Bir Semti Ve Bir Kelimeyi Anlamak “Vefa”
Osmanlının son dönem münevverlerinden Ahmet Cevdet Paşa “vefa”
hakkında böyle söylüyor: “Zamane insanları “vefa” sözünü yazmayı
becerseler bile; ne manaya geldiğini bilmezler. Onun için, böyle
insanlara kimse güvenmesin!”
Vefa kelime olarak sözünde durma, dostlukta sevgide devamlılık,
bağlılık, sadakat demektir. “Vefa”, vefakâr olmak, bi-vefa kelimeleri
hem bir semt, hem de sözünde durma manasında, tevriyeli olarak
kullanılmıştır. Semt olan Vefa, fetihten sonra kültür ve hayat tarzı
bakımından Osmanlı mahalleri içinde, ulemanın, bürokratların,
dervişlerin yaşadığı yer olarak bilinir
Semt sakinleri vefa kelimesinin manasına da vakıftırlar.
Semt sakinleri vefa kelimesinin manasına da vakıftırlar.
Bir zamanlar Vefa sanki Osmanlı toplumu içerisinde isim hakkını
yerine getirircesine cami, medrese, dergâh, çeşme, sıbyan mektebi,
türbe, mezarlık gibi mimari yapıların bulunduğu, her sokağında ve günün
her saatinde İslam’ın kalp atışlarının hissedildiği bir mekân olmuştur.
Ülke daha sonra, Ahmet Cevdet Paşa’nın dediği, sözü vefalı özü
vefasızlarla dolarken Vefa’ya neler olmuştur? Yanı başında, Unkapanı’nda
camiler, mimar mı yoksa kasap mı olduğu meçhul Henry Prost eliyle bir
bir düşerken o ne yapmıştır? Bütün vefalılığı ile gerçekleri insanlara
anlatmış mıdır, yoksa o da vefasızlık buhranlarına düşenlerden mi
olmuştur?
İlk defa vefalılığını Şeyh Vefa Hazretlerinden aldı
İstanbul deyince akla ilk gelen Suriçi diye tabir edilen, eski
İstanbul’dur. Bu eski İstanbul’da Süleymaniye ve Fatih gibi iki büyük
ilim tepesinin arasında kalan bir semttir Vefa. Coğrafi konum itibariyle
Süleymaniye Külliyesi’nden Zeyrek’e bakan yamaçlar üzerinde kuruludur.
Bozdoğan kemerinden başlayıp oradan, cami katliamlarına dur diyen
Süleymaniye Camii’ne doğru uzanan, doğuda Kirazlı Mescit Sokağı, güneyde
Küçük Pazar Caddesi ile batıda Unkapanı’nından Aksaray’a çizilebilir,
Vefa’nın sınırı.
Vefa, sadece semt değildir. Molla Gürani, Molla Hüsrev, Şeyh Vefa
Cami, Recai Mehmed Efendi Sıbyan Mektebi, Vefa Bozacısı, Atıf Efendi
Kütüphanesi, Ekmekçizade Ahmet Paşa Medresesi, hamam, çeşme ve
sebilleriyle bir kültür emanetidir. Vefasızlığın zirveye çıktığı
dönemlerde bile yetiştirdiği âlim zat ve manevi mihmandarlar ile nice
insanlara vefayı aşılayan bir mihenk taşıdır. Çünkü Vefa, vefalılığını
Şeyh Vefa Hazretlerinden almaktadır.
Semt olarak Vefa ve Şeyh Vefa Hazretleri
İstanbul’da sokak ve mekan isimleri bölgeden bölgeye farklı
referanslara göre belirlenmiş ve zaman içerisinde değiştirilmiştir.
Örneğin Beyoğlu bu değişiklikten fazlasıyla nasibini alırken, Vefa
nispeten bu değişiklilerden uzak kalabilmiştir. Ancak birçok İstanbul
semtinde olduğu gibi Vefa’da eski sosyal hayatın mekânı yerler ortadan
kaldırılmış. Bundan en fazla
da sivil mimari arkasından da sebil ve çeşmeler nasibini almıştır.
da sivil mimari arkasından da sebil ve çeşmeler nasibini almıştır.
Osmanlı toplumu Vefa semtini şeyhi ve uleması ile yad ederken
günümüzde semt, bozacısı ve Vefa Lisesi ile hafızalarda yer ediyor.
Aslında tarih bize söylüyor ki, Osmanlı mimari ve sosyal hayatın en
zinde olduğu bu semt sadece bunlardan ibaret değil. Vefanın tarihî
hafızasını, kısacası “Vefayı Vefa” yapanları bilmek icap ediyor.
Âlim ve mutasavvıf bir zat olan Şeyh Vefa Konya doğumludur. Önceleri
Karamanoğulları’nın medreselerinde hizmet ettikten sonra, önce Edirne’ye
oradan da Fatih Sultan Mehmed Han’ın davetiyle İstanbul’a gelmiştir.
İstanbul’da ilk dönemlerin en mühim âlimlerinden olmuş ve sadrazam Sinan
Paşa ve Şeyhülislam Zenbilli Ali Efendi gibi, meşhur devlet adamların
yetişmesine vesile olmuştur.
Vefa’nın Muhipleri ve Emir Buhari
Fatih Sultan Mehmed Han’ın fetihten sonra gerçekleştirdiği en önemli
işlerden birisi, İstanbul’u bir ilim ve irfan merkezi haline
getirmesidir. Kendisi de bir âlim, arif ve şair olan Sultan, devrinin
mümtaz zatlarını İstanbul’a getirebilmek için kendine has usuller
kullanmıştır.
İstanbul’un fethiyle buraya ulaşan Nakşibendîlik, Beyazıt zamanında hem müesseseleşmiş, hem de tekâmülünü devam ettirmiştir.
Emir Buhari, Molla İlahi’den sonra Nakşibendî müritlerinin
Anadolu’daki ikinci büyük piri olarak kabul edilmektedir. Bilindiğinin
aksine Nakşibendiyye, Muhammed Bahaeddin-i Buhari tarafından tesis
edilmemiştir. Nakşibendiyye, bir silsilenin devamıdır. Bu silsilenin
başı Peygamber Efendimize dayanmaktadır. Peygamber Efendimiz’den sonra
33 kişiden oluşan bu mübarek silsile Hazreti Eb Bekir-i Sıddık ile
başlar ve Süleyman Hilmi Tunahan Hazretleri ile son bulur. Muhammed
Bahaeddin-i Buhari Hazretleri de bu silsilenin beş önemli kutbundan
biridir. Bu silsile her dönemde farklı isimler almıştır. Hazreti Ebu
Bekir döneminde Sıddıkıyye olarak anılırken, Muhammed Bahaeddin-i Buhari
döneminde ise Nakşibendîyye olarak adlandırılmıştır. Nakşibendiyye bu
silsilenin en meşhur ismidir. Ancak şunu söyleyebiliriz Nakşıbendiyye
daha çok Orta Asya’da şümül bulmuşken, Fatih’in âlimlere olan sevgi ve
muhabbeti ile İstanbul Nakşıbendiyye ile tanışacaktır.
Fatih Sultan Mehmed Han’ın döneminde yaşayan Ubeydullah-ı Ahrar
hazretlerinin şöhreti İstanbul’a kadar ulaşmıştır. Sultan Ubeydullah-ı
Ahrar hazretlerini ve Molla Cami’yi İstanbul’a davet etmiş ve bununla
birlikte Nakşibendî erkânına ilgi duymalarına sebep olmuştur. Gerek
Molla Cami gerek Ubeydullah-ı Ahrar bu davete icabet edemese de, kendi
yetiştirdiği Molla İlahi ve torunu Emir Buhariyi İstanbul’a
göndermiştir. Nakşibendîlik Anadolu’ya bu zatlar vasıtasıyla girmiştir.
İkinci Beyazıt’ın Abdullah İlahi’yi Anadolu’ya davet etmesi ve onun da,
halifesi Emir Buhari’yi İstanbul’a göndermesi neticesinde, Nakşibendîlik
İstanbul’da yavaş yavaş yayılmıştır.
Bilindiğinin aksine Nakşibendiyye, Muhammed Bahaeddin-i Buhari
tarafından tesis edilmemiştir. Nakşibendiyye, bir silsilenin devamıdır.
Bu silsilenin başı Peygamber Efendimize dayanmaktadır.
Peygamber Efendimizden sonra 33 kişiden oluşan bu mübarek silsile
Hazreti Ebu Bekir-i Sıddık ile başlar ve Süleyman Hilmi Tunahan
Hazretleri ile son bulur.
Semt olarak Vefa tarihinde birçok kez madden zaman zaman da manen
yangınlara maruz kalmıştır. Birbirine bitişik ahşap binalar, yangınlarda
kül olmuş ve tarihi doku çoğu zaman yeniden inşa edilmek zorunda
kalmıştır. Ancak her yangın geriye getirilemeyecek birçok eseri yok
etmiştir.
Orta Asya’dan Abdullah İlahi ile birlikte Buhara’dan Anadolu’ya gelen
Emir Buhari de İstanbul’a ilk geldiği zaman Vefa Tekkesi’nde kalmıştır.
Şeyh Vefa’nın tekkesi, devrin âlim, arif ve şairlerinin uğradığı bir
mekân haline gelmiş, adeta münevverlerin toplandığı bir ocak olmuştur.
Emir Buhari, Kütahya Simavlı Abdullah İlahi’den sonra Nakşibendiyye
tarikatının Anadolu’daki ikinci ismidir. İstanbul Fatih’te ilk
Nakşibendî dergâhını getiren odur.
Şeyh Vefa’nın irtihali ile birlikte Vefa Tekkesi yavaş yavaş önemini
kaybetmiş bununla birlikte, Emir Buhari ile gelen Nakşibendîlik İstanbul
üzerinden dünyaya İslamiyet’in nurunu ve feyzini yaymaya devam
etmiştir.
“Vefa” yanıyor yok mu söndüren?
Semt olarak Vefa tarihinde birçok defa madden zaman zaman da manen
yangınlara maruz kalmıştır. Birbirine bitişik ahşap binalar, yangınlarda
kül olmuş ve tarihi doku çoğu zaman yeniden inşa edilmek zorunda
kalmıştır. Ancak her yangın geriye getirilemeyecek
birçok eseri yok etmiştir. Aynı şekilde bir dönem manen de yangınlara maruz kalan Vefa bölgesi, âlimlerinin medreselerde ders okutması yasaklanmış ve bu yetişmiş insanlar müderrislik yerine çeşitli vazifelerde görevlendirilmiştir. Ancak Mevla’nın lütfü ve bereketiyle yanan bir ormanda tabiat nasıl yeşillenirse, insanların kalplerinde İslam da öyle yeşillenmiştir. Vefa semti, Fetih’ten sonra İslamiyet’in İstanbul‘dan dünyaya adalet, iyilik ve hizmet götürdüğü gibi bu maksadını tarih boyunca muhafaza etmiştir.
birçok eseri yok etmiştir. Aynı şekilde bir dönem manen de yangınlara maruz kalan Vefa bölgesi, âlimlerinin medreselerde ders okutması yasaklanmış ve bu yetişmiş insanlar müderrislik yerine çeşitli vazifelerde görevlendirilmiştir. Ancak Mevla’nın lütfü ve bereketiyle yanan bir ormanda tabiat nasıl yeşillenirse, insanların kalplerinde İslam da öyle yeşillenmiştir. Vefa semti, Fetih’ten sonra İslamiyet’in İstanbul‘dan dünyaya adalet, iyilik ve hizmet götürdüğü gibi bu maksadını tarih boyunca muhafaza etmiştir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder