şeytandan
Allah'a sığınırsa, bu da huzuru kalble mümkündür; Cenâb-ı Allah, onunla
şeytanın arasına üçyüz perde gerer; perdenin arası yerle gök arası
gibidir."
[1] El-En'âm: 6/112
[2] Ebû Said El-Harraz hazretlerinin asıl adı, Ahmed bin İsa’dır. Muhammed bin
Masum Tûkî’nin talebesidir. Zünnün-i Mısrî, Sırri Sakatî ve Bişri Hafi
hazretleri gibi büyük evliyanın sohbetinde bulundu. İyi bir tahsil gördü.
Tasavvuf’ta bir deryâ idi. Doğum tarihi kesin olarak belli değildir. 890 (H.
227) tarihinde Bağdat’ta vefat etti.
[3] Ez-Zariyât: 51/50
[4] Hasan Basrî hazretlerinin asıl adı, Hasan bin Hasan Yesâr el-Basrî’dir.
641 (H. 21) tarihinde Medine’de doğdu. Çocukluğu Efendimiz (s.a.v.)
hazretlerinin temiz zevcelerinden annemiz Ümmü Seleme (r.h)’a nın evinde geçti.
Ondan terbiye aldı. Ashabı kirâm’ın sohbetiyle müşerref oldu. Bütün ömrü
okumak, okutmak ve cihad ile geçti. Başta tefsir olmak üzere bir çok eserler
yazdı. Müçtehid bir âlim idi. 728 (H. 110) Basra’da vefat etti.
Ruhul Beyan c. 1,
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder