18 Kasım 2013 Pazartesi

CİNLER GAYBI BİLEMEZ



Şeytanın Adı


İbnü Abbas (r.a.)'nın rivâyetine göre, Şeytan, Allah'a isyân ettiği zaman, lanete uğradı ve şeytan oldu.
Bu rivâyet onun Allah'a isyân edip lanete uğradıktan sonra "Şeytan" diye isimlendirildiğine delâlet eder. Lânetten önce şeytanın adı, Azâzil veya Nâil idi. İstiâze de kendisinden Allah'a sığınılan şeyler, alay etmek, kötülük ve dedikodu yapmak,  vesvese vermek gibi şeytanın zararları ve kabâhatları ile kayıtla anmak ki, böylece Şeytanın umumî şerlerinden sığınılmış olsun.
"Ravdâtü'l-Ahbar" da şöyle deniliyor: "Şeytanlar, erkek ve dişidirler. Doğarlar, ölmezler, belki (kıyâmet sabahına kadar) ebedîdirler. Cinler, erkek ve dişidirler, doğarlar ve ölürler. Melekler, erkek ve dişi değiller, doğmazlar, yemezler ve içmezler."
Bundan şeytan ve cinlerin hakikî nesneler oldukları ve var oldukları sâbit oldu. Cin ve şeytanların varlığını felsefeciler, doktorlar ve benzerlerinden çok az bir kısım hariç, kimse inkâr etmez.

Cinler ve İmam Zemahşerî


Hüccetü’l-İslâm İmam Gazâlî Hazretleri,[1] sünneti ihyâ eden, insan ve cinlerin müftüsüydü.   Bir gün cinlere, havâdis (dünyada olup biten garip şeyleri) sordu. Cinler:
-" İmam Zemahşerî Hazretleri[2] tefsirle alakalı bir kitap yazmaktadır. Kur'an-ı Kerimin yarısına yetişti," dediler. İmâm Gazâli Hazretleri, cinlerden, Zemahşeri Hazretlerinin yazmış olduğu tefsiri kendisine getirmelerini istedi. Cinler, Zemahşeri Hazretlerinin yazmış olduğu tefsiri istinsah ettiler, hepsini yazdılar, aslını yerine koydular, kopyasını getirdiler. Zemahşeri Hazretleri, Gazalî Hazretlerinin yanına geldiğinde, Gazâlî Hazret-leri, o tefsiri kendisine gösterdi. Zemahşeri Hazretleri, hayret etti. Şaşırdı. Şöyle dedi:
-"Eğer bu tefsir benim ise ben onu gizledim. Gizli yazıyorum. Benden başka kimse tefsir yazdığımı bilmiyor. Bu nereden geldi? Yok eğer bu tefsir başkasının ise, bir kitabın,  lafız, mana, konuluş ve tertipte bu kadar birbirine benzemesini akıl kabul etmez. Bu mümkün değildir." Bu konuşma üzerine imâm Gazalî Hazretleri şöyle buyurdu:
-"Bu tefsir (senindir) bize cinlerin eliyle ulaştı," dedi. Zemahşeri Hazretleri o güne kadar cinleri inkâr ediyordu. O mecliste cinlerin varlığını itiraf etti.

Cinler Gaybı Bilemez

 

Buradan cinlerin gaybı bildiği hükmü çıkmaz. Gizli olmadığı gibi. Cenâb-ı Allah,
فَلَمَّا قَضَيْنَا عَلَيْهِ الْمَوْتَ مَا دَلَّهُمْ عَلَى مَوْتِهِ اِلاَّ دَابَّةُ اْلأَرْضِ تَأْكُلُ مِنْسَأَتَهُ فَلَمَّا خَرَّ تَبَيَّنَتِ الْجِنُّ أَنْ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ الْغَيْبَ مَا لَبـِثُوا فِي الْعَذَابِ الْمُهِينِ(14)
-" Sonra vaktâ ki ona ölümü hükmettik, onlara onun ölümünü sezdiren olmadı, yalnız bir güve böceği (arz’a) dayandığı asasını yiyordu; bu sebeple yıkıldığı zaman tebeyyün etti ki cinler eğer gaybı bilir olsalar, o zilletli azap içinde bekleyip durmazlardı. 34/14 [3] dedi. Eğer cinler, gaybı bilmiş olsalardı Süleyman  Aleyhis-selâm'ın vefat ettiğini bilir ve vefatından sonra çetin işte uzun süre çalışmazlardı.

Cin ve Şeytanların Hakikati


     Sonra cin ve şeytanların hakikaten mücerred varlıklar olduğunu  söylemeyenlere göre şeytanlar "havâî cisimler"dir.
Bir rivâyete göre "Nârî cisim" oldukları söylenildi. Cinler, gerçekten ateşten yaratılmış varlıklardır. Muhtelif şekillere girebilme gücüne sahiptirler. Yılan, akrep, köpek, deve, sığır, koyun, at, katır, eşek, kuş ve  insan oğlu şekilleri gibi değişik şekillere girebilirler. Cin ve şeytanların akıl ve anlayışları vardır. Zor işlerde çalışabilirler. Süleyman Aleyhisselâm için, kaleler, heykeller, havuzlar genişliğinde, leğenler ve sâbit kazanlar yaparlardı. Bu âyet-i kerime ile sâbittir:

وَلِسُلَيْمَانَ الرِّيحَ غُدُوُّهَا شَهْرٌ وَرَوَاحُهَا شَهْرٌ وَاَسَلْنَا لَهُ عَيْنَ الْقِطْرِ وَمِنْ الْجِنِّ مَنْ يَعْمَلُ بَيْنَ يَدَيْهِ بـِإِذْنِ رَبـِهِ وَمَنْ يَزِغْ مِنْهُمْ عَنْ أَمْرِنَا نُذِقْهُ مِنْ عَذَابِ السَّعِيرِ         (12) يَعْمَلُونَ لَهُ مَا يَشَاءُ مِنْ مَحَارِيبَ وَتَمَاثِيلَ وَجِفَانٍ كَالْجَوَابِ وَقُدُورٍ رَاسِيَاتٍ اِعْمَلُوا آلَ دَاوُودَ شُكْرًا وَقَلِيلٌ مِنْ عِبَادِي الشَّكُورُ(13)
Süleyman’a da rüzgâr - sabah gidişi bir ay, akşam dönüşü bir ay-, erimiş bakır menbâını da ona sel gibi akıttık. Hem rabbinin izniyle elinin altında cinnîlerden de çalışan vardı -onlardan da her kim emrimizden inhiraf ederse, ona saîr olan azabını tattırırız-; Onlar ona, mihrablar, timsaller ve havuzlar gibi çanaklar ve sâbit kazanlardan her ne isterse yaparlardı. Çalışın ey Dâvud hanedanı, şükr için çalışın! Mâmafih kullarım içinde şekûr olan azdır. 12-13 [4]
Cinlerin mücerred "arzî ve süflî" varlıklar olduğunu söyleyen-lerin görüşlerine göre, cinlerin bu mücerredliği kütlesi olmayan varlıklardır. Kütlevî olmak gibi bir halleri yoktur.
Gözle görülmeyen varlıklardan "Âlî ve mukkades" olanlar cisimlerin tedbirinde bulunurlar. Bunlar, mukarrabûn (Allah'a yakın) meleklerdir."Meşşâiyyûn"[5] âlimler bunları "akıl" diye isim-lendirir. "İşrâkiyyûn"[6] hükemâsı ise, onları güçleri yeten yüksek nûrlar veya tedbirine bağlı varlıklar olarak kabul ederler. Meşşâiyyûn bunları, semavî varlıklar diye isimlendirirler,  İşrâkiyyûn, onları müdebbir  nûrânî varlıklar olarak isimlendirirler.
Onların en şereflileri, Hamele-i arş (arşı yüklenen) Melek-lerdir. Onlar (Hamele-i arş) şu an dört melektir. Kıyâmet günü sayıları sekiz olacaktır. Sonra Arşın etrafını ziyâret eden Meleklerdir. Sonra Kürsî Melekleridir. Sonra tabaka tabaka göklerin Melekleridir. Yer kürenin geride kalan güzide melekleri, temiz tabiattaki havâ vazifeli,  sonra zemherir'in melekleri, sonra deniz melekleri, sonra dağların, sonra hayvan ve nebatâtın cisimlerinde tasarruf eden süflî ruhlardır.
    Bunlar, bazen hayırlı ilâhi bir ışık olurlar. (1/4) Bunların sâlihlerine cinler denir. Bazen de kötü, bulanık ve şerli olurlar, bunlar da şeytanlardır. Fenâri'nin[7] Fâtiha Tefsirinde böyledir.


[1] Hüccetü’l-İslâm İmam Gazâlî Hazretleri; asıl ismi, Muhammed b. Muhammed b. Muhammed b. Ahmed et-Tusî, el-Gazâlî’dir. 1058 (H. 450) tarihinde Tûs şehrinin Gazâl kasabasında doğdu. Babasının bıraktığı miras ile kardeşi Ahmet Gazalî hazretleri ile birlikte tahsil yoluna girdi. İyi bir eğitim gördü. Fıkıhta müçtehid derecesine yükseldi. Üçyüzbinden fazla hadîs-i şerifi râviyeleriyle birlikte ezbere biliyordu. İslâmın yirmi temel ilmi ile bunların yardımcıları olan müsbet ilimlerde söz sahibi idi. Nizâmiyye Medresesinin müderrisliğini yürüttü. Burada bir çok talebe yetiştirdi. Bulunduğu çağı aşan, tetkik ve tenkidleri özellikle felsefecilerin görüşlerini çürüten kitablar yazdı. Öz eleştirilerde bulundu. “İhyâ’u-ulûmid’dîn” isimli kıymetli eseri yazdı. Büyük bir evliyâullah ve deryâ gibi bir âlim olan İmam Gazâlî Hazretleri 1111 (H. 505) tarihinde Tûs’ta vefat etti.
[2] İmam Zemahşeri Hazretleri’nin asıl adı: Kâsım bin Ömer, lakâbı Allâme Cârüllâh’tır. 1074 (H. 467) senesinde Hârezm’in Zemahşer kasabasında doğdu. İyi bir tahsil gördü. Tefsir, fıkıh ve lügat ilimlerinde büyük bir âlimdi. Zemahşerî Hazretlerinin yazmış olduğu “Keşşâf” isimli tefsiri belâğât ve fesahât bakımından çok önemli bir tefsirdir. Ehli sünnet âlimleri, belâgatla ilgili bilgileri onun eserinden faydalanmışlardır. Zemahşeri, amelde hanefî mezhebinde olmasına rağmen, önceleri itikâd bakımından mü’tezile mezhebindeydi. İmam Gazalî Hazretlerinin onun yazmış olduğu “el-Keşşâf” isimli tefsirini cinlere istinsâh ettirmesi ve bir çok âlim ve ilim talebeleri ve devlet adamlarının huzurunda ona vermesi üzerine cinlerin varlığını kabul ederek, tevbe edip, ehli sünnet olmuşlardır. Zemahşerî Hazretleri, 1144 (H. 538) yılında bir arefe gece Cürcâniye’de vefat  etti.
[3] Sebe’: 34/14                                                                                                                        
[4] Seb'e: 34-12,13
[5] Meşşâiyyûn: Yürüyen hükemâ demektir. Aristo ve talebelerine denir. Bilgiyi “mükâşefe” yolu ile talebelerine aktarırdı. Eflatun talebelerini ilmî seviyelerine göre etrafında üç daire şeklinde oturtturur. Kendisi de ortalarına oturur. Bütün talebeleri ona teveccüh eder, hiç konuşmadan mükâşefe yolu ile hocalarına sorularını yöneltir ve hocalarının kalbinden sorunun cevabı onların kalbine gelirdi. Aristo hocasının bu geleneğini terketti. Aristo İskender-i Rûmi’nin veziri olduğu için ilim okutacak zamanı yoktu. Devlet işlerinde Eğitim ve öğretime zaman bulamadığından sabahları işe giderken ve akşamleyin eve dönerken talebeleri at (hayvan) üzerinde onunla berâber hem yürür ve hem de ilim tahsil ederlerdi. Onlara da “ Hükemâ-i Meşşaiyyûn” yürüyen hukemâ denirdi. Teshilü'l-Efkâr s. 3
[6] İşrâkiyyun: Nurlu hukemâ demektir. Eflâtun ve talebelerine denir.  Eflâtun, talebelerine ilmi mukâşefe yoluyla aktarırdı. Eflâtun derse otururdu, talebeleri de mertebelerine göre halka halka daire şeklinde otururlardı. Kalben hocalarına yönelirlerdi.  Eflâtun kalb yoluyla talabelerinin sordukları sorulara cevap verir ve her talebe derecesine göre ilimden nasibini alırdı. Aristo üçüncü halkada oturan bir talebeydi. Eflatun'un ilmi, Bokrat ve Sokrat yoluyla Lokman Aleyhisselâm'a ve  Dâvûd Aleyhisselâm'a dayanır. Teshilul-u Efkâr s. 3,
[7] Mollâ Fenâri hazretlerinin asıl adı, Muhammed bin Hamza bin Muhammed bin Muhammed -er-Rûmî’dir. 1315 (751) tarihinde doğdu. İyi bir eğitim gördü. Bursa’da müftülük ve kadılık yaptı. Şeyhü’l-İslâm oldu. Çok kitab yazdı. Mantık ilmiyle ilgili olarak, İsagûcî’nin şerhini bir günde yazıp bitirdi. Molla Fenâri Hazretleri, Somuncu baba’dan feyiz aldı. 1431 (H. 834) tarihinde Bursa’da vefat etti.
Ruhul Beyan c. 1,


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder