Ayeti Kerime: “Bir de
fakirlik korkusuyla evlatlarınızı öldürmeyin. Onlara da rızkı biz veririz, size
de. Muhakkak ki onları öldürmek büyük bir cinayettir.” (İsra Sûresi,
âyet 31)
Hicrî: 21 Muharrem 1434 •Fazilet
Takvim
ÖZÜRSÜZ
ÇOCUK DÜŞÜRMEK CİNAYETTİR
Cenîn, henüz annesinin rahminde bulunan çocuk
demekdir.
Ceninleri, kasıtlı olarak düşürmeye “iskat-ı cenîn =
çocuk düşürme” denilir ki bu, büyük bir günah ve İslâm hukukuna göre bir
cinayettir. Dînin müsaadesine dayanmaksızın bunu işleyenler, câni sayılırlar.
Çünkü cenîn, bir insan demektir. Cenîn, canlı ise bunu bilerek düşürmek, bir
insanı öldürmek demektir. Cenîn, henüz canlı değilse onu düşürmek, bir masumu
hayattan mahrum bırakmak demektir. Bir insanı öldürmek, bir masumu hayattan
mahrum bırakmak ise cinayetten başka bir şey değildir. Geçim endişesiyle bu
günaha cüret edenler, Allâh’a güvenmekten mahrum, güzel bir dinî terbiyeden
nasipsiz kimselerdir.
Bir zarûret olmadan çocuk düşürmek cinayettir. Bunu
işleyenler, ta'zir cezasına müstahik olacakları gibi gurre denilen, beş yüz
dirhem gümüş - 200 gr. altın- tazminata da mahkûm olurlar.
Şu kadar var ki, muhakkak bir özür dolayısıyla bazı
ceninleri düşürmek, cinayet sayılmayacağından maddî ve manevî mesuliyeti olmaz.
Henüz âzası belirmemiş olan bir cenîn, annesinin hayatına tesir edecek sıhhî
bir sebepten dolayı tıbbî bir tetkik ve istişare neticesinde düşürülebilir.
Yine bir kadın, çocuğuna süt vermekte iken gebe
kalmakla sütü kesilmeğe başladığı ve çocuk için sütanne tedarikine de imkânları
müsaid bulunmamakla çocuğun helak olmasından korkulduğu takdirde henüz bir
azası teşekkül etmeden cenini düşürmek caizdir. Ancak, bunun için hamileliğin
en fazla yüz yirmi günlük olması lâzımdır. Bundan sonra çocuk düşürmek caiz
görülmemektedir.
Bir zaruret bulunmaksızın, çocuğu düşürmek için kasden
ilaç içmek vesaire de caiz değildir.
Bütün bu günahların yayılmasında herkesin büyük bir
mesuliyeti vardır: Âile reisleri çocuklarına, âile fertlerine, ilim-irfan
(eğitim) müesseseleri talebeye, kalem sahipleri halka karşı mükellef
bulundukları terbiye ve tenvir vazifesini güzelce, lâyıkiyle yerine getirecek
olursa bu gibi günahların hiç olmazsa azalması temin edilmiş olur.
Hicrî: 21 Muharrem 1434 •Fazilet
Takvim
ÇOCUK ALDIRMA
ÇOCUK ALDIRMA'NIN DÎNÎ HÜKMÜ:
Konunun iyi anlaşılması için gerekli olan bu noktalara
işaret ettikten sonra, fıkhî açıdan kürtaja baktığımızda önce şunu
söylemeliyiz: Islâm fıtrat dinidir ve fıtrata yani doğru (tabiî) ve normal
olana aykırı olan her şey Islâma da aykırıdır, yani mahzurludur: Mahzuru,
aykırılık gücüne göre değişir. Az aykırı olan "mekruh", biraz daha
çoğu "tahrimen mekruh", çok aykırı olan da "haram" olur.
Bu konuda fitrî olan, kadınla erkeğin bir araya
gelmesi, cinsel birleşmeleri, sonuçta da çocuğun dünyaya gelmesidir. Ancâk her
kuralın olduğu gibi, bunun da istisnaları olabilir. Yani Islâm fıkhının bu
konudaki genel kaidesi: "Fıtrata ve tabiîliğe müdahale edilemeyeceği"
esasıdır. Ancak genel bir kural, bütün fertlerine temsil edilemez ve şahıslara,
özel durumlarına göre fetvâ verilir. Yani genel geçer kural ayrıdır, fetvâ
ayrıdır.
Fetvâ kişiye, yere ve zamana göre değişir. Buna göre,
Islâm fıkhında "çocuk aldırma" ya da "kürtaj" denen olaya
fert düzeyinde bazı hallerde ve belli bir zamana kadar fetvâ verildiğini
söyleyerek konuyu şöylece özetleyebiliriz: ?
Konu hakında Kur'ân-ı Kerîm ve Hadîsle açıklık (ibare)
yoktur. Ancak bazı âyet-i kerime ve hadîs-i serîflerde işaretler bulâbiliriz.
Meselâ: Hac 5 ile, Mü'minûn 12-15 âyetleri hemen hemen aynı noktaya işaret
ederler. Biz önce Mü'minûn 12-15. âyetlerinin meâlini verelim, sonra bazı
noktalara temas edelim: "Andolsun ki,biz insanı süzülmüş, özlü balçıktan
yârattık.
Sonra onu "nutfe (menî, sperm) olarak muhkem bir
karargâha (rahme) koyduk: Sonra nutfeyi (yapışkan) bir kan pıhtısı haline
getirdik. Ardından kan pıhtısını bir çiğnem et yaptık, bu çiğnemi kemiklere
çevirdik,kemiklere de et giydirdik. Sonra da onu başka bir varlık yaptık.
Şekil verenlerin en güzeli olan Allah ne yücedir.
Sonra siz bunun ardından elbette öleceksiniz."
Bunları açıklar mahiyetteki bir iki hadîs-i şerîfin
meali de şöyledir: 1- "Sizden her biriniz kırk gün annesinin karnında
tutulur. Sonra bir o kadar da orada yapışkan pıhtı olur. Sonra bir o kadar da
orada bir çiğnem et halinde bulunur. Sonra da melek gönderilir ve ona ruh
üfler" (Müslim, Kader 1) 2- "...nutfe (menî parçası, sperm)nin
üzerinden kırkıki gece geçince Allah ona bir melek gönderir.
O da onu şekillendirir, kulağını, gözünü, cildini,
etini ve kemiklerini yapar. Sonra da, ey Rabbim, erkek mi olacak dişi
mi..." (Müslim, Kader 3) der. Birinci hadîs âyetlerin tam açıklaması
gibidir. Buna, yani âyete ve hadise göre:
1- Döllenen menî rahimde kırk gün, irtibatsız olarak
kalır.
2- Sonra bir pıhtı olarak rahimle irtibat kurar
(alaka). Bu süre de kırk gün kadardır.
3- Sonra bu yapışkan pıhtı (alaka) bir et parçası
halini alır, kemikleri belirir, et oluşur. Bu devre üçüncü kırk günün sonuna
kadardır.
4- Sonra ilk üçünden farklı bir yaratık, ya da yaratış
ortaya çıkar. Bu, cenîne ruhun üflendiği safhadır. (Taberî XVNI/9) Bir başka
deyişle canlanmasıdır. Insan, ya ruhla cesedin bütünüdür ki; genel kabul gören
görüş budur; ya da sadece ruhtur. (Râzî XXlll/85) Bundan; ceninin üçüncü devre
sonundan yani 120 günden önce insan olmadığı anlaşılır. Insan oluş, bu noktadan
itibaren başlar (Taberi XVN/11). Hem diğer bir yaratış, hem de, ruhun üflenmesi
bunu gösterir.
5- Onbeşinci âyetin işaretiyle, ölüm ancak bu dönemden
sonra olabilir. Bu da daha önceki üç dönemde (120 gün) ceninin ölüme elverişli,
yani canlı olmadığını gösterir.
6- Devreler arasının "sümme" (sonra)
kelimesi ile açılması; devrelerin birbirinden tam anlamıyla farklı olduklarını
(Ebu'ssu'ûd VI/126), birbirinden diğerine geçişin bir dönüşüm (tahavvül)
olduğunu gösterir. (Râzî XXNI/84) Bu da beşinci maddede anlatılan gerçege
işâret eder.
Ruhun yüzyirmi günde üflendiği konusunda ittifak ,
bulunduğu,için ikinci hadîs; "ceninin kırk günde şekillenmesi değil, bunun
melek tarafından yazılması" şeklinde anlaşılmıştır (Dâvûdoğlu X/626).
Işte bütün bunlardan, ötürü, Hz. Ali (r.a.), bu yedi
devre geçip ruh üflenmedikçe cenine müdahalenin "ve'd" (çocuğu diri
diri gömme, yani öldürme) olmayacağını söyler (Ibnü'I-Cevzi, Zâdü'I-Mesir
V/462). Imâm Ebû Hânîfe de bunu delil tutarak; meselâ birisinin yumurta çalması
ve yumurtadan onun yanında civciv çıkması halinde, başka başka varlıklar olduğu
(halk-ı âher) için, civcivi değil yumurtayı tazmin eder, demiştir (ZaMahşerî
NI/27-28 ).
Bütün bu temel gerçeklerden ötürü tüm Islâm
fıkıhçıları, döllenmenin üzerinden yüzyirmi gün geçtikten sonra ve de zaruret
yokken çocuk aldırmanın (kürtajın) haram olduğunda ittifak etmişlerdir.
Yüzyirmi günden, yani canlandıktan sonra çocuğunu aldıran ya da ilaçla, vurma
ile vs. düşüren kadın hem bir cana kıyıp cânı olduğundan ötürü günahkârdır,
öbür dünyada bunun cezasını çekecektir, hem de dünyada çocuğun Babasına, canlı
düşüp sonra ölmüşse, bir tam diyet (kan bedeli), organları belirli olup ölü
olarak düşmüşse, bir "gurra" ödemek zorundadır.
Birinci halde ayrıca bir de keffaret tutmalıdır.
(Diyet; yüz deve, veya bin dinar altın, veya on ,ya da on iki bin dirhem gümüş,
yani yaklaşık olarak şu anda (1989) elli milyon (50.000.000: ) TL. Gurra ise,
duruma göre bir diyetin yirmide ya da onda biridir). Organların bir kısmının
belirmiş olması durumu da aynıdır. Ancak yüzyirmi günden (dört aydan) önce
çocuk aldırmanın, ya da ilâç vs. ile düşürmenin câiz olduğunu söyleyenler
vardır ).
Bazıları ise sadece kırk güne kadar câiz olduğunu
söylemişlerdir. (Hindiyye V/356; Bezzâziyye VI/370 (Hindiyye kenarında))
Bazıları da döllenme olduktan sonra, bir özür olmaksızın bunun hiç câiz
olmayacağın söylemişlerdir. Hiç câiz olamayacağını söyleyenler hacda ihramlı
bir hacı adayının, bir kuş yumurtasını kırmasının av yasağına tecavüz
sayıldığını ve bundan ötürü ceza vermesi gerektiğini delil gösterirler (Bk.
Kâdihan NI/410 (Hindiyye kenarında)
Ancak; yumurta ceninin birinci değil, ikinci kırk
gününe benzer. Yumurtanın birinci kırk güne tekabûl eden devresi, kuşun
karnında olduğu dönemidir, diyerek bunu itiraz edebilir. O takdirde böyle
diyenlere göre de kırk güne kadar düşürme ya da aldırma câiz olmalıdır.). Yani
yumurtayı kırma, cana tecavüz sayılmış ve (ihramlıya mahsus olmak üzere) cezayı
gerektirmiştir. Öyleyse yumurta durumundaki cenine (embriyona) müdahale de câiz
olmamalıdır, derler.
Bütün bunlardan (Hanefi mezhebi için) şöyle bir sonuç
çıkarabiliriz: Meni, ana rahmine yerleştikten sonra, ona müdahale fıtrata uygun
düşmediği için hoş değildir, anormaldir. Bu anormallik (mekruhluk da
diyebiliriz) kırk güne kadar az, kırk günden yüzyirmi güne kadar biraz daha
fazladır, ama haram değildir.
(Birinciye tenzihen, ikinciye tahrimen mekruh da
diyebiliriz) Ama yüzyirmi günden sonra, özürsüz olarak yapılan müdahale
kesinlikle haramdır ve bir cana kıyma demektir. Bu konuda kırk güne, bazılarına
göre de yüzyirmi güne kadar işin hafif tutulması, hattâ bazı fıkıhçılarca
mutlak câizdir, denmesi sanki zayıf iradeli ve dünya zevkine ve rahatına düşkün
insanlar için verilmiş bir ruhsattır. Yoksa onlar da bunun evlâ olduğunu
söylemiyorlar.
Ancak işin bir diğer önemli yönü daha vardır: Kırk, ya
da yüzyirmi güne kadar kürtajın dinen mahzurlu olmadığını söyleyenlerin görüşü
kabul edilse dahî, mazeret olmadan bir kadının avretini başka erkeklere hattâ
kadınlara göstermesinin haram olduğu naslarla sabit bir gerçektir; dolayısıyla
bu konudâ ittifak vardır.
Yani, şu anda hamile kalmış ve çocuk istemeyen kadının
önüne iki yol çıkar : a-Ya bir doktorun, ebenin vs. tıbbî müdahelesini istemek
(kürtaj), b- Ya da çeşitli ilkel metodlar yahut ilaç yardımıyla bunu kendisinin
veya kocanın yapması... Birinci yola girmesi halinde avretini, zaruret
olmaksızın (zaruret yani bir özür var ise mesele yok).
açmakla bir haram işleyecektir ki, bu yine ittifakla
câiz değildir. Ikinci yola girmekle, tıbbın tesbitlerine göre çok büyük bir
ihtimalle sağlığını tehlikeye atacak ve bundan, öncelikle anne zarar
görecektir.
Başarılamaması halinde de sakat ve yetenekleri körelmis
çocukların doğmasına sebep olacak; böylece hem ömür boyu vicdân azabı
çekilecek; hem de aile ve toplum olarak maddi, manevi zararlar görülecektir.
Adli tıbbi İslamın hakem kabul ettiğini ve onun mahzurlu dediğine mahzurlu
dediği düşünürsek, bu uygulamanın da en azından mekruh olduğu anlaşılır.
Dolayısıyla tabiî sonuç olarak yine, mazeret olmadan
cenini aldırmanın ya da düşürmenin en azından mekruh olduğunu söyleyenlerin
görüşüne gelmiş oluyoruz. Öyleyse bu mazeretler nelerdir? Yani hangi sebeplerle;
hamile kalan bir kadın, bir kadın doktora, hamileliğinden itibaren kırk, ya da
işi en geniş tutanlarca yüzyirmi gün içerisinde kürtaj yaptırabilir? Hanefiler,
bu özürlerin şunlar olduğunu söyler:
1- Emzirmekte olduğu çocuğun sütüne zarar vermesi ve
babanın bir süt anne bulacak güçte de olmaması (Kâdihan NI/428).
2- Ortamın bozuk olup, Islâmî terbiyenin mümkün
olmaması (Hindiyye Cevâhiru'I-ahlatî adlı kitaba atfen şu hükmü verir:
"Saç, tırnak ve benzeri organları belirdikten sonra çocuk düşürmek için
ilâç kullanmak câiz değildir. Organları belli değilse câizdir. Ama zamanımızda
her halûkârda câizdir ve fetvâ da buna göredir. Devamla "organların belli
olması ise ancak yüzyirmi günden sonra olur" denir ki, bundan ruhun
üflenmesi kastedilmiş olmalıdır. Yoksa, organların bu dönemden önce de
belirecegi müşahede ile sabittir (bk. Fethu'I-Kadîr N/495'den
Mevsû'atü'I-fıkhu'I-Islâmi NI/159).).
3- Kadın hastâ olup, âdil tıp tarafından hamileliği
sebebiyle hastalığının artacağını, ya da olmayan bir hastalık ortaya
çıkacağının söylenmesi.
Görüldüğü gibi fakirlik ve rızık meselesi bu konuda
doğrudan bir sebep olarak kabul edilmemiştir. Çünkü, bu Allah'ın (c.c.) her
canlının rızkını vereceği, yani O'nun "Rezzâk" olduğu inancına
zıttır. Ancak fakirliğin sebep olacağı ahlakî bozuklukları da sebep görenler
vardır.
Diğer Mezheplerde Durum:
En ihtiyatli, ya da doğruya en yakın görüşü, -eğer.
telfik anlamı içermiyorsa- bazan, diğer mezheplerin görüşlerini öğrenmekle daha
rahat anlayabiliriz. Onun için:
Mâlikîlerde, döllenme olduktan sonra, kırk günden önce
de olsa cenini aldırma ya da düşürme câiz değildir. (Şerhu'd-Dırdîr alâ-metni
Halîl (Dusûki hâsiyesi ile birlikte), Mısır 1345; N/266)
Şâfiîler ve özellikle Gazalî de aynı görüştedir. Ancak
mahzur ilk kırk gün içinde az, ikinci de daha fazla üçüncü, de harama yakın;
daha sonra ise ittifakla haramdır . (Gazalî, ihyâ N/53)
Hanbelîlerde, sadece ilk kırk günde helâl bir yöntemle
nutfeyi düşürmek câizdir (er-Ravdu'I-murbi' N/316. el-Matba'atû's-selefiyye
1380: 6.8.). Ancak mutemed görüşe göre, bu konuda bu mezhebin görüşü de
Hanefiler gibidir; döllenmeden itibaren 120 gün içinde, yani ruh üflenmeden
önce cenini düşürmek câizdir. Ondan sonra kesinlikle haramdır (el-Merdâvî,
el-insaf I/386; ibn Kudâme, el-Mugnî VN/816; el-Zuhaylî, el-Fıkhu'I-islâmî
NI/232 vd.).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder