ANNE BABANIN HAYATTA İKEN EVLATLARINA MAL VERMESİ
Mirasta her zaman çok olan malın tartışması ya da kavgası yapılır zannedilebilir. Ancak mal için tartışma, kavga, haklılık ya da haksızlık azlık çoklukla alakalı değildir. Mevzu bilgi, iman, ahlak ve bazen de imtihan ile alakalı olabilir.
Birkaç hafta önce bir müvekkilim annesinin kız kardeşlerini kollayarak kendisinden mal kaçırıldığını hayıflanarak anlattı. Kedisinin de mirasçı olduğunu hem de tek erkek varis olduğunu söylemeyi de ihmal etmedi. Meseleyi biraz teferruatlı anlattırdığımda anne ve kız kardeşlerin bir araya gelip aile olarak konuşamadıklarını öğrendim. Özet olarak “Annem kızlarına hayatta iken mirasından mal verebilir mi?” sorusunu soruyordu.
Bir yanlışı düzelterek meseleyi izaha başladım. Öncelikle “hayatta iken mirastan mal vermek” sorusu yanlış bir soru. Çünkü miras ölümden sonra vuku bulacak bir hadisedir. Daha hayatta olan birinin çocuklarından birine mal vermesi hibe-bağış olarak değerlendirilir.
Anne ve babanın, hayatta iken evlatlarına mal verme mecburiyeti yoktur. Şayet malının bir kısmını evlatlarına hayatta iken “hibe-bağış” atiyye yapmak istiyor ise ulemanın verdiği fetva şöyledir: “Kız, erkek, evli, bekâr, dul, zengin, fakir, hasta, sakat, engelli, sağlam evlatları arasında hiçbir fark gözetmeksizin bire bir mal vermesi tavsiye edilmektedir.” Müftabih olan, geçerli olan fetva da budur.
imamı Azam Ebu Hanife, İmamı Ebu Yusuf ve diğer müçtehit ulemanın kahir ekserisinin fetvası bu yönde kız, erkek 1’e 1 (bire bir) mal verilmesi, hibe, bağış yapılmasıdır.
Yine mezhebimizin müctehid imamlarından, imamı Muhammed Hazretleri ve diğer bazı müctehid ulema, anne ve baba hayatta iken evlatlarına mal verecek ise; Feraizde, miras taksiminde olduğu gibi, erkek evlada iki, kız evlada bir hisse verilmesi yönünde içtihatları vardır. Günümüzde mer’i hukukun anne babanın vefatından sonra da kadın erkeğe bire bir uygulaması ile imam-ı Muhammed hazretlerinin fetvası ayette geçtiği gibi uygulanmaya başlamıştır.
Bunların aksi yani; erkek ya da kız çocuklarına mallarının büyük bir kısmını veya tamamını verip, diğer çocuklarını mahrum bırakmak tahrimen mekruhtur.
Anne ve baba hayatta iken evlatları arasında haksızlık yaparsa adalete riayet etmezse; onlara kin ve husumet ve dargınlığı miras bırakmış olur.
Hadisi Şerif te; “Allahu Teala’dan korkunuz, evladınızın arasında adalete riayet ediniz.” buyruluyor.
Yine başka bir Hadisi Şerif te; ” Atiyye hususunda çocuklarınızın arasında müsavata riayet ediniz. Eğer ben tercih = ihtiyar edecek olsa idim, elbette kadınları erkekler üzerine tercih ederdim.” buyrulmuştur.
Mal sahibi istediği şekilde malını tasarruf edebilir. ihtiyaç gördüğü kişilerin aile sorumluluklarını gözeterek hibe yapması kadar normal bir durum yoktur. Muhtaç olan evlatlarının adeta kendi ölümünü beklemesi normal kabul edilemez. Anne baba nafakaya muhtaç olacak kadar düşkün olan evlatlarına bakmakla da yükümlüdür. Bütün bunlar mal sahibinin tasarrufu sırasında adaletsizlik yapmasına da sebep teşkil etmez. Çünkü adaletsizlik aileleri parçalar, dağıtır ve yıkar.
Müvekkilime yaptığım son uyarı da bu yönde olmuştu. En büyük kayıp mal kaybı değildir. En büyük kayıp ailenin, eşin, dostun kaybedilmesidir. Tek erkek varisim diyorsun lakin aileni bir araya toplayıp meseleyi konuşamıyorsun. Önce buradan başlamalısın. Hayatta iken mal hibe etme konusunu etraflıca anlatamıyorsan birinden yardım alabilirsin. Böyle bir toplantıdan sonra da hırs göstermeyi bırakmalısın. Mal bulunur ancak kaybedilen aileyi bulmak kolay olmaz.
Çocukların birbirleriyle geçinememesi ailede büyük ızdırab. Kabirde de büyük sıkıntı. Fakat bu sıkıntıyı çocuklarına sen miras bırakmış olmayasın?
Ey Anne! Baba Hayatında iken çocuklarına mal vereceksen oğluna – kızına, büyüğüne -küçüğüne, evlisine- bekarına adaletli olarak ver.
Ölümden sonra kimin nereyi alacağını değil, hakkından fazla almamayı onlara öğret
Hukuk-ı İslâmiyye ve Istılâhat-ı Fıkhiyye Kâmusu:
Ömer Nasuhi Bilmen’in on beşin üzerindeki değerli eserlerinden birisidir. Eserin 1967 yılı baskısının önsözünde müellif, bu sekiz ciltlik külliyatın yazılışını şu cümlelerle anlatıyor: “islam Hukukuna dair Arapça yazılmış muhtasar ve mufassal binlerce eser vardır. Fakat bu hukuka dair bütün aksamını ihtiva etmek üzere Türkçe yazılmış kitaplar yok gibidir. Mecelle-i Ahkâmı Adliye, islam hukukunun yalnız muamelata ait bir kısım ahkamını muhtevi bulmuştur. Birtakım fetva kitapları de hadiselere göre vakit vakit verilmiş şer’i cevaplardan müteşekkildir.” islam Hukukunun münâkehâta, müfârakâta, muâmelâta, ukâbâta dair ve Hanefi Mezhebine ait aksamını bir mecelle-i külliye halinde cami bir eser meydana getirmek için yapılan çalışmalar akim kalınca, müellif Ömer Nasuhi Bilmen; hayırlı bir işin noksan kalmasına gönlü razı olmaz ve işte böylece sekiz ciltlik külliyat vücuda getirilir.
Kaynak: “Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuk-ı İslamiyye ve Istılahat-ı Fıkhıyye Kamusu, Cil:4, Sayfa:274, 275, 276 ve 277
İnsan ve Hayat Dergisi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder