Hadîs-i Şerîf: “ Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Çocuğu olan onunla çocuklaşsın.” (Hadîs-i Şerîf, Kenzul-Ummâl)
Hicrî: 2 Rebîulevvel 1434 •Fazilet Takvim
EN BÜYÜK MUCİZE: KUR’ÂN-I KERÎM
Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafâ’nın mucizeleri pek çoktur. En
büyük mucizelerinden biri ve hattâ birincisi Kur’ân-ı Kerîm’dir ki
kıyâmete dek bâkîdir, indiği günkü gibi kalacaktır. Bir asırda muteber
ve meşhûr olan her ne ise; o asırda gönderilen Peygamberin mucizeleri
ona göre olurdu.
Meselâ Hz. Mûsâ (a.s.) asrında sihirbazlık pek şöhret bulduğundan, Cenâb-ı Hakk ona asâsının ejder olarak sihirbazlara üstün geleceği mucizeler verdi. Hz. Îsâ (a.s.) asrında da hikmet pek ileri olduğundan Cenâb-ı Hakk onu âmâların gözlerini açmak ve ölüleri diriltmek gibi tabiblerin yapamayacağı mucizelerle gönderdi.
Hâtemü’l-Enbiyâ Muhammed Mustafâ Hazretlerinin asrında ise, şiir ve inşâ pek ziyâde ilerlemişti. Arapların medenîlerinde fesâhat ve belâğat pek ileride olduğu gibi bedevîleri (yörükleri) de gâyet sâde ve güzel şiirler, hutbeler okurlardı. Hepsi nazım ve nesir ile sihir gibi sözler söylerdi. Bu sebepten Fahr-i Âlem Hazretlerine belâğatın en üst mertebesinde olan bir kitâb-ı kerîm nâzil oldu. Onun mislini getirmekten hattâ bir sûresine nazîre (benzer söz) söylemekten bütün fasîh ve belîğler âciz kaldı. Hâlbuki sûre sûre ve âyet âyet nâzil oldukça Resûl-i Ekrem onu ümmetine okurdu ve buna nazîre söyleyemezsiniz diye bütün fasîh ve belîğ zatlara meydân okurdu. Nitekim âyet-i celîlede -meâlen-: “...Bu Kur’ân’ın mislini vücûda getirmek üzere insanlar ve cinler bir yere gelseler, birbirlerine yardımcı olsalar dahi onun mislini vücûda getiremezler.” (İsrâ, 88) diye buyruldu.
İnkâr eden ve düşman olan bunca fesahat ve belâgat sahipleri içinde bir şahıs yâhud bir topluluk çıkıp da onun bir kısa sûresinin bile benzerini söyleyemedi.
Âyet-i kerîmelerin bâzısında az lafzın çok mânâya delâleti var ve bâzısındaki tafsîlâtın fevkalâde bir tatlılık ve letâfeti vardır ki buralarını ancak fesâhat ve belâğatten anlayanlar bilir ve zevkine onlar varır. Kur’ân-ı Kerîm’i tekrâr tekrâr okumakta insan lezzet bulur ve okudukça okuyacağı gelir. Hâlbuki bir şiir veya inşâ ne kadar güzel olsa birkaç kere okunduktan sonra insanın tabiatı ondan usanır.
Bunun için fesâhat ve belâgat sahiplerinden akıl ve insâfı olanlar hemen Müslüman oldular, samîmî kalb ile Kur’ân’ın hükümlerine bağlandılar. Îmâna gelmeyenler de beşerin tâkati hâricinde bir kelâm olduğunu itirafa mecbur kaldılar.
Meselâ Hz. Mûsâ (a.s.) asrında sihirbazlık pek şöhret bulduğundan, Cenâb-ı Hakk ona asâsının ejder olarak sihirbazlara üstün geleceği mucizeler verdi. Hz. Îsâ (a.s.) asrında da hikmet pek ileri olduğundan Cenâb-ı Hakk onu âmâların gözlerini açmak ve ölüleri diriltmek gibi tabiblerin yapamayacağı mucizelerle gönderdi.
Hâtemü’l-Enbiyâ Muhammed Mustafâ Hazretlerinin asrında ise, şiir ve inşâ pek ziyâde ilerlemişti. Arapların medenîlerinde fesâhat ve belâğat pek ileride olduğu gibi bedevîleri (yörükleri) de gâyet sâde ve güzel şiirler, hutbeler okurlardı. Hepsi nazım ve nesir ile sihir gibi sözler söylerdi. Bu sebepten Fahr-i Âlem Hazretlerine belâğatın en üst mertebesinde olan bir kitâb-ı kerîm nâzil oldu. Onun mislini getirmekten hattâ bir sûresine nazîre (benzer söz) söylemekten bütün fasîh ve belîğler âciz kaldı. Hâlbuki sûre sûre ve âyet âyet nâzil oldukça Resûl-i Ekrem onu ümmetine okurdu ve buna nazîre söyleyemezsiniz diye bütün fasîh ve belîğ zatlara meydân okurdu. Nitekim âyet-i celîlede -meâlen-: “...Bu Kur’ân’ın mislini vücûda getirmek üzere insanlar ve cinler bir yere gelseler, birbirlerine yardımcı olsalar dahi onun mislini vücûda getiremezler.” (İsrâ, 88) diye buyruldu.
İnkâr eden ve düşman olan bunca fesahat ve belâgat sahipleri içinde bir şahıs yâhud bir topluluk çıkıp da onun bir kısa sûresinin bile benzerini söyleyemedi.
Âyet-i kerîmelerin bâzısında az lafzın çok mânâya delâleti var ve bâzısındaki tafsîlâtın fevkalâde bir tatlılık ve letâfeti vardır ki buralarını ancak fesâhat ve belâğatten anlayanlar bilir ve zevkine onlar varır. Kur’ân-ı Kerîm’i tekrâr tekrâr okumakta insan lezzet bulur ve okudukça okuyacağı gelir. Hâlbuki bir şiir veya inşâ ne kadar güzel olsa birkaç kere okunduktan sonra insanın tabiatı ondan usanır.
Bunun için fesâhat ve belâgat sahiplerinden akıl ve insâfı olanlar hemen Müslüman oldular, samîmî kalb ile Kur’ân’ın hükümlerine bağlandılar. Îmâna gelmeyenler de beşerin tâkati hâricinde bir kelâm olduğunu itirafa mecbur kaldılar.
Hicrî: 2 Rebîulevvel 1434 •Fazilet Takvim
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder