Hamd'in Çeşitleri
Tasavvuf ehline göre hamd, mahmud'un (övülmeye lâyık olan zatın) kemâlini izhâr etmektir. Allâh’ü Teâlâ'nin
kemâli, O'nun sıfatları, ef’âli ve eserleridir.
Şeyh Dâvûd Kayserî hazretleri[1] dedi ki: "Hamd, kavlî (sözle olur) fiilî (sadece iş ve hareketler ile
olur) ve hâlî (yaşamak ile) olur.
Kavlî (sözle) hamd: Cenâb-ı Allah'ın, peygamberleri (a.s.)'ın dilleri
üzerine, kendi nefsini övdüğü şeylerle kişinin, lisanı ile Allah'a hamdü senâ
etmesidir
Fiilî hamd: Kişinin beden ile yapılan
ibâdetleri yapmasıdır ve kerim olan
Allah'a yönelerek, kişinin Allah rızası için hayır işlemesidir. Çünkü dil ile hamdetmek insanın üzerine vacip
oldu-ğu gibi, her uzvu (organı) hasebiyle belki her insanın her uzvunun üzerine
hamdetmek vâcibtir. Her durumda Allah'a şükretmek gibi.
Efendimiz (s.a.v.) Hazretleri, اَلْحَمْدُ لِلَّهِ عَلَى كُلِّ حَال "Her durumda Allah'a hamd
olsun"[2] buyurdukları gibi. Bu da ancak, her
uzvun yaratılmış olduğu gayede kullanılmasıyla mümkün olur. Meşrû bir şekilde
Allah'a kullukta nefsin haz alması ve memnun olmasını istemek değil; Allah'ın
emirlerine sarılmak ve boyun eğmek için yapılan işlerle hamd olunur.
Hâlî hamd: Kalb ve ruh'un derecesine göredir. Kişinin, ilim ve amelde kemâl
sıfatına sahip olması ve ilâhî ahlâk ile ahlâklanması gibidir. Çünkü, insan,
zatı ve nefsinde, mükemmelliği bir meleke hâline getirmesi için, peygamberlerin
diliyle, “insanlar, Allah'ın ahlâkıyla ahlâklanmakla emrolunmuştur.” (1/10)
Hakikatte bu ise, zıddının olmaması cihetinde, "Zahir" isimle
müsemmâ olan Hak Teâlâ'nın tafsil makamında kendisini övme-sidir. Amma Cenâb-ı
Allah'ın, zâtı ilâhiyesini (bütün hamdleri içine toplayarak) cemi makamında
kavlî olarak övmesi ise, kitablarında
(Tevrât, Zebur İncîl ve Kur'an'da) ve Suhuflarında zatını kemâl
sıfatları ile tarif etmesidir. Fiilî övmesi ise, Cenâb-ı Allah'ın, Cemâl ve
Celâlinin bütün kemâlatıyla ğayb'dan şehâdete, bâtından zâhire, ilimden
kendisine, sıfatlarının güzelliğini ve isimlerinin velâyetini izhar etmesidir.
Halî övmesi ise, Cenâb-ı Allah'ın ilk mukaddes feyzi ile zâtında tecellileri ve
ezelî nûrunun zuhurudur. Cenâb-ı Allah, tafsilî (açıklamalı) ve cemi (topluca)
olarak, hem öven ve hem de övülendir.
لَقَدْ كُنْتُ دَهْرًا قَبْلَ اَنْ يَكْشِفَ الغِطَا
اَخًا لَكَ اِنِّى ذَاَكِرٌ لَكَ شَاكِرٌ
فَلَمَّا اَضَاءَ الَّيْلُ اَصْبَحَتْ شَاهِدًا بـِاَنَّكَ مَذْكُورُ وَذِكْرٌ وَذاَكِرُ
فَلَمَّا اَضَاءَ الَّيْلُ اَصْبَحَتْ شَاهِدًا بـِاَنَّكَ مَذْكُورُ وَذِكْرٌ وَذاَكِرُ
"Göz
perdelerim açılmadan önce her zaman ben senin kardeşindim.
Gerçekten, seni zikrediyor ve sana teşekkür ediyordum.
Ne zaman ki gece aydınlandı,
sabah, senin, zikredilenin, zikrin ve zâkirin sen olduğuna şahidlik etti.
Kavlî (sözlü olarak) hamd ile hamd eden herkes hamdettiğini (övdüğünü) ona
mahsus kemâl sıfatları bilir ve tanır. Ona bu gerekir. Kayserînin sözü bitti.
Hamd
Hamd ve senâ şükre
şâmildir. Bundan dolayı Cenâb-ı Allah, kitabına, لِلَّه “Allah'a mahsustur” da, senâ ile nefsine
hamdetti,
الْعَالَمِينَ رَبِّ
Âlemlerin Rabbine
cümlesinde, şükür ile hamddetti, الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
medh yâni överek,
hamdetti.
الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ(3) مَالِكِ يَوْمِ الدِّينِ (4 Allah, rahman ve rahimdir, cezâ gününün sahibidir, âyetlerinde ise, medh
ile kendisine hamdetti.
Sonra kula bu üç
şekilde Cenâb-ı Allah'ı hakikî olarak, ham-detmesi yoktur. Belki kul, taklid
yoluyla ve mecâz olarak, Allah'a hamd eder.
Birincisi (hakîkî
hamd), Cenâb-ı Allah'ı hakîkî manâda hamd ve senâ etmek, onun zat ve sıfatının
künhünü anlamanın bir dalıdır. Cenâb-ı Allah'ın zât ve sıfatının mahiyetini
anlama hakkında şöyle buyurdu: وَلاَ يُحِيطُونَ بـِهِ عِلْمًا "Onlar, ilimce Onu (Allah'ın künhünü) ihâta edemezler."[3] وَمَا قَدَرُوا اللَّهَ حَقَّ قَدْرِهِ "Onlar, Allah'ı gereği gibi tanıyamadılar."[4]
İkincisi (Taklid ve
mecâz yoluyla hamd etme) ise, Efendimiz (s.a.v.) Hazretleri, Mi’râc gecesinde
أَثْنِ عَلىَّ "Beni senâ et," hitabıyla muhâtab oldu. Efendimiz (s.a.v.)
Hazretleri şöyle dedi.
لاَ أُحْصِي ثَنَاءً عَلَيْكَ
"Ben seni
(gereğince) senâ edebilecek güçte değilim," dedi. Efendimiz (s.a.v.)
Hazretleri, kulluğu izhâr edip, Allah'ın emrine uymanın elbette gerekli
olduğunu bildi ve şöyle devam et: أَنْتَ كَمَا أَثْنَيْتَ عَلَى نَفْسِكَ "Sen kendi zatını nasıl senâ ettiysen ben de öylece senâ
ediyorum,"[5] dedi.
Bu, taklid yoluyla
Allah'a hamd-ü senâ etmektir. Ve biz taklid yoluyla Allah'a hamdetmekle
emrolunduk. Allahü Teâlâ bize kendisine hamdetmemizi şöyle emretmektedir:
فَاتَّقُوا اللَّهَ مَا اسْتَطَعْتُمْ "Onun için
gücünüz yettiği kadar Allah’a korunun. 64/14" [7]
Te'vilâtı Necmiyye'de de bu böyledir.
Sadî şöyle buyurdu.
“Vücûdumuzdaki
her kıl O nun vergisi ve lütfudur. Nice seneler şükretsem, bir kılın şükrünü
edâdan âcizim”
[1] Şeyh Dâvûd Kayserî Hazretleri. Doğum tarihi kesin olarak bilinmemektedir.
Fakat 1258 (H. 656) veya 1261 (H. 659) tarihlerinde Kayseri’de doğduğu tahmin
edilmektedir. Medrese tahsili gördü. İznik’i fetheden Osmanlı Sultanı Orhan
Gâzi ilk olarak yaptırdığı Orhaniyye
Medresesine Davudu Kayseriyi müderris olarak tayin etti. Davudu Kayseri
hazretleri, Osmanlının ilk resmi eğitimcisidir. İlmiyye heyetinin başıdır.
Atomların enerji yüklü olduğunu ilk defa söyleyen Davudu Kayseri hazretleridir.
Tasavvuf erbâbı ve bir gönül eri olan Dâvûd-u Kayseri hazretleri, 1350 yılında
İznikte vefat etti.
[2] Ebû Dâvûd, Edeb, 91; ibni Mâce, Zekat, 34,
[3] Taha: 20/110
[4] El-En'âm: 6/91
[5] Sahîh-i Müslim, salat: 222, ibni Mace, ikâme: 117,
[6] El- İsrâ.17/ 111
[7] Et-Teğâbun: 64/16
Ruhul Beyan c. 1,
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder