22 Kasım 2013 Cuma

İNSAN VE CİN ŞEYTANLARI




İnsan ve Cin Şeytanları


     Zahirde şeytan ile murat edilen "İblîs" ve aveneleridir. Denildi ki: "Şeytan kelimesi, insanları, tereddüde düşüren, doğru caddeden saptıran, azgın ve haddi aşan insan ve cinlerin hepsi için kullanılır." Cenâb-ı Allah, insan ve cin şeytanlarını şöyle beyan ettikleri gibi:
وَكَذَلِكَ جَعَلْنَا لِكُلِّ نَبـِيٍّ عَدُوًّا شَيَاطِينَ اْلإِنْسِ وَالْجِنِّ يُوحِي بَعْضُهُمْ إِلَى بَعْضٍ زُخْرُفَ الْقَوْلِ غُرُورًا وَلَوْ شَاءَ رَبُّكَ مَا فَعَلُوهُ فَذَرْهُمْ وَمَا يَفْتَرُونَ(112)
Ve böyle... Biz her peygambere insü cinn şeytanlarını düşman kılmışızdır. Bunlar aldatmak için birbirlerine lâfın yaldızlısını telkin eder dururlar. Eğer rabbin dilese idi, bunu yapmazlardı. O halde bırak şunları uydurdukları hurafât ile haşrolsunlar.112 [1]
     الرَّ جِيـمِ “Racim olan şeytan,” lanete uğradığı zaman melekler tarafından göklerden atılan, veya gökyüzünün (birinci kat semanın) alevli ateşleri ile uzaklaştırılıp atılan mânâsınadır. Bu (racim kelimesi) şeytanın kötü sıfatıdır. Şeytan için Kur’an-ı Kerimde bir çok kötü isim ve yerilmiş sıfatlar vardır. Onun bütün kötülüklerini kendisinde toplayan “Şeytan” (kelimesi)dir. Çünkü “şeytan” kelimesi, iblisin bütün cezâlarını kendisinde toplar. Bunun için, iblisin kötü sıfat ve isimlerinin arasında istiâzede "şeytan" (kelimesi) başlamaya mahsus oldu.
Denir ki, istiâze’nin hakikatinin zâhir olması, sadece sözde,
     اَعُوذُ بـِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّ جِيـمِ demekle mümkün değildir. Elbette huzuru kalble söylenmesi lâzımdır. Sözünün hal ve fiiline uygun olması gerekir. Dilin اَعُوذُ بـِاللهِ   “Ben Allah’a sığınırım,” derken; halinin ve fiilinin اَعُوذُ بٍالشَّيْطَانِ  “Ben şeytana sığınırım” dememelidir. İşte bu durum, isyân ve tuğyanda nefsin şeytanla ortak olmasıdır.

Şeytan ve Arifler


Hikaye:
Ârifin istiâzesi, Allah'dan başkasını görmek ve çok hicabdan-dır. Çünkü Şeytan âriflerin nûrundan kaçar.
Hikâye olunur ki, Ebû Sâid el-Harraz (k.s.)[2] Hazretleri, Şeytanı rüyada gördü. Onu asâ ile dövmek istedi. Şeytan:
-"Ey Ebû Said! Ben asâ'dan korkmam. (Çünkü sopa gibi maddi şeyler beni incitmezler) Ben ancak; arifin kalbinin semasına doğduğu zaman, mârifet güneşinin şualarından (ilâhi nûrundan) korkarım." Dedi.
Bazıları, "Şeytandan istiâze de, Allah'dan başkasından kork-mayı izhâr etmektir ki bu da kulluğu ihlâl eder" dediler. Bunlara cevaben deriz ki: "Düşmanı, düşman bilmek muhabbeti kuvvet-lendirir, sevgiyi gerçekleştirir. Allah'dan başkasından Allah'a koşmak (ve ona yönelmek), kulluğu tamamlar. Allah'ın emirlerine sarılmak, taatı her şey üzerine takdim etmektir. Allah'dan korkmayandan korkmak, (Allah'ın büyüklüğü karşısında insanın) çaresizliğini ortaya koymasıdır.
"Ben Allah'dan korkuyorum," denilir ki, ben Allah'ın azabın-dan ve gadabından korkuyorum, demektir.
"Ben Allah'dan korkandan korkarım" demek; "ben Allah'dan korkanların beddularından korkuyorum," demektir.
"Ben Allah'dan korkmayandan korkarım," demek; "Ben Allah'dan korkmayanların kötü işlerinden korkarım," demektir.
  Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî (k.s.):
“Âdem oğlu için, gizli çok düşman vardır.
İtina ve dikkatle hareket eden kişi akıllı adamdır.”
Tefsir-i Kebir’de,  şöyle buyuruldu: اَعُوذُ بـِاللهِ    ben Allah'a sığını-rım, kişinin tüm iyilikleri kazanıp bütün tehlikelerinden kurtul-ması için mahlûkattan hâlika ve nefsi için sonsuz ihtiyaç-lardan kurtulup; kâmil manâda Hak zenginliğine dönmektir.
 فَفِرُّوا إِلَى اللَّهِ إِنِّي لَكُمْ مِنْهُ نَذِيرٌ مُبـِينٌ     “O halde hemen Allah’a kaçın, haberiniz olsun ki, ben size O’ndan bir açık nezîrim(uyarıcıyım) "[3] âyetinin sırrı budur. Ve yine burada Rabbu'l-âleminin huzuruna yaklaşmaya acziyetten başka vesile yoktur. Acizlik, makamların sonudur.
Hasan (Basrî) Hazretleri,[4] şöyle buyurdu:
"Kim hakîkî bir şekilde şeytandan Allah'a sığınırsa, bu da huzuru kalble mümkündür; Cenâb-ı Allah, onunla şeytanın arasına üçyüz perde gerer; perdenin arası yerle gök arası gibidir."



[1] El-En'âm: 6/112
[2] Ebû Said El-Harraz hazretlerinin asıl adı, Ahmed bin İsa’dır. Muhammed bin Masum Tûkî’nin talebesidir. Zünnün-i Mısrî, Sırri Sakatî ve Bişri Hafi hazretleri gibi büyük evliyanın sohbetinde bulundu. İyi bir tahsil gördü. Tasavvuf’ta bir deryâ idi. Doğum tarihi kesin olarak belli değildir. 890 (H. 227) tarihinde  Bağdat’ta vefat etti.
[3] Ez-Zariyât: 51/50
[4] Hasan Basrî hazretlerinin asıl adı, Hasan bin Hasan Yesâr el-Basrî’dir. 641 (H. 21) tarihinde Medine’de doğdu. Çocukluğu Efendimiz (s.a.v.) hazretlerinin temiz zevcelerinden annemiz Ümmü Seleme (r.h)’a nın evinde geçti. Ondan terbiye aldı. Ashabı kirâm’ın sohbetiyle müşerref oldu. Bütün ömrü okumak, okutmak ve cihad ile geçti. Başta tefsir olmak üzere bir çok eserler yazdı. Müçtehid bir âlim idi. 728 (H. 110) Basra’da vefat etti.
Ruhul Beyan c. 1,



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder