Her Namazın Bir Vakti, Her Vaktin Bir Hesabı Var
Her ibadetin bir vakti, her vaktin de bir hesabı var. Buradaki hesap
iki türlü. Biri namaz vakitlerini hesaplama, diğeri ise farzı yerine
getirip getirmemenin hesabını vermekle alakalı. Birincisinde Müslümanlar
ibadetin zamanını hesaplıyor, ikincisinde ise yapılan ibadetin hesabını
Hazreti Allah’a veriyorlar. Bu yazımız, namazın vaktini hesaplamakla
alakalı. İbadetin hesabını vermek tabi ki daha önemli; ama şimdilik
küçük bir hatırlatma ile iktifa ediyoruz.
Bu yazıyı okumaya başlamadan önce bir şey yapmanızı istiyorum.
Gecelerini gündüzlere katarak, İslamiyet’i en güzel şekilde yaşayıp
diğer Müslümanlara da yaşatmak için Kuran-ı Kerim, sünnet-i seniye ve
icma’dan hüküm çıkartan müçtehitlerin ruhlarına Fatiha okumanızı rica
ediyorum. Çünkü onlar, hayatın her alanına ve insanların her anına
sirayet eden bu dini, farklı farklı memleketlere, kültürlere, ırklara
ulaştırmakla kalmadılar, dünyanın farklı coğrafyalarda yaşayan
insanların karakter ve mizaç farklılığına rağmen ahkâm-ı ilâhiyeyi
onlara en iyi şekilde tatbik ettirdiler. Onların Kuran-ı Kerim, sünnet-i
seniye ve icma’dan hassasiyetle çıkarttıkları hükümleri yüzyıllar sonra
bizler bile, şimdi gönül rahatlığı ile tatbik edip sevap kazanıyoruz.
Elhamdülillah.
Namaz vakitleri Kuran-ı Kerimde yedi yerde zikredilmiştir. Bu
yerlerden Rûm Süresi ayet on yedi ve on sekizde Hazreti Allah şöyle
buyuruyor: “Akşama ulaştığınızda, (akşam ve yatsı vaktinde)
sabaha kavuştuğunuzda, gündüzün sonunda ve öğle vaktine eriştiğinizde
Allah’ı tesbih edin (namaz kılın), ki göklerde ve yerde hamd O’na
mahsustur.”
İbn Abbas Hazretleri bu ayet-i kerimelerle alakalı “Hazreti Allah bu iki ayet-i kerimede beş vakit namazı vakitleriyle beraber bildirmektedir.”
diyor. Ayet-i kerimede namaz vakitlerinin sınırları, bizim
anlayabileceğimiz şekilde net olarak çizilmemiş. Ancak bu sınırlar daha
sonra Peygamberimiz’in tarifine uygun olarak tespit edilmiştir. Çünkü
Kuran-ı Kerimde geçen beş vakit namazın vakitlerinin ince bir şekilde
uygulamalı tayini, Efendimiz tarafından yapılmıştı.
Peygamber Efendimiz’in ashabına uygulayarak gösterdiği vakitler,
kendisine Cebrail Aleyhisselam tarafından, bir defa namazların ilk
vaktinde, bir defa da son vaktinde kıldırarak gösterilmiştir.
Her ne kadar yeni teknolojilerin kullanımıyla namaz vakitleri çok
daha farklı usuller kullanılarak tayin edilse bile, ayet-i kerime ve
hadis-i şeriflerden çıkartılan hükümler göz önünde bulundurulmadan,
ibadet edilecek vakitlerin tespiti mümkün değildir. Beş vakit namazın
hükümlerine, vakitlerin hesaplanmasına ve hesaplanan bu vakitlere ilm-i
fıkhın yolunda verilen fetvalarla temkinleri ilave edilerek son halinin
verilmesine geçmeden önce, namaz vakitlerinin tarihi seyri ve bu seyir
içerisinde yapılan çalışmaları, pratik uygulamaları ve icat edilen
aletleri kısaca tanıyalım.
Takvimin tarihi seyri
Astronomi ilmi, tarihte diğer milletler tarafından “hobby” olarak
görülürken, Müslümanlar astronomiyi ibadetleri kolaylaştıran bir ilim
olarak ele almışlardır. Bu sebeple İslam dünyasında astronomi, ibadet
vakitlerinin farklı muhitlerde pratik uygulama çalışmalarının
yürütüldüğü saha olmuştur.
Daha ilk dönemlerden itibaren Müslüman âlimler, bilimin imkânlarından
faydalanarak rasathaneler kurdular. Buralarda pratik aletler icat
ederek bunları, ibadethanelere kurulan muvakkithanelere yerleştirip,
yaptıkları hesaplar pratik kullanıma sundular. Ve yüzyıllarca
muvakkitler tarafından namaz vakitleri dosdoğru hesaplandı.
Muvakkitlerin olmadığı yerlerde kendilerine namaz vakitlerini hesaplama
ilmi öğretilen müezzinler, bu işi yaparlardı.
Rasathanelerde âlimler tarafından yapılan rasatlar, âlimlerin
fetvaları ile birleştirilerek o zamanki pratik hayatta kullanılan
karşılığı ile ifade edilir, kayıt altına alınırdı. İfadeler genelde
güneş saati dilinden yazılırdı. Bunun yanında usturlap, Rubu’ tahtası ve
su saati cinsinden de kayıtlar tutulurdu.
Güneş saati: Müslümanlar güneşi günlük, ayı ise
aylık ve yıllık ibadetlerini düzenlemek için kullanırlar. Bu, Hazreti
Allah’ın Müslümanlara bir lütfudur. Güneşin gökyüzündeki durumunu
tanımlamada kullanılan aletlere güneş saati denir. Güneş saatleri
dünyanın farklı coğrafyalarına yayılan Müslümanların ibadetlerini
kolayca yapabilecekleri pratik bir alet olarak kullanılmıştır. Mekanik
saatlerin kullanılmasından önce taşınabilir güneş saatleri
kullanılıyordu. Bu saatlerde zamanın tayinini hesaplamak için bir
çubuğun gölgesinden faydalanıyordu. Yatay, silindir ve ekinoksiyal diye
tarif edilen farklı güneş saatleri vardı. Bu saatlerde çubuğun
gösterdiği çizgi, gerçek güneş zamanını işaret ediyordu.
Usturlâb: Bu alet, esas itibarıyla gökyüzünün bir
düzlem şeklinde panoramik olarak gösterilmesi esasına dayanır. Bir çeşit
hareketli gök haritası diye tarif edilebilir. Usturlâbın üzerinde
ibadet vakitlerini hesaplamada aracı olan güneş’in ve önemli bazı
yıldızların konumları ile kullanım için yapılan tanımlar yazılıdır.
Usturlâb; lineer, düzlemsel =(doğrusal) ve küresel olmak üzere üç sınıfa
ayrılır. Usturlâb ile yer tayini, yıldızların yüksekliği, günün saati,
matematik hesaplamaları, enlem dairesinin hesabı gibi birçok hesaplama
yapılabilir.
Rubu’ tahtası: Şekli bir dairenin dörtte biri kadar
tahtadan yapıldığı için bu ismi almıştır. “Osmanlı bilgisayarı” denilen
bu alet yardımı ile gök cisimleri gözlenerek yükseklik açıları tespit
edilebilirdi. Namaz vakitlerinin hesabında yükseklik çok önemlidir.
Vakit hesaplamada Müslüman alimler bu noktayı çözerek bize büyük
kolaylık sağladılar. Rubu’ tahtası üzerinde altı daire yayı bulunur. Bu
yaylardan her biri öğleden evvel ve öğleden sonra farklı saatleri
gösterir. Bu yaylara saat-i zamaniye denir. Bu çizime göre gece ve
gündüz on iki kısma ayrılmıştır.
Muvakkithaneler: Namaz vakitlerinin güneşe göre
hassas bir şekilde tayin edildiği, ayrıca kıble yönü ile hicri ay
başlangıçlarının tespit edildiği yerlerdir. Muvakkithaneler ilk Emeviler
döneminde ortaya çıkmış daha sonra zamanla kurumsallaşmışlardır.
Kurumsallaşmanın zirve dönemi olan Osmanlı döneminde muvakkithanelere
tayin edilecek kişilerde aranan özelliklere baktığımızda buraları daha
iyi anlayabiliriz. Muvakkit İlm-i Nücum’a (astronomi) ait bilgilere
vâkıf olmasının yanında İlm-i Mîkât (namaz vakitleri) ile ezan
vakitlerini müezzinlere bildirecek, irtifa (yükseklik) alma fennini
yapabilecek, muvakkithane saatlerinin doğruluğunu kontrol edecek, Cuma
ve Bayram namazlarında müezzinlerle beraber mahfilde hazır bulunacak.
Müneccimbaşı ve ilk takvim hazırlığı
Günlük, aylık ve yıllık ibadetleri muntazaman bir araya getiren
takvimler, Müslümanların kıymetini bilmeleri gereken çok büyük bir
kolaylıktır. Şimdi evlerimize astığımız takvimler, aslında uzun bir
yolculuk neticesine oraya geldi. Bu yolculukta Osmanlı Devleti’nin bir
kurumu olan Müneccimbaşılığın önemli bir yeri vardır. Müneccimbaşı;
Osmanlı Devleti’nde astronomi kurumunun başındaki kişi demektir. Ayrıca
Müneccimbaşılar namaz vakitleri hakkında yazdıkları eserler ve
düzenledikleri astronomik cetvellerle din ilimleri literatürüne çok
önemli katkılar sağlamışlardır.
Zamanla tek bir cetvelde topladıkları bilgilerin şimdiki pratik
takvimlere dönüşmesinin ilk adımı, nevruzdan nevruza yıllık olarak
Padişah için özel hazırlanıp takdim edilen cetvellerdir. Bu cetveller
gayet süslü olarak hazırlanır ve içinde hicri, rumi takvimin günleri ile
mevsimler, yapılıp yapılmaması gereken işler yer alırdı. Hazırlanan
cetveller matbaanın icadından sonra basılıp neşredilmeye başlanmıştır. O
tarihlerde takvim neşretme imtiyazı müneccimbaşılara verilmişti.
Ayrıca İstanbul’da bulunan muvakkithanelerin idaresi müneccimbaşına
bağlıydı. Oralara tayin edilecek muvakkitlerin yetişmesi ve
imtihanlarını müneccimbaşı takip ederdi. Mekteb-i Fenni Nücûm gibi
müneccimbaşına bağlı olarak müvakkit yetiştiren astronomi okulları da
kurulmuştu. Son müneccimbaşı Hüseyin Hilmi Efendi’nin 1924′de vefatından
sonra, yeni müneccimbaşı tayin
edilmedi. Bunun yerine aynı zamanda ressam olan meşhur muvakkit Ahmet Ziya Bey başmuvakkit olarak getirildi.
Süleyman Hilmi Tunahan Efendi Hazretleri de son Müneccimbaşı Hüseyin
Hilmi Efendiden muvakkitlik dersi alan üç kişiden biridir. Ve Hüseyin
Hilmi Efendinin hicri 1342 miladi 1924 senesi için hazırladığı takvimi
Türkiye’de 1982 yılında kullanılan takvimin aynısıdır. Peki, namaz
vakitleri nasıl hesaplanıyor da teknoloji gelişmesine rağmen namaz vakti
hesaplamalarında dakika bile oynamıyor?
Namaz vakitleri nasıl hesaplanıyor?
Namaz vakitlerini hesaplamak, ilmi olduğundan fazla, dini bir
meseledir. Bildirilmiş olan vakitleri hesap etmek doğrudur. Ancak hesap
ile bulunan vakitler din âlimleri tarafından tasdik edilmesi şarttır.
Biz Türkiye’de ve Dünya’da en fazla kullanılan takvimlerden olan Fazilet
Takvimi’nin namaz vakitlerini hesaplama usulünü takip ettik. Fazilet
Takvimi namaz vakitlerini dört hak mezhep -öncelikle hanefi mezhebi-
imamlarının içtihatlarına dayandırmaktadır.
İçtihadın ehemmiyeti ve âlimlerin tasdikinin namaz vakitleri için
neyi ifade ettiği Taşköprülüzade’nin Mevdû’at-ul-ulûm adlı eserinde
şöyle izah edilmektedir: ” Namaz vakitlerini hesap etmek farz-ı
kifayedir. Müslümanların namaz vakitlerinin başını ve sonunu güneşin
hareketinden veya alimlerin tasdik ettiği takvimlerden almaları
farzdır.” İbadetlerin vakitlerini tayin etmek astronomiden yardım almayı
icap ettirirken, tayin edilen vakitlerin tasdiki ayet-i kerime, hadis-i
şerif ve müctehidlerin içtihatlarının dairesinde olur. Bu daire de
fıkıh alimleri tarafından çizilir.
Bir yerin namaz vakitlerinin doğru olarak hesaplanabilmesi için;
küresel üçgen formüllerinin ve diğer astronomik formüllerin fıkhî
esaslara tam olarak tatbiki gerekmektedir. Bunun için hesaplamalarda
sadece “geometrik değer” sonuçları değil, fıkhî ölçülere uygun olan
“görülen değer” sonuçları esas alınır. Çünkü geometrik değer ile
hesaplamalar yapıldıktan sonra hakiki vakitler tespit edilir. Ancak bir
namazın geometrik vakti ile şer’i vakti arasında bir temkin zamanı farkı
vardır. Bu fark olmadan geometrik olarak vakit girse de şer’i olarak
namaz vakti girmemiş olabilir. Buna en güzel misal güneş kırılmalarının
çok görüldüğü yüksek boylamlardır. Şekil 1′de görülen fotoğrafta
geometrik hesaplamaya göre güneş batmış olması gerekiyor. Ancak güneş
batmamış gözüküyor. Çünkü burada yüksek oranda güneş kırılması var,
hesaplamaya temkin ilave edilerek şer’i vaktin bulunması gerekiyor.
Temkin vakti nedir? Kullanılması zorunlu mu?
Çeşitli sebeplerden dolayı astronomik değerlerin gerçek değer yerine
namaz vakti yerine kullanılamayacağını anlattık. Bunun yerine namaz
vakitlerinin hakiki değerlerini koruyabilmek için İslâm âlimleri bazı
zarurî tedbirler almışlardır. Geometrik değerlerin yine astronomi
otoriteleri tarafından yaygın kabul gören ilmî teoriler, kurallar ve
metotlar çerçevesinde düzeltmeler zaruri tedbirleri oluşturdu. İşte bu
tedbirler sonrasında ortaya çıkan hakiki değerleri elde etmek için
yapılan düzeltmelere “Temkin” adı verilmektedir.
Temkin, daha ihtiyatlı olmak için yapılmış bir düzeltme değil, fıkhî
olarak yapılması zarûrî bir düzeltmedir. Bu düzeltmelerden sonra ortaya
çıkan değerler fıkhî ölçülere uygun hale gelir. Binaenaleyh temkinsiz
vakitlerin kullanılması sakıncalıdır.
Temkin hususu önemli olduğu için burada beş madde ile izah etmeye
çalışalım. Ancak bu hususta tafsilatlı malumat edinmek isteyenler için
Tahtavî’nin “Merâkıl-Felah”, Ahmet Ziya Bey’in “Rub’ı Dâiresi”,
Kedûsî’nin “İrtifa Risalesi” ve Gazi Ahmet Muhtar Paşa’nın
“Riyâz-ul-muhtar” gibi eserlere ulaşarak incelemelerini tavsiye
ediyoruz.
• Temkin vakti hesaplanırken dört hususa dikkat edilir.
Güneşin yarıçapı (Nısf kutr-i şems), Güneş ışınlarının kırılması
(inkısar-ı şuâ), bulunulan yerin yüksekliği (inhitât-ı ufuk) ve bulunan
yerin güneşe göre paralaks (açı) (ihtilaf-ı manzar). Bu dört fiziki
unsurdan ilk üçü toplanarak dördüncüsünden çıkarılarak elde edilen
değere temkin deniliyor.
• Bir şehirde, muhtelif yükseklikler için, bir namazın muhtelif
vakitleri olur. Hâlbuki bir şehirde, bir namazın tek bir vakti vardır.
Bundan dolayı, namaz vakitleri için zâhirî ufuk (görünen ufuk) hatları
kullanılamaz. Yükseklik ile değişmeyen (Şer’î ufuk) hattından olan şer’î
irtifâ’ kullanılır.
• Güneşin şer’î ufukdan geçmesi, hakîkî ufukdan geçmesinden evvel
olan, zevâlden evvelki vakitler için, hesab ile bulunan hakiki vakitten
temkin çıkarılınca, doğru vakit olan şer’î vakit bulunur. İmsâk ve tulû’
(güneşin doğuşu) vakitleri böyledir. “Temkin Müddeti”, imsâk ve güneşin
doğuşu vakilerinden çıkarılır, diğer vakitlere ise ilâve edilir.
• Bir şehrin temkin zamanı, enlem derecesi ve güne göre değişiklik
göstermektedir. Bir şehrin temkin miktarı her gün ve her saat aynı değil
ise de her şehir için ortalama bir temkin zamanı vardır.
• Maarif nezaretinin 1898 yılında imsak vakitleriyle ilgili
yayınladığı “Muhtasar ilm-i heyet” isimli kitapta temkin şöyle
anlatılmıştır: “-17 derece üzerine İşâ-i Evvel, -19 derece üzerine de
vakt-i fecir ve İşâ-i Sâni hesap edilir. Fecirden temkin tarh olunmakla
imsak bulunur.
Burada hemen sabah ve yatsı vaktini hesaplamak için baz alınan 17 ve 19 dereceleri bahsine geçelim.
Vakit hesaplamada 1719 dereceler neyi ifade ediyor?
Namaz vakitlerini hesaplamanın teknoloji ile bağlantısı fazla
abartılıyor. Peygamber Efendimiz’in gösterdiği usulle teknoloji
imkânları kullanılmadan bile namaz vakitleri bilinebilir. Hazreti Allah
hikmeti gereği namaz vakitlerini kolay şeylerle kayıtlamıştır. Ancak
vakitlerin sınırları, dakika dakika milimetrik hesaplamalar söz konusu
olduğunda teknoloji bir nebze olsun devreye giriyor.
Teknolojinin devre girmesiyle rasathanelerde hesaplamalar yapıldı. Bu
hesaplamalar sonunda yatsı ve sabah namazı vakitlerinin hesabında
kullanılan güneşin irtifası (yükseklik), küresel trigonometrinin işin
içine dahil edilmesiyle derecelerle ifade edilmeye başlandı. Yapılan
hesaplamalarda âlimler, sabah namazı vaktinin girişinin, yani fecrin
doğuşunun, güneşin ufkun 19 derece altına geldiği an olduğunu hesaplayıp
bu açıyı esas aldılar. Vakitlerin usturlap, rubu tahtası gibi aletler
kullanarak hesap yöntemi ile tayinin yaygın olduğu dönemlerde sabah
vakti girişi 19 derece irtifa açısı, yatsı vakti girişi ise 17 derece
irtifa açısı kabul edilmişti.
Sonraki tarihlerde özellikle batıda yapılan astronomik ölçümlerde,
alaca karanlığın 12 ila 18 dereceler arasında oluştuğu tespit edilmiş ve
bazı yerlerde 18 derece imsak açısı
olarak kabul edilmeye başladı. 1982 yılında diyanet takvimlerinde de
imsak vakti 18 derece esas alınarak hazırlanmaya başlandı. Güneşin
batmasından, ufkun 19 derece altına gelmesine kadar geçen süre dünyanın
her yerinde aynı olmaz. Bu süre mesela Türkiye ile Almanya arasında
birkaç saat farkına kadar çıkabilir.
Esasında uygulama aşamasında bir derecelik açının önemi yok gibi
görünebilir. Ancak birkaç nokta, Müslüman âlimlerin 19 derecelik açıyı
kabul etmelerindeki hassasiyeti göstermektedir. Özellikle günümüzde
yoğun günlük meşakkatler içerisinde Müslümanların sınırlara yaklaşma
istekleri, namazların vaktinin dışında kılınma tehlikesiyle karşı
karşıya getirmiştir. İmsak ve yatsıdaki astronomik şartlar aynı
olmayışı, imsak vaktinde karanlığa alışmış bir gözün ilk ışığı tespiti
ile akşam aydınlığa adapte olmuş bir gözün son ışığı tespitinden daha
kolay olması, aynı derecenin hem imsak hem de yatısı için kullanılmasını
zorlaştırmaktadır. Bir de imsak vaktinde nem, sis ve sıcaklık
değerleri, yatsı vaktinin şartlarından farklıdır. Son olarak imsak ve
yatsı vakitlerindeki alacakaranlığın, ufuk hizasında farklı konumlarda
oluşması ve böylece farklı yeryüzü şekillerine ait atmosfer
tabakalarının ışığı farklı kırması ve farklı konumlardaki irtifaların
aynı olmaması hassasiyetleri arttıran sebepler olarak karşımıza
çıkmaktadır.
Zaten meseleye son noktayı 1958 yılında, Diyanet İşleri Başkanlığınca
yayınlanan namaz vakitlerinin yanlış olduğunu yazan bir köşe yazarına
verilen cevap koyuyor. “İmsak vaktine gelince; Yazınızda, ‘gerek
İngilizler, gerek Amerikalılar, gerek Fransızlar bu vakti güneşin 18
derece ufkun altında bulunduğu zaman olarak kabul etmişlerdir.’
diyorsunuz. Acaba Hıristiyan olan bu üç millettin imsak vaktinde hangi
ibadetleri var ki imsak vakti için böyle bir dereceyi esas olarak kabul
etsinler. Böyle yapmış olsalar dahi, İslam hey’etşinasları tarafından
mezkûr vakit İslamî kaidelere göre takdir edilmişken bu hususta
yabancılara uymak mecburiyeti nereden çıkıyor”?
1958 yılındaki Diyanet İşlerinin verdiği cevap aslında astronomik tan
ve fecri sadık ilişkisini sorguluyor. Astronotlar için 18 derece önemli
namaz vakitleri de bu 18 dereceye yakın, burada astronomik tan olan 18
derece, fecri sadık kabul edilebilir mi sorusu ortaya çıkıyor.
Astronomik tan, fecr-i sadık kabul edilebilir mi?
Astronomik tan dıldız gözlemleri için kullanılnı, Yıldız gözlemleri
güneş battıktan sonra tan yeri ağarıp aydınlığın vuku bulmasına kadar
devam eder. Astronomik tan açısının hesaplanabilmesi için güneşin batma
anı ile güneşin doğmaya başlama anı önemlidir. Bu iki vakit “astronomik
tan” diye bilinir. Aslında astronomide üç tan vardır. Bunlar güneşin
ufkun 18 derece altında olduğu zamana astronomik tan, güneşin ufkun 12
derece altında olduğu zamana denizci tanı ve güneşin ufkun 6 derece
altında olduğu zamana ise sivil tan denilmektedir.
Fecr-i sadık ise fıkhi olarak gecenin bitip gündüzün başlamasıdır.
Sabah namazı vakti ile orucun başlangıcı fecr-i sadıkta olur. Yalnız
burada fecr’in birinci fecr (kazıb) ve ikinci fecr (sadık) diye iki defa
vuku bulduğunu hatırlamak gerekir. Birinci fecirde güneş ışınları
ufukta kısa bir süre görünüp kaybolur. Asıl fecr ise bu kaybolmadan
sonra vuku bulur. İkinci fecirde artık güneş ışınları bir gün boyunca
kaybolmamak üzere gelir. Bu meselede ise bizce astronomi mütehassısı
Ahmet Ziya Bey son noktayı şöyle koyuyor: “Avrupalılar fecr-i sâdıkın
başlaması olarak, ufuk üzerinde beyazlığın tamamen yayıldığı vakti hesap
alıyorlar. Bunun için fecir hesaplarında, güneşin irtifâ’ını -18 derece
alıyorlar. Biz ise ufuk üzerinde beyazlığın ilk görüldüğü vakti hesap
ediyoruz. Bunun için de şemsin irtifâ’ının -19 derece olduğu vakti
buluyoruz. Çünkü İslam alimleri, imsak vaktinin beyazlığın ufk-ı zâhirî
üzerinde yayıldığı vakit değil, beyazlığın ufuk üzerinde ilk görüldüğü
vakit olduğunu bildirdiler.
Beş vakit namazın vakti ve mekruh vakitler
Beş vakit namazın tam vakitleri ve namaz kılmanın tahrimen mekruh
olduğu zaman dilimleri Peygamber Efendimiz’in hadis-i şerifleriyle
sabittir. “Üç vakit vardır ki, Allah Resûlü (s.a.v) bizi o vakitlerde
hem namaz kılmaktan, hem de ölülerimizi gömmekten alıkoyuyordu: Güneş
doğmaya başlayıp bir mızrak yükselenene kadar, zeval vakti güneş gök
ortasından sapana kadar, güneş batmaya yönelip iyice batana kadar.”
(Kütüb-i Sitte) Ukbe Bin Amir (R.A)’ın Efendimiz’den rivayet ettiği bu
hadis-i şerife dayanarak mekruh vakitler, işrak, istiva ve isfirar
adıyla zikredilmiştir.
Câbir bin Abdullah ile İbn-i Abbâs ve Ebû Hüreyre (r.anhüm)’den
rivâyet edilen hadîs-i şerîfte ise Nebiyy-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz
namaz vakitleriyle alakalı şöyle buyurmuşlardır:
“Cibril (a.s.) bana iki defa (yani iki gün) Beyt-i Muazzam’ın yanında
imam oldu. İlk def’a güneşin gölgesi bir nalın tasması kadar uzadığında
bana öğle, her şeyin gölgesi birer misli uzadığında ikindi, oruçlu
orucunu açtığı vakitte akşam, şafak kaybolduğunda yatsı, oruçluya
yemek-içmek haram olduğu vakitte sabah namazını kıldırdı. Ertesi gün
öğle namazını her şeyin gölgesi bir misli, ikindi namazını iki misli
olduğu, akşam namazını oruçlu iftar ettiği zamanda, yatsı namazını,
gecenin sülüsüne (son üçtebir) doğru, sabah namazını da ortalık iyice
aydınlandığı vakitte kıldırdı. Sonra da bana döndü ve: ‘Yâ Muhammed, bu,
senden evvelki peygamberin vaktidir. Namaz vakti işte bu ikişer
vakitler arasındadır’ dedi.”
Öğle namazının vakti
Cebrâil aleyhisselâm’ın namaz vakitlerini bildirmek için Mîrac
Gecesi’nin hemen akabindeki günde vukû bulmuş ve ilk kıldırdığı namaz
salât-ı zuhur (öğle namazı) olduğundan bu namaza, salât-ı ûlâ (birinci
namaz) denilmiştir. Astronomi bakımından da öğle namazının vakti diğer
vakitlerin mebdei; başlangıcı olmuştur. İlk olarak öğle namazının vakti
hesap edilir, diğer vakitlerin hesabı ondan sonra ve ona istinaden
yapılabilmektedir.
Gündüzün tam ortasında güneşin en yükseğe çıktığı noktadan alçalmaya
başladığı zaman -ki, buna zevâl vakti denir- öğle namazı vakti başlar ve
ikindi namazının vaktine kadar devam eder. İkindi namazının birinci ve
ikinci ikindi olmak üzere iki vakti vardır.
İkindi namazının vakti
Güneş gündüz en yüksek noktaya çıktığı anda, Nısfü’n-Nehâr Kavsi
(yani, bulunulan yerin meridyeni) üzerindedir ve bu anda her şeyin
gölgesi en kısadır. Her şeyin gölgesinin en kısa olduğu bu zamana
“Fey’-i zevâl” denilir.
Bir cismin fey’-i zevâldeki gölgesine o cismin boyu kadar daha gölge
ilave olduğunda, yani cismin gölgesi bir misli kadar uzunluğa
ulaştığında, ikindi namazının birinci vakti girmiş olur. Buna “asr-ı
evvel” denir ve bu imâmeyn kavlidir. Cismin boyu iki misli kadar
olduğunda ikindi namazının ikinci vakti girmiş olur ki buna “asr-ı sânî”
denir ve bu İmâm-ı A’zam’ın kavlidir. Bir kimse öğle namazını birinci
ikindi vaktinden on dakika evveline kadar kılamaz ise, ikinci ikindi
vaktine on dakika kalıncaya kadar kılabilir ve ikindi namazını da ikinci
ikindi vakti girdikten sonra kılar. Asırlarca uygulanan müftâbih görüş
(kendisiyle fetva verilen) ve mâ’mûlünbih (kendisiyle amel edilmiş) olan
birinci ikindi, yani asr-ı evvel kullanılmıştır.
Akşam namazının vakti
İmâm-ı A’zam Ebû Hanîfe, İmam Şâfiî, İmam Mâlik ve İmam Ahmed bin
Hanbel rahimehümullah indinde, güneş ufuktan battıktan sonra güneşin
merkezi, ufuktan bir derece aşağı indiğinde akşam namazı vakti girer.
Akşam namazının son vakti ihtilâflı olduğundan ihtiyâten yatsı vaktinden
15-20 dakika evvel bitirilmiş olmalıdır. Bununla beraber sıkışık
durumlarda, yatsı namazının vakti girinceye kadar da akşam namazı edâ
edilir, kazaya bırakılmaz.
Yatsı namazının vakti
Güneş battıktan sonra, ufkun altında alçalmaya devam eder. Bu arada
batı ufku bir süre kızıl bir renk alır, ardından da kısa süreli bir
beyazlık devam eder. Güneş battıktan sonra ve doğmadan önce gökyüzünde
güneş ışınları atmosfer içinde kırılma ve dağılmaya uğrar. Modern
astronomi cihazlarıyla yapılan ölçümlere göre de bu hâdise, güneş
battıktan sonra güneşin ufuktan -17 derece alçalmasına kadar devam eder.
Bu andan itibaren güneş ışınları atmosfere giremez, gözden kaybolur ve
gece başlar. İslâm âlim ve râsıdlarına göre; akşamleyin güneş ufuktan
-17 derece aşağı indiği zaman ufuktaki kızıllık kaybolur, bu vakit,
yatsının başlangıcıdır.
Sabah namazının vakti
Gece yarısı güneş, en aşağı noktaya indikten sonra tekrar yükselmeye
devam eder ve ufuktan -19 dereceye geldiğinde bu sefer doğu ufkunda tan
hâdisesi (fecr) meydana gelir. “Fecr-i sâdık” başlar ve gece nihayet
bulur. Bu anda ise kızıllıktan evvelki beyazlık başlar, fecr-i sâdık
doğar; bu an imsâk vaktidir. Güneş ufuktan doğmadan evvel, güneşin
merkezi ufka 1 derece yaklaştığı anda sabah namazının vakti biter ve
güneş doğar.
Son olarak
Tatbik edilen bu hesaplama ve temkinlere göre; öğle, ikindi ve yatsı
namazı vakitlerine 10′ar dakika, akşam namazı vaktine 7 dakika ilâve
edilmiş; imsaktan 10 dakika, güneşin doğuşundan da 5 dakika
çıkarılmıştır. Ancak bunlar teknik değerlerdir.
Bu sebeple Müslümanların, vakitlere titizlik göstermeleri,
namazlarını vaktin sonuna kadar geciktirmemeleri, özellikle oruca
başlarken ve imsak vakitlerini kullanırken daha dikkatli olmaları icap
eder. Sabah namazını ise imsak vaktinden en az 15-20 dakika sonra
kılmalarını tavsiye ediyoruz. Daha erken kılınması isabetli olmaz.
Vakit namazın farzı olduğu için, hesaba katılamayan hassasiyetlerin
vakitlere tam uygulanamama ihtimali vardır. Böyle bir tehlikenin
oluşmaması ve hesaplanamayan kaymaların olabileceği de göz önüne alınıp
hataya düşmemek için, ihtiyatı elden bırakmamak gerekiyor.
Kaynaklar:
• http://www.fazilettakvimi.com/tr/muhim_aciklamalar.html
• Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslam Ansiklopedisi, İstanbul, 1991
• İslam Ansiklopedisi
• Türkiye Takvimi, “Namaz vakitleri hakkında hazırlanan rapor” İstanbul Mayıs 2003.
• Lütfi Göker, Uluğ Bey Rasathanesi ve Medresesi, MEB, İstanbul1995.
• Muammer Dizer, Rubu Tahtası, Boğaziçi Üniversitesi İstanbul 1987.
• Muammer Dizer, Astronomi Hazineleri, Boğaziçi Üniversitesi, İstanbul 1986
İnsan ve Hayat Dergisi