31 Aralık 2014 Çarşamba

AHLÂKINIZI GÜZELLE ŞTİRİNİZ...



Peygamber Efendimiz sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdular: 
"Mü'minin başına gelen ağrılar ve yorgunluklar, hataları için birer keffarettir." 
(Musannef-i Abdürrezzâk)
Hicrî: 9 Rebîulevvel 1435   Fazilet Takvimi

"AHLÂKINIZI GÜZELLE ŞTİRİNİZ..."


Nefsin fena ahlâkını ve rezilliklerini temizlemek ve güzel ahlâklarla bezemek elbette lazımdır. Ebedî saâdetlere kavuşmak ve Allâhü Teâlâ'ya yakınlık ancak bununla elde edilebilir. Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.);
"Güzel ahlâk, güneşin buzu erittiği gibi hataları eritir." ve "Ahlâkınızı güzelleştiriniz" buyurmuşlar ve kötü ahlâkın değiştirilmesi, güzelleştirilmesinin mümkün olduğuna işâret buyurmuşlardır.
Gazab, şehvet vesair kötü huylar bazı güçlüklere katlanarak, zıddıyla amel ederek, hoşa gitmeyen şeylere sabrederek güzel huylara çevrilebilir.
Mesela bir kimse yaradılıştan cömert değilse kendini biraz zorlayarak cömertliğe alışabilir. Mütevazı olmayan kimse de mütevâzı olmaya kendini zorlayarak bu güzel ahlâkı huy edinebilir. Diğer kötü huylar da bunun gibidir. Zira Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.); "Hayır, bir alışkanlık işidir" buyurmuşlardır.
İbâdetlere ve güzel huylara devâm etmek ve nefsin meşrû olmayan arzularından kaçmak ahlâkı güzelleştirir. Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.);
"Allâhü Teâlâ'ya rıza halinde ibâdet et. Eğer buna güç yetiremezsen iyi bil ki hoşuna gitmeyen şeylere sabretmekte çok hayır vardır." buyurmuşlardır.
Ahlâkı güzelleştirmekte en güzel yol, bir mürşid-i kâmil önünde diz çöküp onun dediklerini yapmaktır. Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.); "Cenâb-ı Hak bir kula hayır vermeyi dilediğinde nefsinin ayıplarını ona gösterir." buyurmuşlardır. Mürşid ondaki fena ahlâkı hemen görüp terbiye yolunu gösterir.
Kusurlarını kendisine söyleyecek salih bir arkadaş lazımdır. Hz. Ömer (r.a.); "Allâh bana kusurlarımı gösteren kişiye rahmetiyle muâmele eylesin" demiştir.
Yine Hz. Ömer (r.a.), Resûlullâh'ın (s.a.v.) sırdaşı Huzeyfe bin Yemân'a (r.a.);
"Bende münâfıklık alâmetlerinden biri var mıdır?" diye sorardı. Hz. Ömer (r.a.) büyük mertebesine rağmen nefsini böyle ithâm ederek terbiye ederdi.
Hicrî: 9 Rebîulevvel 1435   Fazilet Takvimi



30 Aralık 2014 Salı

NAMAZA DAİR BAZI TA'BİRLER



Peygamber Efendimiz sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdular:
 "Ey insanlar! Ölmeden önce, işlediğiniz günahlardan dolayı tevbe ediniz, pişman olunuz.
(Sünen-i îbn-i Mâce)
Hicrî: 8 Rebîulevvel 1435   Fazilet Takvimi

NAMAZA DAİR BAZI TA'BİRLER


Salât: Namaz demektir. Namaz: husûsî rukünlar, şartlar ve vakitlerde zikir (âyet ve dua) ile yapılan ibâdettir.
Tekbir: "Allâhü ekber" demektir. Kıyam: Ayakta durmaktır. Kırâet: Kur'ân-ı Kerîm'den bir miktar okumaktır.
Rükû: Namazda kırâetten sonra eğilerek baş ile arkaya düz bir vaziyet vermektir.
Kavme: Rukûdan kıyama kalkıp bir kere 'Sübhâne rabbiye'l-azîm' diyecek kadar durmaktır,
Secde: Namaz kılarken eğilerek yüzünü Hak Tealâ'ya tazim için yere koyup bir kere Sübhâne rabbiye'l-a'lâ diyecek kadar durmaktır.
Celse: İki secde arasında bir defa "Sübhâne rabbiye'l-azîm" denilecek kadar oturmaktır.
Ka'de: Namazda teşehhüt, yani "Ettehiyyatü lillâhi"yi okumak için oturmaktır.
Rek'at: Namazın bölüklerinden her biri demektir. Bir namazda kıyam, rükû ve iki secdenin tamamı bir rek'attır.

NAMAZA AİT BİR MESELE

Helâya gitmek ihtiyacı bulunduğu halde namaza başlamak mekruhtur. Hattâ namaz esnasında böyle fazla bir sıkıntı görülüp kalbi meşgul edeceği takdirde, vakit müsait ise namazı bırakmalı, sıkıntıyı giderdikten sonra abdest alıp tekrar namaza başlamalıdır ki namaz, kalb huzuriyle kılınmış olabilsin.
Aksi takdirde namaz, sahih olsa da sahibi isâet etmiş; edepsizlik yapmış olur.

NÜKTE:........ CİMRİLİĞİN BÖYLESİ
Aynı evde kalan üç kişi, kullandıkları kandilin yağ parasını denk olarak paylaştılar.
Ancak içlerinden biri parayı ödemek istemedi. Bunun üzerine, kandili yaktıklarında onun gözlerini bağladılar. Yatıncaya kadar bağlı kalan gözlerini, kandili söndürünce çözdüler.
Hicrî: 8 Rebîulevvel 1435   Fazilet Takvimi



EY EHL-İ KİTAP: MAZERET HAKKINIZ KALMADI



Hadîs-i Şerîf:
"Muhammed'in nefsi kudretinde olan Allâh'a yemin ederim ki eğer bu ümmetten bir Yahudi veya Hıristiyan beni işitir de sonra benimle gönderilen (İslâm'a, Kur'ân-ı Kerîm)e iman etmeden ölürse mutlaka cehennemliklerden olur." 
(Hadîs-i Şerîf, Sahîh-i Müslim)
Hicrî: 7 Rebîulevvel 1435   Fazilet Takvimi

EY EHL-İ KİTAP: MAZERET HAKKINIZ KALMADI


Mâide sûresinin 19. âyet-i kerîmesini Elmalı'lı merhum şöyle tefsir etmiştir:
Allâhü Teâlâ kitabında, "Ey Ehl-i Kitap! Peygamberlerin arası kesildiği, bilinmez hale geldiği bir fetret zamanında sizin için İslâm dinini beyân etmeye Resûlümüz Muhammed (a.s.) geldi. Ta ki 'Bize müjde verici ve korkutucu gelmedi' diye âhirette bahane ve özür etmeyesiniz. Muhakkak müminlere cennet müjdesini ve kâfirlere cehennem azabını beyan edici size geldi. Allâhü Teâlâ peygamberlerini mütevâliyen (peşpeşe) göndermeye ve (peygamber göndermeyip) fetretler yaratmaya kâdirdir.
Ey ehl-i kitap, ey Yahudiler ve Hıristiyanlar! Vahiylerin kesildiği, tağyir ve vahiy eserlerinin tahrif ile Hak dinin bilinemez, tanınamaz hale geldiği bir fetret zamanında size, sizin için Resûlümüz Muhammed Mustafa geldi. Beşeriyetin selâmet ve saadeti için acı tatlı her türlü hükümleri ve haberleri beyan ediyor ki yarın âhirette, ilâhi huzurda hesaba çekildiğiniz vakit 'Bize ne bir müjdeci ne de korkutucu gelmedi. Biz bir fetret devri içinde kalmıştık' demeyesiniz. İşte size tam bir müjdeci ve korkutucu geldi. Bundan böyle, öyle bir mazeret hakkınız kalmadı. Allâhü Teâlâ her şeye kadirdir. En ziyade irşada muhtaç bulunduğunuz bir fetret zamanında gönderilmiş olan bu peygamberin, bu ilahi nimetin kadrini takdir ediniz, ona kulak veriniz, itaat ediniz. Eskisi gibi inkârdan, nankörlükten, ahdinizi bozmaktan sakınınız, böylece günahlarınızın mağfiretini, affedilmesini isteyiniz ve biliniz ki sonunda dönüp dolaşıp Allâhü Teâlâ'nın huzuruna varacak ve bir mazerete imkân bulamayacaksınız, kendi azabınızı kendi eliniz ve iradenizle hazırlamış olacaksınız.
Ey Yahudi ve Hristiyanlar, elinizi kalbinize koyup salim bir vicdan ile bir düşünürseniz; Hz. İbrahim'in duâsı, Hz. Mûsâ'nın haberi ve Hz. Îsâ'nın müjdesi olan o peygamber bize gelmedi diyemezsiniz. Fetretler içinde karmakarışık olmuş, bin türlü tağyirat ve tahrifata uğramış olduğu halde yine o peygamberin geleceğini bildiren Tevrat ve İncil'den sonra Muhammed Resûlullah'ın geldiğini ve Kur'ân'ın her şüpheden uzak olarak mevcut bulunduğunu inkâr edemezsiniz." (Hak Dini tefsiri)
Hicrî: 7 Rebîulevvel 1435   Fazilet Takvimi



PEYGAMBER EFENDİMİZİN MUCİZELERİ

Peygamber Efendimiz sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdular: 
"Evlerinizi (nafile) namaz kılarak ve Kur'ân-ı Kerîm okuyarak nurlandırınız."
(Beyhakî, Şuabu 'l-Imân)
Hicrî: 6 Rebîulevvel 1435   Fazilet Takvimi

PEYGAMBER EFENDİMİZİN MUCİZELERİ


Peygamber Efendimizin (s.a.v.) mucizeleri sayılamayacak kadar çoktur. Bazılarını şöyle sıralayabiliriz:
Allâhü Teâlâ O'nu, bütün Peygamberlerin aleyhimüsselam seyyidi (efendisi) eyledi ve kıyâmette hepsi O'nun sancağı altında olurlar. Dünyaya gelince, başını secdeye koydu, parmağını kaldırıp şehadet kelimesi söyledi. Melekler kendisini sünnet ettiler. Sütannesi bir işte olsaydı, beşiğini melekler sallardı.
Gözü uykuda olsa, kalbi uyanık olurdu. Önden gördüğü gibi başını çevirmeden arkasını da görürdü. Mübarek vücuduna hiçbir zaman sinek veya sivrisinek konmazdı. Bindiği hayvan, zayıf, güçsüz olsa da, bütün hayvanları geride bırakırdı. Güreştiği kimse ne kadar kuvvetli olursa olsun, onu muhakkak yenerdi. Çakıl taşları elinde tesbih ederdi. Rastladığı taş, tuğla ona selam verirdi.
Ağaç, emri ile yerinden sökülüp, huzuruna gelir, emreder, yerine giderdi.
Başının üzerinde daima bir bulut ona gölge ederdi. Cinniler kendisi ile konuşurlar ve (bazıları) imana gelirlerdi. Mübarek parmaklarının arasından o kadar su çıkar ve akardı ki, bütün askerin su ihtiyacına yeterdi.
Bedir muharebesinde müşriklerin üzerine bir avuç toprak atması, mağlubiyetlerine yetmişti.
Bütün gizli şeylerden haber verirdi.
Zehir karıştırılmış keçi kebabı onunla konuştu.
Mübarek göğsünü melekler yardılar, yıkadılar, ilim, hikmet ve imanla doldurdular.
Dünyaya geldiği gece Kisra (İran şahı)nın sarayının burçları yıkıldı, Save gölü kurudu, bin seneden beri devamlı yanmakta olan Fars'taki ateşperestlerin ateşi söndü.
Hicrî: 6 Rebîulevvel 1435   Fazilet Takvimi

27 Aralık 2014 Cumartesi

DÜNYA SEVGİSİ VE ZARARI



Hadîs-i Şerîf:
"Bir kimse insanları dalâlete; sapıklığa çağırırsa kendisini takip edenlerin günahları, -onların günahından bir şey eksilmeden- onun defterine yazılır."
(Hadîs-i Şerîf, Sahîh-i Müslim)
Hicrî: 5 Rebîulevvel 1435   Fazilet Takvimi

DÜNYA SEVGİSİ VE ZARARI


İnsan, âhiret zenginliğine, ebedî hayatın mükemmelliğine nâil olmak için dünya hayatında bulunduğu sınıf ve tabakaya göre izzetini şerefini, evladı, torunları ve diğer akrabaları dâhil kimseye minnet etmeden ihtiyacını karşılamakta orta bir yol seçmeli; seçtikten sonra dünya meşguliyetini terk edip bütün hayatını ve mesaisini Allâh'a kul olmaya ayırmalıdır. İhtiyacını karşılaması için malın toplanması değil, sevgisinin kalbe sokulması zararlıdır.
Hadîd Sûresi'nin 20. Ayeti'nde şöyle buyrulur: "Bilin ki dünya hayatı ancak bir oyun, eğlence, bir süs, aranızda bir övünme ve mal ve evlatta çokluk yarışından ibarettir. Bir yağmur gibidir ki, onun bitirdiği ot çiftçilerin hoşuna gider. Sonra kurur da artık onu sararmış görürsün; sonra da kırık bir çöp olur. Ahirette ise çetin bir azap vardır. Yine orada Allâh'ın mağfireti ve rızası vardır. Dünya hayatı ise ancak bir aldanıştan başka bir şey değildir."
Dünya hayatı bir oyundur; heves edilir, uğraşılır, boğuşulur. Yense de yenilse de netice itibariyle hiçe doğru sürüklenip gider. Bir eğlencedir; insanı faydalı olan işinden, gücünden, vazifesinden alıkoyan ve vaktini öldürmekten başka bir işe yaramayan eğlencelerdir. Bir süstür, herhangi bir şeref bahşetmeyen, gafilleri aldatan giyim-kuşam kabilinden sadece bir gösteriştir.
Ve bir tefâhür yani övünme yarışıdır; ben senden üstünüm, ben falanın oğluyum gibi bir övünüştür. Ve mal ve evlatta bir çokluk yarışı, bir gururdur.
İşte sırf dünya için yaşayanlara hayat bunlardan ibarettir.
Tekâsür Süresi'nin 1. Ayet-i Kerîmesi'nde
اَلْهٰیكُمُ التَّكَاثُرُ
"O çokluk kuruntusu sizleri oyaladı", buyrulur.
Tekâsür: Biz çoğuz, hayır biz çoğuz diye biribiri ile çokluk yarışı, çokluk gösterişi etmek, çokluk sevdası ile kurumlanmaktır. Zemm olunan tekâsür dünya lezzetleri ve dünyalıklar hakkında olandır. Çünkü kulluktan alıkoyan bunlardır. İlimde, taatte, güzel ahlâkı çoğaltmak övülmüş hatta emrolunmuştur."
(Elmalılı, Hak Dini Kur 'ân Dili)
Hicrî: 5 Rebîulevvel 1435   Fazilet Takvimi



26 Aralık 2014 Cuma

ŞİMDİ SİZE RESÛLÜMÜZ GELDİ



وَاِذْ قَالَ عٖيسَى ابْنُ مَرْيَمَ يَا بَنٖى اِسْرَایٖٔلَ اِنّٖى رَسُولُ اللّٰهِ اِلَيْكُمْ مُصَدِّقًا لِمَا بَيْنَ يَدَیَّ مِنَ التَّوْرٰيةِ وَمُبَشِّرًا بِرَسُولٍ يَاْتٖى مِنْ بَعْدِى اسْمُهُ اَحْمَدُ فَلَمَّا جَاءَهُمْ بِالْبَيِّنَاتِ قَالُوا هٰذَا سِحْرٌ مُبٖينٌ
"Bir vakit Meryem'in oğlu Isa (a.s.) şöyle dedi: "Ey İsrâiloğulları, ben size Allâh'ın resûlüyüm; önümdeki Tevrat'ın tasdikçisi ve benden sonra gelecek bir resûlün müjdecisi olarak geldim ki onun ismi Ahmed'dir..." (Saf Sûresi  6)
Hicrî: 4 Rebîulevvel 1435   Fazilet Takvimi

EY EHL-İ KİTAB, ŞİMDİ SİZE RESÛLÜMÜZ GELDİ


وَقَالَتِ الْيَهُودُ عُزَيْرٌ ابْنُ اللّٰهِ وَقَالَتِ النَّصَارَى الْمَسٖيحُ ابْنُ اللّٰهِ ذٰلِكَ قَوْلُهُمْ بِاَفْوَاهِهِمْ يُضَاهِؤُنَ قَوْلَ الَّذٖينَ كَفَرُوا مِنْ قَبْلُ قَاتَلَهُمُ اللّٰهُ اَنّٰى يُؤْفَكُونَ
•   Yahudîler "Üzeyr Allâh'ın oğlu" dediler, Hıristiyanlar da "Mesih Allâh'ın oğlu" dediler. Bu onların ağızlarıyla söyledikleri sözleri ki önceden küfredenlerin sözlerine benzetiyorlar. Allah kahredesiler, nereden saptırılıyorlar?
(Tevbe Sûresi, âyet 30)
اِتَّخَذُوا اَحْبَارَهُمْ وَرُهْبَانَهُمْ اَرْبَابًا مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَالْمَسٖيحَ ابْنَ مَرْيَمَ وَمَا اُمِرُوا اِلَّا لِيَعْبُدُوا اِلٰهًا وَاحِدًا 
•     Onlar bilginlerini, rahiplerini ve Meryem'in oğlu Mesih'i de Allâh'tan başka rablar edindiler. Hâlbuki hepsi ancak bir ilâha (Allâhü Teâlâ'ya) ibadet ile emrolunmuşlardır...
(Tevbe Sûresi, âyet31)
 وَمَنْ يَبْتَغِ غَيْرَ الْاِسْلَامِ دٖينًا فَلَنْ يُقْبَلَ مِنْهُ وَهُوَ فِى الْاٰخِرَةِ مِنَ الْخَاسِرٖينَ
•  Her kim de İslâm'dan başka bir din ararsa artık ondan -ihtimali yok- kabul olunmaz ve âhirette o hüsran çekenlerden olur.
(Âl-i İmrân Sûresi, âyet 85)
 مَا كَانَ مُحَمَّدٌ اَبَا اَحَدٍ مِنْ رِجَالِكُمْ وَلٰكِنْ رَسُولَ اللّٰهِ وَخَاتَمَ النَّبِيّٖنَ وَكَانَ اللّٰهُ بِكُلِّ شَیْءٍ عَلٖيمًا
•    Muhammed sizin ricalinizden hiç birinin babası değil. Ve lâkin Allâh'ın resûlü ve Hâtemü'l-Enbiyâ (; peygamberlerin sonuncusu)dur, peygamberler silsilesini mühürleyendir. Allah, her şeye alîm bulunuyor.
 (Ahzâb Sûresi, âyet 40)
وَمَا اَرْسَلْنَاكَ اِلَّا كَافَّةً لِلنَّاسِ بَشٖيرًا وَنَذٖيرًا وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ
•    (Resûlüm Ahmed) Seni de -başka değil-, ancak bütün insanlara rahmetimizin müjdecisi, azâbımızın habercisi (bir peygamber olarak) gönderdik. Ve lâkin insanların ekserisi bilmezler.
(Sebe' Sûresi, âyet 28)
يَا اَهْلَ الْكِتَابِ قَدْ جَاءَكُمْ رَسُولُنَا يُبَيِّنُ لَكُمْ كَثٖيرًا مِمَّا كُنْتُمْ تُخْفُونَ مِنَ الْكِتَابِ وَيَعْفُوا عَنْ كَثٖيرٍ قَدْ جَاءَكُمْ مِنَ اللّٰهِ نُورٌ وَكِتَابٌ مُبٖينٌ
•  Ey ehl-i kitab, şimdi size resûlümüz (Muhammed) geldi, kitabınızın gizlemekte olduğunuz birçok yerlerini sizlere beyan ediyor, birçoğundan da geçiyor. İşte size Allâh'tan bir nur, bir parlak kitap geldi. 
(Maide Sûresi, âyet 15)
 يَا اَهْلَ الْكِتَابِ قَدْ جَاءَكُمْ رَسُولُنَا يُبَيِّنُ لَكُمْ عَلٰى فَتْرَةٍ مِنَ الرُّسُلِ اَنْ تَقُولُوا مَا جَاءَنَا مِنْ بَشٖيرٍ وَلَا نَذٖيرٍ فَقَدْ جَاءَكُمْ بَشٖيرٌ وَنَذٖيرٌ وَاللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَیْءٍ قَدٖيرٌ
•  Ey ehl-i kitab! Peygamberlerin arası kesildiği; bilinemez hale geldiği bir fetret zamanında size resûlümüz geldi, tatlı ve acı hakikatleri size beyan ediyor. Tâ ki bize bir müjdeleyici, azap ile korkutucu gelmedi demeyeseniz. İşte size hem beşîr; müjdeci, hem nezîr bir peygamber geldi ve Allah her şey'e kadîrdir.
(Maide Sûresi, âyet 19)
اَلَّذٖينَ اٰتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَعْرِفُونَهُ كَمَا يَعْرِفُونَ اَبْنَاءَهُمْ وَاِنَّ فَرٖيقًا مِنْهُمْ لَيَكْتُمُونَ الْحَقَّ وَهُمْ يَعْلَمُونَ
•  O kendilerine kitab verdiğimiz ümmetlerin âlimleri onu -peygamberi (Muhammed Mustafa'yı)- oğullarını tanır gibi tanırlar, böyle iken içlerinden birtakımı bilir oldukları halde hakkı gizlerler. 
(Bakara Sûresi, âyet 146)
Hicrî: 4 Rebîulevvel 1435   Fazilet Takvimi



25 Aralık 2014 Perşembe

MÜSLÜMAN OLMAYANLARA BENZEMEK



Peygamber Efendimiz sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdular: 
 "Kim bir topluluğa benzemeye çalışırsa o kimse onlardandır."
(Sünen-i Ebû Dâvud)
Hicrî: 3 Rebîulevvel 1435   Fazilet Takvimi

MÜSLÜMAN OLMAYANLARA BENZEMEK


Peygamber Efendimiz (s.a.v.), ümmetinin sözlerinde ve fiillerinde hâsılı her hususta Müslüman olmayanlara benzemelerini yasaklamıştır.
Hristiyan ve Yahudiler Aşura günü oruç tuttukları için, ashabına bir gün önce veya bir gün sonrasıyla oruç tutmalarını emretmişlerdir. Selam verme hususunda Hıristiyan ve Yahudilere benzememelerini emretmiştir.
Namaz vakitlerini ilan için ateş yakmak, çan çalmak gibi teklifler -Müslüman olmayanlara benzemek olacağından- Peygamber Efendimiz (s.a.v.) tarafından kabul edilmemiştir.
Gayr-i Müslimlerin ibadet vakitlerinde namaz kılmak, onlara benzemek olacağından mekruh görülmüştür.
Daha birçok hususta onlara benzemeyi yasaklamıştır.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bir hadîs-i şerîflerinde "Kim bir topluluğa benzerse, o kimse onlardandır." buyurmuştur. Bu benzeme, bayramlarına, kıymet verdikleri günlere, haç, zünnar gibi şeylere kıymet vermek gibi hususlardadır.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bir hadîs-i şerîflerinde:
"Ümmetim, kendinden evvelki ümmetlerin yolunu karış karış, arşın arşın takip etmedikçe kıyamet kopmaz." buyurdular.
Bu hadîs-i şerîfte, Müslümanların diğer ümmetlerin ahlâka aykırı hal ve hareketlerini takip ve taklid etmeleri yasaklanmıştır. Şüphesiz her dinin ve her topluluğun kendine has bir örf ve adeti vardır.
Müslümanların hiçbir dini ve hiç bir milleti taklide ihtiyacı olmayan bir medeniyeti ve hususiyeti vardır.
Furkan sûresinin "Ve onlar (sâlih kullar) yalan yere şâhitlik etmezler (yalan söylenilen yerlerde durmazlar), faydasız bir şeye rastladıkları zaman yüz çevirip geçer giderler." meâlindeki 72. âyet-i kerîmenin tefsîrinde bazı müfessirler "onlar müşriklerin bayramlarına uğramazlar, orada hazır olup durmazlar." diye tefsir etmişlerdir.
Hicrî: 3 Rebîulevvel 1435   Fazilet Takvimi



24 Aralık 2014 Çarşamba

EHL-İ KİTÂB



يَا اَهْلَ الْكِتَابِ لِمَ تَلْبِسُونَ الْحَقَّ بِالْبَاطِلِ وَتَكْتُمُونَ الْحَقَّ وَاَنْتُمْ تَعْلَمُونَ
"Ey ehl-i kitâb! Niçin hakkı bâtılla karıştırıyorsunuz da hakkı (Muhammed Mustafa'nın peygamberliğini) gizliyorsunuz? Halbuki (onun peygamber olduğunu) bilip duruyorsunuz." 
(Âl-i İmrân sûresi, âyet 71)
Hicrî: 2 Rebîulevvel 1435   Fazilet Takvimi

EHL-İ KİTÂB: YAHUDİ VE HIRİSTİYANLAR


Hıristiyanlar geçmiş Peygamberlerin aleyhimüsselâm hepsine inanıyor fakat Muhammed aleyhisselâmın bütün insanların Peygamberi olduğuna inanmadıkları için kâfir oluyor, doğru yoldan çıkıyorlar. Yahûdîler ise Muhammed aleyhisselâma inanmadıkları gibi Îsâ aleyhisselâma da inanmadıkları için, İslâm dîninden iki kat daha uzak kalıyor.
Îsa aleyhisselâm otuz üç yaşında göğe çıkarıldıktan sonra, Havarîler onun dînini yaydılar. Fakat Allâhü Teâlâ'nın gönderdiği dînin doğru olarak yayılması, seksen sene sürebildi. Sonra Bolus (Paulus)'un inkılâbları, fikirleri her tarafa yayıldı. Münafık Yahûdî Paulus'un fikirleri, ilk yazılan İncîl denilen dört kitaba karıştı. Hıristiyanlar fırka fırka ayrıldı, birbirine uymayan yetmiş iki mezheb ve kitaplar meydana çıktı. Zamanla bunların çoğu unutulup, üç büyük mezhebleri kalmıştır.
Hıristiyanların yetmiş iki fırkası, İzhârü'l-hak kitabında ve Zıyâü'l- kulûb kitabında yazılıdır.
Bütün Hıristiyan mezhebleri, Roma'daki papaya bağlı idi. Hepsine Katolik denir.
M. 1054'de İstanbul patrik'i, papadan ayrılıp, şark kiliselerini kendi idare etti. Bu kiliselere Ortodoks denildi.
Lüther ismindeki Alman papazı da, M. 1517 senesinde, Roma'daki papaya isyan etti, kiliselerin bir kısmı buna uydu. Bunlara, Protestan kiliseleri denildi.
Hıristiyanların çoğu hem Muhammed aleyhisselama inanmıyor, hem de ulûhiyyette taşkınlık ediyor, teslise inanıyor, İsâ aleyhisselâma ve anası Hz. Meryem'e tanrı diyerek tapıyorlar. Bu bakımdan Yahûdîlerden daha aşağıdırlar.
Yahûdîler ise Allâhü Teâlâ'yı bir biliyor fakat Muhammed aleyhisselâma ve Îsâ aleyhisselâma inanmıyorlar. Yahûdîlerin İslama düşmanlığı daha çoktur. Yahûdîlerden bazıları, "Uzeyr Allâh'ın oğludur" diyerek Hıristiyanlar gibi oluyorlar.
Hicrî: 2 Rebîulevvel 1435   Fazilet Takvimi



23 Aralık 2014 Salı

GIYBET



يَا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُوا اجْتَنِبُوا كَثٖيرًا مِنَ الظَّنِّ اِنَّ بَعْضَ الظَّنِّ اِثْمٌ وَلَا تَجَسَّسُوا وَلَا يَغْتَبْ بَعْضُكُمْ بَعْضًا 
"Ey îmân edenler! Zannın birçoğundan sakının. Çünkü zannın bir kısmı ağır günahtır. Birbirinizin gizliliklerini araştırmayın ve kiminiz kiminizi gıybet de etmesin."
(Hucurât Sûresi, âyet 12
Hicrî: 1 Rebîulevvel 1435   Fazilet Takvimi

BİR KÖTÜ AHLÂK: GIYBET


Gıybet, bir insanı işittiğinde hoşlanmayacağı şeyle anmaktır. Bu bir kimsenin bedeninde, soyunda, bir işinde, sözünde, dinindeki bir noksanı söylemekle olur. Hatta elbisesi, evi yahut bineğine dair konuşmak da böyledir. Açık veya kinayeli sözle olabileceği gibi aynı mananın anlaşılabileceği işaret de gıybettir.
Gıybet, her türlüsünden uzak durulması gereken pek çirkin ve kötü bir huydur. Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle buyurulmuştur: "...Bazınız bazınızı gıybet etmesin. Herhangi biriniz kardeşinin ölü etini yemeyi sever mi? Demek ki ondan tiksindiniz. Öyleyse yapmayın ve Allâh'tan korkun. " (Hucûrât Sûresi, âyet 12) Resûlullah Efendimiz (s.a.v.) buyurdular:
"Ey Müslümanlar! Birbirinize hased etmeyin, düşmanlık beslemeyin. Başkasının satışına mâni olmak için satmayacağınız mala yüksek fiyat vermeyin. Birbirinize sırt çevirmeyin. Sizden kimse diğerini gıybet etmesin. Hepiniz Allâh'ın kullarısınız, birbirinizle kardeş olunuz."
Hadîs-i Kudsî'de buyuruldu:
"Kim gıybet edip de tevbe ederse bu, cennete son girecek kimsedir. Gıybette ısrarcı olarak ölen ise cehenneme ilk girecektir." Gıybeti dinleyen, söyleyen ile günahta ortaktır. Öyle olunca mümkün ise buna mâni olmak, değilse oradan ayrılmak lazımdır. Hadîs-i Şerîfte:
"Her kim gıyâbında; bulunmadığı yerde bir mü'min kardeşine isnad olunan kötülüğü reddederse, Allâhü Teâlâ da, kıyâmet günü o kimseden cehennem azâbını red ve def eder" buyurulmuştur. Gıybetin keffâreti, mümkünse helâlleşmek, değilse gıybet edilen için istiğfar etmektir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.); "Sizden biriniz kardeşini gıybet ederse onun için istiğfâr etsin. Çünkü bu onun için keffârettir." buyurmuştur.
Hicrî: 1 Rebîulevvel 1435   Fazilet Takvimi



SÜNNET ÜZERE SAĞ TARAFIMA YATACAĞIMI UNUTTUM,



Hadîs-i Şerîf:
"Ümmetimin fesâda uğradığı (sünnet-i şerîfin terk edildiği) zaman sünnetime sarılıp onunla amel eden kimseye yüz şehit sevâbı vardır.
 (Hadîs-i Şerîf, Beyhakî, ez-Zühdü'l-Kebîr)
Hicrî: 29 Safer   1435   Fazilet Takvimi

İMÂM-I RABBÂNÎ HAZRETLERİNİN SÜNNETE BAĞLILIĞI


İmâm-ı Rabbânî Hazretleri buyurdular:
Ramazân-ı Şerîfin son on günü idi. Teravih namazını kıldıktan sonra kendimde bir yorgunluk buldum ve yatağıma uzanmak istedim. Yatarken bu yorgunluk sebebiyle, sünnet üzere sağ tarafıma yatacağımı unuttum, sol tarafıma dönüp yattım. Biraz sonra sünneti terk ettiğimi hatırladım. Bunu ilk defa terk ettiğimi düşündüm. O anda nefsim bana, unutarak ve sehven oldu, bir şey olmaz, affolunur dedi. Fakat sünneti terk etmenin korkusu benden gitmedi. Hemen kalktım, doğruldum ve sağ yanım üzerine yattım. Bunu yaptıktan sonra Allâhü Teâlâ'nın kereminden, nihayetsiz nur ve feyizler zâhir oldu ve şöyle bildirildi:
'Sen, sünnete bu kadar riâyet edersen, âhirette sana hiçbir şekilde azab etmem.'

REBÎULEVVEL AYI
Yarın idrâk edeceğimiz Rebîulevvel ayı, Peygamber Efendimiz'in (s.a.v.) dünyâyı şereflendirdikleri aydır. Bu ayın 12'sinde, senenin ilk kandili olan Velâdet (Mevlid) Kandili vardır. Bu ay içinde mümkün olduğu kadar çok salât ve selâm (Salât-ı Nâriye, Salât-ı Münciye ve Salât-ı Fethiye gibi salavâtlar) okunmalıdır. (Duâ ve İbâdetler, Fazilet Neşriyat)

REBÎULEVVEL AYI İCTİMA'I, RU'YET VE BAŞLANGICI
Hicrî Kamerî 1436 yılı Rebîulevvel ayı ictima'ı dün (21 Aralık Pazar) Türkiye saati ile 14.14'de idi.
Ru'yet, ise yarın (23 Aralık Salı) Türkiye saati ile 02.49'dadır. Hilâl'in görüldüğü yerler: Pasifik Okyanus'unun orta ve kuzey kısmındaki adalar; Hawaii Adaları, Kiribati, Marshall adaları, Fiji adası, Samoa Adaları, Solomon adaları, Papua Yeni Gine, Sonraki 6 saatte Avustralya, Filipinler ve Endonezya. Hilal; Türkiye, Almanya, Avusturya, Mısır, Fas, Cezayir, Tunus ve Arap yarımadasından ilk 6 saatte görülemeyecektir.
Hilâlin görüldüğü günü takip eden 23 Aralık Salı günü de Rebîulevvel ayının 1'i olmaktadır.
Hicrî: 29 Safer   1435   Fazilet Takvimi



22 Aralık 2014 Pazartesi

ALLÂH'A İBÂDET İLE ALDATMAK İSTESE



Hadîs-i Şerîf:
"Bir kimse Allâhü Teâlâ ve meleklerden başkasının kendini görmeyeceği bir yerde iki rekât namaz kılsa kendisine cehennem ateşinden beratname yazılır."
(Hadîs-i Şerîf, Kenzü 'l-Ummâl)
Hicrî: 28 Safer   1435   Fazilet Takvimi

SULTAN AHMED HAN MERHUM


1610-1611 Ağustos'unda Sultan Ahmed Han Haramidere tarafından avdan döndüklerinde birçok fakirler yolun iki tarafına dizilip sultanın ihsanını beklediler. Sultan her birine ihsanlarda bulundu. Bu sırada bir gayr-i Müslim de Müslüman kıyafetine bürünüp başına da bir sarık sararak altın verilir ümidiyle padişahın ihsanını isteyince kendisine bir mikdar akçe verildi. Ancak buna kanaat etmeyen adam biraz daha ileride tekrar ihsan istedi. Kendisine yine biraz akçe verildi. Bu defa da başındaki beyaz sarığı çıkarıp biraz ileride yine padişahın yoluna çıktı. Sultanın huzurunda yüzünü yerlere sürdü. Sonra parmağını kaldırıp şahadet kelimesini söyleyerek güya kâfir iken Müslüman olduğunu gösterdi.
Padişah onun bu hâlinin gösteriş olduğunu bilmesine rağmen kesesinden bir miktar altın çıkarıp yanındakilerden birine "Bunu şu yeni Müslümana ilet" dedi. Altını götürecek kişi "Sultanım bu adamın altın için böyle yaptığını siz de bilirsiniz." deyince, Sultan: "Biz böyle yapmakla Ashâb-ı Kirâm'dan Abdullâh bin Ömer hazretlerine uymuş oluyoruz. Zira o mübarek zat kölelerinden mescide çok devam ederek ibadetle meşgul olanı görse hemen azad ederdi. Onlardan bir nicesi sırf azad olmak ümidiyle mescide devam ederek âbidlik sûretini gösterirlerdi. O ise hepsini azad ederdi.
Dostlarından birisi "Ey Abdullâh, bu köleler seni aldatıyorlar, onların ne taatten zevkleri, ne de ibadete bir şevkleri vardır" deyince Abdullâh Hazretleri:
"Her kim bizi Allâh'a ibâdet ile aldatmak istese biz onun hilesini kabul edip Allâh rızası için aldanırız." buyurdu. İşte biz de ona uyuyoruz" dedi.
Hicrî: 28 Safer   1435   Fazilet Takvimi



DOYUNCAYA KADAR YEMEDİM



Hadîs-i Şerîf:
"Her kim Allâhü Teâlâ'dan korkarsa, Allâhü Teâlâ onu her korktuğu şeyden muhafaza eder."
(Hadîs-i Şerîf, Kenzü 'l-Ummâl)
Hicrî: 27 Safer   1435   Fazilet Takvimi

İMAM ŞÂFİÎ HAZRETLERİ


İmâm Şâfiî Hazretleri buyurdular:
"On altı senedir doyuncaya kadar yemedim. Zira doymak bedeni ağırlaştırır, kalbe kasvet verir, zekâyı giderir, uykuyu getirir, sahibinin ibâdetini zayışatır."
"Doğru veya yalan aslâ Allâh adına yemin etmedim."
"Dünya sevgisiyle Allah sevgisini birleştiririm diyen yalan söylemiştir."
Kendisine bir mesele soruldu, sustular. "Susacak mısınız" dediklerinde;
"Evet, cevap vermem mi yoksa susmam mı hayırlı olduğuna hükmedinceye kadar susacağım." buyurdu.
İmâm Şâfiî Hazretleri geceyi üçe böler; üçte birinde ilimle meşgûl olur, üçte birini ibâdetle ihyâ eder, üçte birinde de uyurdu. Ramazân-ı Şerîfte Kur'ân-ı Kerîm'i namazda altmış defa hatmederdi. Ulemâdan Hasan Kerâbîsî (rh.) anlattı: İmâm Şâfiî'nin yanında gecelediğim her seferde gördüm ki gecenin üçte birinde namaz kılar. Her rek'atte elli âyetten fazla okumaz, okursa yüz âyet okur. Her rahmet ayetinden sonra kendisi ve bütün mü'minler için dua eder, azâb âyetlerinde Allâh'a sığınıp kendisi ve bütün mü'minlerin azâbdan kurtulmaları için dua ederdi.
Elli âyet okuması Kur'ân ilmindeki derinliğini gösterir. Hz. İmâmın ashâbından Ahmed bin Yahyâ anlattı: İmâm Şâfiî Hazretleri bir gün kandilciler çarşısından çıktı. Biz de onu takip ediyorduk. Derken ilim ehli bir zâta hakâret eden bir adam gördük. Hz. İmâm bize dönerek şöyle buyurdu:
"Dilinizi çirkin söz söylemekten nasıl tutuyorsanız kulaklarınızı da fena sözleri işitmekten uzak ve temiz tutunuz. Zira dinleyen, söyleyenin ortağıdır. Tahkîr eden kimse kabındaki en çirkin şeyi bütün hırsıyla sizin kabınıza boşaltmak ister. Eğer sefîhin sözüne karşılık verilse fena söyleyen şakî olduğu gibi ona cevap veren de saîd; bahtiyar olur."
İmâm Şâfiî Hazretleri dünya malına hiç kıymet vermezdi. Düşen sopasını kendisine veren birisine bahşiş olarak elli altın vermiş idi. Bütün iştigâli ve gayreti âhiret içindi. Gâyet mütevâzi idi. İlim öğrenmek ve öğretmekten ve münazaradan gayesi yalnız Allah rızası idi. Buyurdular ki, 'Yeter ki insanlar bu ilimden faydalansınlar da benden aldıklarını söylemesinler."
Hicrî: 27 Safer   1435   Fazilet Takvimi


ALLAH KATINDA DİN SADECE İSLAM'DIR"



وَمَنْ يَبْتَغِ غَيْرَ الْاِسْلَامِ دٖينًا فَلَنْ يُقْبَلَ مِنْهُ 
"Kim İslam'dan başka bir din ararsa, bu ondan ebediyen kabulolunmayacaktır..." 
(Âl-iİmrân sûresi, âyet 85)
Hicrî: 26 Safer   1435   Fazilet Takvimi

"MUHAKKAK Kİ ALLAH KATINDA DİN SADECE İSLAM'DIR"


Allâhü Teâlâ şöyle buyuruyor
وَلَنْ تَرْضٰى عَنْكَ الْيَهُودُ وَلَا النَّصَارٰى حَتّٰى تَتَّبِعَ مِلَّتَهُمْ
 -meâli-: "Sen onların dinlerine tabi olmadıkça Yahudiler ve Hıristiyanlar ebediyen senden razı olmayacaklardır."
(Bakara sûresi, âyet 120)
 اِنَّ الدّٖينَ عِنْدَ اللّٰهِ الْاِسْلَامُ
"Muhakkak ki Allah katında din sadece İslâm'dır."
(Al-i İmran sûresi, âyet 19)
Son peygamber Muhammed Mustafâ (s.a.v.)'in davet ettiği tevhîd dini, bütün dinlerden meydana gelmiş bir din değildir. İslâm, diğer dinlerle denk olmayı kabul etmez. Müslüman da, diğer bir dine yaklaşmak için bazı hükümlerden vazgeçmeyi caiz göremez. Zira bu Kur'ân'ın bazısına iman edip bazısını inkâr etmektir; küfretmektir. "Zamana uyma" hastalığına tutulmuş olan kişi, gayr-ı İslamî teşkilatlardan gelen sese, süratle icabet eder. Yanındakileri de iğfal eder. Burada tuzağa düşürülmek istenen, Müslümanlardır. Dinlerin tevhidini (birleşmesini) şiddetle arzulayanların asıl maksadı, Müslümanlara İslam fıkhına yapışmayı ve onunla amel etmeyi taassup olarak gösterip ondan ayırmaktır. Böylece müslümanlar boğazlarından geçecek kolay yutulacak bir lokma haline gelmiş olur. Çünkü İslam'a sıkıca yapışmayan, din gayreti, hamiyeti, olmayanlar zelil olurlar ve hafif bir rüzgârla yıkılırlar.
Avrupalı âlimler çeşitli zamanlarda İslâm ilimlerinden istifade etmişlerdir. Bir kısım Avrupa hukuku umumi olarak İslam fıkhından, hususiyle de komşusu olduğu Endülüs'teki Malikî fıkhından alınmıştır. İslâm fıkhı ve diğer İslamî ilimlerin hiçbirisinde hiçbir zaman Müslümanlar Avrupalılardan istifade etmediler. Onların bu gayretleri İslam beldelerindeki menfaatleri ve Müslümanların İslam fıkhına olan itikad ve bağlılığını ortadan kaldırmak içindir. İslâm fıkhını, hevâ ve hevesler değiştikçe değişen kanunlar safına koymak istediklerindendir. Biz onlara uyarsak bizi bir arada kuvvetlice tutan bağı kendi ellerimizle kesmiş oluruz. Böyle bir hareket İslam'ın doğmasından bugüne kadar dinimizi, birliğimizi koruyan ve bu ümmete izzet kazandıran İslam akîdesinin de yok olmasına sebep olur. (Zâhid el-Kevserî)
Hicrî: 26 Safer   1435   Fazilet Takvimi


TAHSİLİ FARZ OLAN İLİMLER



Peygamber Efendimiz sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdular:
 "İlm(-i hâlini) öğrenmek (erkek-kadın) her Müslüman üzerine farzdır." 
(Sünen-i İbn-i Mâce)
Hicrî: 25 Safer   1435   Fazilet Takvimi

TAHSİLİ FARZ OLAN İLİMLER


Her müslümana bâliğ (ergen) olunca kelime-i şehâdeti bilip manasını da anlamak ve buna şeksiz şüphesiz inanmak lazımdır. Bundan sonra namaz, oruç gibi Allâh'ın emrettiklerinden üzerine hangisi farz olsa onu hemen öğrenmek lâzımdır.
Üzerine farz olunca namazın hükümlerini öğrenmek ve farz olmadan önce de ona hazırlanmak lazımdır. Oruç da böyledir.
Eğer zekât vermesi gerekecek miktarda malı olup da üzerinden Müslüman olduğu halde bir sene geçerse zekâtın hükümlerini de öğrenmesi lazım gelir.
Her kişinin günahları bilmesi, öğrenmesi ve terk etmesi lâzımdır. Eğer bir kişinin itikadında ve inancında bazı şüpheler olursa onun hemen şüpheleri giderecek derecede ilimle meşgul olması gerekir. Helâk edici şeylerden kurtarıp âhirette yüksek derecelere kavuşturacak olan ilimleri öğrenmek de farz-ı ayındır. Bunlardan başka diğer ilimler farz-ı kifâyedir.
İlimlerin üstünlük dereceleri âhiret ilmine olan yakınlık ve uzaklığına göredir:
Dînî ilimler diğer ilimlerden daha yüksektir.
Dînin hakîkatlerine ait ilim, hükümlerin zahirine ait olan ilimden daha yücedir. Bir amelin sahih veya fasid olduğunu fakih bilir. Bunun ötesinde bir ilim daha vardır ki ibâdetin makbûl olanını ve olmayanını bildirir. Bu da tasavvuf ilmidir.
İnsanların kendilerine uyup mezheblerini tuttukları imamlarımız fıkıh ilmi ile hakikat ilmini ve ilimle ameli birleştirmiş zâtlardır. Bir kimse onların hallerini öğrenip, sözlerini dinlerse böyle olduklarını anlar. Bu zâtlar İmâm-ı A'zam, İmâm Şâfiî, İmâm Mâlik ve İmâm Ahmed bin Hanbel'dir, -Allâh onlara rahmet etsin-. Bu zâtlardan her biri âbid, zâhid olup halkın amellerini güzel yapmaları için dînin zahiri hükümlerini öğrettikleri gibi âhiret ilimlerini de bilen kimselerdi. Bütün ilimleri sırf Allâh'ın rızası için öğrenip öğretmişlerdir.
Hicrî: 25 Safer   1435   Fazilet Takvimi



EN YÜCE KELİME:



Hadîs-i Şerîf:
"Kim Allâh'dan başka ilah olmadığına ve benim, (Muhammed Mustafâ'nın) Allâh'ın resûlü olduğuma şehâdet ederse cennete girer.
(Hadîs-i Şerîf, İthâfu's-Sâde)
Hicrî: 24 Safer   1435   Fazilet Takvimi

EN YÜCE KELİME: "LÂ İLÂHE İLLALLÂH MUHAMMEDÜN RESÛLULLAH"


Resûlullâh (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurdular: "Meleklerin büyüğü Cibril (a.s.) dedi ki: Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resûlullah kelimesinden daha yüce ve daha büyük bir kelimeyle yeryüzüne inmedim. Gökler ve yerler bu kelimeyle ayakta durur. Ağaç, taş, toprak, deniz her şey bu kelime ile devam eder. Bu kelime terazinin bir kefesine, gökler ve yerler de diğer kefesine konulsa, muhakkak bu kelime ağır gelir."
"Lâ ilâhe illallah" kelime-i tevhîdi, "Muhammedün Resûlullah" ile birlikte söylenmesi meşhûr olduğundan her ne vakit yalnız birincisi söylense yahut yazılsa ikincisi de söylenmiş ve yazılmış olur. Aksi halde yalnız "Lâ ilâhe illallâh" tevhîdi ile bazı Yahudi ve Hıristiyanların tevhidi arasında ne fark kalırdı? "Muhammedün Resûlullah" bu farkı meydana çıkarmaktadır.
Tevhîd, Resûlullâh Efendimizin peygamberliğine inanmadıkça fayda vermez. Çünkü bu iki kelime arasında kuvvetli bir alâka vardır. İkisi birlikte söylenince tamam olur.
"Lâ ilâhe illâllah" denilince, bundan "Muhammedün Resûlullâh" da birlikte kasdedilmiş oluyor. Yahudiler de, hattâ Hıristiyanlardan bir kısmı da Lâ ilâhe illâllah diyor, ama bundan Muhammedün Resûlullâh'ı hiçbiri kasdetmiyor. O halde "Lâ ilâhe illâllah" İslam dininde iki şehâdetin; "Lâ ilâhe illâllah Muhammedün Resûlullâh"ın alemi olmuştur.
Fetih sûresinin 28 ve 29. âyetlerinde buna işaretle şöyle buyuruluyor
       هُوَ الَّذٖى اَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدٰى وَدٖينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدّٖينِ كُلِّهٖ وَكَفٰى بِاللّٰهِ شَهٖيدًا
مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللّٰهِ وَالَّذٖينَ مَعَهُ اَشِدَّاءُ عَلَى الْكُفَّارِ رُحَمَاءُ بَيْنَهُمْ

- meâli-:"O Allâhü Teâlâ'dır ki resûlünü hidâyet ve tevhîd ve İslâm dîni ile gönderdi. Onun resûlü olduğuna Allâhü Teâlâ'nın bu şâhidliği kâfidir.
 Muhammed Allâh'ın Resûlüdür. Onun maiyetlerinde bulunanlar, kâfirlere karşı çok şiddetli, birbirlerine karşı ise pek merhametlidirler. "
Hicrî: 24 Safer   1435   Fazilet Takvimi


MEKRUH KERAHET HARAM



Peygamber Efendimiz sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdular: 
"Bir kul diline hâkim olmadıkça kâmil imana kavuşamaz."
(Taberânî, el-Mu 'cemü 'l-Kebîr)
Hicrî: 22 Safer   1435   Fazilet Takvimi

BAZI DÎNÎ TABİRLER


Mekruh: İşlenmesinde kat'î bir nehiy; yasak bulunmayıp yapılması doğru bulunmayan ve terki tercih olunan şeydir. Böyle bir fiilde "kerahet" bulunmuş olur.
Kerahet: Her halde terk edilmesi iyi olan bir şeyin terk edilmeyip, yapılması demektir ve iki kısma ayrılır.
Birisi "Kerahet-i tahrîmiyye"dir ki, harama yakın olan kerahettir. Bu İmam-ı A'zam ile İmam Ebu Yusufa göredir. İmam Muhammed'e göre kerahat-i tahrimiyye ile mekruh olan bir şey haram kabilindendir. Yani: Haram gibi ahirette azab olur.
Diğeri de "Kerahet-i tenzîhiye"dir ki helale yakın bulunan kerahettir. Kerahet-i tenzihiyye ile mekruh olan bir şey ise ittifakla helale yakındır. Bunu işleyene, azab edilmez. Fakat terk edilmesi sevaba vesile olur.
Fıkıh kitaplarında kullanılan mutlak "kerahet"ten çok kere kerahet-i tahrimiyye kasdedilir.
Haram: Yapılması, kullanılması, yiyilip içilmesi dinde kat'i bir delil ile men'edilmiş olan herhangi bir şeydir. İki kısma ayrılır. Liaynihî haram: Aslı itibariyle herkes için haram olan şeydir. Şarap, akan kan ve lâşe gibi.
Ligayrihî haram: Aslında helal olup, başkasının hakkından dolayı haram olan şeydir ki, sahibinin izni bulunmadıkça ondan başkalarının istifade etmesi caiz olmaz. Komşularımıza ait olan herhangi kıymetli bir mal veya bir yiyecek gibi.
Haramın terkinden dolayı sevap, yapılmasından dolayı da azap vardır. Haram olduğu ittifak ile, kat'î olarak sabit bulunan bir şeyi helal saymak ise insanı imandan mahrum eder.

BEYT:
Âşık-ı sâdıkda dil birdir olamaz yâr iki
Hîçbir taht üzre mümkin mi ola hünkâr iki.
(Sultan İkinci Selim Han)
(Bir taht üstünde iki padişah olmayacağı gibi sâdık âşıkın kalbi bir olduğundan yâr da birdir, iki olamaz.)
Hicrî: 22 Safer   1435   Fazilet Takvimi