Şeytanın Adı
İbnü Abbas (r.a.)'nın rivâyetine göre, Şeytan, Allah'a isyân ettiği zaman,
lanete uğradı ve şeytan oldu.
Bu rivâyet onun Allah'a isyân edip lanete uğradıktan sonra
"Şeytan" diye isimlendirildiğine delâlet eder. Lânetten önce şeytanın
adı, Azâzil veya Nâil idi. İstiâze de kendisinden Allah'a sığınılan şeyler,
alay etmek, kötülük ve dedikodu yapmak,
vesvese vermek gibi şeytanın zararları ve kabâhatları ile kayıtla anmak
ki, böylece Şeytanın umumî şerlerinden sığınılmış olsun.
"Ravdâtü'l-Ahbar" da şöyle deniliyor: "Şeytanlar, erkek ve
dişidirler. Doğarlar, ölmezler, belki (kıyâmet sabahına kadar) ebedîdirler.
Cinler, erkek ve dişidirler, doğarlar ve ölürler. Melekler, erkek ve dişi değiller,
doğmazlar, yemezler ve içmezler."
Bundan şeytan ve cinlerin hakikî nesneler oldukları ve var oldukları sâbit
oldu. Cin ve şeytanların varlığını felsefeciler, doktorlar ve benzerlerinden
çok az bir kısım hariç, kimse inkâr etmez.
Cinler ve İmam Zemahşerî
Hüccetü’l-İslâm İmam Gazâlî Hazretleri,[1] sünneti ihyâ eden, insan ve cinlerin müftüsüydü. Bir gün cinlere, havâdis (dünyada olup biten
garip şeyleri) sordu. Cinler:
-" İmam Zemahşerî
Hazretleri[2] tefsirle alakalı bir kitap yazmaktadır. Kur'an-ı Kerimin yarısına
yetişti," dediler. İmâm Gazâli Hazretleri, cinlerden, Zemahşeri
Hazretlerinin yazmış olduğu tefsiri kendisine getirmelerini istedi. Cinler,
Zemahşeri Hazretlerinin yazmış olduğu tefsiri istinsah ettiler, hepsini
yazdılar, aslını yerine koydular, kopyasını getirdiler. Zemahşeri Hazretleri,
Gazalî Hazretlerinin yanına geldiğinde, Gazâlî Hazret-leri, o tefsiri kendisine
gösterdi. Zemahşeri Hazretleri, hayret etti. Şaşırdı. Şöyle dedi:
-"Eğer
bu tefsir benim ise ben onu gizledim. Gizli yazıyorum. Benden başka kimse
tefsir yazdığımı bilmiyor. Bu nereden geldi? Yok eğer bu tefsir başkasının ise,
bir kitabın, lafız, mana, konuluş ve
tertipte bu kadar birbirine benzemesini akıl kabul etmez. Bu mümkün
değildir." Bu konuşma üzerine imâm Gazalî Hazretleri şöyle buyurdu:
-"Bu tefsir (senindir) bize cinlerin eliyle ulaştı," dedi.
Zemahşeri Hazretleri o güne kadar cinleri inkâr ediyordu. O mecliste cinlerin
varlığını itiraf etti.
Cinler Gaybı Bilemez
Buradan cinlerin gaybı bildiği hükmü çıkmaz. Gizli
olmadığı gibi. Cenâb-ı Allah,
فَلَمَّا قَضَيْنَا عَلَيْهِ الْمَوْتَ مَا دَلَّهُمْ عَلَى مَوْتِهِ اِلاَّ
دَابَّةُ اْلأَرْضِ تَأْكُلُ مِنْسَأَتَهُ فَلَمَّا خَرَّ تَبَيَّنَتِ الْجِنُّ
أَنْ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ الْغَيْبَ مَا لَبـِثُوا فِي الْعَذَابِ
الْمُهِينِ(14)
-" Sonra vaktâ
ki ona ölümü hükmettik, onlara onun ölümünü sezdiren olmadı, yalnız bir güve
böceği (arz’a) dayandığı asasını yiyordu; bu sebeple yıkıldığı zaman tebeyyün
etti ki cinler eğer gaybı bilir olsalar, o zilletli azap içinde bekleyip
durmazlardı. 34/14 [3] dedi. Eğer cinler, gaybı bilmiş olsalardı Süleyman Aleyhis-selâm'ın vefat ettiğini bilir ve
vefatından sonra çetin işte uzun süre çalışmazlardı.
Cin ve Şeytanların Hakikati
Sonra cin ve şeytanların hakikaten mücerred varlıklar olduğunu söylemeyenlere göre şeytanlar "havâî
cisimler"dir.
Bir rivâyete göre "Nârî cisim" oldukları
söylenildi. Cinler, gerçekten ateşten yaratılmış varlıklardır. Muhtelif
şekillere girebilme gücüne sahiptirler. Yılan, akrep, köpek, deve, sığır,
koyun, at, katır, eşek, kuş ve insan
oğlu şekilleri gibi değişik şekillere girebilirler. Cin ve şeytanların akıl ve
anlayışları vardır. Zor işlerde çalışabilirler. Süleyman Aleyhisselâm için,
kaleler, heykeller, havuzlar genişliğinde, leğenler ve sâbit kazanlar
yaparlardı. Bu âyet-i kerime ile sâbittir:
وَلِسُلَيْمَانَ الرِّيحَ
غُدُوُّهَا شَهْرٌ وَرَوَاحُهَا شَهْرٌ وَاَسَلْنَا لَهُ عَيْنَ الْقِطْرِ وَمِنْ
الْجِنِّ مَنْ يَعْمَلُ بَيْنَ يَدَيْهِ بـِإِذْنِ رَبـِهِ وَمَنْ يَزِغْ مِنْهُمْ
عَنْ أَمْرِنَا نُذِقْهُ مِنْ عَذَابِ السَّعِيرِ (12) يَعْمَلُونَ لَهُ مَا يَشَاءُ مِنْ
مَحَارِيبَ وَتَمَاثِيلَ وَجِفَانٍ كَالْجَوَابِ وَقُدُورٍ رَاسِيَاتٍ اِعْمَلُوا آلَ دَاوُودَ شُكْرًا وَقَلِيلٌ مِنْ عِبَادِي الشَّكُورُ(13)
Süleyman’a da rüzgâr - sabah gidişi bir ay, akşam dönüşü bir
ay-, erimiş bakır menbâını da ona sel gibi akıttık. Hem rabbinin izniyle elinin
altında cinnîlerden de çalışan vardı -onlardan da her kim emrimizden inhiraf
ederse, ona saîr olan azabını tattırırız-; Onlar ona, mihrablar, timsaller ve
havuzlar gibi çanaklar ve sâbit kazanlardan her ne isterse yaparlardı. Çalışın
ey Dâvud hanedanı, şükr için çalışın! Mâmafih kullarım içinde şekûr olan azdır.
12-13 [4]
Cinlerin mücerred "arzî ve süflî" varlıklar olduğunu
söyleyen-lerin görüşlerine göre, cinlerin bu mücerredliği kütlesi olmayan
varlıklardır. Kütlevî olmak gibi bir halleri yoktur.
Gözle görülmeyen varlıklardan "Âlî
ve mukkades" olanlar cisimlerin tedbirinde bulunurlar. Bunlar, mukarrabûn
(Allah'a yakın) meleklerdir."Meşşâiyyûn"[5] âlimler bunları "akıl" diye isim-lendirir.
"İşrâkiyyûn"[6] hükemâsı ise, onları güçleri yeten yüksek nûrlar veya tedbirine bağlı
varlıklar olarak kabul ederler. Meşşâiyyûn bunları, semavî varlıklar diye
isimlendirirler, İşrâkiyyûn, onları
müdebbir nûrânî varlıklar olarak
isimlendirirler.
Onların en şereflileri, Hamele-i arş (arşı yüklenen) Melek-lerdir. Onlar
(Hamele-i arş) şu an dört melektir. Kıyâmet günü sayıları sekiz olacaktır.
Sonra Arşın etrafını ziyâret eden Meleklerdir. Sonra Kürsî Melekleridir. Sonra
tabaka tabaka göklerin Melekleridir. Yer kürenin geride kalan güzide melekleri,
temiz tabiattaki havâ vazifeli, sonra
zemherir'in melekleri, sonra deniz melekleri, sonra dağların, sonra hayvan ve
nebatâtın cisimlerinde tasarruf eden süflî ruhlardır.
Bunlar, bazen
hayırlı ilâhi bir ışık olurlar. (1/4) Bunların sâlihlerine cinler denir.
Bazen de kötü, bulanık ve şerli olurlar, bunlar da şeytanlardır. Fenâri'nin[7] Fâtiha Tefsirinde böyledir.
[1] Hüccetü’l-İslâm İmam Gazâlî Hazretleri; asıl ismi, Muhammed b. Muhammed b.
Muhammed b. Ahmed et-Tusî, el-Gazâlî’dir. 1058 (H. 450) tarihinde Tûs şehrinin
Gazâl kasabasında doğdu. Babasının bıraktığı miras ile kardeşi Ahmet Gazalî hazretleri
ile birlikte tahsil yoluna girdi. İyi bir eğitim gördü. Fıkıhta müçtehid
derecesine yükseldi. Üçyüzbinden fazla hadîs-i şerifi râviyeleriyle birlikte
ezbere biliyordu. İslâmın yirmi temel ilmi ile bunların yardımcıları olan
müsbet ilimlerde söz sahibi idi. Nizâmiyye Medresesinin müderrisliğini yürüttü.
Burada bir çok talebe yetiştirdi. Bulunduğu çağı aşan, tetkik ve tenkidleri
özellikle felsefecilerin görüşlerini çürüten kitablar yazdı. Öz eleştirilerde
bulundu. “İhyâ’u-ulûmid’dîn” isimli kıymetli eseri yazdı. Büyük bir evliyâullah
ve deryâ gibi bir âlim olan İmam Gazâlî Hazretleri 1111 (H. 505) tarihinde
Tûs’ta vefat etti.
[2] İmam Zemahşeri Hazretleri’nin asıl adı: Kâsım bin Ömer, lakâbı Allâme
Cârüllâh’tır. 1074 (H. 467) senesinde Hârezm’in Zemahşer kasabasında doğdu. İyi
bir tahsil gördü. Tefsir, fıkıh ve lügat ilimlerinde büyük bir âlimdi.
Zemahşerî Hazretlerinin yazmış olduğu “Keşşâf” isimli tefsiri belâğât ve
fesahât bakımından çok önemli bir tefsirdir. Ehli sünnet âlimleri, belâgatla
ilgili bilgileri onun eserinden faydalanmışlardır. Zemahşeri, amelde hanefî
mezhebinde olmasına rağmen, önceleri itikâd bakımından mü’tezile mezhebindeydi.
İmam Gazalî Hazretlerinin onun yazmış olduğu “el-Keşşâf” isimli tefsirini
cinlere istinsâh ettirmesi ve bir çok âlim ve ilim talebeleri ve devlet
adamlarının huzurunda ona vermesi üzerine cinlerin varlığını kabul ederek,
tevbe edip, ehli sünnet olmuşlardır. Zemahşerî Hazretleri, 1144 (H. 538)
yılında bir arefe gece Cürcâniye’de vefat
etti.
[3] Sebe’: 34/14
[4] Seb'e: 34-12,13
[5] Meşşâiyyûn: Yürüyen hükemâ demektir. Aristo ve talebelerine denir. Bilgiyi
“mükâşefe” yolu ile talebelerine aktarırdı. Eflatun talebelerini ilmî
seviyelerine göre etrafında üç daire şeklinde oturtturur. Kendisi de ortalarına
oturur. Bütün talebeleri ona teveccüh eder, hiç konuşmadan mükâşefe yolu ile
hocalarına sorularını yöneltir ve hocalarının kalbinden sorunun cevabı onların
kalbine gelirdi. Aristo hocasının bu geleneğini terketti. Aristo İskender-i
Rûmi’nin veziri olduğu için ilim okutacak zamanı yoktu. Devlet işlerinde Eğitim
ve öğretime zaman bulamadığından sabahları işe giderken ve akşamleyin eve
dönerken talebeleri at (hayvan) üzerinde onunla berâber hem yürür ve hem de
ilim tahsil ederlerdi. Onlara da “ Hükemâ-i Meşşaiyyûn” yürüyen hukemâ denirdi.
Teshilü'l-Efkâr s. 3
[6] İşrâkiyyun: Nurlu hukemâ demektir. Eflâtun ve talebelerine denir. Eflâtun, talebelerine ilmi mukâşefe yoluyla
aktarırdı. Eflâtun derse otururdu, talebeleri de mertebelerine göre halka halka
daire şeklinde otururlardı. Kalben hocalarına yönelirlerdi. Eflâtun kalb yoluyla talabelerinin sordukları
sorulara cevap verir ve her talebe derecesine göre ilimden nasibini alırdı.
Aristo üçüncü halkada oturan bir talebeydi. Eflatun'un ilmi, Bokrat ve Sokrat
yoluyla Lokman Aleyhisselâm'a ve Dâvûd
Aleyhisselâm'a dayanır. Teshilul-u Efkâr s. 3,
[7] Mollâ Fenâri hazretlerinin asıl adı, Muhammed bin Hamza bin Muhammed bin
Muhammed -er-Rûmî’dir. 1315 (751) tarihinde doğdu. İyi bir eğitim gördü.
Bursa’da müftülük ve kadılık yaptı. Şeyhü’l-İslâm oldu. Çok kitab yazdı. Mantık
ilmiyle ilgili olarak, İsagûcî’nin şerhini bir günde yazıp bitirdi. Molla
Fenâri Hazretleri, Somuncu baba’dan feyiz aldı. 1431 (H. 834) tarihinde
Bursa’da vefat etti.
Ruhul Beyan c. 1,
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder