17 Haziran 2012 Pazar

Tosya - Tarihi


1-ayet





TOSYA TARİHİ



Tosya'nın kuruluş tarihi kesin olarak bilinmemekle beraber Kastamonu müzesi ilgililerince yapılan geziler neticesinde yer üstü vesikalardan az hatalı bir hesapla 3-4 bin senelik bir maziye sahip olduğu anlaşılmaktadır. Tosya Gaskalar, Hititler, Firigler, Kimmerler, Lidyalilar, Iranlilar, Yunanlılar, Romalılar, Bizanslılar, Danişmentliler, Çobanlar, Candarogulları ve Osmanlılar hakimiyetinde bulunmuş, Moğollar ve Selçuklular Devrinde PAFLAGONYA (Kastamonu) hakimiyetinde yasamış eski bir kazadır.  Tosya halkının Orta Asya'dan zaman, zaman göç ederek Ana­dolu'nun iskân sahalarına ve dolayısıyla bu bölgeye gelip yerleşen Türkler olduğu belirlenmiştir. 

Tosya’nın kuruluş tarihinin ve kurucularının isimlerini belli eden tarih araştırmaları kesin olarak yapılmamıştır. Ancak kurulusunun ilk paragrafta belirlendiği üzere kuruluş tarihi tahmini olarak bilinmektedir. Ancak Tosya’nın da dahil bulunduğu Doğuda Kızılırmak, Batıda Bartın çayı, Güneyde Aydost dağlarının Kızılırmakla birleştiği saha ile Kuzeydeki Karadeniz arasındaki kalan bölgeye Yunan sairi Homeros tarafından M.Ö. 7’nci Yüzyılda yerleşenlerin adına izafetle PAFLAGONYA dendiği bilinmektedir. Tosya'ya DOCEIA adi Bizanslılar devrinde verilmiştir. Bundan önceki adinin ZAOKA olduğu Ptolemaios tarafından bildirilmektedir. 

1830 (Rumî 1250) tarihine rastlayan nüfus kayıtlarına göre bu günkü Tosya Kazası hudutları dahilinde Tosya ve Saz olmak üzere iki kazaya rastlanmaktadır. Tosya Kastamonu vilayetine bağlı 30 mahalle 41 köy, Saz kazası ise Çorum vilayetine bağlı 9 köyden ibaret olup, ilçenin yeri Kuşçular ve Çakal köyü arasındadır. 

1880 (Rumî 1300) tarihleri kaydında yalnız Tosya kazası görülmekte, Saz kazasından herhangi bir bahis bulunmamaktadır. Saz kazasına bağlı köylerinde Tosya kazasına bağlı olduğu görülmekte­dir. Bundan da Saz kazasının 1830 ile 1880 yılları arasında Tosya kazasına bağlandığı anlaşılmaktadır. 1880 tahrir nüfus kayıtlarında Tosya 16 mahalle ve 41 köyden oluşmaktadır.

Kayıtlara göre kaza­da mahalleler veya köyler, diğer komsu mahalle ve köylerle birleşmiştir. 1904 (Rumî 1320) yılından sonra Yer kuyu köyü Ilgaz kazasına, Arak, Beygircioglu ve Ügüz köyleri Kargı kazasına bağlanmış, Musa, Keçeli köyleri Taşköprü kazasından, Gövdecik ve Bürük köyleri Kastamonu vilayetinden Tosya kazasına geçmiş bazı köy parçaları da müstakil köy haline gelmiştir. Ortalıca ve Karaköy köyleri 1935 yıllarında Kargı kazasına,1948 yılında da Kargı kazasından Tekrar Tosya kazasına bağlanmıştır. Bu günkü durumda Tosya ilçesi 23 Mahalle, 52 köy ve 1 beldeden ibarettir.
   
GASKALAR ÇAĞI : Prehistorik çağlardan sonra havalinin bilinen en eski sakinleri Sümerlerin bir kolu olan GAS'KA (Gaska Türkleridir). Bunlar hakkındaki mahdut bilgiyi Hitit yazılı tabletlerinden öğreniyoruz. Gaskalar devamlı olarak, Mısırlılar, Suriyeliler ve Kaldelilerle siyasi, ti­cari ve kültürel münasebetlerde bulunmuşlar; Hititlerle de bazen harp etmişler bazen de dost olarak geçinmişlerdir. Yine bu belge­lerden öğrendiğinize göre Gaskalar sert karakterli ve cengaver kişiler olarak gösterilmektedir. Gas'larin bölgede kurmuş olduğu şehirler, Duddusgas - Halilas -Durmitta - Ushupitta, Tibija - Istihara ve Tumanna'dir. ki, burası 1932 senesinde Eugene Cavaicnac'in «Carte Du monde Hitite» Hitit dünyasının haritası adli eserinde. Kastamonu olarak gösterilmiştir. 

HİTİT HAKİMİYETİ : Gas'kalarla Hititler arasında vuku bulan savaşlar bir kaç bö­lüm arz etmektedir. Hitit kralı Tuthalyas ve Suppililuma IV. M.Ö. 1400-1390 yılları arasında Gas'larla iki safha arz eden savaş yapmışlardır. Yine M.Ö. 1349-1329 yılları arasında Hitit kralı Mursil II. zamanında Gaslarla dört safhalı harbe tutuşmuşlar; neticede 1329 da hakimiyet Hitit idaresine geçmiştir. Yerli halk Filistin ve esir pazarlarına sürülmüştür. Fakat bir müddet sonra Avrupa içle­rinden kopup gelen deniz kavimlerinin bir kolu olan Friklerin akınlarına fazla dayanamayıp M.Ö. 1200 yıllarında bu göçler neticesinde yıkılmışlardır. 

FRİG HAKİMİYETİ : Frig olarak gösterilen ve bölgesel ismi ile Paflagonyali'lar diye bilinen bu haklin menşei hakkında pek çok tarihçi çeşitli fikirler ileri sürmüşlerdir. Trakya'dan Anadolu'ya bir sel gibi ilerleyen Deniz kavimlerinin bir kolu olan Friglerin. bir bölümü olarak kabul etmek tarihi gelişime uygundur. M.Ö. IX. uncu asırda yasadığı bilinen Yunan sairi Homer'in Illiada'sinda M.Ö. 1180 yıllarında vuku bulduğu ileri sürülen Truva savasında Truvalıların yanında savaşanlar arasında “.... Enetlerin ve Paflagonyalilarin basında korkusuz yürekli bir kahraman Pylaimenesin'de ”  bulunduğu  kaydedilmektedir. Daha sonra M.Ö. VI. yy. yasayan Hekataios ve M.Ö. II. yy.da yasamış Skymon Paflagonyalilarin VI. yy. dan daha evvel Anadolu'nun kuzeyindeki dağlık bölgede yasadıklarından bahsetmektedir. Kastamonu'da yine bu bölgenin iskan edilmiş merkezleri arasındadır. 

KİMMER İSTİLASI: Bir müddet Friglerin idaresi altında yasayan Paflagonyalilar M.Ö. VII. yy. baslarinda Kimmer'lerin Frigleri bu bölgeden çıkarmaları üzerine Kimmerlerin hâkimiyeti altına girerler. 

LİDYA İSTİLASI: Gigesin idaresi altındaki bir ordu Kimmerleri bu bölgeden attı. Fakat Toktamis adli bir kahraman etrafında toplanan Kimmerler Giges'e karsı bir kaç seferine giriştiler. Sardes ve Efesos'a girdiler. Giges öldürüldü. M.Ö. 652 fakat kısa bir zaman sonra Asurlular tarafından Toktamis'ta öldürüldü. M.Ö. 650 Böylece bölgedeki Kimmer hâkimiyetine son verilmiş oldu. Daha sonra Anadolu’nun büyük bir kısmına hâkim olan Lidya kralı Krezüs Paflagonyayi dolayısı ile Kastamonu ve çevresini idaresi altına aldı. (M.Ö. 564-561) 

İRAN HAKİMİYETİ: M.Ö. 547 yılında Kurus idaresindeki Pers ordusuna yenilen Kürzüs'ün toprakları bu arada Kastamonu ve Çevresi İranlılara (Perslerin) idaresi altına girdi. Paflagonyalilar Perslere bağlı olarak kendi hallerinde yasamışlardır. 

YUNAN HAKİMİYETİ: Anadolucun Pers hâkimiyetine son veren Büyük İskender M.Ö. 332 yılında Ankara yakınlarından geçerken Paflagonyalilar bir elçi ile kendisine tabi olduklarını bildirmişler, bunun üzerine İskender bu bölgeye gelmemiş ve idarede Frikya Satrapi Kolos'a verilmiştir, İskender’in ölümünden sonra kumandanları arasında pay edilemeyen bu bölge M.Ö. 301 de Antigonos'un Selevkos tarafından ortadan kaldırılmasından sonra kısa bir müddet müstakil bir devlet halini almıştır. 

PONTUS HAKİMİYETİ: Kastamonu ve çevresinde Paflagonya'nin diğer kentlerinde olduğu gibi müstakil idare uzun müddet yasayamadı. M.Ö. 279 yılında Pontus kralı Ariobarzanes tarafından tüm Paflagonya işgal edildi. Daha sonra Galyalilar Bitinyali’lar ve Pontus'lular tarafından pay edilemeyen bir bölge halini aldı. Galatya kumandanı Marsias tarafından bölgenin güney tarafları yani Kastamonu ve havalisi işgal edildi.  M.Ö. 183, fakat M.Ö. 120 de Pontuslu'lar Galatya hâkimiyetine son verdiler. M.Ö. 104 de Pontus kralı Mitridat'es ile Bitinya kralı Nikomedes III. bu bölgeyi pay ettiler. 

ROMA HAKİMİYETİ: Mitridas’esin M.Ö. 88-82 yılları arasında ayaklanmasına karşılık (Çünkü M.Ö. 133 de Bergama'nin Roma idaresini kesin olarak kabulü ile Anadolucun bati kesimi Roma'nin eyaleti haline gelmiştir.) Romalılar evvela Sullayi gönderdi. Daha sonra ise Pontus kralı yenilgiye uğradı ve doğuya çekildi. M.Ö. 73-72 yılları arasında idare Roma'ya geçti. Daha sonra Ana doluya geçen Lukullüs komsu devletlerle yaptığı savaşları kazanarak sınırlarını genişletti. Lukullüs ve ordusunun senatoya karsı itaatsizliği geri çağrılmasına sebep oldu ve bunun üzerine Konsüllükten yeni ayrılmış olan Pompeus gönderildi. Pompeus, Lukullüs'ün kazandığı zaferlerin semeresini aldı ve M.Ö. 64 de Samsun'da bir Meclis toplanıp müttefiklerine mükâfat dağıttı. Paflagonyanin bati kısımları Bitinya eyaletine, iç kısımları ise ma­halli idarelere bırakıldı. Bu arada yeniden kurulan Taşköprü (Pompeipolis eyalet merkezi yapıldı. Kastamonu’nun bu zamanda küçük bir köy haline mi dönüştüğü, şehir olarak mı kaldığı, yoksa hayati inkitaami uğradığı kesin olarak bilinmemektedir. 

BİZANS DEVRİ: Sekiz asır gibi uzun bir devri Bizans idaresi altında devam et­tiren Kastamonu ili ve çevresi bu zaman içerisinde kısa fasılalarla Türk, Iran ve Arap ordularının istilasına uğramıştır. Hazer hükümdarı Salip Han, 609 yılında Iran hükümdarı Hüsrevpezir'in idaresi altındaki ordu ve 715 yılında Arap kumandanlarından Muhammet Ibni Hakem tarafından istilaya maruz kalmıştır. Ancak 922 tarihin­den itibaren Bizans imparatorluğunun bir eyaleti olarak yaşantısına devam etmiştir, 1204 ve 1213 tarihleri arasında Trabzon Rum imparatorluğunun kurucu sülalesi Kommenoslarin hâkimiyeti altında kalmıştır. 

DANİŞMENDLİLER: Alpaslan’ın kumandanlarından Ahmet Gazinin Oğlu Melik Gazi Gümüş Tekin Çankırı ve Merzifon'u Bizanslılardan almıştır. Bu fü­tuhattan biraz sonra haçlıların Melik Gazinin idaresi altındaki bir şehri iki defa muhasara etmeleri üzerine Kontrat kumandasındaki orduyu mağlup etmiştir. Her şeye rağmen Anadolu ortalarına iler­leyen Haçlılar Gümüş Temin'i korkutur. Bunun üzerine Selçuklu hükümdarı Kılıç Aslan’dan kuvvet yardımı ister ve Haçlılar Sivas'la Amasya arasında mağlup edilirler.

Bundan sonra Rumlar Sinop'a çe­kilirler ki, bu sıralarda Kastamonu'nun Danişmentlilerin eline geçmediği görülür. Yalnız muhakkak olan bir şey varsa, oda Kastamonu ve havalisinin Danişment Ahmet Gazi'nin Oğlu Gümüş Temin dev­rinde gerçekleşmesidir. 1105.  Çeyrek asır Bizanslılar Kastamonu'yu zapt etmişlerdir. Bir yıl sonra Gümüş Gazi Bizanslıları tekrar buradan kovmaya muvaffak olmuştur. Bize Kastamonu'da Danişmentlilerin yasamış olduklarını gösterecek en iyi vesika Araç ve Daday'daki Ali Danismend türbe­leridir. Ali Danismend ismine sülalede rastlanmamasına rağmen, ayni devirde yaşamış baksa bir şahsin adına izafeten yapılmış olsa ge­rektir. Belki de Kastamonu ve çevresi sinir şehri olduğundan gere­ken ilgiyi görememiştir. 100 yıla yakin bir zaman Danismend ida­resinde kalan şehir ve çevresi 15 yıl sürecek olan Bizans idaresine geçmiştir. 

ÇOBANLAR DEVRİ: Selçuk kumandanlarından Hüsamettin Çoban, Selçuk Hakanı Alaeddin Keykubat tarafından Kastamonu bölgesini zapta memur edilmiş ve çeşitli zorluk ve mücadelelerden sonra 1213 yılında bu vazifeyi ancak gerçekleştirebilmiştir.

Bu sıralarda Sinop ve çevresi diğer Selçuk beyleri tarafından zapt edilmiştir. Bir müddet sonra Sinop ve Kastamonu beyleri arasında şiddetli bir geçimsizlik bas göstermiş; bunun üzerine Moğollar tarafından bölgenin ikinci kez zaptına memur edilmiş Yaman Canlar kumandasındaki bir ordu Kastamonu’ya girerek Kastamonu beyi Muzafferettin Yavlak Aslan’ın birliği bozguna uğratılmış ve bası da kesilmiştir.

1292 Muzafferettin Yavlak Aslan’ın oğlu Mahmut Bey babasının intikamını almak için mücadeleye girişti ve neticede muvaffak olarak Yaman Candar'i buradan daha batıya sürmeyi başarmıştır. Bunun üzerine Şemsettin Canlar Eflani'yi merkez yaparak tekrar Kastamonu üzerine yürü­mek için hazırlığa başlamışsa da ömrü vefa etmeden ölmüştür. Ye­rine geçen Süleyman Pasa 1309 da Kastamonu'ya hareketle Mehmet Beyin ordusunu mağlup ederek selefinin intikamını almıştır. 96 yıl süren bu hâkimiyet sırasında bölgede pek çok imar faaliyetinde bulunmuş. Çobanlar hâkimiyetine son verilmiştir. 

CANDAROĞULLARI HAKİMİYETİ (1292 – 1460) :1309 yılında Şemsettin Yaman Candar’in yerine geçen oğlu Sü­leyman Pasa, Pervaneler'in son hükümdarı Gazi Çelebi'yi mağlup ede­rek Sinop ve havalisini idaresi altına almıştır.

Süleyman Pasa bu zamanda Kastamonu ve çevresini devrinin kültür ve bilim merkezi haline sokmuş; bilginler ziyaretgâhı haline gelen Kastamonu Hazreti Mevlana’nın torunlarından Arif Çelebi ile birlikte pek çok yabancı âlimin uğrak yeri olmuş, kendi bünyesinden çıkarmış olduğu Müfessir Alaeddin devrinin en büyük âlimleri arasına girerek bu büyük kumandandan destek görmüştür.

Süleyman Paşa’nın ölümü üzerine bir takim kardeş kavgaları ve iç karışıklıklar bas göstermiştir. Bir aralık kötürüm Beyazıt Sinop'ta oğlu Süleyman Pasa II. de Kastamonu'da bağımsız birer beylik kurmuşlardır.

Kötürüm Beyazıt Sinop’ta 1385 de ölünce yerine oğlu İsfendiyar Bey geçmiştir. Bu zamanda Kastamonu Süleyman Pasa ll. Osmanlılar aleyhine Sivas beyliğiyle gizli anlamsalar yaptığından Yıldırım Beyazıt Kastamonu’ya gelerek Süleyman Pasa II. nin beyliğine son vermiştir.

Bu sırada Sinop'ta bulunan İsfendiyar Bey Yıldırım Beyazıt’ın Kastamonu'yu alması ve ayni akıbetin basına geleceğini düşünerek korkması üzerine Timur, Yıldırım Beyazıt ilişkilerini takip ederek Ankara savasında bizzat Timur saflarında Yıldırım Beyazıt’a karsı harp etmiş ve belki de Timur'un galip gelme­sine sebep olmuştur.

Savaşta Timur'un galip gelmesi üzerine İsfendiyar beye. Galip kumandan tarafından hüsnükabul gösterilerek, il­tifatta bulunulmuş, yardımlarından dolayı da, kendisine Kalecik. Çankırı, Safranbolu. Samsun ve Bafra’nın idaresi verilmiştir.

1439 tarihinde İsfendiyar beyin ölümü üzerine yerine İbrahim Bey, bir müd­det sonrada İsmail bey geçmiştir.

 İsmail Bey iyi terbiye almış, faziletli, kültürlü ve olgun bir insandı. Zamanında Kastamonu bir ilim merkezi haline gelmiştir. Komsu memleketlerden ve hatta uzak diyarlardan pek çok âlim da­vet edilmiş, yeni eserler kaleme alınarak bunlar Türkçeye tercüme ettirilmiş ve haklin istifadesine sunulmuştur. Bu devrede sanat ve ekonomi en parlak seviyeye ulaşmış, Sinop'ta harp gemileri inşa edilmiş, Askerlik isleri nizami kaideler içinde yürütülmeye başlanmış ve hatta Küre bakırları en verimli üretim devresine bu zamanda erişmiştir. Bu sıralarda Fatih İstanbul’u zapt etmiş ve Anadolu birliğini sağlamak amacı ile Anadolu'ya dönmüştür.

1460 yıllarında Kasta­monu üzerine yürüdü. Bu durumdan daha evvel haberdar olan İsmail Bey Sinop'a çekildi. Fatih Sultan Mehmet hiç bir direnme görmeden Kastamonu'yu aldı. Birliği sağlamak ve galibiyeti perçin­lemek için İsmail Beyin arkasından Sinop'a kadar ilerledi, İsmail Bey Fatih Mehmet'e karsı koyabilecek kuvvette ordusu olduğu hal­de, soydaşlarının kanının dökülmemesi için mukavemet göstermedi ve İsmail Bey'in bu anlayışlı ve fevkalade davranışına Fatih hayran kalmış ve kendisine Yenişehir, İnegöl ve Yar hisar tımar olarak verilmiş, bir süre sonrada Filibe’ye gönderilmiş ve 1479’da vefat etmiştir. 

OSMANLI DEVLETİ İDARESİ (1460-1923) : 1460 yılında Fatih Sultan Mehmet tarafından Candarogullari devletine son verilmiş ve Kastamonu ve yöresi Osmanlı devletine bağlı sancak haline getirilmiştir, ilk sancak beyi İsmail Beyin kardeşi Kızıl Ahmet Bey iki sene bu görevde kaldıktan sonra, Fatih Sultan Mehmet'in 9 yasındaki oğlu Cem Sultan burada altı yıl san­cak beyliği görevinde bulunmuştur. 460 yıl Osmanlı devletine bağlı kalan Kastamonu ve çevresi istilaya maruz kalmamış ve herhangi bir harbede sahne olmamıştır. 4,5 asri geçen zaman zarfında kâh gelişmeler kaydetmiş, kâh dur­gunluklar geçirmiş, bunların yanında pek çok imar faaliyetinde bulunulmuştur.

Kastamonu vilayet haline getirildikten sonra Çankırı, Sinop ve Bolu sancağı buraya bağlanmıştır.

Birinci Dünya Savası sırasında Kas­tamonu vilayet, Sinop ve Çankırı mutasarrıflıklarından oluşmakla beraber Bolu  ve Zonguldak  mutasarrıflıkların da  kontrolü  altında bu­lunduruyordu. 

MİLLİ MÜCADELE İÇİNDE TOSYA: Kurtuluş savasından evvel 1919 Ağustos ortalarında Kastamonu vilayeti Kuvayi Milliye ile birleşmiş ve çeşitli çalışmalar yapılmıştır. Milli mücadele devrinde düşmandan en masum bölge olduğu gibi Milli mücadeleyi Ankara ve çevrelerini çeşitli yönlerden besleyen bir can damarı durumunda idi.

Kuvayi Milliye ye katılmak üzere çeşitli yerlerden gelen subaylar Ankara'ya İnebolu - Kastamonu yolu ile gitmişler. Yiyecek, giyecek, cephane, para ve silah gibi yardımlarda ayni yoldan ulaştırılmıştır. Bölünmez bir bütün olan yurdumuzun bu güzel kösesinde. Milletimizin varını yoğunu ortaya koyarak girdiği bu topyekûn mücadelelerde, bir tek aile ocağı gösterilemez ki, dede­leri şehitlik ve gazilik mertebesine ulaşmamış olsun.

Bütün vatan sathında olduğu gibi yurdumuzun bu kösesinde yasayan insanlarımız, ge­rek Birinci Dünya Savaşı’nda özellikle Çanakkale'de gerekse Milli Mücadele yıllarında üzerlerine düşen vazifeyi hakkıyla yerine getirmişlerdir. Çünkü Kastamonu ve Tosya işgale uğramamıştır.

Silah tutanlar yurt savunmasına koşarken, geriye kalan halk çoğunluğu kadın, çocuk, ihtiyar ve sakat olmak üzere cepheye silah ve mühimmat taşımışlardır.

Kastamonu ve havalisin­de olduğu gibi Tosya'da işgale uğramamış olduğundan, savaş yıllarında canini dişine takip bir taraftan cepheler­de çarpışırken. Diğer taraf­tan geriye kalanlar, yaslısıyla, kadınıyla, çocuğu ile birlikte cepheye silah ve mühimmat sevkiyatında bulunmuşlardır.

Kara Vasıf Bey tarafından kurulmuş olan Gizli Karakol Cemiyeti, istihbarat ve pro­paganda ile Milli Mücadele' ye yardımcı olmaya çalışmıştır. Ayrıca adam kaçırma, silah cephane ve mü­himmat gibi malzemeleri Anadolu'ya nakletmek husu­sunda çok önemli faaliyetleri vardır. Bu hususta erkânı harbiye Binbaşısı Naim Cevat Bey'in vatanperver yardımları, ayrıca hamal­lar, arabacılar, memurlar ve polisin fedakâr gayretleri sayesinde İngilizlerin kon­trolü altında bulunan pek çok ambar ve depolardan gec­eleri aşırılmak üzere muh­telif tarihlerde 56.000 mek­anizma, 320 makineli, 1.500 tüfek, bir batarya top, 200 sandık mermi, 10.000 takım giyecek elbise ve çamaşır, 10.000 adet nal ve mıh 15.000 matara, 100 ton çeşitli askeri malzeme ve eşya İstanbul’dan Anadolu'ya kaçırılmıştır. Teşkilat yine İstanbul' dan dan Samsun'a yapılan muh­telif seferlerde pek çok mü­himmat ve eşyayı İnebolu’dan Anadolu'ya kaçırabilmiştir. Bu dönemde Ana­dolu'yu besleyen söz konusu yol İnebolu-Kastamonu ve Tosya üzerinden Ankara'ya uzanmaktadır. 

Milli Mücadele yıllarında kazamızda 200 katırıyla Ekmekçi Ahmet ağa, 150 katırıyla Cezarin Köymen Ali, 50 katırıyla Gemacioglu İsmail Çavuş sadece bir kaçı olmak üzere köyünden-şehrinden yüzlerce Tosya'lı İnebolu’dan Haymana Ovası’na kervanlar halinde gece-gündüz demeden cephane taşımışlardır.

Kastamonu ve havalesinde ilk Kuvay-i Milliye'ci ihtiyat zabitlerin­den Emin bey'in (Ağır Ceza Reisi Emin Tatlı) gayretleri çok büyük olmuştur.

İnebolu’dan başlayarak teşkilat ve İnebolu kayıkçıları cephelerdeki silah ihtiyacı karsısında çok duyarlı davranmışlardır.

Müta­rekeden sonra silahları tes­lim almak için gelen İngiliz subaylarına, ileriyi gören şube reisleri sakat ve eski tüfekleri vermişlerdir. Sak­lanan iyi silahlar ilk hamlede mahallelerin ihtiyacında kullanılmış veya kaçakçı haydutlarından alınan silahlarla birleştirilerek Milli Müdafaa Vekâleti emrine gönderilmiş fakat vekâletçe silaha olan ihtiyacın arkası kesilmemiştir.

Trabzon 'dan nakliye isle­ri vapurlarla başlayınca İnebolu iskelesi, Ankara’nın en yakın yolu ve en önemli ikmal üssü haline geldiğinden Ağustos 1920 ayında yükleme-boşaltma kumandanlığı kurulmuştur. Halil Ağa’nın oğlu Yüzbaşı Meh­met Ali Bey kumandan tayin edilmiş ve Umuru Bahriye Müdürlüğü emrine verilmişti. Bununla beraber Sinop ve Zonguldak'ta da birer mevki kumandanlığı kurulmuştur. Önceleri İstanbul’dan tüccar eşyası olarak, ambalajlı ge­len tek tük muhabere ve sağlık araçları daha ziyade İstanbul piyasalarından alınarak İnebolu’ya gelen el­bise, kaput, ayakkabı, deri gibi orduya yarayacak eşyalardan Ruslarla Nisan 1920 anlaşmasından sonra 1920 yılı boyunca Doğu Karadeniz’den gelmeye başlayan savaş araçlarından çoğu bu esliha komisyonuna gelir, eşya ise ambarlara, cephane ise şube depolarına gönderildi.

Gizli felah grubunda.gizli karakol cemiyeti gibi haber alma, adam kaçırma, kaçırılan silahların Anadolu'ya getirilmesi gibi görevleri basan ile yapmışlardır. Giz­li felah ve karakol cemiye-ti'nden ayrı olarak M.M. gru­bu mevcut olup bu cemiyet istihbarat, silah ve adam kaçırma faaliyetini basarî ile yürütmüştür. Silah kaçırma ve istihbarat yönünde kuvvetli bir teşkilata sahip olan cemiyet. Milli mücadele'ye ve milli teşekküllere pek çok faydası olmuştur.

İnebolu - Ankara arasında yeniden hanların imarına ve kahvehaneler açılmaya başlanmıştır. 1921-1922 yıllan İnebolu - Ankara yo­lundaki taşımaların arttığı yolları tıkayacak bir hale geldiği, kış aylarında bu hanlar birer kervansaray halini almış, iptidaî şartlara rağmen insan ve hayvan hayatını kurmuşlardır.

Mil­li Mücadele'de Ankara’nın ve cephenin kandamarı vazife­sini gören İnebolu-Kastamo­nu-Tosya-Ankara şubesinde dizili hanlar ve otellerde güvenliği sağlayan Jandar­ma karakolları mevcuttu. Sakarya Savaşı’nda Kas­tamonu ve Tosya havalisi-kadınları vatan hizmetine koşmuşlardır. Köylü kadınlar kağnıları ile silah, kundakları ile erzak, sırtları ile beşiklerini ve haşir içinde sarılmış top gülleleri taşır. Ilgaz Dağlarını aşırırken şehir kadınları elleriyle ka­zak, çorap örerek hizmet et­tiler.

Köy kadınları asker kaçaklarına yiyecek verme­diler. Bir casus yakalar gibi karakollarına teslim ettiler. Kızılay’ın yaptığı toplantılarda komisyon huzurun­da bağış yapılırken, birçoklarının derin duygulara kapılarak kulaklarındaki kü­peleri, boyunlarındaki altınları ve gümüş saatlerini adını - şanını söylemeden bağış masasına attıkları görüldü.

Tosyalı Latife Hanım’ın gömleklerini, Kastamonulu Hatice Hanım’ın gelinlik el­biselerini ve takılarını ev­lenmeden bir gün önce bağışlamaları birer fedakârlık örneğidir.

Aşağıdaki dilekçe metni ise Tosyalı kadınların vatan ve namus müdafaası uğrundaki kararlı mücadelesini yansıtması bakımından cid­den ilginçtir. Bu dilekçe zamanın Kastamonu ve çevresi kolordu Komutanı Muhittin Paşa’ya verilmiştir.

Dilekçe metni :

 " Anayurdumuzun ve milli bağımsızlığımızı tümüyle yok etme hülyası ile hücum eden düşmanların namussuz ve çok kirli ayaklarını kut­sal topraklarımız üzerinde görmek istemeyen cariyeniz, yurdun kurtuluşu uğrunda cephelerde kahramanca çarpışan erkek kardeşlerimle birlikte bu kutsal yurt görevinde bende bulunmak istiy­orum. Fedai olarak cepheye gitmeye hazır olduğumdan dileğimin kabulünü ve izin­lerinizi rica ederim. 

Tosya îlyasbey Mahalle­sinden Karaahmetoglu Mustafa kerimesi LATIFE  Kastamonu da kışla önünde donan kahraman Türk Anası’nın (Şerife Bacı ) fedakârlığı ayrı bir destan ve araştırma konusudur. Bu kadın Seydiler Köylüdür. Türk kadını kahramanlığını, bir defa daha bu dönemde Kuvay-i Milliye ruhu ile bütün cihana duyurmuştur.

Bu haliyle Türk kadını tari­hini misyon ve kimliğini is­pattan öte bir şey yapmamıştır.

Milli mücadelede Tosya binlerce gazi ve 400 civarında şehit vermiştir. Bu­rada bir hususu belirtmek gerekir. Şehit sayısı belki de bu rakamı üçe dörde katlay­abilir. Çünkü asker cephede yarayı almış, seyyar hastan­elerde vefat etmiştir. Bundan dolayı kayıp ve ölmüştür kayıtları yukarıdaki rakama dâhil değildir. Türk Milletinin sıkılmış bir yumruk gibi düşmanın karşısına dikildiği bu topyekûn mücadele, kanlarıyla kutsal vatan sathını sulayan şehitlerimizi ve gazilerimizi rahmetle yâd ediyor ve diyo­ruz ki, sizler üzerinize düşen vazifeyi hakkıyla yaptınız, rahat uyuyunuz.








ÇELTİK ÜRETİMİ



Çeltik, su içinde çimlenebilen ve kökleri suda erimiş oksijenden yararlanabilen tek tahıl cinsidir. Besin kaynağı olarak, buğdaydan sonra tahıllar içinde en önemli kültür bitkisidir. Çeltiğin botanik tanımı böyle yapılıyor…

İşte tamamen su içinde yetişen, suya aşık bu bitki; kabuğundan ayıklanınca, bütün dünya mutfaklarının baş besin kaynağı olan pirinç taneleri ortaya çıkıyor…




Tosya, pirinç üretiminde önemli bir yerdir.Özellikle Tosya pirinci diye nam salmış bir şehirdir. Devres Çayı diye adlandırılan dere kenarındaki ovada yetişen pirinç çok lezzetli ve yöremizin başlıca tarımsal geçim kaynagıdır.



Aslında bu lezzetin ardında, diz boyu sulak ve bataklık  alanlarda; büyük emek, alınteri, özveri, sabır ve doğayla büyük bir bilek güreşinin acımasız  mücadelesi vardır.




Altı bin yaşındaki pirinç, daha çok, pilavıyla da Türk mutfağının yüzlerce yıldan beri demirbaş yiyecekleri arasında yer alıyor.



Günümüzde bolkepçe lokantalarının, Türk yemekleri sunan restoranların başlıca yemeği olan pilav, sünnet ve evlenme düğünlerinde, çeşitli anma ve kutlama günlerinde kazanlarda pişirilmeye devam ediyor. Bu nedenle pirinç, mutfaklarımızda olduğu kadar, kültürel varlıklarımız arasında da  yerini koruyor.
Türkiye Ziraat Odaları Birliği yayınlarında yer alan Çeltik Çalışma Grubu raporuna göre, pirinç dünyada yaşayan insanların yarısından fazlasının ana besinidir. Birleşmiş Milletler’in, 2004 yılını Pirinç Yılı ilan etmesinin nedeni de pirincin bu konumudur. Ülkemizde ise kişi başına düşen pirinç tüketimi ise 6 kilogram civarındadır.

Türkiye’de pirinç üretiminin ne zaman başladığı kesin olarak bilinmiyor. Ancak  23 Haziran 1936 yılında çıkarılan pirinç üretimini düzenleyen ‘Çeltik Ekim Kanunu’ göz önüne alınırsa; bu tahılın, üretiminin yüzyılın başlalarında da var olduğunu gösteriyor. Aynı rapora göre, Edirne ülkemiz genelindeki  çeltik üretiminde liderdir. Edirne’nin çeltik üretimindeki payı yüzde 38.2’dir. Edirne’yi yüzde 14.2 pay ile Balıkesir, yüzde 11.1 ile Samsun, yüzde 9.4 ile Çorum illeri izlemektedir.






"SİTEDEKİ KONU BAŞLIKLARINI GÖRMEK İÇİN TIKLAYINIZ"

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder