7 Aralık 2012 Cuma

EYYÜHE'L-VELED TERCÜMESİ




 GENÇLİĞE ÖĞÜTLER

(EYYÜHE'L-VELED TERCÜMESİ) 


GAZÂLİ VE EYYÜHE'L-VELED
 

"Huccetü'l-İslâm", yani "İslâm'ın Delili" lakabıyla ünlü Ebû Hâmid Muhammed b. Muhammed el-Gazâlî, (450/1058) yılında İran'ın Horasan eyaletinin Tûs şehrinde doğdu. Babasının vefatından sonra onun vasiyeti üzerine sûfî dostlarından birinin gözetiminde ilim öğrenmeye başladı, fakat maddî yetersizlikler nedeniyle buna devam edemeyince yakınlarının da isteğiyle medrese hayatına başladı.
Sırasıyla Tûs, Cürcân, Nîşâbur gibi devrin önemli ilim merkezlerinde tedrisat gördü, ancak onun üstün zekası ve ilme olan susamışlığı, kendisini daha büyük yerlere gitmesi için zorluyordu.
Nîşâbur'da tedrisatı devam ederken, zamanın büyük âlimlerinden, aynı zamanda hocası İmâmü'l-Haremeyn el-Cüveynî'nin de vefat etmesi üzerine oradan ayrılarak, Sultan Alp Arslan'ın veziri Nizamülmülk'ün kurmuş olduğu ünlü Bağdat Nizamiye Medresesi'ne gitti. Kısa zamanda Nizamülmülk'ün beğenisini ve güvenini kazandı. Onun ilmî ve hukukî danışmanı oldu.
Bir müddet sonra da Nizamiye medreselerinin bir zinciri olan Bağdat Nizamiye Medresesi'ne baş müderris olarak tayin edildi (484/1091). Tayininden henüz bir sene geçmiş iken Nizâmülmülk bir suikasta uğramış, aynı sene içerisinde Sultan Melikşah da eşi tarafından zehirlenerek öldürülmüştü.
Bu olaylardan sonra artık tamamen iç içe bir devlet gibi olan Abbasî Devleti ve Selçuklu İmparatorluğu, taht kavgalarına bağlı olarak bunalımlara ve siyasî kargaşalara sahne olmuştu.
Dış dünyadaki bu huzursuzlukların yanı sıra, Gazâlî'nin iç alemi de huzursuzdu. Fıtrî merakı ve kendi ifadesiyle, "hadiselerin hakikatini anlamaya olan susamışlığı" ve hakikatin ne olduğunu tam manasıyla kavrama arzusu onu iç âleminde bir sıkıntıya sokmuş, sonunda hakikate götüren gerçek yolun tasavvuftan geçtiğine inanarak (488/1095) yılında Nizamiye medreseleri baş müderrisliğinden istifa ederek uzlet ve manevî terbiye hayatına yönelmişti.
Nizâmiye'den ayrılış tarihinden itibaren başlayan bu uzlet döneminde kendisini tamamen Allah'a vermiş, hiç kimseyle meşgul olmayarak ibadetlerini zühd ve takva üzerinde yoğunlaştırmıştı. Bu dönemde ilk yazdığı kelâm, felsefe mantık, münazara ve siyaset gibi ilimlerin aksine; ahlâk, tasavvuf, öğüt ve nasihat niteliği taşıyan kitaplar telif etmişti.
Bunlardan en önemlisi, İhyâu Ulûmi'dDîn adlı eseridir.
Gazâli'nin tasavvuf ve ahlâk üzerine yazmış olduğu kitaplar arasında; Minhâcu'l-Âbi-dîn, Kimyâ-ı Saadet, Mîzânü'l-Amel, el-Meâri-fu'l-Akliyye, Ravdatü't-Tâlibîn, er-Risâletü'l-Le-dünniyye gibi eserleri ve kendisinin de dediği gibi İhyâu Ulûm'un özü niteliğinde olan, Eyyü-he'l-Veled adlı bu eseri sayabiliriz.
Gazâlî yaklaşık on bir sene süren bu manevî terbiye, ibadet, taat, tefekkür, uzlet ve yenilenme hayatından sonra tekrar memleketi Tûs'a döndü. 505 (1111) yılında burada vefat etti.

Gazâlî bu kitabında toplumla iç içe olan bir insanın en çok karşılaşabileceği temel ahlâk kurallarını zikretmiş, bunların uygulanması halinde kişinin kurtulmasının mümkün olabileceğini söylemiştir.

Kitabın özgün adı Eyyûhe'l-Veled Türkçe'ye çevirisi ile Ey Oğuldur. Müellif kitabını, kendisinden öğüt ve nasihat içerikli bir risale yazmasını isteyen bir öğrencisine yazmış ve kitabında ona hitaben "ey oğul" ifadelerini kullanmıştır. "Ey oğul" büyükten küçüğe sevgi ve saygının bir ifadesidir. Kitap, âmir-memur, öğretmen-öğrenci, anne-baba ve aile bireyleri arasındaki tüm ilişkilerin temellerini belirleyecek niteliktedir. Biz kitabın ismini, içeriğini göz önünde tutarak "Gençliğe Öğütler" şeklinde tesbit ettik.
Hamdolsun âlemlerin sahibi yüce Allah'a.
Hüseyin OKUR

MUKADDİME
 

Rahman ve Rahîm olan Allah'ın adıyla
Bütün övgüler âlemlerin Rabbi olan yüce Allah'a mahsustur. Hayırlı son Allah'tan korkan müttakî kullaradır. Salât ve selâm O'nun peygamberi Hz. Muhammed'e (s.a.v) ve tüm aile fertlerine olsun... Âmin!





RİSALENİN TELİF NEDENİ :



Şeyh, imam, Zeynüddîn, Huccetü'l-islâm Ebû Hâmid Muhammed b. Muhammed el-Ga-zâlî'nin (rah) talebelerinden biri, uzun müddet onun hizmetinde bulunmuş, yanında ilim tahsil ederek bütün ilimlerin ince noktalarına ve derin meselelerine vâkıf olmuş; bu müddet içerisinde iken de ahlâkî faziletlerini kemâle erdirmisti.

Bu talebesi günün birinde tefekküre daldı ve kalbine şu düşünceler geldi: "Çok çeşitli ilimler okudum, gençliğimi bu ilimleri öğrenmek ve toplamakla geçirdim. Şimdi bana düşen, öğrendiğim ilimlerden yarın hangisinin bana fayda vereceğini öğrenmek, kabrimde bana arkadaş olanı bilmek ve fayda vermeyeni de terketmektir. Nitekim Resûlullah (s.a.v) bir duasında:

"Allah'ım! Faydasız ilimden sana sığınırım"

buyurmuştur.

Bu düşünceler kendisinde o kadar devam etti ki, nihayet bir fikir almak üzere hocası İmam Gazâlî'ye bir mektup yazdı. Bu mektup- ta hocasına bazı meseleler sordu, nasihat ve dua isteyerek şöyle dedi:"Her ne kadar hocamın yazmış olduğu İh-yâu Ulûmi'd-Dînve diğer eserleri sorularımı cevaplandırıyorsa da gayem; hocamın bana yazacağı birkaç sayfayı yanımda taşımak ve Allahu Teâla'nın izniyle hayatım boyunca onda olanlarla amel etmektir. Bu sebeple, zât-ı âlinizden, bu ihtiyacımı giderecek bir risale yazmanızı istirham ederim!" İşte bunun üzerine İmam Gazâlî, talebesinin mektubuna cevap olarak bu risaleyi yazmıştır.

Yüce Allah en iyisini bilir.
1 Nesâî, İstiâze, 64; Ebû Dâvûd, Salât, 367; İbn Mâce,Duâ, 2; Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, 10/143.
 
BOŞ İŞLERİ TERK ETMEK

Aziz ve sevgili evlâdım! Allahu Teâlâ ömrünü ibadet ve itaat üzerinde uzun etsin ve seni sevdiklerinin ayırmasın.
Gerçek nasihat; peygamberlik nurunun , kaynağı Hz. Peygamber'e (s.a.v) ait olan ve ondan alınıp yazılanlardır. Eğer onlardan na-siplendiysen benim nasihatlerime ne ihtiyacın var! Şayet onlardan bir şey elde edemediysen bana söyle, bu kadar sene neyi tahsil ettin?

EY OĞUL!
Resûlullah Efendimizin (s.a.v) ümmetine yaptığı nasihatlerden birisi şudur:
"Allahu Teâlâ'nm kulundan yüz çevirmesinin alâmeti; onun kendisini ilgilendirmeyen boş şeylerle meşgul olmasıdır."2
Eğer bir insanın ömrünün bir saati, yaratılma gayesi olan Hakk'ın rızâsının dışında ge
çerse, o kimse bu saati için uzun süre hasret ve pişmanlık çekecektir. Bir hâdis-i şerifte şöyle buyurulmuştur:"Kırk yaşını geçtiği hâlde, iyilikleri kötülüklerine galip gelmeyen kimse, cehenneme hazırlansın."3 İlim ehline nasihat olarak bu yeter!
 2 Bu mânayı destekleyen bir hadis için bkz: Tirmizî,
Zühd, 11; İbn Mâce, Fiten, 12; Mâlik, el-Muvatta, Hüsnü'l-Huluk, 3.
Şevkanî, el-Fevaidu'l-Mecmûa, Hatime, No: 52; Suyû-tî, el-Leâlî'l-Masnûât, 1/126-127.

 İLİM AMELSİZ FAYDA VERMEZ

EY OĞUL!
Nasihat kolaydır; zor olan onu kabullenip yapmaktır. Çünkü nasihat, nefsin kötü zevklerine uyarak onlardan tat alanlar için acıdır. Zira yasak edilen haram işler, onların kalpleri için  sevimli olmuştur. Bu durum, özellikle nefis üstünlüğü ve dünyalık elde etmek için çabalayan ilim talebelerinde sık görülür. Onlar, amelsiz ilmin kurtuluşlarına yeteceğini, amele ihtiyaç duyurmayacağını zannederler. Bu düşünce filozofların inancı olup yanlıştır. Hayret doğrusu! Onlar, kişi ilmi ile amel etmeyince onun aleyhinde delil olacağını bilmiyorlar mı? Resûlullah Efendimiz (s.a.v) bu konuda şöyle buyurmuşlardır:
"Kıyamet gününde azabı en şiddetli olan kimse, Allahu Teâlâ'nın kendisini ilmiyle faydalandırmadığı (ilmiyle amel etmeyen) âlimdir."*
4 Beyhakî, Şuabu'l-İmân, nr. 1778; Taberânî, Mu'ce-mu's-Sağîr, nr. 182-183; Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, 1/185; Münzirî, et-Terğib ve't-Terhîb, 1/222; Ali el-Müt-takî, Kenzu'l-Ummâl, nr. 28977.

Anlatıldığına göre, Cüneyd'i-Bağdâdî (rah)5, vefatından sonra bazı salihler tarafından rüyada görüldü. Kendisine: "Ey Ebu'l-Ka-sım! Berzah aleminden ne haberler var (durumun nasıldır)?" diye soruldu. Cüneyd:
"O faydasız ibare ve konuşmalar yok olup gitti; yaldızlı sözlerden bir eser kalmadı. Burada faydasını gördüğümüz ancak, gece yarısı . kalkıp Allah için kıldığımız birkaç rekatlık namazdır" diye cevap verdi.


5 Cüneyd'i-Bağdâdî; Ebu'l-Kasım Cüneyd b. Muham-med al-Hazzâz el-Kavârîrî (5. 297/909): ilk dönem meşhur sûfîlerden ve alim bir zattır. Bağdat'ta doğmuş ve orada yaşamıştır. Şiblî, Kettânî, Vâsıtî gibi bir çok meşhur sûfî kendisinden ders ve irşad icazeti almıştır. Cüneyd-i Bağdadî, tasavvuf terimlerini, usul ve esaslarını tesbit ederek tasavvufun ortaya çıkışını sağlayan büyük sûfîlerdendir.
 
EY OĞUL!
Hayırlı amellerden yana müflis olma. Güzel hâllerden de eli boş kalma! Şuna kesinlikle

inan ki, sadece ilim insanın elinden tutmaya yani onu kurtarmaya yetmez.
Şu misali düşün: Üzerinde diğer silâhlarıyla beraber on tane de keskin Hint kılıcı bulunan cesur ve savaşçı bir adama, hiç kimsenin olmadığı bir arazide, büyük ve korkunç bir aslan saldırsa, ne yapmalıdır? Acaba bu yiğit adam, elindeki silâhları hiç kullanmadan o aslanın zararını defedebilir mi? Hiç şüphesiz, adam harekete geçip elindeki silâhlarını kullanmadan kurtulamaz.
Aynen bunun gibi, bir adam da yüz bin ilmî mesele okuyup öğrense, fakat öğrendiği ile amel etmese, bildikleri ona fayda vermez.
Bu konuda şu misali de verebiliriz: Bir kimsenin yanında, yakalandığı şiddetli bir hastalığının ilâcı bulunsa; fakat o kimse bu ilâçları kullanmasa; sadece ilâcı tanımak ve taşımakla hastalıktan kurtulması mümkün müdür? Tabii ki hayır!

Bu konuda söylenmiş pek çok misal ve şiir mevcuttur.
Şayet sen yüz sene ilim okusan ve bin kitap yazsan, bilginle amel etmedikçe Allah'ın rahmetine hak kazanamazsın. Bu konuda Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle buyurulmuştur:
"İnsan için yalnızca çalışmasının (amelinin) karşılığı vardır."e
"Her kim Rabbine kavuşmayı ümit ederse salih ameller işlesin...

"7:s Necm 53/39. 7 Kehf 18/110.

"Artık işlediklerinin (günahlarının) bir karşılığı olarak az gülsünler, çok ağlasınlar! amel işleyenlere gelince, işte onlar için bir ağırlanma yeri olarak firdevs cennetlerinin konakları vardır. Orada ebedî kalacaklardır. Oradan hiç ayrılmak istemezler."
"Ancak tövbe ve iman edip iyi davranışlarda bulunanlar başkadır."
Bir de şu hâdis-i şerifi düşün:


"8"/man ec//p sa///7 8 Tevbe9/82. 9 Kehf 18/107-108. 1" Furkân 25/70.

"İslâm dini beş esas üzerine kurulmuştur: Allah'tan başka ilâh olmadığına ve Hz. Mu-hammed'in onun elçisi olduğuna şehâdet etmek, namaz kılmak, zekât vermek, ramazan orucunu tutmak ve gücü yetenler için hacca gitmek."
İman: (Allah'tan başka ilâh olmadığını ve Muhammed'in (s.a.v) onun elçisi olduğunu) dil ile söylemek, kalp ile tasdik etmek ve (onun getirdiği dinin) rükünleriyle amel etmektir.

İLİM İLE AMEL ETMENİN LÜZUMU

Amel etmenin gerekliliğini bildiren deliller sayılamayacak kadar çoktur. Her ne kadar cennete girmek Allahu Teâlâ'nın fazlı ve ihsanı ile ise de, bu, Allah'a tam bir itaat ve ibadet ile hazırlandıktan sonradır. Çünkü Allah'ın rahmeti, iyilik edenlere yakındır.
Şayet, "Sadece iman etmekle cennete girilebilir!" denilirse bu doğrudur, fakat ne zaman
girilebilir? Acaba oraya ulaşabilmek için hangi dağların sarp yamaçlarında yürünmesi ve hangi engellerin aşılması gerekecektir?
Bu engellerin ilki iman geçididir. Acaba kişi, amelden yoksun olan imanını (ölüm anında) koruyabilecek mi? Koruduğunu ve âhirete ulaştığını düşünelim. O kişi Allah'a verdiği kulluk sözünden dönmüş ve elinde hiçbir sermayesi kalmamış bir müflis olmaz mı?
Bu konuda Hasan-ı Basrî12 (rah) şöyle demiştir:
Medine'de doğmasına rağmen hayatının büyük bir kısmını Basra'da geçirdiğinden ve burada vefat ettiğinden, kendisine Basra nisbesiyle Hasan-ı Basrî denilmiştir. Tabiînden, âlim ve zâhid bir zattır. Hulefâ-i Râşidîn'den Hz. Ömer, Osman ve Ali başta olmak üzere yüz yirmi kadar sahâbî ile bizzat görüşme imkanı buldu. Pek çok sahabeden hadis rivayet etti. Hayatını zühd ve takva ile geçirdi. Tasavvuf ekolünün temellerinin kurucularındandır. Katâde, Mâlik b. Dinar, Vâsıl b. Atâ gibi zatlara hocalık yapmıştır.

"Allahu Teâlâ kıyamet günü mümin kullarına: "Ey kullarım! Cennete rahmetimle girin ve onun nimet ve derecelerini amellerinize göre bölüşün" der."

11 Buhâri, İmân, 1; Müslim, imân, 20; Tirmizî, İmân, 3; Nesâî, İmân, 5.12 Hasan-ı Basrî; Ebu Saîd el-Hasan b. Yesar el-Basrî (ö. 110/728):

EY OĞUL!
Çalışmadan ücret alamazsın.
Anlatıldığına göre, İsrâiloğullan'ndan biri yetmiş senedir Allah'a ibadet etmekteydi. Bir gün Allahu Teâlâ, bu kulunun durumunu meleklerine göstermeyi diledi. Meleklerinden birini onun yanına göndererek, bu kadar ibadet etmesine rağmen cennete girmeye lâyık olmadığını bildirmesini istedi.Melek adamın yanına gelip bunu haber verince adam:
Ehli sünnet ve'l-cemâat inancına göre kul, işlediği amellerle değil, Allah'ın rahmeti ve mağfiretiyle cennete girer. Allah (c.c) dilediğini yapmaya muktedirdir. O, dilediği affeder...Hüküm yalnızca O'nun elindedir.

"Bizler ibadet etmek için yaratılmışız; bize düşen ibadet etmektir" dedi. Melek bu cevabı alınca hemen döndü. Allah'a (c.c): "Ey Allah'ım, kulunun ne dediğini sen benden daha iyi bilirsin" dedi. Bunun üzerine  Allahu Teâlâ:"Madem ki o bize ibadet etmekten vazgeçmedi, biz de iyilik ve ihsanımızla ondan vazgeçmeyiz. Ey meleklerim! Şahit olunuz ki ben o kulumu atlettim" buyurdu.

NEFİS MUHASEBESİ

Hz. Ömer (r.a) hutbelerinin birinde şöyle
demiştir:
"(Kıyamet gününde) hesaba çekilmeden önce (dünyada iken) nefislerinizi hesaba çekin; çünkü bu sizin hesabınızı kolaylaştırır. Orada amelleriniz tartılmadan önce, burada siz tartın ve âmellerin Allah'a arzedileceği o
büyük gün için (hayırlı ve salih amellerle) süslenin."14
Hz. Ali (r.a) demiştir ki: "Hiç çalışmadan cennete kavuşabileceğini zanneden boş bir ümide kapılmıştır. Çalışma ve gayreti ile cennete gireceğini zanneden de (Allah'ın rahmetini unutup kendini yeterli bularak) aldanmıştır" Hasan-ı Basrî (rah): "Amelsiz cenneti istemek bir çeşit günahtır"
demiştir.
Yine Hasan-ı Basrî: "Hakikate ermenin alâmeti, ameli terketmek değil, amelinden karşılık beklemeyi terketmektir" demiştir.
Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Akıllı kimse, nefsini ıslah edip, ölümden sonrası için çalışandır. Ahmak kimse ise, nefsine uyup Allahu Teâlâ'dan kendisini hayal ettiği şeylere kavuşturmasını bekleyendir."

14 ibn Asâkir, Tarihu Medineti Dımeşk, 44/357; Ali el-Müt-!: takî, Kenzu'l-Ummâl, nr.  

İLİM ÖĞRENMENİN AMACI

EY OĞUL!
Nice geceler okuduğun ilimleri tekrar etmek, kitaplarını mütalaa etmek için uykusuz kaldın; uykuyu kendine haram ettin. Seni buna sevk edenin ne olduğunu bilmiyorum. Şayet bundan maksadın dünyalık kazanmak, onun metaından bir şeyler koparmak,makam vemevkilerinden elde etmek, emsallerin ve akranların arasında üstünlük taslamak ise, vay haline! Yazık sana!
Eğer bununla maksadın, Hz. Peygamber'in (s.a.v) getirdiği dini yaşatmak, ahlâkını düzeltmek, kötülüğü emreden nefsini yenmek ise, müjdeler olsun sana!
 

Şair ne kadar da güzel söylemiş:
 

Zarardır senden başkası için çekilen uykusuzluklar,
Boştur senden başkasını kaybettikleri için ağlayanlar.
 

EY OĞUL!
Dilediğin kadar yaşa, yine de öleceksin. Dilediğin kişiyi sev, yine de ondan ayrılacaksın. Dilediğin kadar çalış, amel et, muhakkak onun karşılığını bulacaksın.

EY OĞUL!
Kelâm, hilaf (münazara), tıp, şiir, divan, aruz, nahiv-sarf (gramer) gibi ilimleri tahsil ederek Allahu Teâlâ'nın rızâsını kazanmanın dışında ömrünü tüketmekten başka eline ne geçti? Ben İncil'de şunların yazılı olduğunu gördüm:
Ölü tabuta konulup kabre götürülünceye kadar Allah (c.c) ona kırk soru sorar; ilk sualinde şöyle der:
"Ey kulum! Senelerce insanların baktıkları yüzünü hep yıkadın temizledin; fakat bir saat olsun benim baktığım yeri, kalbini temizlemedin!"
Halbuki Allah (c.c) her gün senin kalbine bakar ve der ki:
"Benim hayırlarımla (nimetlerimle) kuşatılmış iken başkaları için mi çalışıyorsun? Böyle yaptığında sen, gerçeği duymayan bir sağır olursun!"

İLİMSİZ AMEL, AMELSİZ İLİM OLMAZ

EY OĞUL!
İlimsiz amel olamayacağı gibi, amelsiz ilim de deliliktir. Bugün seni günahlardan uzaklaştırıp itaat ve ibadete sevkedemeyen ilim, yarın da cehennem ateşinden uzaklaştıramaz. Bugün ilminle amel edip geçen günlerde yapamadığın hayırları yapmazsan, yarın kıyamet günü. "Ey Allahım! Bizi tekrar dünyaya geri döndür de salih ameller işleyelim" diyenlerden olursun. Fakat orada sana: "Ey ahmak, sen zaten oradan geliyorsun" denilir.

EY OĞUL!
Gayretin, ruhunu kemâle erdirmek, nefsini yenmek ve bedenini ölüme hazırlamak olsun. Zira sonunda varacağın yer kabir çukurudur.

Kabir ehli seni: "Acaba bize ne zaman katılacak?" diye bekleşmektedir. Onların yanına azıksız gitmekten sakın!
Hz. Ebû Bekir (r.a) şöyle demiştir: "Bu bedenler ya kuşların kafesi ya da hayvanların ahırıdır."
Düşün! Kendinin hangisinden olduğuna bak! Eğer bedenin, kuşların kafesi gibi temiz ve uçmaya hazır ise, o zaman:

"Sen O'ndan hoşnut, O da senden hoşnut olarak rabbine dön"16 ilâhî nidasını işitince, cennetin en üst noktalarına ulaşıncaya kadar yükselirsin.
Resûlullah Efendimiz'in (s.a.v) Sa'd b. Mu-âz hakkında şöyle buyurmuştur:
"Sa'd b. Muâz'ın ölümünden Rahmân'ın Arşı sallandı."17
Yok, eğer -Allah korusun!- bedenini hayvan ahırına çevirip sadece yeme içme, yatıp uyuma ve dinlenme ile meşgul olursan, şu âyetteki kimselerden olursun:
"Onlar hayvanlar gibidir; hatta daha da sapık ve şaşkın bir hâldedirler."18
Bu durumda, dünyadan ölüp gittiğinde cehennemin bir çukuruna girmeyeceğinden emin olma!

17
Fecr 89/28. Buhârî, Menâkıbu'l-Ensâr, 12; Müslim, Fedâilu's-Sahâ-be, 123-125; Tirmizî, Menâkıb, 50; İbn Mâce, Mukaddime, 11; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 3/234, 296, 316.
18 A'râf 7/179.

Rivayet edildiğine göre Hasan-ı Basrî'ye (rah) bir bardak soğuk su verildi. Hazret bardağı tutar tutmaz bayıldı ve bardak elinden düştü. Ayılmca kendisine: "Ey Ebû Saîd, sana ne oldu?" diye sorulduğunda şöyle dedi:
"Cehennem ehlinin cennet ehline: 'Ne olur bize de o cennetteki suyunuzdan yahut Allah'ın size verdiği nimetlerden akıtın!' diye temennide bulunup yalvaracakları vakit aklıma geldi."

GECELERİ İBADET İLE İHYA ETMEK

EY OĞUL!
Sadece ilim yeterli olup hiç amel işlemeye ihtiyaç bırakmasaydı, Allahu Teâlâ'nın, gecenin üçte ikisi geçince: "Benden bir hacetinin görülmesini isteyen yok mu? Af dileyen yok mu? Tövbe eden yok mu?" çağrıları boş ve faydasız olurdu.
19
  
Resûlullah'ın (s.a.v) huzuruna sahâbecien bir topluluk Hz. Ömer'in (r.a) oğlu Abdullah'tan bahsettiler. Hz. Peygamber (s.a.v):
 "O ne güzel bir adamdır; keşke geceleri kalkıp namaz kılsaydı"20 buyurmuşlardır.
Yine bir defasında sahabelerden birine:
Hadîs-i şerifte şöyle buyurulur: "Gecenin son üçte biri ' kalınca Allahu Teâlâ dünya semasına nüzul eder (iner) ve şöyle seslenir: 'Benden isteyen yok mu, istediğini vereyim. Benden affını isteyen yok mu, onu affedeyim. Bana tövbe eden yok mu, tövbesini kabul edeyim!" Bu çağrı, fecir doğana (tan yeri ağarana) kadar devam eder."
 

19 Bkz: Buhârî, Teheccüd, 14; Müslim, Müsâfirîn, 168-170; Ebû Dâvûd, Sünnet, 19; Tirmizi, Salât, 211; ibn Mâce, ikâme, 182.
20 Buhârî, Kıyâmu'l-Leyl, 2; Müslim, Fedâilu's-Sahâbe, 31; ibn Mâce. Ta'bir, 15; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/146, ibn Hıbban, es-Sahih, nr. 7070;

"Ey falan! Geceleri çok uyuma, zira çok uyku kıyamet günü insanı fakir bırakır, gider."21




21 ibn Mâce, Kıyâmu'l-Leyl, 174; Beyhakî, Şuabu'l-İmân, nr. 4746; Münzirî, et-Terğîb ve't-Terhîb, nr. 945.
 
  EY OĞUL!
"Gecenin bir kısmında uyanarak, sana mahsus bir nafile olmak üzere namaz kıl"22
âyeti bir emirdir.
"Seher vakitlerinde onlar mağfiret dilerlerdi"
23 âyeti bir şükürdür.
"(Bu nimetler) seher vaktinde Allah'tan bağış dileyenler (içindir)" 24 âyeti de bir zikirdir.
 

22 İsrâ 17/79.
23 Zâriyât 51/18. 24Â!-İİmrân3/17.



Resüiullah (s.a.v) bir hâdis-i şeriflerinde şöyle buyurmuşlardır:

"Üç ses vardır ki Allahu Teâlâ onları sever: Horoz sesi, Kur'an okuyan kişinin sesi, seher vakitlerinde istiğfar edenlerin (bağışlanma dileyenlerin) sesi."zs
Süfyân es-Sevrî (rah) demiştir ki: "Allahu Teâlâ seher vakitlerinde esen bir rüzgâr yaratmıştır. Bu rüzgâr o vakitte yapılan zikir ve istiğfarları kendisine ulaştırır."
Yine bu zat demiştir ki: Gecenin ilk yarısı olduğu zaman Arş'ın altından bir melek: "Allah'a ibadet edecek olanlar kalksınlar!" diye seslenir; ibadet ehli kalkar ve Allah'ın (c.c) dilediği kadar ibadet ederler.
Gecenin yarısı olduğu zaman Arş'ın altından bir melek: "Geceyi ibadetle geçirecek
olanlar kalksınlar!" diye seslenir; bu kimseler kalkıp seher vaktine kadar namaz kılarlar.
Seher vakti girdiğinde bir melek: "İstiğfar edenler, kalksınlar!" diye seslenir; istiğfar ehli olanlar kalkarak Allah'tan af ve mağfiret dilerler.
Fecir doğduğunda bir melek: "Gafiller kalksın!" diye seslenir; sabaha kadar uyuyanlar, kabirlerinden dirilip kalkan ölüler gibi yataklarından kalkarlar.

25 Deylemî, Müsnedü'l-Firdevs, nr. 2361; Ali el-Müttakî, Kenzu'l-Ummâl, nr. 35285.

EY OĞUL!
Rivayet edildiğine göre Lokman Hekim (a.s) oğluna yaptığı öğütlerden birinde şöyle demiştir:
"Ey oğlum! Sen uyuyor iken seher vakti horoz kalkıp öterek senden daha akıllı (gayretli) olmasın!"
Şu şiiri söyleyen kimse ne kadar da güzel söylemiş:

Bir güvercin inledi gecenin karanlığında,
Orada bir dal üstünde; halbuki ben uyuyordum. |
Yalan söylemişim! Kabe'ye yemin olsun ki, eğer ben gerçek bir âşık olsaydım,
Geçemezdi güvercinler beni ağlamakta.
Ben kendimi gönülden Allah'a bağlanan biri sanıyordum,
Rabbime yemin olsun ki, hayvanlar ağlarken ben ağlamıyordum.

İLMİN ÖZÜ: İBADET VE İTAAT

EY OĞUL!
İlmin özü, ibadet ve itaatin ne demek olduğunu bilmendir.
Bil ki, ibadet ve itaat, söz ve fiil ile yüce Allah'ın ve Resûlü'nün (s.a.v) emir ve yasaklarına uymaktır. Yani söylediğin, yaptığın ve ter-kettiğin her şeyde İslâm dinine uymaktır.

Yapılan işin dine uyması gerekir. Meselâ, ibadet gibi gözükse de bayram ve teşrik26 günlerinde oruç tutmak günahtır. Yine gasbe-dilmiş bir elbiseyle kılınan namaz da günahtır. Bizden istenen dinimize uygun amel etmektir. Hayır bundadır.


26 Teşrik, kurban bayramının 2., 3. ve 4. günlerine verilen isimdir. Lügat anlamıyla teşrîk; kurban bayramında kesilen hayvanların etlerini kızgın kaya üzerine serip güneşte kurutma işlemine verilen isimdir, iki bayram günlerinde ve kurban bayramının 2, 3, 4. günleri olan teşrik günlerinde oruç tutmak tahrîmen mekruhtur.

EY OĞUL!
Sözünle ve işinle her zaman dine uygun davranman gerekir. Zira İslâmiyet'e uyulmadan yapılan her ilim ve amel sapıklıktır.
Sana düşen, bazı sûfîlerin (manevî sarhoşluk hallerinde)'söyledikleri haddi aşan sözlere kanmamaktır. Çünkü bu yolda ilerlemek boş ve faydasız sözlerle değil; mücahede ederek, riyazet kılıcı ile nefsin şehvetini kesip onun kötü arzu ve zevklerini öldürmekle olur.
Şunu bil ki, akla gelen her şeyi konuşan bir dil ile gaflet ve şehvetle dolu bir kalbe sahip olmak, ilâhî rahmetten mahrumiyetin belirtisidir. Eğer gerçek bir mücahede ile nefsinin kötü arzularını yok etmezsen, kalbini marifet nuru ile diriltemezsin.
Bil ki, bana sormuş olduğun meselelerin bazılarını yazı veya söz ile cevaplandırmak doğru olmaz. Onları yaşayacak dereceye ulaşırsan ne olduklarını anlarsın. Yoksa, onları bu hâlinle bilmen mümkün değildir. Çünkü bunlar zevk işidir; tadılmadan anlaşılmaz. Tatlının tatlılığı, acının acılığı gibi ancak tadarak anlaşılan şeyleri, söz ile anlatmaya kalkmak doğru değildir. Bunlar tadılmadan bilinemez. Bu hususta anlatılan bir hikâye şöyledir:

İktidarsız bir adam dostlarından birine gönderdiği bir mektupta, kendisine cima etmenin lezzetini anlatmasını istedi; o da cevabında şöyle yazdı:
"Ben seni sadece iktidarsız biri olarak zannediyordum; şimdi anladım ki sen, hem iktidarsız hem de ahmak birisin. Çünkü cima, ancak tadılarak zevki anlaşılan bir şeydir. Onu yaparsan tadını anlarsın; yoksa onu söz veya yazı ile anlatmak mümkün değildir.

EY OĞUL!
İşte senin benden cevabını istediğin bazı sorular bu türdendir. Cevap verilmesi mümkün olan diğer bazılarını ise İhyâu Ulûm ve benzeri kitaplarımızda anlattık. Orada anlattıklarımızı hatırla. Biz onlardan bazılarına işaret ederek anlatmaya geçelim:

HAKİKAT YOLCUSUNA GEREKEN DÖRT ŞEY

Hakikat yolcusuna gereken dört şey vardır;
bunlar:
1- Sahih itikad. Bu, içinde bidat (yanlış, bozuk inanç) bulunmayan bir itikaddır.
2- Nasuh tövbesi. Bu, peşinden bir günah zilletine düşülmeyen samimi tövbedir.
3- Hak sahiplerini razı etmek. Öyle ki, sende kimsenin bir alacağı kalmamalı; sende alacağı ve hesabı olan herkesle helâlleşmelisin.
4- Allahu Teâlâ'nın emirlerini yerine getirebilecek kadar din bilgisi. Sonra da seni kurtaracak kadar âhiret ilmi.
Anlatıldığına göre Şiblî dört yüz hocaya hizmet etti ve onlardan ders aldı. O şöyle demiştir: "Hocalarımdan dört bin hadis okudum. Sonra onlardan bir tanesini seçtim ve onunla amel ettim; diğerlerine hacetim kalmadı. Çün-

kü ben, kurtuluşumu bu hadiste buldum. Öncekilerin ve sonrakilerin ilminin bu hadisin içinde saklı olduğunu gördüğüm için onunla yetindim. O hadis Peygamber Efendimiz'in (s.a.v) ashabından nakledilen şu hadistir:
"Dünyan için orada duracağın kadar çalış! Âhiretin için orada kalacağın kadar çalış! Allah için O'na ihtiyacın olduğu kadar çalış! Cehennem için ona sabredebileceğin kadar çalış!"27
EY OĞUL!
Bu hadisi iyi bildiğin ve onunla amel ettiğin zaman çok ilme ihtiyaç kalmaz.
 

27 Benzer rivayetler için bkz: Beyhakî, Şuabu'l-imân, nr. 3886; Ahmed Ziyâeddin Gümüşhanevî, Levâmiu'l-Ukûl adlı eserinde Deylemî'nin bu rivayetin benzerini ibnü'l-Âs'tan ve İbn Ömer'den rivayet ettiğini kaydeder, bkz: a.g.e., s. 488. Ayrıca bkz: Ebû Nuaym, Hılyetü'l-Evliyâ, 7/9206.

İLİMDEN ELDE EDİLECEK SEKİZ FAYDA
 
Bir de şu hikâyeyi düşün: Hatim el-Esam28, Şakîk-i Belhî'nin29 sohbetlerine devam eden talebelerinden biriydi. Bir gün Şakîk-i Belhî ona:
"Otuz senedir benim yanımda bulunmaktasın; bu zaman içerisinde ne elde ettin?" diye sorar. Hatim el-Esam:
"Ben okuduğum ilimden sekiz faydalı şey elde ettim, onlar da bana yeter. Çünkü kurtuluşumun bunlarda olduğunu ümit ediyorum" der. Şakîk:
"O sekiz şey nedir?" diye sorar. Hatim el-Esam şöyle anlatır:
Birinci fayda: Ben bütün mahlûkata baktım; onların her birinin aşık olduğu ve sevdiği birinin var olduğunu gördüm. O sevgililerden bazıları, sevdiklerine ya ölüm hastalığına yakalanana ya da mezarının başına kadar eşlik ediyorlardı. Sonra onu tek başına bırakıp gidiyorlardı. Kimse onunla beraber kabir çukuruna girmiyordu. Ben de düşündüm ve kendi kendime: "Kişinin en sevgili dostu, kendisiyle beraber kabir çukuruna girip ona arkadaşlık edendir" dedim. Kabrimde bana dostluk yapacak hayırlı ve salih amellerden başka bir şey göremedim. Ben de, kabrimde bana ışık olsun, benimle muhabbet kursun, beni yalnız başıma bırakmasın diye salih amelleri kendime sevgili edindim!


28 Hatim el-Esam; Ebû Abdurrahman Hatim b. Unvan el-Esamm (ö. 237/851): Belh şehrinde doğmuştur. Âlim, zâhid, salih bir zattır. Tasavvuf yolunun büyüklerinden-dir. Şakîk-i Belhî'nin öğrencisidir.
29 Şakîk-i Belhî; Ebû Ali Şakîk b. İbrahim el-Belhî (Ö.194/809): Tebeu't-Tâbiîn'dendir. Âlim, zâhid, takva sahibi bir zattır. Hatim el-Esam'ın hocasıdır, imam-ı Âzam Ebû Hanîfe ile aynı asırda yaşamıştır.


  İkinci fayda: Ben insanları, arzu ve isteklerinin peşinde koştuklarını, onun emirlerini yerine getirmek için acele ettiklerini gördüm. Allahu Teâlâ'nın:
"Rabbinin makamından korkan ve nefsini kötü arzulardan uzaklaştıranın varacağı yer cennettir"30 âyetini düşündüm; Kur'ân-ı Ke-rîm'in hak ve sadık olduğuna inandım. Ben de, nefsimin kötü arzularına muhalefet etmek için çalıştım, onu terbiye etmek için kolları sıvadım; nefsim, Allahu Teâlâ'ya itaate razı olana ve O'na boyun eğene kadar buna devam ettim.

30 Nâziât 79/40-41.

  Üçüncü fayda: Gördüm ki, bütün insanlar dünya malı toplamak için çırpınıyorlar, sonrada onu ellerinde tutmak için çaba sarf ediyorlar. Ben yüce Allah'ın:
"Sizin yanınızdaki (dünya malı) tükenir, Allah katındakiler ise bakidir"31 âyetini düşündüm. Ben de dünyadan elde ettiğim her şeyi Allah için harcadım ve onları Allah katında benim için âhiret azığı olsun diye fakirlere ve miskinlere dağıttım.

31 Nahl 16/96.
  

 Dördüncü fayda: Bazı insanların, izzet ve şerefin akraba ve kabilenin çokluğunda olduğu zannedip bununla aldandıklarını gördüm. Bazıları bunu, mal ve evlâdın fazlalığında olduğunu zannedip onunla iftihar ediyorlardı. Bazıları da izzet ve şerefin, insanların mallarını zorla alıp onlara zulmetmekte ve kan akıtmakta olduğunu sanıyorlardı. Bazıları ise bunun, malı ve mülkü israf etmek, onu saçıp savurmakta olduğunu zannediyorlardı. Sonra ben Allahu Teâlâ'nın:
"Muhakkak ki Allah yanında en değerli olanınız, O'na karşı en çok takvâlı olanınızdır"32
âyetini düşündüm ve takva ile (Allah korkusuyla) amel etmeyi tercih ettim. Ben inanıyorum ki Kur'ân, hak ve doğrudur. Onların kıymetli olarak düşündükleri şeyler ise boş ve geçicidir.

32 Hucurât 49/13. 

Beşinci fayda: Ben insanların birbirlerini kö-tülediklerini, arkalarından gıybetlerini edip çekiştirdiklerini gördüm. Bunun sebebinin, mal, makam ve ilimde birbirlerine karşı haset olduğunu tesbit ettim . 
Ben de Allah'ın (c.c):"Dünya hayatında onların geçimlerini (rızıklarını) aralarında biz paylaştırdık"33 âyetini düşündüm; anladım ki her şey ezelde Allahu Teâlâ tarafından taksim edilmiştir. Ben de hiç kimseye haset etmedim ve Allah'ın taksimatına razı oldum.
 33 Zuhruf 43/32.

Altıncı fayda: İnsanların bazı amaç ve maksatlarla birbirlerine düşmanlık ettiklerini gördüm. Allahu Teâlâ'nın:
"Gerçekten şeytan, sizin düşmanınızdır, siz de onu düşman edinin"34 âyetini düşündüm; anladım ki, asıl düşman şeytandır; ondan başkasına düşmanlık beslemek doğru değildir. Ben de, diğer insanları bırakıp onu düşman edindim.
34 Fâtır 35/6.

Yedinci fayda: Gördüm ki insanlar azık ve maişetlerinin temini için hırsla, gayretle çabalıyorlar. Öyle ki, bunu yaparken şüpheli ve haram şeylere düşüyor, kendilerini zelil ve hakir durumlara düşürüyorlar. Ben, Allah'ın (c.c):
"Yeryüzünde yürüyen (yaşayan) her canlının rızkı yalnızca Allah'a aittir 35 âyetini düşündüm; anladım ki, rızkım Allah'a aittir ve O rızkıma kefil olmuştur. Bundan sonra ben de Allah'a (c.c) ibadetle meşgul oldum ve O'ndan başkasından ümidimi kestim.
Sekizinci fayda: Herkesin bir şeye bağlandığını gördüm. Bazıları paraya, bazıları mal ve mülke, bazıları bir sanata ve mesleğe, bazıları da kendileri gibi insanlara bağlanıyorlardı. Yüce Allah'ın (c.c):
35 Hûd 11/6.

"Kim Allah'a güvenirse O, ona yeter. Şüphesiz Allah, her emrini yerine getirendir. Allah her şey için bir ölçü koymuştur"36 âyetini düşündüm; ben de Allah'a güvendim, O'na tevekkül ettim. O bana yeter. O ne güzel vekildir, dedim.
Bunları dinleyen Şakîk-i Belhî, Hâtim'e: "Allah seni bütün işlerinde başarılı kılsın! Ben Tevrat, İncil, Zebur ve Kur'ân-ı Kerîm'i inceledim ve gördüm ki, bu dört kitap senin bahsettiğin sekiz fayda üzerinde dönüyor. Kim bunlarla amel ederse dört kitapta bulunanların tamamı ile hareket etmiş olur" dedi.
36 Talâk 65/3.
MÜRŞİD VE TERBİYE

EY OĞUL!
Şimdi sana, Hak yolcusuna lâzım olan şeyleri açıklayacağım:
Bil ki, Hak yolcusunun önünde, terbiyesiyle ondaki kötü ahlâkı çıkarıp yerine güzel ahlâkı koyacak, onu yetiştirecek bir mürşide, rehbere
ihtiyacı vardır.
Terbiye, mahsulünün olgun ve güzel olması için tarlasındaki dikenleri ve yabancı otları söküp atan çiftçinin işine benzer.
Doğru yola girmek isteyen için, onun başında, kendisine Allah'a (c.c) giden yolları gösterecek bir hidayet rehberinin olması gerekir. Çünkü Allahu Teâlâ, kullarını kendi yoluna ulaştırması için peygamberler göndermiştir.
Risâlet halkasının en sonuncusu olan Peygamber Efendimiz de (s.a.v) bu dünyadan âhi-

rete irtihal edince, yerine insanlara yol gösterici halifeler bırakmıştır.
Peygamber Efendimiz'e (s.a.v) halife (vekil) olabilmenin şartı öncelikle âlim olmaktır; fakat her âlim, vekil olmaya uygun değildir.
Şimdi de sana Hz. Peygamber'e (s.a.v) vekil olabilecek mürşidin bazı alâmetlerini kısaca açıklamak istiyorum. Bunlar iyi bilinsin; tâ ki herkes, mürşid olduğunu iddia etmesin.

GERÇEK MÜRŞİDİN SIFATLARI

Gerçek bir mürşidde şu sıfat ve hâller bulunur:
Kâmil mürşid, dünya ve makam sevgisinden yüzünü çevirir.
Tâbi olduğu mürşidlerin silsilesi Hz. Peygambere (s.a.v) kadar ulaşır.
Nefsini terbiye etmiştir. Güzel ahlâk sahibidir. Az yer, az konuşur, az uyur. Çok namaz kılar, oruç tutar, sadaka verir.

Ayrıca o, basiret sahibi bir şeyhe tâbi olarak sabır, dua, şükür, tevekkül, yakîn, kanaat, nefis huzuru, ağırbaşlılık, tevazu, ilim, sadakat, haya, vefa, vakar, sükûnet ve temkinli olmak gibi güzel ahlâkları kendinde bulundurur.
Bu kimse, Hz. Peygamber'in (s.a.v) nurlarından bir nurdur, ona uyulması uygundur.
İşte böyleleri, kibrit-i ahmer (kırmızı kükürt) gibi nadiren bulunur.

HAK YOLCUSUNA DÜŞEN GÖREVLER

Böyle bir mürşidi bulan ve onun tarafından kabul edilen kimseye ne mutlu! Böyle bir mürşidi bulan kimseye gereken, zahiren ve bâtı-nen ona hürmet edip saygı göstermektir.
 
Zahirde Dikkat Edilecek Edepler :

Mürid, mürşidi ile tartışmaya girmemelidir.

Ne kadar da mürşidinin hata yaptığını bilse bile, her mesele hakkında karşıt deliller getirmek gibi şeylerle meşgul olmamalıdır.
Namaz vakitleri haricinde önüne seccade sermemelidir; bunu sadece namaz vakitlerinde yapmalı, namaz bitince de seccadesini kaldırmalıdır.
Onun huzurunda çokça nafile namaz kılma-malıdır.
Gücünün yettiği kadar şeyhinin emrettiği şeyleri yapmaya gayret göstermelidir.

Bâtınen Gereken Edepler

Zahirde dinleyip kabul ettiği şeyleri, iç âleminde de kabul etmeli; fiili ve sözüyle inkâra gitmemelidir. Nifaktan korkarak böyle bir durumdan sakınmalıdır.
Eğer buna güç yetiremiyorsa içi ile dışı bir olana kadar mürşidinin yanından ayrılmalı, kötü kişilerle de arkadaşlık etmekten sakınmalı-dır ki, insanların ve şeytanî cinlerin üzerindeki tesiri azalsın. Bunu, kalbinin ıslah olması ve şeytanî lekenin üzerinden kalkması için yapmalıdır. Ve o her hâl-ü kârda fakirliği zenginliğe tercih etmelidir.

TASAVVUFUN TEMEL ÖZELLİĞİ

Bundan sonra bil ki, tasavvufun iki temel özelliği vardır: 
1-İstikamet.
2-İnsanlara karşı sükûnetle güzel muamele.
Kim dinde istikamet üzerine olur, insanlara karşı da ahlâkını güzelleştirip onlara karşı hi-lim ile muamele ederse o, gerçek bir sûfîdir.
İstikamet, nefsinin arzu ve isteklerini, yine nefsinin kurtulması için feda etmek, yani onun kötü arzularını terkedip hakka tâbi olmaktır.
İnsanlara karşı iyi huylu olmak ise, nefsinin isteklerini insanlara yüklemek değil; bilakis dine
ters düşmediği müddetçe, onların arzu ve isteklerini kendi nefsine yüklemektir.

KULLUK, TEVEKKÜL, İHLÂS VE RİYA

Sonra bana mektubunda kulluktan soruyorsun. Bil ki, kulluğun temeli üç şeydir:
1- Dinî hükümleri korumak.
2- Allahu Teâlâ'nın taksimine ve kazâ-ka-dere razı olmak.
3- Allahu Teâlâ'nın rızâsı uğruna nefsinin rızâsını terketmek.
Tevekkül nedir diye de sormuştun. Tevekkül, Allahu Teâlâ'nın vaad ettiği şeyler hakkında inancının sağlam olmasıdır. Yani, şuna yakînen inanmandır:
Bütün âlem, yüce Allah'ın sana takdir ettiği bir şeyi senden engellemeye çalışsalar, buna güçleri yetmez. Yine bütün âlem, senin için takdir edilmeyen bir şeyi sana ulaştırmak isteseler, buna güçleri yetmez. Fayda ve zarar, yüce Allah'ın takdir ve kudretindedir.
Bir de ihlâstan sormuştun.
İhlâs, bütün işlerini Allah (c.c) için yapman, kalbinin insanların övgüsüne sevinmemesi ve onların yermelerine aldırış etmemesidir.
Bil ki riya, insanların seni övmesinden ve yüceltmesinden kaynaklanır. Bunun tedavisi, insanları Allah'ın kudreti altında boyun eğmiş olarak görmen ve onların sana bir rahatlık ve sıkıntı ulaştırma konusunda cansız varlıklar gibi olduğunu düşünmendir.
İnsanları mutlak irade ve kudret sahibi zannettiğin sürece, riyadan kurtulamazsın.

EY OĞUL!
Geri kalan sorularından bazılarının cevabı kitaplarımda yazılıdır. Onların cevabını orada ara! Bir kısım sorularına cevap vermek ise yasaktır, onların zamanı gelmeden anlatılması uygun değildir. Bildiklerinle amel et ki, bilmediklerin sana açıklansın!

EY OĞUL!
Bugünden sonra sana müşkil gelen, anlayamadığın soru ve cevaplarını sadece kalp diliyle sor. Nitekim Allah (c.c) Kur'ân-ı Kerîm'de buyurmuştur ki:

"Eğer onlar, sen yanlarına çıkıncaya kadar sabretselerdi, elbette kendileri için daha hayırlı olurdu."37
37 Hucurât 49/5. 


Rivayet edildiğine göre; Uyeyne b. Hısn ile Akra' b. Habis, Temîm oğullan'ndan yetmiş kişilik bir grup ile, öğle vakti Hz. Resûlullah'ın yanına gelmişlerdi. Allah Resulü (s.a.v) evde kaylûle uykusunda idi. Onlar da: «Ya Muhammedi Dışarı çık, yanımıza gel!» diye bağırmışlardı.

Hızır'ın (a.s) Hz. Musa'ya (a.s) yaptığı şu nasihati de aklında tut:
"Eğer bana tâbi olursan, sana o konuda bilgi verinceye kadar hiçbir şey hakkında bana soru sorma! dedi."38
Bir iş sana kadar ulaşana veya açıklanıp onun ne olduğunu görene kadar acele etme!
"Size âyetlerimi göstereceğim, benden acele istemeyin"39 âyetini hatırla! Vakti gelmeden önce benden bir şey sorma.
38 Kehf 18/70.
39 Enbiyâ 21/37.

Terk edilecek İşler

Cehalet Hastalıkları

Düşmanlık edenin düşmanlığı (kolay kolay) yok olmaz."
Sana düşen bu gibi kimselerden yüz çevirmen ve onları hastalıklarıyla baş başa bırak-mandır. Bu konuda Allah (c.c) şöyle buyurmuştur:
"Artık sen, bizim zikrimize sırt çeviren ve dünya hayatından başka bir şey istemeyen kimselerden yüz çevir."41
Haset edenler, konuştuğu ve yaptığı bütün işlerle, kenarda biriktirmiş oldukları güzel amellerini yakıp yok ederler. Hz. Peygamber (s.a.v) bu hususta şöyle buyurmuştur:
41 Necm 53/29.

"Ateşin odunu yakıp kül ettiği gibi, haset de yapılan iyilikleri öylece yakar."*2
İkincisi: Hastalığı ahmaklığından dolayı olan kimsedir. Böyle kimselerin hastalığı da tedavi olmayı kabul etmez. Bu kimseler hakkında Hz. İsâ (a.s)şöyle demiştir:
"Ben, Allah'ın (c.c) izni ile ölüleri diriltmekte bir zorluk çekmedim; fakat ahmakları tedavi etmekten âciz kaldım."
Bu gibi kişiler, az bir zaman ilimle meşgul olmuş, aklî ve naklî ilimlerden bir şeyler öğrendikten sonra, ömrünün tamamını ilim öğrep-mek ve öğretmekle geçiren büyük âlimlere, ahmakça sorular sorar ve itirazlar ederler. İşte bu ahmak kişiler, ilimden bir şey bilmezler, aynı zamanda kendilerinin bilmediği meseleleri büyük âlimlerin de bilmediğini zannederler. Bu kadarcık hakikati bilmekten âciz olanın soruları elbette ahmaklığından kaynaklanır. Onların sorularıyla meşgul olmamak gerekir.

« Ebû Dâvûd, Edeb, 525 ; İbn Mâce, Zühd, 22; Beyhakî, Şuabu'l-İmân, nr. 6610.

Üçüncüsü: Bu kişi gerçeği bulmak için danışıyor, büyüklerin sözlerinden anlayamadıklarını kendi anlayışındaki kusurundan sayıyor. Sorularını istifade etmek için soruyor. Fakat anlayışı kıt, ahmak biri. Hakikati bir türlü idrak edemiyor. Aynı şekilde onun da sorusuna cevap vermekle meşgul olmak gerekmez. Bu konuda Resûlullah Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Biz peygamberler topluluğu, insanların anlayışlarına göre konuşmakla emrolunduk."'43
 

43 Zebîdî, ithaf, 1/558; Sehâvî, el-Mekâsıd, nr. 180. Aynı konuda benzer bir hadis için bkz: Ebû Dâvûd, Edeb, 23; Ebû Ya'lâ, el-Müsned, nr. 4826; Aclûni, Keşfu'l-Ha-fâ, nr. 590.

Dördüncüsü: Tedavi edilebilen cehalet hastalığıdır. Bu, gerçeği öğrenmek için danışan, akıllı ve anlayışlı biri olup, haset, öfke, şehvet ve makam sevdasına mağlûp olmayan kimsedir. O, doğru yolu aramaktadır. Soru ve itirazlarını, inkâr, inat ve imtihan olsun diye yapmaz. İşte bu kimsenin hastalığı, tedavi olmayı kabul eder. Onun sorularıyla meşgul olmak caiz, hatta vaciptir.

VAAZ VE NASİHATTE EDEP

Terkedilmesi gereken dört şeyden ikincisi; vaaz ve nasihat etmekten uzak durmaktır. Çünkü bunda sakınılması gereken çok büyük âfetler vardır.
Söyleyeceğin şeyle önce kendin amel et, sonra insanlara nasihatte bulun. Allahu Te-âlâ'nın Hz. İsa'ya (a.s) vahyettiği şu sözü düşün:
"Ey Meryem oğlu! Önce kendine vaaz et, ;, eğer yaptığın vaazı kendin kabul ediyorsan başkalarına da anlat; yoksa Rabbinden haya et!"
Eğer sana vaaz işi verildi ise şu iki kötü huydan sakın!
 


1- Konuşma, tabir, işaret ve şiirlerinde anlaşılması zor, yorucu ifadelerden sakın. Çünkü Allah (c.c) yapmacık söz ve davranışlarda bulunanlara buğzeder.
Haddi aşacak kadar külfete, zorlamaya girmek, kişinin içinin harap olduğuna ve kalbinin gaflet içinde bulunduğuna işaret eder.
Hatırlatma ve uyarmanın mânası; kula, âhiret ateşini ve yüce Rabbinin hizmetindeki kusurlarını hatırlamaktır.
Ayrıca, boş şeylerle uğraşarak tükettiği ömrünü, önündeki, son nefes ânını, ölüm meleğinin ruhunu alacağı zamanki durumunu, Mün-ker ve Nekir'in sorularına cevap verip veremeyeceğini düşündürmek de bu hatırlatmanın içine girer.
Yine kulun kıyameti düşünmesi, onun dehşetli anlarını hatırlayıp kederlenmesi, sırat köprüsünden selâmetle geçip geçemeyeceğini veya haviye'ye 44 düşme tehlikesini düşünüp korkması da uyarmanın içindedir. Bu gibi düşüncelerin hatırlanması, kulun bir

telaş içinde olması demektir. İşte, cehennem ateşinin galeyanı ve âhiretteki diğer
dehşetli hâllerin gözünün önüne getirilmesine tezkir(hatırlatma ve uyarma) denir.
Vaaz ise, bunların insanlara bildirilmesi, onların da bu şeylerden haberdar olup kusurlarını anlamaları için uyandırılmasıdır.

44 Hâviye: Cehennemin en derin yerine veriler isimdir. Ayrıca bu isim cehennem için de kullanılmıştır. 
Vaazın hedefi, insanların Allah'a (c.c) itaat ve ibadetin dışında tükettikleri boş zamanlarına pişman olup geçmişte yapamadıkları hayırlı işleri,Güçleri yettiği kadar yapmaya çalışmaları için, ileride karşılaşacakları sıkıntı ve musibetlerle onları korkutmak, onlara, cehennem ateşine düşen kimselerin oraya düşmeye sebep olan ayıp ve kusurlarını göstermektir. Vaaz eden kimsenin durumu şuna benzer. Sen, içinde aile bulunan bir eve doğru büyük bir selin hücum ettiğini görsen; hemen onlara: "Dikkat,
dikkat; selden kaçın/" diye bağırırsın. Acaba böyle bir durumda sen, evin sahibine selin geldiğini anlaşılması zor ibareler/e, nükte ve işaretlerle haber vermeyi tercih eder misin? Elbette tercih etmezsin.
İşte vaiz de böyle olmalı, insanları sakınılması gereken şeylerden açık, net ve anlaşılır kelimelerle uzaklaştırmalıdır.
2- Vaazındaki amacın insanlara, bu meclis ne güzel bir yerdir dedirtmek, onları etrafına

toplamak, onları aşka getirip, yaka-paça yırttırmak olmamalıdır.
Bu tür işlerin tamamı dünyaya meyletmektir. Bu da gafletten ileri gelir.
Sana gereken, bütün azim ve gayretinle insanları dünyadan âhirete, günahtan itaate, hırstan zühde, cimrilikten cömertliğe, kibirden takvaya davet etmek olmalıdır.
Onlara âhireti sevdirip dünyadan nefret ettirmeli, ibadet ve zühd hakkında onları bilgilendirmelisin. Zira, çoğunlukla onların tabiatında dinin yolundan sapmak ve Allah'ın razı olmayacağı şeylerle uğraşmak ve kötü ahlâklara bulaşmak vardır.
O hâlde sen, onların kalplerine Allah'ın (c.c) korkusunu bırak ve karşılaşacakları o korkutucu akıbet ile onları korkut yeter! Umulur ki, bu korku ile onların içlerindeki kötü sıfatları değişir, zahirdeki amelleri düzelir, Allah'a (c.c) olan itaatlerinde hırs ve rağbet göstermeye başlarlar ve işledikleri günahları terkederler.
İşte vaaz ve nasihatte takip edilmesi gereken yol budur.
Bu şekil üzerine olmayan her vaaz, söyleyene ve dinleyene vebaldir. Hatta kötü ve fena vaizler hakkında: "Onlar, insanları yoldan çıkarıp helak eden birer âfet ve şeytandır" denilmiştir.
Bu gibi kişilerden uzaklaşmak gerekir. Zira onların, insanları dinden soğuttuğu kadar şeytan soğutamaz.
Yetkili kimselerin, insanları dinden soğutan bu tür vaizleri görevlerinden almaları ve onlara engel olmaları gerekir.

DEVLET ERKANINA KARŞI TUTUM

Terketmen gereken şeylerden üçüncüsü, sultanlara ve siyaset adamlarına karışmaman ve onlarla fazla görüşmemendir. Çünkü onlarla görüşmede, oturup kalkmada ve onlarla iç içe olmakta büyük sıkıntılar vardır. Şayet onlarla beraber olmak zorunda kalırsan da, onları övmekten sakini Zira Atlahu Teâlâ, fâsık ve zalim kişileri övenlere buğzeder.
Böyle kimselerin uzun süre yaşayıp hüküm sürmelerine dua eden kişiler, yeryüzünde Allah'a (c.c) isyan edilmesini sevmiş olur. Bundan kaçınmalıdır.

DEVLET ERKANINDAN HEDİYE KABUL ETMEMEK

Terketmen gereken şeylerin dördüncüsü, helâl olduğunu bilsen dahi, idarecilerin (sultan, vezir, amir, müdür vb.) verdiği hediye türü şeyleri kabul etmemendir. Çünkü onlardan bir şeyler beklemek dine zarar verir. Zira bu, onlara yağcılık yapmaya, kendilerine yapmacık övgülerde bulunmaya ve onların zulümlerine ortak olmaya neden olur.
Bunların hepsi dinde zarardır.
Bunun en ufak zararı şudur: Sen onlardan hediye ve bağış türü şeyler kabul edip dünyalarından faydalandığın zaman, onları seversin. Kim birini severse, elbette onun uzun yaşamasını ister. Zalimin uzun yaşamasını istemek, Allah'ın kullarına zulüm yapılmasını ve âlemin harap olmasını istemek demektir. Bir insanın dinine ve akıbetine bundan daha zararlı ne olabilir?
Şeytanın bu konudaki hile ve tuzaklarından sakın! Ama onun sözüne kanma!
Hediye alma konusunda bazı insanların sana söyleyecekleri şeylere de aldanma. Onlar sana şöyle derler:
"En iyisi, sen bu paraları onlardan al; fakir ve miskinler arasında paylaştır. Nasıl olsa onlar bu paraları kötü işlerde harcayacaklar. Senin o paraları alıp fakir insanlara dağıtman daha hayırlıdır,"

Bütün bu sözler birer hiledir; şeytan, bu gibi vesveselerle birçok kişinin kellesinin vurulmasına sebep olmuştur. Biz bunları İhyâu Ulûm adlı kitabımızda anlattık. Bu konulara oradan bak!

YAPILMASI GEREKEN ŞEYLER
Birincisi: Allahu Teâlâ'ya karşı muamelen, seni hoşnut edip hatırını kırmayan ve seni kızdırmayan bir hizmetçinin sana karşı davranışı gibi olmalıdır.
Sen geçici olarak senin hizmetini gören kimseden, razı olmadığın işleri yapmasını istemiyorsan, sen de gerçek efendin olan Allahu Teâlâ'ya karşı o tür şeyleri yapma!
İkincisi: İnsanlara karşı tüm işlerini, onların sana yaptıkları takdirde, nefsinin hoşuna gideceği şekilde yap! Zira kişi kendisi için sevdiğini insanlar için de sevmedikçe, tam bir imana sahip olamaz.

Üçüncüsü: Sana gereken şudur ki, okuduğun ve nice kereler mütalaa ettiğin ilimler, kalbinin düzeltip ahlâkını güzelleştiren ilimlerden olsun.
Meselâ, eğer sen ömründen sadece bir haftanın kaldığını bilsen, bundan böyle fıkıh, ahlâk, usul, kelâm ve buna benzer ilimlerle meşgul olmazsın. Çünkü (bu vakitten sonra) bu ilimlerin sana fayda vermeyeceğini bilirsin. Hemen kalbinin Rabbi ile hukukunu kontrol eder, nefsinin sıfatlarını tanımaya çalışır, dünya ile alâkaları kesip nefsini kötü huylardan temizlemeye ve Allahu Teâlâ'ya sevgi ve kulluk ile meşgul olmaya başlarsın. Güzel vasıflarla bezenmeye çalışırsın.
Halbuki, kulun üzerinden geçen her gün ve gece içinde ölmesi mümkündür. Öyle ise insan niçin faydalı işlere bir an evvel yönetip boş işlerden elini çekmiyor?

EY OĞUL!
Benden dinleyeceğin bir başka söz daha var. Eğer onu iyi düşünürsen gerçekten kurtuluşu bulursun.
Şayet bir sultan sana, bir hafta sonra seni vezir olarak seçeceğini haber verse; iyi biliyorum ki sen, bu müddet içerisinde her şeyi bırakır, sultanını gözüne takılabilecek ev, yatak, beden, elbise neyin varsa hepsine bir çeki düzen vermeye çalışırsın.
Yukarıda işaret ettiğim şeyleri iyi düşün; zira sen anlayışlı birisin. Akıllı olana tek bir söz dahi yeter. Peygamber Efendimiz'in (s.a.v) şu sözünü devamlı göz önünde bulundur:

"Doğrusu Allah, sizin dış görünümlerinize ve yaptıklarınıza bakmaz; ancak kalplerinize ve niyetlerinize bakar."^
Eğer kalbin hâllerini bildiren ilimleri öğrenmek istersen İhyâu Ulûm ve diğer eserlerime bak!
Kalp ilmi, herkesin öğrenmesi gereken farz-ı ayın bir ilimdir. Diğerleri ise -Allah'ın farz kıldığı şeyleri eda edebilecek kadarı hariç- farz-ı kifâyedir (yani bilmesi gerekenlerin bunlarla ilgilenmesi yeterlidir).
Allah (c.c) seni bu ilmin tahsilinde başarılı kılsın.
45 Müslim, Birr, 33-34; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/285; Beyhakî, Şuabu'l-imân, nr. 11151; İbn Hıbbân, es-Sahih, nr. 394.

Dördüncüsü: Dünya malından sana bir sene yetecek kadarından fazlasını yığma! Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v) hanımlarından bazıları için bunu yapıyordu. Diğerleri için de şöyle dua etmiştir:
"Allahım, Muhammed'in ailesinin günlük rızkını yeterli miktarda yap!"A6
Hz. Peygamber (s.a.v) bu bir senelik rızkı bütün zevceleri için değil, sadece kalplerinde zayıflık olduğunu bildiği hanımları için hazırlıyordu. Sağlam bir inanca sahip olduklarını bildiği hanımlarına ise bir günlük veya yarım " günlük yiyecekten daha fazlasını hazırlamıyordu.
46 Müslim, Zekât, 43; Tirmizî, Zühd, 38; İbn Mâce, Zühd, 9; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/446. Hadisin tam metni için bkz: Gazâlî, ihya, 3/290; Zebîdî, İthaf, 9/682.

HER VAKİT OKUNABİLECEK BİR DUA

EY OĞUL!
Bu bölümde senin istediklerini yazdım. Sana düşen bunlarla amel etmen ve beni hayır dualarında unutmamandır. Sorduğun duaya gelince; onu da sahih hadislerde ara.
Şu duayı da her zaman, özellikle namazların peşinden oku:
Mânası:
Allah'ım! Senden nimetinin tamamını, günahlardan korumanın devamını, her şeyi kuşatan rahmetini, beden ve din afiyeti, güzel ve hoş bir yaşantı, ömrün saadetlisini, ihsanın tamamını, nimetlerin bütününü, en güzel ihsanlarını, lütfunun en yakın olanını istiyorum.
Allah'ım! Bizimle beraber ol; bizi terk ve helak etme! Ömrümüzü saadetle sona erdir; umduklarımız gerçekleştir; sabah akşam bizleri afiyetten ayırma; rahmetini ulaşacağımız yer kıl; affını günahlarımızın üzerine dök; bize ayıp ve kusurlarımızı düzeltmeyi ihsan eyle; takvayı bize azık et, bütün gayretimizi dinin için yap; sana dayandık, sana güvendik.
Allah'ım! Bizleri doğruluk yolunda sabit kıl; kıyamet günü bize pişmanlık verecek şeylerden dünyada bizleri koru; günahlarımızın ağırlığını bizlerden hafiflet; bizleri iyilerin yaşantısı ile rızıklandır.
Kötü insanların kötülüklerini bizlerden uzaklaştır.
Bizi, anne ve babamızı, kardeşlerimizi ve dostlarımızı rahmetinle cehennem ateşinden
koru.
Yâ Azîz, yâ Gaffar, yâ Kerîm yâ Settâr, yâ Alîm yâ Cebbar, yâ Allah yâ Allah yâ Allah.
Rahmetinle dileklerimizi kabul et, ey merhamet edicilerin en merhametlisi, ey evvellerin evveli ve âhirlerin âhiri ve ey hakiki kuvvet sahibi.
Ey yoksullara merhamet eden; ey merhamet edenlerin en merhametlisi.
İbadet edilmeye lâyık senden başka hiçbir ilâh yoktur.
Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim.
Hiç şüphesiz ben kendi nefsime kötülük edenlerden oldum.
Allah'ın salât ve selâm,, Efendimiz Hz.Muhammed'e (s.a.v), onun âline ve ashabının tümüne olsun.
Hamdolsun âlemlerin sahibi yüce Allah'a...
son


 "SİTEDEKİ KONU BAŞLIKLARINI GÖRMEK İÇİN TIKLAYINIZ"

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder