16 Kasım 2013 Cumartesi

BESMELE-İ ŞERİFE




Esma-i Hüsna
 
 قالوا لله تعالى ثلاثة آلاف اسم الف عرفها الملائكة لا غير والف عرفها الانبياء لا يغر وثلاثمائة فى التوراة وثلاثمائة فى الانجيل وثلاثمائة فى الزبور وتسعة وتسعون في القرآن وواحد استأثر الله به ثم معنى هذه الثلاثة آلاف فى هذه الاسماء الثلاثة فمن علمها وقالها فكأنما ذكر الله تعالى بكل اسمائه


     Cenâb-ı Allah'ın üç bin (3000) ismi vardır, dediler. Cenâb-ı Allah, üç bin isminden bin tanesini Meleklere öğretti, onlardan başkası bilmez. Bin tanesini Peygamberlere öğretti, onlardan başkası bilmez. Üç yüz tanesi Tevrât'da, üç yüz tanesi İncîl'de, üç yüz tanesi Zebur'da, doksan dokuz tanesi Kur'an-ı Kerim'de mevcuttur. Bir tanesini Cenâb-ı Allah, kendine ayırdı.
     Sonra bu üç bin ismin mânâsı ( besmelede bulunan) bu üç isim   اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ  Allah, Rahmân ve Rahîm’de  vardır. Kim besmeleyi öğrenir ve söylerse, sanki Cenâb-ı Allah'ın bütün isimlerini zikretmiş gibi olur.

Besmele-i Şerife


وفى الخبر ان النبى عليه السلام قال " ليلة اسرى بى الى السماء عرض على جميع الجنان فرأيت فيها اربعة انهار نهرا من ماء ونهرا من لبن ونهرا نم خمر ونهرا من عسل فقلت يا جبريل من اين تجيئ هذه الانهار والى اين تذهب قال تذهب الى حوض الكوثر ولا ادرى من اين تجئ فادع الله تعالى ليعلمك او يريك فدعا ربه فجاء ملك فسلم على النبى عليه السلام ثم قال يا محمد غمض عينيك قال فغمضت عينى ثم قال افتح عينيك ففتحت فاذا انا عند شجرة ورأيت قبة من درة بيضاء ولها باب من ذهب احمر وقفل لو أن جميع ما فى الدنيا من الجن والانس وضعوا على تلك القبة لكانوا مثل طائر جالس على جبل فرأيت هذه الانهار الاربعة تخرج من تحت هذه القبة فلما اردت ان ارجع قال لى ذلك الملك لم لا تدخل القبة قلت كيف ادخل وعلى بابها قفل لا مفتاح له عندى قال مفتاحه بسم الله الرحمن الرحيم فلما دنوت من القفل وقلت بسم الله الرحمن الرحيم انفتح القفل فدخلت فى القبة فرأيت هذه الانهار تجرى من اربعة اركان القبة ورأيت مكتوبا على اربعة اركان القبة بسم الله الرحمن الرحيم ورأيت نهر الماء يخرج من ميم بسم الله ورأيت نهر اللبن يخرج من هاء الله ونهر الخمر يخرج من ميم الرحمن ونهر العسل من ميم الرحيم فعلمت ان اصل هذه الانهار الاربعة من البسملة فقال الله عز وجل يا محمد من ذكرنى بهذه الاسماء من امتك بقلب خالص من رياء وقال بسم الله الرحمن الرحيم سقيته من هذه الانهار ".

     Haberde geldiğine, göre, Efendimiz (s.a.v.) hazretleri şöyle buyurdular:
     -"Semaya çıktığım mi’râc gecesinde, bana cennetlerin hepsi arzolundu. Orada dört nehir gördüm. Sudan bir nehir, sütten bir nehir, hamrdan bir nehir ve baldan bir nehirdi.  Ve dedim ki:
     -"Ey Cebrâil bu nehirler nereden kaynayıp çıkıyor ve nereye akıyorlar?" Cebrâil Aleyhisselâm:
     -"Bunların nereden kaynayıp, nereye aktığını ben de bilmiyorum. Kevser havuzunun başına git. Orada rabbine dua et, onların kaynayıp, aktığı yerleri ya sana göstersin veya da sana öğretsin," dedi.
Rabbine dua etti. Bir melek geldi. Efendimiz (s.a.v.) Hazret-lerine selâm verdi. Melek:
     -"Muhammed Mustafa (s.a.v.) gözlerini yum," dedi. Efendimiz (s.a.v.) hazretleri, gözlerimi yumdum, dedi. Sonra melek,
     -"Gözlerini aç," dedi.  Ben de açtım. Bir de baktım ki, büyük bir ağacın yanındayım. Beyaz inciden bir kubbe gördüm. Kubbenin kırmızı altından büyük bir kapı ve kilidi vardı. Dünyada ki bütün insan ve cinler, bir bu kubbenin üzerine konsalardı, bir dağın üzerindeki kuş kadar yer kaplarlardı. Dört nehrin bu kubbenin altından aktıklarını gördüm. Dönmek istediğim sırada melek, bana.
     -"Neden kubbe'nin içine girmiyorsun?" dedi. Ben, ona:
     -"Nasıl gireyim ki, kapının üzerinde kilit var.  Anahtarı da bende yok," dedim. Melek:
-"Onun anahtarı, بـِسْــمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ dir" dedi. Ben kapının kilidine yaklaştım. Ve:
-" بـِسْــمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ " dedim. Kilit kendiliğinden açılıverdi. Kubbeye girdim. Bu dört nehrin kubbenin dört köşesinde aktığını gördüm. Kubbenin dört köşesinde  بـِسْــمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ yazılıydı.
Su nehri بـِسْــمِ اللَّهِ 'in ( م)   mim'inden akıyordu.
Süt nehri, اللَّه 'ın (ه ) hâ'sinden çıkıyordu.
Şurup nehri, الرَّحْمَنِ 'in (م ) mim'den akıyordu.
Bal nehri,   الرَّحِيم 'nin  (م ) miminden çıkıyordu.
Ben bu dört nehrin aslının Besmele-i Şerîfe olduğunu anladım. Cenâb-ı Allah bana şöyle buyurdu:
-"Ey habibim Ahmed! Rasûlüm Ya Muhammed! Senin ümmetinden kim, beni bu isimler ile  riyâ'dan hâlis kalb ile
بـِسْــمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيم derse, ona bu nehirlerden içireceğim.”

Besmele-i Şerife’yi bir kağıda yazarsa...


Hadis-i şerîfte Efendimiz (s.a.v.) Hazretleri, şöyle buyurdu:
 لاَ يُرَدُّ دُعُاءُ اَوَّلَهُ بـِسْــمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيم   "Başlangıcı,
  بـِسْــمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيم olan duaları, Cenâb-ı Allah, reddetmez." Efendimiz (s.a.v.) Hazretleri, şöyle buyurdu:
وفي الحديث ايضا " من رفع قرطاسا من الارض مكتوبا عليه بسم الله الرحمن الرحيم اجلالا له ولاسمه عن ان يدنس كان عند الله من الصديقين وخفف عن والديه وان كانا مشركين ".
     "Kim yerden, üzerinde  بـِسْــمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيم yazılı bir kağıdı, Allah'ına hürmeten ve saygısından dolayı kirlenmemesi için, yerden kaldırırsa, Cenâb-ı Allah'ın yanında sıddîklardan olur. Müşrik olsalar bile; anne ve babasından azab hafifletilir."
     Şeyh Ahmed el-Bûnî            [1],


وذكر الشيخ احمد البونى فى لطائف الاشارات ان شجرة الوجود تفرعت عن بسم الله الرحمن الرحيم وان العالم كله قائم بها جملة وتفصيلا فلذلك من اكثر من ذكرها رزق الهيبة عند العالم العلوى والسفلى.

 "Letâifü'l-işârât" kitabında, zikretti: "Vucûd ağacı, بـِسْــمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيم ‘den dallandı, budaklandı. Bütün âlem cümleten ve tafsili bir şekilde besmele ile kaaimdir. Kim besmeleyi çok zikrederse, süflî ve ulvî âlemlerde, Cenâb-ı Allah, onu heybetle rızıklandırır.”

Baş ağrısı için ...


وكتب قيصر ملك الروم الى عمررضى الله عنه أن بي صداعاً لا يسكن فابعث لي دواء إن كان عندك فإن الأطباء عجزوا عن المعالجة فبعث عمر رضي الله عنه قلنسوة فكان اذا وضعها على رأسه سكن صداعه واذا رفعها عن رأسه عاد صداعه فتعجب منه ففتش فى القلنسوة فاذا فيها كاغد مكتوب عليه بسم الله الرحمن الرحيم.

     Rum meliklerinden Kayser, Hazret-i Ömer (r.a.)'a mektub yazdı.
-"Bende baş ağrısı var. Doktorlar, tedâvi etmede âciz kaldılar. Eğer yanınızda baş ağrısına iyi gelen bir ilaç varsa bana gönderirseniz iyi olur,"dedi.
Hazret-i Ömer (r.a.) kendisine bir fes gönderdi. Rum Kayseri, fesi başına koyar-koymaz ağrısı kesildi. Fesi başından indirdiği zaman, baş ağrısı yine başlıyordu. Rumlar, hayret ettiler. İçinde ne olup olmadığını öğrenmek istediler. Fesi söktüler. İçinde bir kağıt vardı. Kağıdın üzerinde; بـِسْــمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيم  yazılıydı.


قال الشيخ الاكبر في الفتوحات اذا قرأت فاتحة الكتاب فصل بسملتها معها في نفس واحد من غير قطع وعن محمد المصطفى صلى الله عليه وسلم حالفاً عن جبريل عليه السلام حالفا عن ميكائيل عليه السلام حالفا عن اسرافيل عليه السلام قال الله تعالى


Şeyhü'l-Ekber Muhyiddin-î Arabî Hazretleri,[2] "Futûhat-ı Mekkiyye" isimli kitabında şöyle dedi:
"Sen Fâtiha-i şerîfe'yi, besmele fasılasıyla berâber kesiksiz olarak; bir nefeste okursan, Muhammed Mustafa (s.a.v) den ye-minle Cebrâil Aleyhisselâm'dan yeminle, Mikâil Aleyhisse-lâm'dan yeminle, İsrâfil Aleyhisselâm'dan yeminle, Cenâb-ı Allah'ın şöyle buyurduğu rivâyet edildi. (1/10) 

" يا اسرافيل بعزتي وجلالى وجودى وكرمى من قرأ بسم الله الرحمن الرحيم متصلة بفاتحة الكتاب مرة واحدة فاشهدوا على انى قد غفرت له وقبلت منه الحسنات وتجاوزت له عن السيآت ولا احرق لسانه بالنار واجيره من عذاب القبر وعذاب النار وعذاب يوم القيامة والفزع الاكبر وتلقانى قبل الانبياء والاولياء اجميعن ".
 "Ey İsrâfil! Keremim, varlığım, celâlim ve izzetim hakkı için kim: 
   بـِسْــمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيم  kavli şerîfini Fâtiha sûresine bitişik olarak bir kere okursa, siz  şâhid olunuz ki, ben onu mağfiret ettim, (günahlarını bağışladım), onun hasenâtını kabul ettim, onun kötülüklerini geçtim, onun dilini Cehennemde yakmaya-cağım, onu kabir azabından, Cehennem ateşi azabından, kıyâmet gününün azabından ve büyük korkudan onu korurum. O kişi Bana, peygamberler ve evliyânın bulunduğu  tarafından gelir. Yâni evliyâ kullarımla berâber bana gelir.”


[1] Şeyh Ahmed el-Bunî  büyük havas âlimidir. Şemsü’l-meârifü’l-Kübrâ ve Menbağü’l-Usûl ve’l-Hikme eserleri çok meşhurdur. Doğum tarihi kesin olarak bilinmiyor.  Şeyh Ahmed El-Bûnî, 622 (M 1225) yılında vefat etti.
[2] Muhyiddin-î Arabî Hazretlerinin asıl ismi, Ebû Bekir Muhammed bin Ali olup, künyesi Ebû Abdullah’tır. İbn-i Arabî ve Şeyh-i Ekber diye meşhur olmuştur.
Muhyiddin-î Arabî Hazretleri, devrin allâmesi ve en büyük velilerindendi. Bu gün bâzı insanlar cehâletlerinden dolayı ona dil uzatmaktadırlar, ama Osmanlı devletinin en büyük âlimlerinden Şeyh’ül-İslam Ebu’s-Suûd efendi, Muhyiddin-î Arabî Hazretlerine dil uzatmanın asla caiz olmadığına dair fetvâ vermektedirler. Daha geniş bilgi için bakınız: Şeyhülislam  Ebusuûd Efendi Fetvâları s.192, Mesele: 968, M.Ertuğrul Düzdağ Enderun kitabevi İst.1983)
“Vahdet-i Vücud” başkaları tarafından uydurulup Muhyiddin-î Arabî Hazretlerine isnat edilmiştir. Çünkü “Vahdet-i Vücud” ile Cenâb-ı Allâhın eşyaya hulûlûnü iddia etmek, eşyanın ilâhlaşmasını kabul etmek mânâsına geleceğinden küfürdür.(Hak Dini Kur’ân Dili, 8/ 6275 (1) rakamlı dip not)
Büyük islam âlimi ve evliyânın önde gelenlerinden Muhyiddin-î Arabî Hazretleri, bir çok eserlerinde “Vahdet-i Vücud” görüşünü şiddetle red etmişlerdir.
“Akîdetü’s-Suğrâ” adlı eserinde “Sonradan olmuş varlıkların ona hulûl etmesinden veya Onun eşyaya hulûl etmesinden Hak Teâlâ yüce (ve münezzeh) dir.
“Akîdetü’l-Vüstâ” adlı eserinde de şöyle ifade etmektedirler,  “Şunu kesin olarak bil:  Allâh Teâlâ , icmâ ile birdir. Tek olanın makamı yücedir. Ona bir şeyin hulülü veya Onun bir şeye hulülü, yahut Onun bir şeyle birleşmesi (ittihadı) mümkün değildir.
“Fütûhât-ı Mekkiye” adlı eserinin yüz altmış dokuzuncu babında şöyle demektedir. “Kadîm olan ( Allâh) aslâ sonradan olmuşlara mahâl olmaz”
“Bâbü’l-Esrâr” adlı kitabında ise hulûlü şu ifadeler ile reddetmektedirler: “Kim hulül iddiasında bulunursa o hastadır. Çünkü hulül ile hüküm, sahibinin ayrılmayan (devamlı) ilhad (ve küfür) ehlinden başkası söylemez. Daha geniş bilgi için Mehmed Emre Hoca Efendinin “Zamanımız Meselelerine Açıklamalı Fetvâlar” kitabının ikinci cilt, 134. Sahifesine bakınız. Muhyiddin-i Arabî Hazretleri, 1165 (H. 560) senesinde Endülüs’teki Mürsiyye kasabasında doğdu. 1240 (H. 638) yılında  Şam-ı Şerif’te vefat etti.
Ruhul Beyan c. 1,



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder