NİKÂH..
(Kitâbü'n Nikâh)
1- NİKÂHIN ŞER'İ TARİFİ, SIFATI, RÜKNÜ, ŞART VE HÜKMÜ..
Nikâhın Tarifi:
Nikâhın Sıfatı:
Nikâhın Rüknü :
Nikâhın Şartları:
Nikâhın Hükümleri
2- NİKÂH HANGİ SÖZLE SAHİH OLUR. HANGİSİ İLE SAHİH OLMAZ?.
Sarih Lafız, Kinaye Lafız :
3- NİKÂHLANMASI HARAM OLAN KADINLAR..
1- Nesep Sebebi İle Nikâhları Haram Olan Kadınlar
2- Sıhriyet Sebeb İle Nikâhları Haram Olan Kadınlar
Bu Konu İle İlgili Diğer Bazı Mes'eleler
3- Ridâ (- Emişmek) Sebebi İle Nikâhları Haram Olan Kadınlar
4- Dörtten Fazla Kadını Ve
Birbirinin Mahremi Olan İki Kadını Bir Kimsenin Nikâhı Altında Cem
Etmesi Sebebi İle Nikâhları Haram Olanlar
Dörtten Fazla Yabancı Kadını, Bir Kişinin Nikâhı Altında Toplaması
Bir Kimsenin Birbirinin Mahremi Bulunan İki Kadını Nikâha Altında Cem Etmesi
5- Hür Bir Kadin Üzerine Bir Gâhiyeyi Nikahlamanın Veya Bunlar! Beraber Nikahlamanın Hahamlığı
6- Başkalarının Hakki Sebebi İle Nikâha Haram Olan Kadınlar
7- Şirk Sebebi İle Nikâhları Haram Olan Kadınlar
8- Mülk Sebebi İle Nikâhı Haram Olanlar
9- Talâk Sebebi İle Nikaları Haram Olanlar
Bu Hususlarla İlgili Diğer Bazı Mes'eleler
4- NİKÂHTA VELAYET.
Akrabalık:
Efendilik:
İmamet :
Bu Konu İle İlgili Diğer Bazı Mes'eleler
5- NİKÂHDA KEFÂET (= DENK OLMA)
Kefâet (= Denklik) Esasen Şu Altı Yerde Aranır
1- Nesebte Denklik :
2- İslâmiyet'te Denklik :
3- Hürriyette Denklik :
4- Malda Denklik :
5- Diyette Denklik :
6- Hırfette (= San'at, Ticâret, Ziraat Gibi Geçim Vâsıtalarında) Denklik :
Nikâhta Denk Olma İle İlgili Diğer Bazı Meseleler
6- NİKÂH VE DİĞER HUSUSLARDA VEKÂLET.
Fesih Mes'eleleri
7- MEHİR..
1- Mehrin En Az Haddi İle Mehir Olmaya Elverişli Olan Ve Olmayan Şeyler
2- Mehrin Teekküdü Ve Kat'iyyet Kesbetmesi
Bize Göre, Üç Çeşit Müt'a Vardır :
3- Mal Olan Mehre, Mal Olmayan Bir Şey Eklemek.
4- Mehirde Koşulan Şartlar
5- Mehirdeki Cehalet
Cinsi De, Vasfı Da Bilinmeyen Mehir :
Cinsi Bilinen Fakat Mehri Bilinmeyen Mehir:
Cinsi De, Vasfı Da Bilinen Mehir :
6- Müsemmâda İhtilâf Bulunan Mehir
7- Mehrin Fazlalaştırılması Veya Noksanlaşt1rılması
8- Mehrin Duyurulması
9- Mehrin Helak Olmasi
10- Mehrin Hibe Edilmesi
11- Mehirden Dolayı, Kadının Nefsini Kocasına Yasaklaması Ve Mehrin Geriye Bırakılması
12- Karı -Kocanın Mehir Hususundaki İhtilafları
13- Mehrin Tekrarlanması
14- Mehrin Ödenmesi
15- Zımmi Ve Harbînin Mehri
16- Kızın Çehizi
17- Ev Eşyası Hakkında Karı - Kocanın İhtilâfları
8- FÂSİD NİKÂHLARLA İLGİLİ HÜKÜMLER..
9- KÖLELERİN NİKÂHI
Hıyar-ı Itk.
10- KÂFİRLERİN NİKÂHI
1- Şahitsiz Nikah :
2- Başkanın İddetlisini Nikahlamak:
3- Mahrem Olanların Nikâhı :
11- KASM ÎLE İLGİLİ MES'ELELER..
Bu Konu İle İlgili Diğer Bazı Mes'eleler
NİKÂH
(Kitâbü'n Nikâh)
1- NİKÂHIN ŞER'İ TARİFİ, SIFATI, RÜKNÜ, ŞART VE HÜKMÜ
Nikâhın Tarifi:
Nikâh: Bir kadınla bir erkek
arasında, bunların birbirlerinden — meşru' olarak— istifâde etmek arzusu
ile yapılan bir akittir. Kenz'-de de böyledir. [1]
Nikâhın Sıfatı:
Nikâh, itidal halinde (= normal
durumlarda), müekked sünnettir. İhtiyaç halinde evlenmek ise, farzdır
Korku ve zulüm halinde -evlenmek de, mekruhtur. El İhtiyar Şerhü'l -
Muhtâr'da da böyledir. [2]
Nikâhın Rüknü :
Nikâhın rüknü, îcap ve kabulden ibarettir. (Yani evlenecek
kimselerden birinin: «Seni, karı
—veya koca— olarak aldım.» demesi, diğerinin ise : «kabul ettim.»
demesidir. Kâfî'de de böyledir.
îcap, hangi taraftan olursa olsun, önce birinin : «aldım» veya : «vardım» diye bir söz söylemesidir.
Kabul ise, bu sözün müsbet = olumlu) olan cevabıdır. Inâye'de de böyledir. [3]
Nikâhın Şartları:
1- Nikahlanan kimselerin; âkil, baliğ ve nikâh akdi hususunda -hür olmaları şarttır.
Akıl, nikâh akdi hususunda
gerçekten şarttır. Mecnunun ve aklı ermeyen çocuğun nikâh akdetmesi
sahih olmaz. Diğer iki şart ise, nikâhın infaz edümesinfn şartıdır.
Akıllı çocuğun nikâhı, velîsinin izni ile aktedilir. Bedii'de de
böyledir.
2- Şeriatın nikahlanmasın! helâl kıldığı bir kadının bulunması da, nikâhın şartlanndandır. Nihâye'de de böyledir.
3- Nikâhı akdedenlerden her birinin sözünü, diğerinin İşitmesi şarttır. Fetâvâyı Kâdîhân'da da böyledir.
Nikâh, her ikisinin de anlamadığı
bir sözle akdedilmiş olsa, yinede kıyılmış olur; muhtar olan kavil
budur. Muhtârü'l - Fetâvâ'da da böyledir.
4- Nikâh akdedilirken, şahitlerin
bulunmaları da şarttır. Âlimlerimizin tamamı, şehâdeti nikâhın caiz
olmasının şartlarından saymışlardır. Bedâİ'de de böyledir.
Nikâhta şahit olan kimselerde, şahitliklerinin sahih ojması için, şu dört şartın bulunması gerekir:
1- Hür oimak,
2- Akıllı olmak,
3- Bulûğa ermiş olmak,
4- Müslüman olmak.
Kölelerin şahitliği ile nikâh kıyılmaz. Bunların müdebber, mükâtep olmaları erasmda da bir fark yoktur.
Delilerin ve çocukların şahitlikleri ile de nikâh kıyılmış olmaz.
Müslümanın nikâhına, kâfirin şahitliği de yeterli değildir. Bah-rti'r - Râık'ta da böyledir.
Koca müslüman, kadın ise zîmmî
olsa, bunların nikâhı, iki zımmînin şahitliği ile kıyıîabilir. Bunların,
dinlerinin birbirine uyup uymaması da müsavidir. (Yani kadın yahudî,
şahitler ise hıristiyan veya kadın hıristiyan, şahitler ise yahudî
olabilir.) Sirâcü'I-Vehhâc'da da böyledir.
Birbirleri ile nikahlanan
kâfirlerin nikâhında, şahitlerin müslüman olmaları da şart değildir.
Kâfir olan erkek ve kadının nikâhları, iki kâfir şahitle kıyılır.
Bunların da aynı milletten (= dinden) olmaları şart değildir. Bedâi'de
de böyledir.
İki fasık şahitle ve iki kör şahitle kıyılmış olan nikâh sahih olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Keza, —nikâh hususunda—
kendilerine hadd-i kafz tatbik olan kimselerin şahitlikleri de sahih
olur. Bahrü'r - Râik'ta da böyledir.
Keza, hadd-i zinaya çarptırılmış olanların da, —bu husustaki — şahitlikleri sahih olur. Hulâsa'da da böyledir.
Nikâhı kıyılan kimseler hakkında,
şahitlikleri asla kabul edilmeyecek olan kimselerin şahitlikleri ile
kıyılan nikâh da sahih olur. Meselâ : Bir kadının, kendi öz oğlunun
şahitliği ile kıyılan nikâhının, sahih olması gibi...
Keza, bir kadının, kendinden
olmayan iki oğulluğunun şahitliği ile nikâhianmasi da sahihtir. Bir
erkeğin de, kendinden olmayan iki oğulluğunun şahitliği ile nikâhlanması
sahihtir. Bedâi'de de böyledir.
Bu hususta asıl olan şudur: Velîsi
olarak nikâh kıydırması sahih olan kimsenin, şahit olarak hazır
bulunması ile kıyılan nikâh sahih olur. Aksi takdirde sahih olmaz.
Hulâsa'da da böyledir.
Nikâh konusundaki şahitlikte de, nisap şarttır. Tek bir kimsenin şahitliği ile nikâh kıyılmaz. Bedâi'de de böyledir.
Şahitlerin tamamının erkek olması
şart değildir. Bir erkek ile iki kadının şahitlikleri ile kıyılan nikâh
sahih olur. Hidâye'de de böyledir.
Ancak, —erkek şahit olmadan— iki 'kadının şahitliği ile kıyılan nikâh sahih olmaz.
Keza, yanlarında bir erkek bulunmayan iki hünsânın, şehâdetiyle de nikâh kıyılmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
5- Nikâhın sshih olması için, şahitlerin, her iki tarafın söylediklerini de duymaları şarttır. Fethü'l - Kadîr'de de böyledir.
Akit esnasında, iki tarafın da
sözlerini işitmeyen kimselerin, meselâ: Bu esnada uyumakta olan iki
kimsenin hazır bulunması ile kıyılan nikâh, mün'akıd olmaz. (= kıyılmış
sayılmaz.) Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Sağır olduğu için duyamıyan
kimselerin, şahitliği ile kıyılan nikâh, sahih olmaz. Bu konudaki
kavillerin en doğrusu 'budur. Kadî-hân'ın Câmîu's - Sağîri'nde de
böyledir.
Dîiî tutulmuş olan veya lahras
bulunan kimseler, eğer işitiyorlarsa; bunların şahitlikleri ile, nikâh
kıyıiabilir. Hulâsa'da da böyledir.
Şahitler, iki taraftan birinin
sözünü işitseler de, diğerinînki-ni işitmeseler veya şahitlerden biri,
taraflardan birini, diğeri de diğerini işitmiş olsalar, bu nikâh caiz
olmaz. Bedâi'de de böyledir.
Nikâh akdi esnasında 'hazır
bulunan iki şahitten biri sağır olmuş olsa; kulağı duyan şahit, akidle
ilgili sözleri sağıra duyurmak için bağirsa veya bir başka şahıs, o
sağırın kulağına söylemiş olsa, — akid sözlerini, her iki şah-it
birlikte işitmiş olmadıklarından— bu nikâh caiz olmaz. Fetâvâyî
Kâdîhân'da da böyledir.
Nszm-ı Zendûyestî'de : «İki
şahitten birisi kadının, diğeri de erkeğin sözünü işitmiş olsa; sonrada
bu akid yenilense ve bu ye-nileniş esnasında, önceki akid sırasında
kadının sözünü işitmiş olan şahit, erkeğin; erkeğin sözünü işitmiş olan
şahit de, kadının sözünü işitmiş olsa; eğer bu akidler, ayrı ayrı iki
mecliste yapılmışsa, bil -ittifak bu nikâh caiz olmaz. Eğer, bu İki
akid, bir meclisde yapılmışsa, âlimlerin bir kısmına göre, bu nikâh yine
caiz olmaz.» denilmiştir. Ebü Sehi gibi bazı âlimler de : «Bu nikâh
caiz olur. demişlerse de Zendû-yestî: «Biz, Ebû Sehl'in bu kavlini, alıp
kabul etmeyiz.» demiştir. 2e-hıyre'de de böyledir.
Şahitler, akit yapanlardan
İkisinin de sözünü îşitseîer ve fakat manâsını anlamasalar; «bu nikâh
sahih olur.» denilmişse de; zahir olan kavii, bunun hiiâfınadır ve bu
nikâh sahih olmaz.
İmâm Muhammed (R.Â.):
«Akdedilen nikâha iki Türk ve iki Hindii şahit olsalar: eğer
bunların her ikisi de duydukları sözleri anlama imkânına sahip
olurlarsa akdedilen bu nikâh sahih olur; aksi tak-. dirde sahih olmaz.»
demiştir. Fetâvâyî Kâdîhân'da da böyledir.
Şahitlerin, yapılan sözleşmeyi
anlamaları şart mıdır? Bu hususta fetvalarda: «İtibar, işitmeyedir;
anlamaya değildir. Hatta, dil bilmeyen iki kişinin şahitlikleri ile
evlenmek de caizdir.» denilmişse
de; en açık olan kavil —önce de
söylendiği gibi— şahitlerin, akidde-ki sözleri, anlamaları da şarttır.
Sirâcü'l - Vehhâc'da da böyledir.
Sahih olan budur. Cevheretü'n - Neyyİre'de de böyledir.
Nikâh-kıyıldığını bilen, sarhoş
kimselerin şahitliği ile nikâh akdedilse de, bu sarhoşlar ayılınca,
kıyılan nikâhı hatırlamasalar; bu durumda bile, kıyılan nikâh, caiz
oiur. Hizânetü'l • Müftîn'de de böyledir.
Ebû'I - Leys'in Fetâvâsı'nda :
«Bir kimse, hazır bulunan cemâate hitaben : «Şahit olun! Ben şu evdeki
kadını aldım.» dese; evdeki kadın da : «Kabul ettim.» dese ve bu sözü
duyan cemâat kadını görmese; eğer evde bsşka bir kadın yoksa, bu, nikâh
olarak caiz olur; fakat, o kadınla birlikte evde başka bir kadın daha
varsa, bu nikâh caiz olmaz.» denilmiştir.
Kızını bir adama nikâh edecek olan
şahıs bir evde, şahitler de başka bir evde bulunsa; kızın babası,
onları görmediği halde şahitler, onun ne söylediğini duysalar; bu evden
şahitlerin bulunduğu eve açılmış bir pencere bulunur ve şahitlerden
birisi, kızın babasını görürse, bu nikâh caiz ve o şahısların
şahitlikleri makbul olur. Ancak, hiç biri kızın babasını görmüyorsa,
şahitlikleri makbul olmaz ve bu nikâh da caiz olmaz. Zehiyre'de de
böyledir.
Bir şahıs, bir kadının nikâhı
için, bir cemâati o kadının babasına gönderse; kadının babası da :
«Verdim.» dese, bunun üzerine, o cemâatten birisi : «Ben de, o şahss
adına kabul ettim.» dese; bu nikâh sahih olmaz, denilmiştir. «Sahih
olur.» diyenler de vardır ve bu görüş sahihtir. Fetvâ'da bunun
üzerinedir. Serahsî'nin Muhıyt'İnde ve .Tecnîs'de de böyledir.
Bir kimse, «Allah ve O'nun
Resulünün şehâdetiyle» bir kadını nikahlamış olsa, bu nikâh sahih olmaz.
Tecnîs'de ve Mezîd'-de de böyledir.
Bir kadın, nikâhlanması için
birine vekâletini, verse; bu vekil de şahitlerin huzurunda : «Ben filân
kadını nikahladım.» dese ve şahitler bu kadını tanımasalar; vekil, o
kadının ve babasının adını söylemedikçe, bu nikâh caiz olmaz. Çün^O ~
!'~:i n, — ak'.â yapılırken— hazır değildir. Hazırda olmayan ise, ismi
Ne tanınır. Serahsî'-nîn Muhıyt'inde de böyledir.
E! - Kâdî'l - İmâm Rüknü'I - İslâm AH es-Sağdı, İbtîdâ'ında :
«Kadının dedesinin isminin
söylenmesi şart değildir.» demiştir. Ancak, bu zat da, ömrünün sonuna
doğru, bu kavlinden dönmüş ve dedesinin isminin söylenmesini de şart
koşmuştur: Sahih olan da budur. Fetva da bunun üzeredir. Muzmarât'ta da
böyledir.
Nikâhı kıyılacak icadın, yüzü
örtülü olarak, nikâhın kıyılacağı meclisde hazır bulunsa da, şahitler
onu tanımasalar, bu şekilde kıyılan nikâh caiz olur ve bu görüş
sahihtir. Fakat, İhtiyat istenirse, kadın yüzünü açar ve şahitler onu
görürler veya kadın kendi adı ile babasının ve dedesinin adın! söyler.
Şayet, kadın nikâhın akdedileceği
meclisde hazır bulunmaz ve fakat şahitler onu tanımakta olurlarsa,
kocası olacak şahıs —sadece— kadının adını söyler: onun söylediği
kadın, eğer şahitlerin tanıdığı kadın ise: bu nikâh caiz olur.
Serahsî'nin Muhıyt'inde de böyledir.
Bîr kimse, bir başka kimseye,
küçük bir kızı, kendisine nikahlamasını emretse, o şahıs da, bir başka
şahısla gidip kızın babasının nezdinde, kızı o adama nikâhlasa; bu
nikâh sahih olur. Aksi takdirde sahih olmaz. Kenz'de de böyledir.
Âlimler: «Bir kimse, bulûğa ermiş,
bakire kızını, 'kızının isteği i!e bir şahidin huzurunda evlendirirse;
bu nikâh sahih olur. Eğer kız, orada hazır bulunmazsa, nikâh sahih
olmaz.» demişlerdir. Serahsî'nin Muhıyt'inde de böyledir.
Bir kimse, başka 'bir kimseye,
kölesini evlendirmek üzere, vekil etse, 'bu vekil de, o kölenin ihazır
'bulunduğu bir mecliste, bir erkek şahit veya iki kadın huzurunda, o
köle ile, 'bir kadını evlendirse; bu nikâh caiz olmaz. Tebyîn'd-e de
böyledir.
Bir kimse, kölesine nikâhianmast
hususunda izin verse o köle de, efendisinin ve bir başka şahidin
'huzurunda evlense, bizim âlimlerimize göre, bu nikâh caizdir. Sahih
olan da ibudur. Tecnîs'-de de böyledir,
Bir efendi, büîûga ermiş olan bir
kölesini, o kölenin de hazır bulunduğu bir meclisde ve bir şahidin
huzurunda evlendirse, bu ni-kgh sahih olur. Fakat, bu ko!e, o meclisde
hazır bulunmazsa, bu nikâh caiz olmaz. Cariyede, bu minval üzeredir.
Mürğînânî de : «Caiz olmaz.» demiştir. Tebyîn'de de böyledir.
Bu cinsten olan mes'eleler, Mecmû'u'n - Nevâziî'de zikredilmiştir.
Bir kadın, kendisini bir başka
erkekle evlendirmek üzere bir şahsı vekil etse, o şahıs da, kendisini
vekil etmiş olan bu kadının hazır bulunduğu bir meclisde, iki kadının
da şehadetiyle, bu kadını evlendirse, İmâm N&cmü'd-din' «Bu nikâh
caiz olur.» demiştir. Ze-hıyre'de de böyledir.
Nikâh kıyılırken, şahitlerin hazır
bulunma vakti, îcap ve kabul vaktidir. Şahitlerin hazır 'bulunma vakti
evlenmeye izin verilen vakit değildir. Dolayısı ile, icazete bağlı
olarak, şahitsiz olarak ak-tedilen nikâh caiz olmaz. Bedâî'de de
böyledir.
6- İcâp ve kabulün bir meclisde olması da nikâhın şartlarındarıdır.
Şayet, meclis değişirse, nikâh
akdedilmiş olmaz. Şöyle ki: Bir meclisde, iki taraf da hazır bulunur;
bunlardan biri îcap (= evlenmeyi talep) eyler, diğeri ise, kabul
etmeden o meclisten kalkar veya meclisin değişmesini gerektiren bir işle
meşgul'olursa, bu durumda nikâh aktedilmiş olmaz.
Keza, meclisde, taraflardan biri
hazır bulunmazsa, yapılan bu akîd (yani kıyılan bu nikâh) sahih olmaz.
Şöyleki: Bir kadın, iki şehid huzurunda : «Ben kendimi filan adama
nikâh eyledim.» dese; eğer o adam orada hazır değilse, bu haber
kendisine ulaşınca : «İşte ben de kabul ettim.» dese bile, bu nikâh caiz
olmaz.
Veya, bir şahıs, iki şahit
huzurunda : «Ben filân kadınla evlendim.» demiş olsa ve fakat
«evlendim» dediği kadın, o mecliste hazır olmasa ve bu haber o kadına
ulaşınca : «Ben de, kendimi o şahsa tezvîc ettim.» demiş olsa, yine bu
nikâh caiz olmaz. Bu kabul, yine, aynı iki, şahidin huzurunda olsa bile
durum böyledir. Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R-A.)'in ve imâm Muhammed (R.A.)'în
kavlidir.
Bir şahıs, bir kadına bir elçi
veya —evlenme talebi ile— bir mektup gönderse; o kadın da, iki şahit
huzurunda kabul eylese, bu durum da mânâ bakımından meclis bir olduğu
için, nikâh caiz oiur.
Eğer şahitler gelen elçinin sözünü
veya mektubu işitmezlerse, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ile İmâm Muhammed
(R.A.)'e göre, bu nikâh caiz olmaz; İmâm Ebû Vûsuf (R.A.)'a göre ise,
caiz olur. Bedâi'de de böyledir.
Mektup gelip okunduğu zaman, kadın
o mecliste nefsinî o adama nikâh -eylemese de, başka bir mecliste,
şahitler huzurunda, nefsini o adama tecviz eylese; şahitler de, kadının
sözünü ve mektubun mahiyetini işitseler, yine bu nikâh caiz olur.
Hulâsa'do da böyledir.
Bir kadın : «Gerçekten filan şahıs
bana mektup yazmış; beni nikahlamak istiyor. Şahit olunuz; muhakkak ki
ben, nefsimi Ona tezvic eyledim.- demiş olsa; bu nikâh caiz olur. Çünkü
şahitler, bu akdin icabını kadından duydular; nikâhı talep eden şahsın
sözünü de kadın, şahitlere, böylece duyurmuş oldu. Zehıyre'de de
böyledir.
îcâb ve kabû! —sadece— yazılmış olursa, bu yazılarla, nikâh akdedilmiş olmaz. Fethü'l - Kadîr'de de böyledir.
Elçi olmak hususunda; hür, köle,
küçük, büyük, âdil ve fasık müsavidir. Çünkü elçilik, sadece gönderen
kimsenin sözünü tebliğ etmekten ibarettir. Hulâsa'da da böyledir.
Yürürken veya hayvan üzerinde
giderken yapılan nikâh akdi caiz olmaz. Ancak, gemide gidilirken yapılan
nikâh akdi câîz olur, Bahrü'r - Râık'ta da böyledir.
Kabul için acele etmek, bize göre şart değildir. El-Aynî Şer-hü'I - Hidâye'de de böyledir.
7- Kabulün, İcaba muhalif olmaması da nikâhın şartlarındandir. Şöyfeki :
Bir kimse, diğer bir kimseye :
«Bin dirhem üzerine kızımı sana tezvîc ettim.» dediği zaman, ikinci
şahıs : «Nikâhı kabul ettim; fakat mehri kabul etmiyorum.» dese, bu
nikâh batıl olur, (= geçerli olmaz.) Fakat, ikinci şahıs, nikâhı kabul
etse ve mehir hususunda ise sussa; nikâh, aralarında geçmiş bulunan
konuşma üzere kıyılmış olur. Fetâvâyi Ebi'I - Leys'de de böyledir.
Mecmûu'n - Nevâzil'de : «Bir kn!e,
bir kadını, efendisinin izni olmadan, kendisinin kıymeti karşılığında
nikâhlasa; efendisi de: «Nikahlatmasına izin verdim, rakabesî (=
hürriyeti) karşılığı ücret yoktur.- dese; bu nikâh caiz oiur. Kadına
mihir olarak, mislinin et azmınvdeğeri veya köle satılmış olursa,
satıştan elde edilen miktar mehir olarak verilir. Zehıyre'de de
böyledir.
Bir kadın, kendisini, bin dirhem
mehirle, bîr şahsa tezvic etse; o şahıs da bu kadını, iki bin veya beş
bin dirhem mehirle kabul etse, !bu nikâh sahih olur. Ve mehir
olarak, edamın kabul ettiği en yüksek miktar ödenir. Fetva da bunun
üzerinedir. Nehru'I -Fâık'ta da böyledir.
8- Nikâhı, kadının vücûdunun
tamamına veya tamamı .aniams-na gelecek bir şeye izafe etmek de şarttır.
Baş ve boyun gibi... El ve ayak bunun hilâfınadır.
Nikâh sırta veya karna izafe
edilmiş olursa, Halvanî: «Bizim âlimlerimiz, bu nikâh sahih olur
demişlerdir.» demiştir. Bahrü'r - Râık'ta da böyledir,
Nikâh, kadının yansına Izâfe
edilmiş olursa, bu durumda iki rivayet vardır. Sahih olan rivayet ise, o
nikâhın sahih olmadığıdır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir,
Tefârıyk'ta «Bir kimse, bir
kadının yarısını tezvîc etse âlimlerin bazıları bu nikâh caiz olur
demişlerdir.» şeklinde bir kavil vardır, Muhtâru'l Fetâvâ'da da
böyledir.
9- Kocanın ve kadının balig olmaları ve bilinmeleri de nikâhın şartlarındandır.
Bir kimse, bîr adamın, iki
kızından —her hangi —birini tezvic eylemiş olsa, bu nikâh sahih olmaz.
Ancak, bu kızlardan birisi evli ise, bu durumda evli olmayan kıza
yönelinir, Nehru'I - Fâık'ta da böyledir.
Küçükken kendisine bir isim
verilen ve büyüyünce de bu ismi değiştirilen bir kız, eğer ikinci ismi
söylenerek tezvic edilir ve kız, bu isimle tanınıyorsa nikâh sahih olur.
En doğrusu, kızın isimlerinin her ikisini de zikretmektir. Zahirlyye'de
de böyledir.
Bir kimsenin Fatma isimli bir kızı
olsa da, babası 'bir şahsa : «Ayşe isimli kızımı sana nikahladım;» dese
de kızın şahsını işaret etmese; Fetâvâ el-Fadlî'de: «Bu nikâh
kjyilmiş sayılmaz.» denilmistir, Ancajc, bu şahıs : «Kızımı sana
nikahladım.» dese ve başka bir şey söylemese, eğer bu adamın bir kızı
varsa, bu nikâh caiz olur. Muhiyt'te de böyledir.
Bir kimsenin, büyüğünün adı Ayşe,
küçüğünün adı Fatma olan iki kızı bulunsa; bu adam büyük kızını
nikâhlamayı isterken, küçük kızının adını söylemiş olsa, nikâh küçük
kızın üzerine kıyılmış olur. Şayet, bu adam «Büyük kızım Fatma'yı
nikahladım.» demiş olsa, hiç biri nikahlanmış olmaz. Zrhîriyye'de de
böyledir.
Küçük bir kızın babası: «Ben filan
kızımı, filanın oğluna nî-kâhladim.» dese; o adam da: «Oğlum adına
kabul ettim.» dese, fakat oğlunun adını söylemese; eğer bu adamın iki
oğlu varsa, bu nikâh caiz olmaz. Ancak, bu adamın bir oğlu varsa, bu
nikâh sahih olur.
Şayet kızın babası, oğlanın adını
söyleyerek: «Kızımı, filan oğluna verdim.» der ve oğlanın babası da :
«Onun adına kabul eyledim.* derse, nikâh sahih olur.
İki küçük hünsâ bulunsa; bunlardan
birisinin babası, diğerinin babasına, şahitlerin huzurunda : «Şu
kızımı, şu oğluna verdim.» dese, diğeri de :«Kabuİ ettim.» dese; sonra
da, kız zannedilenin oğlan, oğlan zannedilenin de kız olduğu açıklık
kazansa, bu nikâh caiz olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
O Küçük çocukları olan iki babadan
biri, diğerine : «Kızımı verdim.» dese ve başka 'bir şey söylemese,
oğlanın babası da : «Kabul ettim.» dese, bu nikâh babaya âit olur.
Muhtar olan budur. Muh-târü'l - Fetâvâ'da da böyledir. Sahih olan budur.
Zahîriyye'de de böyledir. [4]
Nikâhın Hükümleri
Nikâhın sahih bir şekilde akdedildiği andan itibaren :
1- Şer'an müsâade cihetiyle, iki tarafın birbirlerinden faydalanmaları helâl olur. Fethü'l - Kadîr'de de böyledir.
2- Erkek; kadını, açık-saçık çıkmaktan men etme hakkına sahip olur.
3- Mehir, nafaka ve giyim erkeğin üzerine farz oîur.
4- Sıhriyyet sebebi ile meydana gelen akrabalar (in bir kısmı) ile nikahlanma haram olur
5- İki taraf, birbirlerine vâris olurlar,
6- Birden fazla evli olan erkeğin, kadınlar arasında adaletle hareket etmesi gerekir.
7- Kadın, yatağına da'vet ettiği
zaman kocasına itaat etmelidir. İtaat etmediği zaman, kocasının onu
te'dip etmeye selâhiyeti olur. İyi geçinmeleri ise müstehaptır. Bahrü'r -
Râık'ta da böyledir.
İki bacının nikâhını cem' etmek ve bu mahiyetteki işler haramdır. Sirâcü'l - VehhâcTda da böyledir. [5]
2- NİKÂH HANGİ SÖZLE SAHİH OLUR. HANGİSİ İLE SAHİH OLMAZ?
Nikâh icap ve kabul (sözleri) ile
aktedilir. Bu sözlerin geçmiş zaman sîgası veya birinin geçmiş
zaman, diğerinin ise gelecek zaman, şimdiki zaman, geçmiş zaman veya
emir sîgası olması hâlinde'nikâh «sahih olur. Nehru'I - Fâik'te de
böyledir.
Bir kimse, bir kadına, şahitler
huzurunda : «Seni şu kadar mehirle, nikâhımın altına lalayım mı?» dese; kadın da —cevap olarak— : «Kabul eyledim.» dese; — koca, her ne 'kadar:
«Kabul ettim.» dememiş olsa bile— bu nikâh tamam olur. Zahıyre2de de
böyledir.
Bir erkek, bir kadına: «Nefsini
bana tezvîc eyle.» dese kadın da : «Kabul ettim.» demiş olsa, eğer bu
sözle istikbâli (= gelecek zamanı) kasdetmiş olmazsa, bu nikâh tamam
olur. Nebrü'l - Fâik'ta da böyledir.
Nikâh söz ile aktedildiği gi'bi;
evlenen ahras ise, malum (= herkesçe bilinen) bir işaret yapılarak da
aktedilöbilir. Bedâi'de de 'böyledir.
Uzakta bulunanlar, mektup ile
nikâh aktedebilirler; ancak bu durumda şahitlerin mektupta
yazılanlara muttali olmaları veya bunu işitmeleri şarttır, Nehru'I •
Fâık'ta da böyledir. [6]
Sarih Lafız, Kinaye Lafız :
Nikâh aktinde kullanılan îcap ve kabul tafizlarr İki nevidir:
1- Sarih Lafız: Manası karineye mırhtaç olmadan, derhal anlaşılan açık lafız.
2- Kinaye : Anlaşılması, karineye veya nîyyete muhtaç, olan kapah iafız.
Nikâhta sarih olan lafız,
«tenekküh - tenkiti» veya «tezevvûc -tezvîc» kelimeleri ve bu
kelimelerden müştak olan (= türeyen) diğer
kelimelerdir.
Bu lafızların dışında'ki lafızlar
ise, kinayedir. Kinaye de, bir şeyin aynını mülk edinmeyi ifâde eden;
bey'i, -şıra (= satma, satın alma) sadaka, atıyye temlik gibi sözlerdir.
Bu lafızlarla da, nikâh kıyılmış olur. Mebsût'ta da böyledir.
Hibe lafzı İle de, nikâh kıyılmış olur. Hidâye'de de böyledir.
Bir kadın, bir erkeğe : «Nefsimi
sana hibe ettim.» demiş olsa, erkek de = «Aldım, kabul ettim.» dese, bu
durumda bu nikâh akdedilmiş olmaz; denilmiştir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir.
Bir şahıs, diğer 'bir şahsa : «Kızımı sana, hizmet etmesi için hibe ediyorum.» dese; o şahıs da : «Kabul ettim» demiş olsa, bu nikâh sayılmaz. Zahıyre'de de böyledir.
Bir erkek, bir kadından zina
talebinde bulunsa, bunun üzerine kadın da: «Nefsimi sana hibe ettim,»
dese; erkek ise: «Kabul ettim.» demiş olsa, bu da nikâh olmaz. Fetâvâyî
Kâdîhân'da da böyledir.
Temlik (— mülk edinme), sadaka ve satma lafızları ile de nikâh aktedilir. Sahih olan budur. Hidâyefde de böyledir.
Keza, «satın almak» lafzı ile aktedilen nikâh da sahih olur. Fetâ^ vâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Keza, «...kılmak, etmek» lafzı ile aktedilen nikâh da sahih-. tir. Kenz Şerhi'nde ve Tebyîn'de de böyîedir.
Bir erkek, bir kadına : «Sen
benimsin» veya : «Sen benim oî-dun.» dese; kadın da : «Evet» veya : ^Ben
senin oldum» demiş olsa. bunlar nikahlanmış olurlar. Vecîzü'l
Kerderî'de de böyîedir.
Bir erkek, bir kadına: «Bin dirhem
karşılığında, senin bir kısım [yerlerin) den faydalanma hakkı benim
oldu.» dese; kadın da : «Kabul ettim.» demiş olsa, bu sahih bir nikâh
olur. Zahıyre'de de böyledir.
Bir kadın, bîr erkeğe : * Nefsimi
sana tarla ettim.* dese, erkek de : «Kabul ettim,» demiş oisa, bu —
sözleri — nikâh olmuş olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Mûîıâne (— Talâk-ı 'bâîn ile
boşanmış olan bîr kadın, kocasına : «Nefsimi sana geri döndürüyorum.»
dese, kocası da, iki şahit huzurunda : «Kabul ettim.» demiş olsa, bu,
nikâh olur, Serah-sî'nin Muhıyt'inde de böyledir.
Nâtifî'nin Ecnâsı nda : «Bir adam
karısını, talâk-ı seîâse veya taiâk-ı kâine ile boşadığı sırada,
«...bunun üzerine, bir şartla sana müracâat ederim [= dönerim.)» dese;
kadın da buna, şahitler huzurunda razı olsa, bir mal zikredilmemiş olsa
bile, nikâh sahihtir. Ancak, bu nikâhın sahih olması için, kocanın
şartının yerine gelmiş olması gerekir; aksi takdirde, nikâh sahih
olmaz. Zahıyre'de de böyledir.
Bir kimse, —yukarıdaki— bu sözü,
aralarında nikâh bulunmayan yabancı bir kadına şahitler huzurunda
söylemiş olsa; kadın da: «Razı oldum.» dese, bu sözlerle nikâh
aktedilmiş olmaz. Fetâ-vâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Ancak, bu erkek.o kadına : «Benim
karım oldun mu?» dese; kadın da : «Oldum.» cevabını verse, bu sözlerle
nikâh kıyılmış olur. Örf hükmüne göre, bu kavil açık bir kavildir.
Hulâsa'da da böyledir.
Bîr şahıs, başka bir şahsa :
«Kızını bana ver.- dese! kızın babası da: «Verdim.* dese; bu durumda,
isteyen şahıs: «Kabul ettim.» demese bile, nikâh kıyılmış olur/
Ancak, ilk şahıs, kızın babasına :
*Bana —-kızını— sen verdin.» demiş olsa da, o da : «Sana —kızımı— ben
verdim.» demiş bulunsa: !bu durumda, kızı isteyen şahıs : «Kabul ettim.»
demedikçe nikâh akdedilmiş olmaz. Fakat, bu şahıs, kızın babasına :
«Sen, kızını bana, kart olarak verdin.» demiş bulunur ve İsteği de bu
kavlinden belli olursa, kızın babası; «Sana kızımı verdim.» deyince,
İsteyen kimse; «Kabul ettim.» demese bile nikâh kıyılmış olur.
Mecmûu'n * Nevâzîl'de, Şeyhü'I -
İmâm Neemü'd dîn en Nesefî'nin şöyle dediği rivayet edilmiştir:
«İsteyen şahsın; «Kızını bana 'kanlığa ver.» demesi ve kızın 'ba'basimn
da = «Karılığa verdim» demesi gerekir; bu kavillerin haricînde nikâh
sahih olmaz.»
Bazı âlimlerimize göre, durum
(böyledir: bazılarına göre ise bu nikâh da sahih olur. Ancak,
Nefesî'nin dediği gibi, «Kanlığa ver». «Karılığa verdim.» sözleri İlâve
edilirse, bu durumda nikâhın, caiz olacağı hususunda bir ihtilâf
yoktur. Muhiyt'te de böyledir.
Bir şahıs, bîr 'kadıma : «Nefsini,
filan adama zevce olarak verdin mi?» dese; kadın da : «Verdim.» dese;
bunun üzerine adam : «Kabul ettin mi?» diye sorunca, kadın : «Ka!bul
ettim.» cevabını vermiş olsa; burada her ne kadar «müvekkilim filan'a»
diye vekâlet hususu belirtilmiş olmasa bile, bu nikâh kıyılmış olur.
Bir kadına : «Kendi nefsini bana zevce kıldın mı?» denilse; kadın da : «Kıldım» dese, nikâh kıyılmış olur.
Bir şahıs, bir kadına: «Kendi
nefsini bana zevce kılıyor musun?» dese; kadın da: «Kılıyorum.» dese
nikâh akdedilmiş olur, Zehıyre'de de böyledir.
Bir kadına : «Nefsini, filan adama
tezvîc eyledin mi?» denilse; o da : «Hayır» dese; sonra da, söz
arasında : «Gerçekten ona nefsimi tezvîc eyledim.» demiş olsa; adam da :
«Kabul ettim.» dese, bu nikâh sahih olur. Hulâsa'da da böyledir.
Necmü'd - dîn'den soruldu :
— Bir erkek, bir kadına: «Nefsini
bana, bin dirhem mehir karşılığında, tezvîc için verir misin?» dese;
kadında: «Duydum ve kabul eyledim,» dese, ne olur? O :
— Nikâh kıyılmış olur, cevabını verdi. Muhıyt'te de böyledir.
Bir kadın, birerkeğe : «Nefsimi
sana tezvîc eyledim.» dese; erkek de : «Hanımefendiliğe kabul ettim.»
dese, bu nikâh sahih olur. Erkek böyie demese de; sadece: «Güzel.» demiş
olsa; eğer bunu istihza yolu İle söytememişse, yine nikâh sahih olur.
Hulâsa'da da böyledir.
Icâre ( — kiralama], iare (= ödünç
verme), ibâhe t= mübâh kılma, serbestlik tanıma), ihlâl (== hela!
kılma), temettü' (= kâr etme, kazanma), İcâze ( = izin verme) rıza (=
razı olma, hoşnud olma) ve benzerleri gibi lafızlarla nikâh akdedilmiş
olmaz. Tebyîn'de de böy-ledfr.
ikâle [= denilmemiş bir sözü,
söyledin diye İddia etme), hal' t~ soyma) sulh (= barışma, uyuşma,
uzlaşma) ve berâet (= bir dava sonucu temiz ve alakasız çıkma) lafızları
ile de nikâh sahih olmaz. Fetâvâyİ Kâdîhân'da da böyledir.
Şirket, ve kitabet (= ortaklık ve yaşızma) lafızları İle de nikâh sahih olmaz. Serahsı'nin Muhıyî'İnde de böyledir.
Feda (= bir şeyi, birinin uğrunda verme, gözden çıkarma) lafzı ile de nikâh sahih olmaz. Bahrü'r - Râık'ta'da böyledir.
l'tak [= azad etme, azad
edilme), velâ (= Efendisinin azad ettiği köle veya cariyesi üzerinde
olan hakkı; onlarla münasebeti), îdâ' (= emânet olarak verme) lafızları
ile de nikâh sahih olmaz. Gâ-yetü's - Sürûcî'de de böyledir.
Vasıyyet lafzı ile de nikâh akdedilmiş olmaz. Çünkü bu lafız,
ölümden sonra mülkiyeti ifade eder. Hidâye'de ve Kâfî'de de böyledir.
Bir 'kimse : «Cariyemin nikâhını,
bin dıYhem karşılığında vasıyyet ediyorum.» dese; başka bir kimse de:
«Kabul ettim.» demiş oîsa, nikâh kıyılmış olur. Nihâye'de de böyledir.
Bir kimse, diğer bir kimseye :
«Filan kızını bana, şu şeyin ibedeli karşılığında tezvîc eyle.» dese;
küçük kızın babast da : «Kaî-dir; istediğin yere götür.» demiş olsa, bu
durumda nikâh kıyılmış olmaz. Hulâsa'da da böyledir.
Bir kadın, bir erkeğe: «Nefsimi
sana tezvîc ettim. Ve istedim ki sen, «yüz dinar» diyesin.» dese; erkek
de : «Kabul ettim.» dese fakat «yüz dinar» sözünü söylemese, bu nikâh
akdedilmiş olmaz. ' Zehıyre'de de böyledir.
Bir erkek, bir topluluğu, kızım
kendisine nikahlamaları için bir adama gönderse; cemâat de, kızın
babasına ; «Kızını filan adam İstedi.» demiş olsa, kızın babası da =
«Verdim.» dese; cemâat ise: «Kabul ettik» deseler; bu durumda nikâh
kıyılmış olmaz. Çünkü, kızı istenen şahıstan, «kabul etme» sözünü
söyleme hususunda, bir emit almadılar,
—Aslında; kan - koca olmayan—bir
erkekle bir kadın; şahitler huzurunda, nikâhlarını ikrar edip farsca
olarak: «Biz karı - kocayız.» deseler, muhtar olan kavle göre, bu sözle
aralarında, nikâh kıyılmış olmaz. Hulâsa'da da böyledir.
Önceden aralarında nikâh
bulunmayan bir erkekle bir kadın; evli olduklarını söyleseler; yani
erkek: «Bu benim kanındır.»; kadın da : «Bu !benim kocamdır.» dese;
'bunların durumu hakkında âlimler arasında ihtilâf vâki olmuştur; ancak
sahih olan kavil, bunların nikahlanmış olmayacağıdır. Zahîriyye'de de
böyledir,
Cessâs'ın Muhtar Şerhi'nde
ise: «Bunların arasında yeni nikâh akdedilmiş olur. Veya,
şahitler, bu erkekle kadına : «İkiniz nî-kîhlandıniz mı?» deseler de
onlar da : «Evet», cevabım vermiş olsalar, aralarında nikâh
kıyılmış olur,» denilmiştir. Muhtiru'I - Fetâ-vâ'da da böyledir.
Yetîme'de zikrediidiğine göre, Ali es-Sâidî'den soruldu:
— Bir erkek, bir kadına selâm
verirken : «Selâm üzerine olsun, ey karım.» derse; kadın da : «Selâm
senin de üzerine olsun; ey efendim, kocam,» dersa, bu sözleri şahitler
de işitirse, durum ne olur? O. şu cevabı verdi:
— Aralarında nikâh kıyılmış oîmaz. Tatârhâniyye'de de böyiedir.
Bir sahsa : «Kızını, oğluma hizmetçi kıldın mı?» denilse; o da : «Kıldım.* dese, nikâh akdedilmiş oîmaz. Zehıyre'de de böyledir.
Küçük bir kızın babası: -Şahit
olunuz, gerçekten ben, küçük kızım filânı, şu kadar mehirle, filanın
küçük oğluna verdim.» dese; o 'küçük oğlanın 'babasına da: «böyle
olmadı mı?» diye sorulsa, o da: «evet böyledir.» dese ve başka bir söz
ilâve etmese; evlâ olan, bu nikâhı yeniden kıymaktır. Ancak, yeniden
kıyılmasa bile, bu nikâh caiz olur, Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir,
Bir kadın, bir erkeğe : «Nefsimi
sana ,'bin dirhem mehirle tezvîc eyledim.» dese; erkek de: «kabul
ettim.» dese, bu nikâh akdedilmiş olur. Fakat, kadın bunu farsca
kelimelerle söylese de, sözü — kasdetmiş olduğu— bu manâyı ifâde etmese,
bu nikâh sahih olmaz. Tecnîs'de de böyledir,
Bir kimse, bir kızın babasına :
«Kızını, bana tezvîc eyledin m!?» dese; o da: «eyledim.» dese veya
«evet» dese; bundan sonra, ilk şahıs: «Kabul ettim.» elemezse, nikâh
kıyılmış olmaz. Çünkü: ...tezvîc eyledin mi?» sözü, —durumu— haber almak
İçindir. Fe-tevâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Karz (= ödünç verme, ödünç alma;
borç) ve rehin lafızları ile,.nikâh akdedilip edifmeyeceği hususunda da,
âlimler arasında ihtilâf vardır. Ancak sahih olan, bu sözlerle nikâh
akdetmenin caiz olmamasıdır, Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
«İmâm Ebû Henîfe (R.A.) ve İmâm
Muhammed fR.A.)'in kavillerine göre ve kıyas üzere karz lafzı ile nikâh
akdedilir. Çünkü, bu iki İmamımıza göre, karz, temlik (= mülk edinme)
dir.» denilmiştir. Bu görüş muhtardır. Muhtâru'l - Fetâvâ'da da
böyledir.
Selem (= parayı peşin verip, malı
veresiye alma) lafzı ile nikâh kıyılır da denilmiştir; kıyılmaz da
denilmiştir. Sarf (harcama) lafzı hakkında daf —yukarıdaki gîbi— iki
kavil vardır, Kenz Şerhi'nde de böyledir.
«Onu sana, yarın nikâh ettim.» sözünde olduğu gibi, nikâhı •bir şeye izafe etmek sahih değildir,
Keza, bir erkek, iki şahidin
yanında, bir kadına : «Eğer baban müsâade ederse, seni şu kadar menide
nikâh ettim.» dese; kadın da : «Kabul ettim.» dese, bu nikâh da
akdedilmiş olmaz.
Bir erkek, bir kadınla, —ona da,
boşama hakkı vererek-— evlenmiş olsa, İmâm Muhammed (R.A.)'in Cami'
isimli eserinde zikrettiğine göre : Bu nikâh caiz olur; talâk İse
batıldır.
Fakîh Ebû'l-Leys ise: «Bu hüküm;
:—nikâh ekdine— erkeğin önce başlayıp, «boşama hakkı senin elinde
olarak, seni nikahladım.-demesi halindedir.
Ancak, —nikâh akdine— kadın önce
başlar ve erkeğe: «Ben nefsimi san:a nikahladım; boşama emri benim
elimdedir; kendimi istediğim zaman boşarım.» derse; kocası da : «Bunu
kabul ettim.» derse; ibu durumda nikâh caiz olduğu gibi, kadının boşama
hakkı da elin- . de olur,
Keza, ;bir efendi, bîr cariyesini,
bir 'kölesi İle evlendireceği zaman, eğer köle, söze önce başlar ve :
«Cariyeni bana, bin dirhem mehirle nikâhla; boşama hakkı da senin elinde
olsun; istediğin zaman boşa.» derse, efendisi de, onu nikâhlasa bu nîkâh caiz olur; ancak bu durumda, boşama işi efendinin elinde olmaz. .
Fakat, söze önce efendi başlar da:
«Cariyemi sana... nikâh eyledim; ancak boşama hakkı benim elimde
kalacak; ben istediğim zaman onu boşarım.» der ve isteyen şahıs da:
«Kabul ettim.» derse, bu durumda, hem nikâh caiz olur ve hem de
efendinin boşama hakkı olur.
Köle, efendiye : «Onu bana
nikahladığın zaman, işi dâima senin elindedir.» derse; efendisi de
nikahlarsa, bütün selâhiyet efendinin eünde olur; o kölenin efendinin
emrinden çıkması kat'iyyen mümkün olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir.
Şemsü'I - Eimme Serahsî: «Bir
erkek, bir kadını, hasad zamanında vermek üzere, bin dirheme tezvîc
etse; bu mes'ele hakkında âlimler arasında görüş ayrılığı vardır. Bana
göre, bu nikâh akdedilmiş olur; mehir ise, bahsi geçen harman zamanında
sabit olur.» demiştir. Muhtaru'i - Fetâvâ'da da böyledir.
0 Koca için, kadın için veya her
ikisi için, nikâhta özür ve sai-reden dolayı muhayyerlik yoktur.
Taraflardan birinin veya her ikisinin 'birden, üç gün veya daha az veya
daha çok muhayyer olması söz konusu değildir. Hatta, muhayyerlik şartı
ile nikâh akdedilmiş olsa bile, bu şart batıldır; nikâh geçerli olur.
Ancak özür, erkeğin, zekerinin
veya husyelerinin kesik olması veyahut da zekerinin harekete geçmez hali
olursa, bu durumda İmâm Ebû Hanîfe ÎR.A.) ile İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un
kavillerine göre, kadın muhayyerdir. Tahâvî Şerhi'nde de böyledir.
Nikâhta, taraflardan biri,
diğerinin; gözünün kör olmasını elinin çolak olmasını, kötürüm olmasını,
güzel olmasını, veya erkek, kadının kız olmasını şart koşar da durum,
bunların aksi çıkarsa; yine bu nikâhta muhayyerlik sabit olmaz.
Tatarhâniyye'de de böyledir.
Bir erkek, bir kadını şehirli diye
nikâhlar; kadın ise köylü olursa, bu nikâh caiz olur. Küfüv olunca,
muhayyerlik yoktur. Fetâvâyi Kâdihân'da da böyledir.
Ebû'I - Leys'in Fetâvâ'inda : «Bir
kimse, babası muhayyer olmak kaydı ile, 'bir kadını tezvîc etse; bu
nikâh sahihtir. —Babasına da — muhayyerlik yoktur. Zehıyre'de de
böyledir. [7]
3- NİKÂHLANMASI HARAM OLAN KADINLAR
Bu babda:
1- Nesep Sebebi ile Nikâhları Haram Olanlar,
2- Sıhriyet Sebebi ile Nikâhları Haram Olanlar,
3- Süt Emişmek Sebebi ile Nikâhları Haram Olanlar,
4- Dörtten Fazla Kadın Almak ve İki Kız Kardeşi Bir Nikâh Altında Cem Etmek Sebebi ile Nikâhları Haram Olanlar,
5- Hür Bir Kadın Üzerine Bir Cariyeyi Nikahlamanın veya Bunları Beraber Nikahlamanın Haramliğı,
6- Başkasının Hakkı Geçmiş Olan Bir Kadını Nikahlamanın Haram Oluşu,
7- Şirk Sebebi ile Nikâhlanması Haram Olan Kadınlar,
8- Mülk Olmaları Sebebi ile Nikâhları Haram Olan Kadınlar,
9- Talâk Sebebi İle Nikâhları Haram Olan Kadınlar, olmak üzerö dokuz bölüm vardır. [8]
1- Nesep Sebebi İle Nikâhları Haram Olan Kadınlar
1- Analar,
2- Kızlar,
3- Kız Kardeşler,
4- Halalar,
5- Teyzeler,
6- Erkek Kardeşlerin Kulan,
7- Kız Kardeşlerin Kızları:.
Bunlarla nikahlanmak ve cima etmek ebediyyen haramdır.
Anneler: Bundan kasıt, erkeğin
kendi annesi ile baba ve anne tarafından, ne kadar yukarı giderse
gitsin, bütün büyük anneleridir.
Kizler/: Bir kimsenin kendi
sulbünden gelen kızları ile oğullarının ve kızlarının kızları ve ne
kadar aşağı İnerse insin bunların da kızlarıdır.
Kız kardeşler* Baba - ana bir kız kardeşler; baba bir kız kardeşler ve ana bir kız kardeşlerdir.
Erkek kardeş kızları ve kız kardeş kızları: Yani yeğenler. Bunlar da, ne kadar aşağı inerse insin, nikâhları haramdır.
Haîelr.r: Halalar üç kısımdır: 1) Baba-ana bir halalar; 2] Baba bir halalar; 3) Ana bir halalar.
Keza; babanın, dedenin ve ananın ve büyük ananın halaları da, her ne kadar yukarı çıkarsa çıksın, hala hükmündedirler.
Halanın halasına gelince; bu
durumda bakılır: Eğer hala, (baba-ana bir hala veya baba bir hala gibiî,
bu halaların halaları da haramdır. Eğer hala, sadece ananın halası
ise, bu halanın halasını nikâh etmek haram olmaz.
Teyzeler: Baba - ana bir teyzeler, baba bir tezeler, ana bir teyzeler; babaların teyzeleri, anaların teyzeleri haramdır.
Teyzelerin teyzelerine gelince;
teyzelerin, ana-baba bir teyzeleri İle ana bir teyzeleri haramdır;
teyzelerin baba bir teyzeleri ise haram değildir. Serehsî'nİn
Muhıyt'inde de böyledir. [9]
2- Sıhriyet Sebeb İle Nikâhları Haram Olan Kadınlar
Sıhriyet sebebi ile nikâhları haram olan kadınlar, dört kısımdır :
1- Kanların .anneleri i!e baba ve anne cihetinden onların ne kadar yukarıda olursa olsun, büyük anneleridir.
2- Bir erkek, karısının kızlarını
ve bunların da, her ne kadar aşağı inerse insin kızlarını alamaz. Ancak,
bu hükümde bu erkeğin karısı ile (ki bu kadın o kızların anasıdır.)
cima1 etmiş olması şarttır, Hâvi'l - Kudsî'de de böyledir.
Karısının kızının, bu adamsn yanında olup olmaması da müsâvî-dîr. Kâdîhân'ın Câmiu's - Sağîr Şerhi'nde de böyledir.
Âlimlerimiz, kızlığın (='bir
adamın hanımının, başka kocasından olan, kızının) haramîığı hususunda,
halveti de, cima' makamına koymuşlardır.
3- Bir kimsenin; oğlunun, oğlunun
oğlunun, kızının oğlunun — kendileri ile halen nikâhlı bulunmayan—
karılarını da alması haramdır. Bunlar, ne kadar aşağı giderse
gitsin ve karılarına cima* yapmış olsunlar veya yapmamış bulunsunlar,
bu kadınlarla, o erkeğin nikâhlanması haramdır. Ancak, oğulluğun
ayrılmış bulunan karısını, babalığın alması haram değildir. Serahsî'nin
Muhiyt'inde de böyedir.
4- Baba ve anne tarafından, büyük
babaların ve ne kadar yukarı giderse gitsin, onların babalarının
karılarını nikahlamak ve cima' etmek de ebediyyen haramdır. Hâvî'l -
Kudsî'de de böyledir.
Sıhriyet sebebi ile, nikâhın haram
olması, sahih nikâh ile sabit olur; fâsid -nikâh ile sabit olmaz,
Serâhsî'nîn Muhıyt'lnde de böyledir.
Bir adam, fâsid bir nikâhla bir
kadın alsa, o kadının annesi, sadece bu —fâsid— nikâh sebebi ile haram
olmaz; bilakis cima' sebebi ile haram olur. BahrÜ'r- Râik'ta da
böyledir.
Bir kimse, bîr kadınla helal
olarak veya şüphe üzerine veyahut da zina yolu ile cima' etmiş olsa, bu
durumların hepsinde de sıhriyet sebebi ile haram olma kaidesi sabit
olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimse, b'" kadınla zina etse, o
kadının anası, anasının anası ve ne kadar yukarı giderse gitsin onların
da anaları ile; kızı, kızının kızı ve ne kadar aşağı giderse gitsin,
onların da kızları bu adama haram olur,
Keza, o zlnâ olunan kadın da, zina
eden erlceğln babasına, babasının babasına ve ne kadar yukarı giderse
gitsin, onların da babalarına; oğluna, oğlunun oğluna ve ne kadar aşağı
giderse gitsin onların oğullarına haram olur. Fethü'l - Kadîr'de de
böyledir.
Bir kadına cima' eden kimse, onu
ifdâ etse (=yanî kubül ve dübür yollarının arasını yırtıp birleştırse);
bu durumda, cirr.â'nın ferce yapıldığına dair kesin bilgisi olmadığı
için, o kadının anası bu erkeğe haram olmaz. .Ancak, bu kadın hâmile
kalır ve erkek de bu hamileliğin kendisinden olduğunu bilirse, bu
durumda o kadının anası bu erkeğe haram olur. Bahrü'r - Râık'ta da
böyledir,
Sıhriyet sebebi ile haremlik,
cima' yapmak sebebi ile sabit olduğu gfbi, dokunmak, öpmek ve şehvetle
ferce bakmak sebebi ile de sabit olur. Zehiyre'de de böyledir.
Bize göre, bu gîbi şeylerin nikâh, mülkiyet veya fücur se bebi ile yapılmış olması da müsâvîdir. Mültekıt'ta da böyledir.
Âlimlerimiz: «Bu hususta rebîbe (= üvey kız) de diğerleri de musâvîdir.» demişlerdir. Zehiyre'de de böyledir.
Bir kadını kucaklayıp boynuna
sarılmak ve etlerini şehvetle birbirine dokundurmak da, öpmek
yerindedir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Keza, şehvetle »ırmak da, öpmek gibidir, Hulâsa'da da böyledir,
Bir kadın, bîr erkeğin zekerine
şehvetle baksa veya ona şehvetle elini dokundursa veyahut da o erkeği
şehvetle öpse, bu sebeplerden dolayı sıhriyet haramîığı meydana gelir.
CevheretÖ'n - Neyyi-re'de de böyledir.
Başka yerine bakmakla, musâharat
(sıhriyet sebebi ile ha-ramlık) sabit olmaz. Ancak, şehvetle bakıp,
azalarına dokunmak, bu hükümden müstesnadır. Bunlar, şehvetsiz
yapılırsa, musaharatm sabit olmayacağında, bir görüş ayrılığı yoktur.
Bedâi'de de böyledir.
Burada, bakmak hususunda mu'teber oian, fercin dâhiline bakmaktır. Hidâye'de de böyledir.
Fetva da, bunun üzerinedir, Zahfaiyye'de ve Cevheretül - Ah-lâtî'de de böyledir.
Âlimlerimiz: «Bir kadın ayakta
iken, fercine bakılırsa, musa-harat hürmeti (= sıhriyet sebebi ile
haramiık) sabit olmaz; ancak, kadın, dayanarak oturmuş olduğu halde
fercin içine bakılırsa, bu ha-rsmlık sabit olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir.
Bir kimse, ince bir örtü veya bir
cam arkasından bir kadının fercine bakmış olsa; eğer ferci açıkça
görünürse, sıhriyet sebebi ile haramlık sabit olur.
Bir kimse, aynada bir kadının
fercini görmüş olsa ve ona şehvetle baksa, bu adama, o kadının anası da,
kızı da haram olmaz. Çünkü, bu erkek o kadının fercîni görmemiştir,
gördüğü onun aynada ki aksidir.
Bir havuzun kenarında veya bir
köprünün üzerinde oturan bir kadının ferci, suyun içinde görünse; bir
erkek de ona şehvetle bakmış olsa, sıhriyet sebebi Üe haramlık sabit
olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Sahih olan da budur. Hulâsa'da da böyledir.
Ancak, 'bîr erkek, suyun içinde
bulunan bir kadının fercîne şehvetle bakarsa, bu durumda sıhriyet sebebi
ile haramlık sabit olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir şahıs, kendi kızının fercine
şehvetsiz olarak baksa; cariyesinin de kızının durduğu şekilde
durmasını İstese ve kızının da fercini görmekte olduğu halde, cariyesine
şehvetle baksa; bu durum hakkında, âlimler: «Eğer, kızının fercine
bakmaktan dolayı, o adam şehvete gelmişse, karısı kendisine haram olur.
Ancak, o şekilde durmasını İstediği cariyesinin fercine baktığı için
şehvete gelmişse, karısı kendisine haram olmaz. Bu durumda, kızının
fercine bakması, şehvetle olmamış olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Dokunmak sebebi ile haramlığın
sabit olması için, dokunmanın kasden, unutarak, zoraki veya hatâen
olması arasında da bir fark yoktur. Fethü'l - Ksdîr'de de böyledir.
Dokunmak, uyku esnasında olsa bile, hüküm yine böyledir. Mi'râcü'd - Dirâyc'de de böyledir.
Bir kimse, cima yapmak için
karısını uyandırsa ve bu sırada eli karısı zanm ile kızına do'kunsa ve
müştehâ (dokuz yaşını geçmiş) olan kızına, annesi sanarak ilişmiş
olsa; o kızın annesi, o adama ebediyyen haram olur. Fethü'İ - Kadîr'de
de böyledir.
Bir kimse, kızının saçını şehvetle
okşasa; eğer bu kimsenin elinin dokunduğu saçlar, kızın başının
üzerinde olan saçlar ise, haramlık sabit olur. Şayet, dokunduğu saçlar,
başın haricinde sallan-an saçlar ise, haramlık sabit olmaz. Natıfî,
böyle bir ayırım yapmamıştır. Zahîriyye'de de böyledir. Vecîzü'l -
Kerderî ve Sirâcü'I - Vehhâc'-da da böyledir.
Bir kimse, şehvetle kızının tırnaklarını okşamiş olursa, yine haramlık sabit olur. Hulâsa'da da böyledir.
Dokunmak sebebi ile musâharatm
haram olması, ancak, kadınla erkeğin ar-alarında elbise (veya bir örtü)
bulunmadığı zaman gerekmektedir. Fakat, aralarında elbise (veya bir
örtü) varsa ve bu da dokunan kimseye, dokunduğu kimsenin sıcaklığını
hissettirmeyecek kadar kalın olursa, bu durumda musâ:harat haramlığı,
âleti İntişar etmiş olsa bile, sabit olmaz. Ancak, elbise [veya örtü)
ince olur da dokunanın eli, dokunulanın sıcaklığını duyarsa, haramlık
sabit o!ur. Zehıyre'de de böyledir.
Keza erkdk, kadının mestinin
altını okşasa ve fakat onun ayağının yumuşaklığını hissetmese, bu
durumda haramlık sabit olmaz; hissederse, haramlık sabit olur. Fetâvâyi
Kâdîhân'da da böyledir.
Bir erkek, bir kadını örtüsünün
üzerinden öpse; kadın, eğer erkeğin dudaklarının hararetini (sıcaklığını
veya soğukluğunu) hissederse, bu durumda öpme ve dokunma fiili vuku'
bulmuş olur. Muhiy-te de böyledir.
Haremliğin sabit olması İçin,
dokunmanın devamlı olması şart değildir. Hatta: «Bu 'adam, elini
şehvetle uzatsa ve eli, kızının burnuna dokunsa; bu dokunmadan dolayı o
adamın şehveti artarsa; elini, o anda geri çekse bile, karısı kendisine
haram olur. Zehıyre'de de böyledir.
Ancak, bu durumda, kadının müşteha olması şarttır. Tebyîn'-de de böyledir.
Fetva, şehvet mahallinin dokuz yaş olduğu; bundan daha aşağı olmadığı şeklindedir. Mi'râcü'd- Dirâye'de de böyledir.
Ebû'l - Leys : «Dokuz yaşından
aşağı olanlar müşteha olmazlar.» demiştir. Fetva da bunun
üzerinedir. Felâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
İmâm Ebû Bekr şöyle demiştir:
«Müftünün, yedî ve sekiz yaşların müşteha olacağına, fetva vermesi
münâsip olur. Aslında, bu yaşlardan dolayı sıhriyet sebebi ile haramlik
sabit olmaz; ancak bu yaşlarda bulunan kızlar, vücutlu ve şişman
olurlarsa, sıhriyet sebebi ile haramlığın sabit olacağına, fetva
verilir.» Muzmarât'ta da böyledir.
Bir kimse, müşteha olmayan bir
küçük kızla cima' etmiş olsa, sıhriyet sebebi ile haramhk sabit olmaz.
Bahrü'r-Râık'ta da böyledir.
Bir kadın, ne kadar yaşlı olursa
olsun; hatta, kendisinden şehvet uzak olsa bile, sıhriyet sebebi ile
haramlığı gerektirir. Çünkü o, haram olan kadınlara dahildir. Yaşlılığı
sebebi ile haramfıktan çıkmaz; çocuk gibi değildir. Tebyîn'de de
böyledir.
Musâharat haramlığı için, erkeğin
de şehvet çağında olması şart kılınmıştır. Meselâ : Dört yaşındaki bir
erkek çocuk, babasının karısı ile cima' etse, bununla musâharat
haramlığı sabit olmaz. Fet-hü'l - Kadîr'de de böyledir.
Ancak, küçük bir çocuğun, kendisi
gibi diğer bir küçük çocuğa cima' etmesi, bulûğa ermiş kimselerin
cimâ'sı menzilindedir. Âlimler: «Bir küçük oğlan çocuk, küçük bir kız
çocuğuna cima1 etse, müşteha olup, utanan kimseye cima' etmiş hükmünde
olur. Fetâvâyî Kâdîhân'da da böyledir.
Şehvet hususunda, dokunma ve bakma
zamanına itibar edilir. Hatta, şehvetsiz olarak tutan veya bakan bir
kimse, onu bıraktıktan sonra şehvete gelse, bu sebepten dolayı sıhriyet
haramlığı meydana gelmez.
Erkekte şehvetin hududu, âletinin
ayağa kalkması veya daha önce, ayağa kalkmışsa, intişarının artmasıdır.
Tebyîn'de de böyledir. Sahih olan budur. Cevâhirü'l- Ahlâtıyye'de de
böyledir. Fetva da buna göredir. Huiâsa'da da böyledir.
Âleti intişar edip, karısını
isteyen kimse, karısı zannı ile kızının uylukları arasına girdirse, bu
durumda âletinin intişarı artmamışsa, kızın annesi haram olmaz.
Bu hüküm, erkeğin genç olduğu ve
cimâya gûcû yettiği durumlar içindir. Eğer erkek, ihtiyar veya hadım
olursa, şehvetin hududu, kalbinde arzu, iştah hasıl olması hâlidir.
Fakat, önceden de kalbinde bu iştah varsa, sıhriyet bakımından
karamlığın hasıl olması için, bu iştah ve hareketin fazlalaşması
gerekir. Mühıyt'te de böyledir.
Bu hususta, kadının ve zekeri
kesilmiş erkeğin şehvetinin hududu ise, —önceden şehvet halinde
değilse— kalbinde iştah hissetmesi ve ondan lezzet almasıdır; veya
önceden şehvet duymakta ise, bunun artması gerekir. Nikâye'de de
böyledir.
Bunların her hangi birinde de
şehvetin bulunması kâfidir. Bunun şartı ise, meninin İnzal olmasrdır.
Meni, dokunma, veya bakma anında inmedikçe, musâharat haramlığı sabit
olmaz. Sadru'ş -Şehîd böyle söylemiştir, Fetva'da bu kavil üzeredir.
Şümnî Şerh-i Nikâye'de de böyledir.
Dokunur dokunmaz inzal vâki olsa,
musâharat haramlığı sabit olmaz. Sahih olan kavil budur. Çünkü, inzal
sebebi ile, o kimsenin cimâ'a davet etmediği açığa çıkmış olur. Kâfî'de
de böyledir.
Kadının dübürüne bakmakla, m us ah ara t haramlığı sabit olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Keza, dü'bürden cima' yapma'kla da
sı'hrîyyet sebebi ile ha-ramlık sabit olmaz. Tebyîn'de de böyledir.
Esahh olan budur; Muhiyt'-te de böyledir; fetva da bunun üzerinedir.
Cevâhirü'l - Ahlâtî'de de böyledir. [10]
Bu Konu İle İlgili Diğer Bazı Mes'eleler
Bir kimse, sıhriyet sebebi ile haramhği fkrar ederse; bu ikrarı kabul edilir ve eşi ile aralan ayrılır.
Keza, bir kimse, bu haramlığı
nikâhtan önceye izafe ederek, karısına: «Ben seni nikahlamadan önce,
annenle cima' etmiştim.» dese; bu söz kabufedilir ve hemen ayrılırlar.
Ancak, bu söz, mehfr hakkında doğru kabul edilmez. O kimsenin, mehri
müsemmayı (= nikâh akdi esnasında, tayin edilmiş o!an mehri) vermesi
gerekir.
Bu ikrarda bulunan kimsenin,
ikrarının üzerinde İsrar etmesi de şart değildir. Şayet sözünden geri
dönmüş olsa ve : «Ben, yalan söy-Jedim.» dese; hakim bu sözüne inanmaz.
Ancak, bu durum kendisi ile Allahu Teâlâ arasında bir husustur; şayet,
başta yalan söyiemişse, karısı kendisine haram olmaz.
İmâm Muhammed (R.A.), Nikâh
Kitabında: «Bir kimse, bir kadın için : «Bu benim süt anamdır,* sonra da
: «Ben hata ettim.» deyip; o kadını nikahlamak istese, bu adamın,
istihsânen o kadını alma hakkı vardır.» demiştir.
Bir kimse, kendi yaptığı bir işi
haber verdiği zaman, £cîmâ' etmek gibi), bu sözü ile hanımından ayrılır.
Çünkü, kendi yaptığı işterr haber verirken nadir hata yapılır.
Ancak, emmek meselesinde, bu
şa'hıs kendi fiilinden haber vermiş değildir. Çünkü, emme zamanını
hatirlayamaz. Onu ancak, başkasından duymuştur. Başkasından duyulan
şeylerde ise, hata nâdirattan değildir. Tecnîs ve Mezîd'de de böyledir.
Bir kimse öpse, dokunsa veya
fercîne baksa; sonra da, bunları şehvetle yapmadığını söylese; bu
durumlar hakkında Sadru'ş -Şehîd : «Öpmek hakkında bu fiilin,
şehvetsiz olduğu açığa çıkmadığı müddetçe, haramlığın sabit olması ile
fetva verilir. Dokunmak ve ferce bakmak hususunda ise, haramlığın sabit
olması ile fetva verilmez. Ancak, bunların şehvetle yapıldığının ortaya
çıkması hâli müstesnadır; yani bu durumda haramlığın sabit olması İle
fetva verilir. Çünkü, öpmekte aslolan şehvettir; dokunmak ve ferce
bakmak İse bunun hilâfınadır. Muhiytfte de böyledir,
Bu hüküm, fercin haricine
dokunulmuş olması hâlinde geçerlidir. Eğer, bu kimse ferce dokunmuş
olursa, onun: «Ben, şehvetle dokunmadım.» demesine inanılmaz.
Zahîriyye'de de böyledir.
Büyük âlim İmâm Zabîrû'd - Dîn el -
Mürgmânî, ağız, yanak ve başı öpmek hallerinde; —bu fiillerin vukuunda
şehvet bulunmadığına delil getirilmez— sadece 'kanaat bildirilirse,
müsaharatın haramlığma fetva verirdi. Ve: «Onun [şehvetle değildi) sözü
tasdik edilmez.» derdi.
Bakkâlî'de: «Dokunmasının şehvetle olduğunu inkâr eden kimsenin sözü kabul edilir.» demiştir.
Ancak, boynuna sarılır da, âleti
harekete geçerse, bu durum müstesnadır; böyle olunca haramlık sabit
olur. Muhıyt'te de böyledir.
Memesini tutmuş olan bir kimse «şehvetle değildi.» dese bile, sözü kabul edilmez. Çünkü, galip olan ihtimal sözünün hilafıdır.
Keza, beraberce bîr hayvana binseler, sıhriyet sebebi İle haramlık sabit olur. Kerderî'nin Vecîzİ'nde de böyledir.
Şehvetle öptüğünü ve şehvetle dokunduğunu İkrar eden şehâdeti kabul edilir. Cevâhiru'l - Ahlâtfde de böyledir.
Bizzat dokunmak ve şehvetle öpmek
konusunda şehâdet kabul edilir mi? Muhtar olan kavile bu şehâdetin
kabul edileceğidir. Fahrü'I - İslâm Bezdevî, bu görüşü
benimsemiştir. Tecnîs'de ve Mezîd'de böyledir.
İmâm Muhammed (R.A.) de, Nikahı -
Câmî'de böyle zikretmiştir. Çünkü, bunların hepsinde de şehvet vuku'
bulur. Bu şehvet; ya, kadının bir azasının, erkeğin bir azasını harekete
geçirmesi ile olur; veya, bir uzvunu hareket ettirmeden, başka bir
tesirle olur. Zehıyre'de de böyledir. Bunlar, olması mümkün,olan
şeylerdir. Cevâhiru'l Ahlâtî'de de böyledir.
Kadı Ali es - Sağdı'd en soruldu ;
— Bir sarhoş, kendi kızını
kucaklayıp öpse ve ona cima' etmeyi kasdetse, bu sırada kızı: «Ben
senin kızınım», dese ve bu sarhoş kızını bıraksa; bu durumda, o
sarhoşa,.bu kızının anası haram olur mu?
O, şu cevabı verdi:
— Evet, haram olur. Tatarhânİyye'de de böyledir.
Bîr kimseye; «Karının anasına ne yaptın?» denilse de; o da : «Ona cima' ettim.» dese, sıhriyet sebebi ile haramlık sabit olur.
«Soran da, sorulan da, latife
etmiş olsalar; bu hususta bir şey gerekmez; bunlar yalancıdırlar;
sözlerine inanılmaz. Muhıyt'te de böyledir,
Bir adamın bir cariyesi olsa ve:
«Ben, ona cimâ' ettim.» dese; bu cariyeyi, o adamın oğlu alamaz. Cariye,
bu adamın mülkü olmasa bile durum böyledir
Bir kimse, babasına miras kalan
bir cariyeye, babasının cima' ettiğini öğrenirse, kendisi cima' edemez.
Serahsi'nin Muhryt'inde de böyledir.
Bir kimse, bîr kadını kız olarak
nikâhlasa; cima' etmek istediği zaman da, onu bozuk olarak 'bulsa ve:
«Seni kim böyle yaptı?-dese; kadın da: «Baban yapti.» demiş olsa; eğer
kocası,-kadının sözüne İnanırsa, kadın ondan boş olur ve kocanın mehir
vermesi gerekmez. Fakat, kadına İnanmaz ve onun sözünü yalanlarsa; bu
durumda o kadın, bu adamın karısıdır. Zahîriyye'de de böyledir.
Bir kadın, kocasının oğlunun,
kendisine şehvetle dokunduğunu iddia etse; bu kadının sözüne inanılmaz;
söz, kocasının oğlunun-dur, Sirâcü'I - Vehhâc'da da böyledir.
Bir oğul, babasının karısını veya
bir baba, oğlunun karısını şehvetle öpse ve bu durum kadının hoşuna
gitmese; erkek de şehvetli oiduğunu inkâr etse; erkeğin sözüne
inanılır. Eğer erkek, şehvetli olduğunu söylerse, ayrılık vâkî olur. Bu
durumda kocanın, karısının mehrini vermesi gerekir.
Bir kimse, bir şahsın cârîyesînî
tezvîc etse; sonra da bu câriye, kocası kendisi ile cima' etmeden önce,
kocasının oğlunu öpse; koca onun şehvetle öptüğünü, cariyenin efendisi
ise, şehvetsîz öptüğünü iddia etse; kocanın ikrar eyî-emesî, cariyenin
şehvetle öptüğüne delâlet edeceğinden; efendisinin de bunu inkâr etmesi
sebebi ile mehrin yarısı gerekir. «Ben onu, şehvetle öptüm.» dese bile.
cariyenin sözünün doğruluğu kabul edilmez. Muhıyt'te de böyledir.
Bir kadın, husumet sebebi ile, bîr
erkeğin zekerini yakalasa ve: «Şehvetsîz tuttum.» dese; bu kadına
inanılır. Hızânetü'l - Fetâvâ'-da da böyledir,
İmâm Muhammed.(R.A.): bu hususta
şöyle demiştir: Aslında nikâh, musaharat ve emişme sebebi iie kalkmaz;
belki de —bu durumlarda nikâh fâsid olur. (= bozulur.) Bunun içindir
ki, İşti'bah (= şüphe etme hâli) bulunsun bulunmasın, musaharat veya
süt emme sebebi ile nfkâh fâsid olduktan sonra ve ayrılmadan önce, cima'
eden kimseye had gerekmez. Zehıyre'de de böyledir.
Bir kadınla zina etmiş olan kimse,
sonradan tevbe etmiş olsa bile, bu kadının kızı, o adama ebediyyen
haram olur. Bu, haram cimâ'-dan dolayı, musaharat sebebi ile haram
oluşunun sabit olduğuna delâlet eder. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir..
Bir adamın, kendi öz oğlunun
karısının —baş'ka kocadan olan —kızını veya anasını almasında bir
<beis yoktur. Serahsînin Muhıyt'inde de böyledir.
Fetâvâyi Suğrâ'da şöyle denilmiştir:
Kocasından boşanıp, bir başkası
ile evlenen bir kadına, yeni kocası, zekeri bezle sarılı olduğu halde
cima' eder; sonra boşarsa; eğer cima' esnasında sargı, fercin
sıcaklığının zekere geçmesine mani olmuyorsa; bu kadının önceki kocası
ile —tekrar— evlenmesi helâl olur. Eğer bu bez, sıcaklığın geçmesine
mâni oluyorsa, bu kadın ilk kocasına helâl olmaz, Holâsa'da da böyledir.
[11]
3- Ridâ (- Emişmek) Sebebi İle Nikâhları Haram Olan Kadınlar
Rıdâ (= Emişmek) Kitabında da
bildirileceği gibi, akrabalık ve sıhriyet sebebi ile haram olanların
tamamı, emişmekle de haram olur, Serahsî'nin Muhıyt'tnde de böyledir.
[12]
4- Dörtten Fazla Kadını Ve
Birbirinin Mahremi Olan İki Kadını Bir Kimsenin Nikâhı Altında Cem
Etmesi Sebebi İle Nikâhları Haram Olanlar
Bu konu, iki kısımda incelenecektir:
1- Dörtten fazla yabancı kadını, bîr kişinin nikâhı altında toplaması;
2- Bir kimsenin birbirinin mahremi bulunan iki kadını nikâhı altında toplaması. [13]
Dörtten Fazla Yabancı Kadını, Bir Kişinin Nikâhı Altında Toplaması
Bir şahsın, dörtten fazla kadını, — nikâhı ile — bir araya çem etmesi helâl değildir. Serahsî'nin Muhıyt'inde de böyledir.
Bir kölenin de, ikiden fazla kadını nikâhı altında toplaması caiz değildir. Bedâî'de de böyledir.
Mükâtep, müdebber ve ümmü veledin oğlu, bu hususta köle gibidirler. Kifâye'd-e de böyledir.
Hür erkekler, diledikleri kadar
câriye satın alabilirler. Köleler içinse, efendisi bu hususta izin
vermiş olsa bile, câriye satın alma hakkı yoktur.Hâvî'de de böyledir.
Hür -erkeklerin, hür kadınlardan veya cariyelerden dördü ile evlenebilme hakları vardır. Hidâye'de de böyledir.
Bir köle, hür veya cariyelerden iki kadınla evlenebilir. Bah-rü'r- Râık'ta da böyledir.
Bir kimse, arka arkaya beş kadın nikahlamış olsa, önceki dört kadının nikâhı caiz olur; beşincinin nikâhı İse caiz olmaz.
Fakat, bu kimse, bu beş kadını bir akid ile nikahlamış olursa; beşinin de nikâhı fâsid olur.
Keza, bîr köle de, üç _kadını bir akidile nikahlamış olsa, üçünün de nikâhı fâsid olur.
Harbî olan bîr kimse, beş kadınla
evlendikten sonra, hep birden müslüman olmuş olsalar; bu kimse, eğer bu
kadınları arka arkaya almışsa; beşinci kadınla aralan açılır. Eğer,
hepsini bir akidle nikâhla-mışsa, hepsinin nikâhları da fâsid olur. Bu,
Ebû Hanîfe (R.A.) ile Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre böyledir.
Bu kimse, önce bir kadın almış,
sonrada dördünü birden almış olsa; sonraki dört kadının nikâhı caiz
olmaz; önceki kadının nikâhı ise, caiz olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir.
(Bir kimse, bir kadınla bir
nikâhla evlense; sonra, iki kadını da bir akidle nikâhlasa ve ayrıca üç
kadını da bir akidle nikahlamış olsa; fakat bu durum bilinmese, birinci
kadının nikâhı her hal-ü karda sahih olur. Fakat, diğer iki grup
kadınların, durumlarını koca'nm, sağlıklarında veya öldükten sonra,
fiilen veya kavlen açıklaması gerekir. Nikâhın fâsid olduğu açığa
çıkınca, sonraki iki gurup kadına, mehir de, mîras da verilmez.
Tatarhânîyye'de de böyledir.
Bir kadın, iki erkeğe nikahlanmış
olsa; eğer bu erkeklerden birinin dört karısı var İse, diğer erkeğin
nikâhı caiz olur. Serahsî'nin Muhıyt'inde de böyledir. [14]
Bir Kimsenin Birbirinin Mahremi Bulunan İki Kadını Nikâha Altında Cem Etmesi
Nikâhta, iki kız kardeşin arası cem edilemez.
Birbirinin kız kardeşi iki
cariyenin arası da, cima' ile cem edilemez. Bunların kardeşliğinin
nesep yönünden veya süt emme yönünden olması da müsavidir. Sirâcü'l -
Vehhâc'da da böyledir.
Bu husustaki asıl kaide şudur: Bu
kadınlardan biri erkek tasavvur edilse, bunların aralarında nesep veya
süt emme sebebinden nikâh caiz olmuyorsa, bu durumda olan kadınların,
bir erkeğin nikâhı altında cem edilmeleri de caiz olmaz. Muhiyt'te de
böyledir.
Bir kimsenin, karısı ile onun nesep veya süt emme yönünden halası veya teyzesini nikâhı altında cem etmesi caiz olmaz.
Bir kadınla, onun önceki kocasının
başka bir karısından olmuş bulunan üvey kızını, bir erkeğin nikâhı
altında cem etmesi caiz olur. Çünkü, şayet bu kadın erkek farzolunsa bu
kız ona helâl olurdu. Ancak, bu durumun aksi olsa İdi caiz olmazdı.
(Yani, kadının eski kocasının kızı, erkek farz olunsa; bu kadın ona
helâl olmazdı. Çünkü, bu kadın, onun babasının cima' eylediği kadındır.
Keza, bir kadınla onun cariyesini,
bir kimsenin nikâhı altında cem etmesi caizdir. Cariyeyi erkek farz
etsek seyyidesini alması helâl olmazdı. Ancak bu, akrabalık ve süt emme
yönünden değildir. Ebiîl -Mekârim'in Nikâye Şerhi'nde de böyledir,
Bir kimse ,iki kız kardeşi, bir
akidle nikahlamış olsa; hemen bunlar ayrılırlar. Bu ayrılma, duhûlden
önce olursa, ikisine de bir şey lâzım gelmez. Ancak, bunlar cimâ'dan
sonra ayrılırlarsa, bu kız kardeşlerden her birine, mehr-i müsemmânın,
misli itibari ile en azı verilir. Muzmarât'ta da böyledir.
Bu kimse, İki kız kardeşi ayrı
ayrı nikahlamış olursa; ikinci kız kardeşin nikâhı- sahih olmaz. Şayet,
durumu kadı bilirse, bunları derhal ayırır. Duhulden önce ayrılmış
olurlarsa, hiç bir hüküm sabit olmaz. Fakat bunlar, duhulden sonra
ayrılırlarsa, mehr-i mislin en azı gerekir; kadına ise, idde t lâzım
gelir. Böylece, nesep açığa çıkıp sabit olur. Bu şahıs da, ayrılan kız
kardeşin iddeti bitene kadar, önceki karısı olan kız kardeşin yanına
varıp cimâ'da bulunamaz. Serahsi'nin Muhıyt'inde de böyledir.
Bir kimse, iki kız kardeşi ayrı
ayrı nikahlamış olsa ve fakat hangisinin önce nikahlanmış olduğu
bilinmese; bu durumda, kocaya gerekli açıklamada bulunması emredilir.
Bir açıklamada bulunursa, fauna göre hareket edilir. Bir açıklamada
bulunmazsa; bu hususta bir araştırma yapılmaz ve bu iki kız kardeş de, o
kocadan ayırılır. Ta-hâvî Şerhi'nde de böyledir.
Bu durumda, bu iki kız kardeşe
akit esnasında konuşulan mehirieri müsâvî ise ve talâk duhûlden önce
vuku bulmuşsa, yarım mehir verilir; eğer mehirieri değişîkse, her birine
kendi mehirieri-nin dörtte biri verilir. Eğer nikâh kıyılifken, mehir
tesmiye edilme-misse, bu kız kardeşlerden her birine, yarım mehir
miktarı bir menfaat verilir. Eğer, ayrılık duhûlden sonra olursa, bu
durumda, bu kız kardeşlerden her birine, tam mehir vermek gerekir.
Tebyîn'de de böyledir.
Ebû Ca'fer Hindüvânî: «Bu kız
kardeşlerden her biri, nikâhta öncelik iddia ettiği ve fakat
delillerinin de bulunmadığı hallerde, bunların her birine yarım mehir
verilir. Ancak, bunlar: «Biz, hangimiz daha önce nikâhlandığımızı
bilmiyoruz.» derlerse; aralarında anlaşma yapana kadar, bunlara bir şey
verilmez. Gâyetü's - Sürûcî'de de böyledir.
Bu İki kız kardeş, şu şekilde
anlaşırlar: Hakimin huzuruna çıkıp ; «Bizim onun üzerinde mehir hakkımız
vardır; onu, bize vermedi.
Biz, aramızda yarım mehir almak
üzere anlaştık; sulh olduk.» derler. Hakimde, haklarını alıp,
kendilerine verir. Nihâye'de de böyledir.
Bu, iki kız kardeşten her biri,
kendi nikâhlarının, daha önco olduğuna şahit getirirlerse, bil-ittifak
aralarında yarım mehir vardır. Kitâbü'n - Nikâh'da böyle rivayet
edilmiştir. Zahirü'r - rivâyede de böyledir. Kâfî'de de böyledir.
Bu hükümlerin tamamı, iki kız
kardeş arasında sabit olup, açığa çıkacağı gibi; cem'i caiz olmayanların
tamamının arasında da sabit olur. Fethü'l - Kndîr'de de böyledir.
Bir kimse, iki kız kardeşten, duhûlden önco ayrılmış olursa ve sonra da bunlarrip- birini nikahlamak isterse, nikâhlıyabılir.
Eğer bu kimse, bu kız
kardeşlerden, duhûlden sonra ayrılmış olursa, bunlsnn jddetleri bitene,
kadar hiç birisi ile evîenemez. Birinin iddeti bitmiş: diğerinin ise,
bitmemiş olursa, iddeti bitmiş olanı alabilir; diğerini ise alamaz.
Eğer, onlardan birine duhûlü vaki olmuş ise, diğerinin iddeti bitmeden
onu alabilir. Eğer, diğerinin de iddeti bit-mş olurda, bu iki kız
kardeşten istediğini alabilir. Tebyîn'de de böyledir.
Bir kimse, İki kız kardeşin aralarını, nikâh yönünden cem edemediği gibi, faydalanma yönünden de cem edemez.
Meselâ : Câriye olarak, iki kız
kardeşe sahip olan bir kimse; bunlardan, istediği birinden
faydalanabilir. Birinden faydalanınca da, diğerinden faydalanması caiz
olmaz.
Keza, bir kimse, bir câriye satın
alıp, ona cima' etse; sonra da, onun kız kardeşini sstın almış olsa,
öncekine cima' ede-bilir; fakat önceki, kendisine haram olmadıkça
sonrakine cima' edemez. Onun, haram olması ise; ya, başkası ile
evlenmesi İle, veya mülkiyetinden çıkarmasıyle veya birine hibe
etmesiyle veya satmakla veya tasadduk etmekle veyahut da kitabetle (=
onu mukâtebe kılmak, yani azadını bazı şartlara bağlayarak yazılı bir
sözleşme yapmak sureti ile) olur. Tshavî Şerhi'nde de böyledir.
Bu hususta, bir cariyenin bir
kısmını azad etmek, tamamını azad etmek gibidir. Keza, bir cariyenin bir
kısmına sahip olmak, tamamına sahip olmak gibidir. Tebyîn'de de
böyledir.
İki kız kardeşi, câriye olarak
almış olan bir kimse önceden cima' ettiği kız kardeş için : «Bu, bana
haram olsun.» demiş olsa bile, diğer kız kardeş kendisine helâl olmaz.
Önceden cima' ettiği kadın; hayızlı, nifaslı, ikramlı veya oruçlu
olduğu zaman da, durum böyledir. Gâyetü's - Sürûcî'de de böyledir.
Bu durumda, kardeş olan bu iki
cariyesine de, cima' etmiş olan şahıs; birini, kendisine haram
etmedikçe, diğeri ile cima' yapamaz. Bunlardan birini, satar veya hibe
eder veyahut da, bir başkasına nikahlarsa; sonra da satın alan, bir
özürü sebebi ile geri getirir veya kendisi hibesinden geri döner veyahut
da kocası onu boşamış olur ve iddetî de tamam olursa; bu şahıs, bu iki
cariyeden hiç birine, — diğerini nefsine haram kılmadıkça— cima1 edemez.
Fetâvâyj Kâdî-hân'da da böyledir.
Bir kimse, cariyesi ile nikâhlansa
ve onun kız kardeşini satın alana kadar, nihâklandığı İle cima1
etmemiş olsa; satın aldığından da faydalanamaz. Çünkü, nikâhla yatak
s-efait olmuş demektir. Eğ.er, satın aldığına cimâî ederse, her ikisini
yatakta cem etmiş olur, Tahâvî Şerhî'nde de böyledir.
Bir kimse, cariyesi ile clmâ'
etmiş olduğu halde, onun kız kardeşini kendisine nikahlamış olea, bu
nikâh sahih olur. Bu nikâh sahih olunca, artık cariyesi İle cima'
edemez. Bu kimse, eğer; nikahladığına cima'.etmemişse, önceden cima'
etmiş bulunduğu cariyeye, onu kendi nefsine haram kılacak olan
sebeplerden birini yapmadıkça, nikâhlısı İle cima' edemez. Ancak, onu
kendine haram kılınca bu cariyesi ile cima' etmediği takdirde,
.nikâhlısı İle cima' eder. Hidâye'de de böyledir.
Bir kimse, cariyesinin kız
kardeşini, fâs/d bir nikâh İle nikahlamış ofsa, cima' ettiği cariyesi
kendisine haram olmaz; ancak, bu durumda, nikâhlısına cima' ederse,
cariyesi kendisine haram olur. Bahrü'r - Râık'ta da böyledir.
İki kız karderten her biri, bir
kimseye ; «Şu şey karşılığında, nefsimi sana tezvic eyledim.» dese veya
her ikisinin sözü de aynı and^ çıkmış olsa; adam da, bunlardan pirini
kabul etse, nikâh caiz olur.
Eğer, akid esnasında söze erkek
önce başlar ve: «İkinizi da, biner dirhem mehirie tezvic eyledim.»
derse; bunun üzerine, o iki kız kardeşten biri : «Ben kabul ettim.» der;
diğeri ise kabul etmezse, ikisinin nikâhı da batıl (= geçersiz) olur.
Zehiyre'de İmâm Muhammet)
(R.A.)'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: Bir kimse, kendisine bir
kadın nikahlamak üzere, İki ayrı şahsa vekâlet verse ve bu vekillerden
her biri, birer kadın nikahlamış olsalar; bu kadınlar da birbirinin süt
kardeşi bulunsa; fakat, hangisinin Önce nikâhiandığı bilinmese;
ikisinin nikâhı da, bâtıl (= geçersiz) olur. Keza, bunların ikisi birden
razı olsalar veya biri razı olsa diğeri razı olmasa, yine nikâhları
geçersiz olur. Muhıyt'te de böyledir.
İmâm Muhemmed (R.A.) şöyle
buyurmuştur: Vekil olmayan iki başıboş adam, iki kız kardeşi, kendi
rızaları ile ve ayrı ayrı akid-îerle, bir .adama nikahlamış olsalar;
evlenecek bu şahıs da, bu kız kardeşlerden birisine razı olsa, onun
nikâhı caiz olur. Ancak, bunlardan ikisi de bir akidle nikahlanmış
olsalar, hiç birinin nikâhı caiz olmaz. Zehiyre'de de böyledir.
Bu şekilde, iki kız kardeş bir
adama nikahlanmış olsalar; fakat bu kız kardeşlerden birisi, bir
başka şahsın ya iddetlisi veya rıikâhiısı bulunsa; bu durumda, başı bos
olanın nikâhı sahih olur. Se-rahsî'nin Muhıyt'inde de böyledir.
Bir kimsenin, kendisinden dolayı
iddet beklemekte olan bir kadının, kız kardeşini nikahlaması caiz olmaz.
Bu iddetin, talâk-ı rici'-den. talâk-ı bâin'den, talâk-ı selâse ile
boşamadan, fâsid nikâhtan veya şüpheli nikâhtan olması halleri de
müsavidir. Keza, bir kimsenin nikâhı altında c-em edilmeleri caiz
olmayan iki kadından birinin, îddeti bitmeden, diğeri nikâhlanamaz.
Kâfî'de de böyledir.
Bir kimse, ümm-ü veledini azad
etmiş olsa, onun iddeti bitmeden, kız kardeşini nTkâhlayamaz. İmâm Ebû
Hnntfe (R.A.)'ye göre, bu kadın dördüncü kadın İse yerine başka birini
nikâh etmesi helâl olur. İmâmeyn'e göre ise, bu durumda bu ümm-ü veledin
kız kardeşini nikahlaması da helâl olur. Fethü'l - Kadir'd e de
böyledir.
Bir kimsenin karısı, irtidat edip
(= İslâm Dininden çıkıp), harbe gitmiş olsa: bu adam, onun iddeti
bitmeden, bu kadının kız kardeşi ile evlenebilir. Nitekim, bu kadın
ölmüş olsaydı, bu adam, onun kız kardeşini hemen nikâhlıyabilirdi.
Eğer irtidat eden kadın, kocası
nikahlanmadan önce, veya onun kız kardeşi İle nikahlandıktan sonra
müslüman olup, kocasına geri dönmüş olursa, kız kardeşinin nikâhı, —bu
kadın vaktinde dönmemiş olduğu için— sahih olur. İkinci haîde de, İmâm
Ebû Hanîfe (R.A.)a göre, yine kız kardeşin nikâhı sahih olur; çünkü,
önceki kadının iddeti, —irtidat etmesi sebebi ile— sakıt olmuştur.
Yeni bir sebepr geri dönemez. Imâmeyn'e göre ise, bu durumda o kadın,
müslümt olarak geri dönünce, kız kardeşinin nikâhı caiz olmaz. Çünkü, bu
kadının müsiüman olarak geri dönmüş olması, gaibin geri dönmüş olması
gibidir. Fethü'I - Kadîr'de de böyledir,
İkisi de birbirinin halası olan
iki kadının, bir nikâh altında cem edilmesi câîz olmadığı gibi, ikisi de
birbirinin teyzesi olan, iki kadının da, bir nikâh altında cem edilmesi
caiz değildir.
İki kadının, birbirlerinin halası
olmasının şekli: İki şahıs, birbirlerinin anası ile evlenir; bunlar da
birer kız doğururlarsa; bu kızlardan her biri, diğerinin halası olur.
İki kadının, birbirinin teyzesi
olmasının şekli ise : İki adam, birbirlerinin kızları ile nikâhlansalar
da, onlarda birer kız doğursalar; bu kızlar da birbirlerinin teyzesi
oîurîar. Hidâye'de de böyledir.
Nikâhı haram olan bir kadının
üzerine nikahlanmış olan kadının nikâhı, sahihtir. Bu ise, şu şekilde
olur: Bir adam, iki kadın nikâhlssa da, birinin nikâhı (muharremattan
olması kocasının bulunması veya puta tapan vesenî bir kadın olması gibi
bir sebeple) heiâl oimasa,'diğer kadının nikâhı helâl ve sahih olur.
Ötekinin nikâhı ise, —zâten— batıl (= geçersiz) dir. Mehr-i Müsemmânın
tamamı, nikâhı helâl olan kadının olur. Bu, Ebû Hanîfe (R.A.)'nin
kavlidir. Tebyîn'-de de böyledir.
Bu durumda, bir kimse, nikâhı
helüâl olmayana da cima' etmiş olsa, o kadına da mehr-î misil verilir.
Mehr-i müs-emma ise, nikâhı helâl olanındır. Bu görüş esahhtır.
Mebsüt'ta böyle denilmiştir. Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kavli de budur.
Fethü! - Kadîr'de de böyledir. [15]
5- Hür Bir Kadin Üzerine Bir Gâhiyeyi Nikahlamanın Veya Bunlar! Beraber Nikahlamanın Hahamlığı
Bîr cariyeyi, hür olan bir kadının
üzerine nikahlamak veya bunları beraber nikahlamak caiz değildir.
Serahsî'nin Muhıyt'inde de böyledir.
Keza, mûdebbere [= efendisi
ölünce, hürriyete kavuşacak olan câriye) ve ümm-ü veled (-~ efendisinden
çocuk doğuran cariyemin nikâhları da, hür kadın üzerine caiz değildir.
Fethü'i - Kedîr'de do böyledir.
Bir kimse, hür bir hadmla bir
cariyeyi, bir akid ile nikahlamış olsa; hür kadının nikâhı caiz olur;
cariyenin nikâhı ise caiz olmaz. Bu hüküm, hür kadının nikâhmm yalnız
başına caiz olduğu durumdadır. . Eğer, hür kadının nikâhı, sahih ve
caiz değüse, cariyeyi onun üzerine nikahlaması hâlinde, cariyenin nikâhı
bâtıl oimaz, geçerli olur. Hulâsa'da da böyledir,
Bir kimse, önce hür bir kadını,
sonra da bir cariyeyi nikahlamış olsa; her' ikisinin nikâhı da caiz
o!ur. Fetâvâyî. Kâdihân'da da böyledir.
Bir kimse, talâk-i selâse veya
talâk-ı bâin üzere boşadığı kadının iddeti bitmeden, bir cariyeyi
nikahlaması, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye .göre caiz olmaz. İmâmeyn'e
göre ise, bu caiz olur. Eğer, ta!âk-ı ric'înin iddeti içinde, bu
cariyeyi nikahlamış olursa; bu ittifakla caiz olmaz. Kâfî'de de
böyledir.
Bîr kimse, bir câriye ve bir hür
kadını nikahlamış olsa; hür kadın da fâsid bir nikâhın iddeti veya şüphe
ile yapılmış bir cimâ'nın iddeti içinde olsa, Hasar, : «O şahıs,
kendisi ile bu iki kadın arasında ihtilâf içindedir.» demiştir.
Başkaları ise: «Bu cariyenin nikâhı, bi! - ittifak caizdir.»
demişlerdir. Açık ve sahih olan görüş budur.
Bir kimse, cariye, ric'î talâk
iddeti içerisinde iken, hür bir kadını nikahlamış, olsa; sonra da
cariyeye rüoû' etmiş bulunsa, nikâh caiz olur. Zehıyre'de de böyledir,
Bir köle, hür bir kadını
nikahlamış olsa ve kendi efendisinin izni olmadan ona cima' etse ve yine
efendisinin izni olmadan bir de câriye nikâhlasa; efendisi de
—sonradan-—her ikisinin nikâhlarına izin vermiş bulunsa, bu durumda, hür
kadının nikâhı caiz olur; cariyenin nikâhı İse, caiz olmaz.
Serahsl'nin Muhıyt'inde de böyledir.
Bir kimsenin, bir büyük kızı, bir
de büyük cariyesi olsa ve bu şahıs, başka bir şahsa: "Ben bunun ikisini
de, sana nikahladım.» dese! o şahıs da, cariyenin nikâhını kabul etse, o
nikâh geçersiz olur., Ancak, bundan sonra, hür olan kızın
nikâhını kabul ederse, bu nikâh caiz olur. Muhıyt'te de
böyledir.
Gücü yeten kimse, müsiüman veya ehl-i kitap olan bîr cariyeyi, hür bir kadının üzerine nikâhlıysbilir. Kâfî'de de böyledir.
Hür olan bir kadınla, bir cariyenin nikâhını uzun müddet, birlikte tutmak mekruh olur. Bedâi'de de böyledir.
Bir kimse, dört cariyeyi
nikahlamış olsa, beşinci olarak da, hür bir kadını nikâhlasa,
cariyelerin nikâhı sahih olur. Serahsî'nin Muhıyt'inde de böyledir.
[16]
6- Başkalarının Hakki Sebebi İle Nikâha Haram Olan Kadınlar
Bir kimsenin, başka birinin karısını nikahlaması caiz değildir.
Keza, iddeti bitmemiş oîan bir kadını, nikahlamak da caiz değildir. Sirâcü'l - Vehhâc'da da böyledir.
Bu iddetîn, boşanmaktan, ölümden, fâsid nikâhtan veya şüpheli nikâhtan olması halleri de, müsâvîdir. Bedâi'de de böyledir.
Bir kimse, başkasının nikâhlısı
olduğunu bilmeyerek, bir kadını nikahlamış ve cima' etmiş bulunsa; bu
kadının, iddet beklemesi gerekir. Fakat bu adam o kadını, başkasının
nikâhlısı olduğunu bile bile, nikâhlamışsa, —cimâ'sı, kocasına haram
olmadığı müddetçe — o kadına, Iddet lâzım gelmez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir.
İddet sahibinin, o kadını nikahlaması caiz olur. Serahsî'nin Muhıyt'inde de böyledir.
Bu hüküm, iddetten başka bir mâni olmaması halindedir. Bedâi'de de böyledir.
İmâm Ebû Hanife (R.A.) ve İmâm
Muhammed (RA)'e göre, zinadan hamile bulunan bir kadını, nikahlamak
caizdir; ancak, bu kadın, doğum yapana kadar ona clmâ' edilmez. Ebû
Yûsuf (R-A.)a göre ise, bu nikâh sahih olmaz. Fetva ise, öncekilerin
kavillerine göredir. Muhıyt'te de böyledir.
Bu durumdaki bir kadına, cima'
etmek mubah olmadığı gibi cimâ'yı teşvik edici haller de mubah olmaz.
Fethü'l -Kadîr'de de böyledir.
Mecmüu'n - Nevâzil'de: «Bir
kimse, zina etmiş olduğu bir kadını, nikahladığı zaman; onun hâmile
olduğu açığa çıkarsa, bu nikâh, bütün âlimlerimize göre caiz olur. Bu
adam, yine bütün âlimlerimize göre, o kadına cima1 edebilir. Bu kadının
nafakası da, o adamın üzerine olur. Umûmun kavline göre, bu böyledir.
Zehıyre'de de böyledir.
Bir adamın, nikahlamış bulunduğu
bir kadın, hilkati tamamlamış bir çocuk düşürse; eğer bu düşük, dört
aylık ise, nikâh sahih ve caiz olur; düşük dört aylıktan az ise, bu
nikâh caiz olmaz. Çünkü, bebek, yüz yirmi günlük olmadıkça, hilkat belli
olmaz. Zahîriyye'de 4e böyledir.
Hamile kadın, karnındaki çocuğun
kimden olduğunu biliyorsa; bu kadının ni'kâhı bil - icmâ' caiz olmaz.
Bu kadın, ibir harbîden thamile kalmış ve sonradan hicret etmiş veya
esir alınmışsa, nikâhı caiz olur; ancak, hamiiıri vaz edene (='doğurana)
kadar, nikahlayan kimse, onunla cima' edemez. Bu kavil, İmâm Ebû
Hanîfe (R.A.)'den, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) tarafından da rivayet
edilmiştir. T&hâvî de, bu kavli mu'temed görmüştür. Ancak, İmâm
Muhammed (R.A.), bunu men etmiştir. Kerhîde, bu kavle itimad
etmiştir. Esahh ve İtimad edilecek olan görüş de budur. Tebyîn'de de
böyledir.
Bir kimse, hâmile olan ümm-ü
veledini nikahlamış olsa; bu nikâh, battl olur. Ancak, bu ümm-ü veled,
hamiie değilse, nikâh câîz o!ur. Kâdîhân'm Câmiü's - Sağîri'nde de
böyledir.
Cariyesine cima' etmiş olan bir
kimse, daha sonra da, onu nikahlamış olsa, bu nikâh, caiz olur. Ancak,
bu câriye, erkeğin suyundan korunmak için istibra (= meniyi ferçten
uzaklaştırmak) yapıyorsa, bu durumda, nikâh caiz olmaz. Hidâye'de de
böyledir.
Bu durumda, efendinin istibra yapması müstehaptır. Hidâye Şerhî'nde de böyledir.
İmâm Ebû Hanîfe ile İmâm Yûsuf'a
göre, nîkâh câîz olduğu zaman, koca, İstibradan önce de, cima' edebilir.
İmâm Muhammed ise : «İstibra yapana kadar, cima1 yapılmasını hoş,
görmem.» demiştir. Nihâ-ye'de de böyledir.
Fakîh Ebû'l - Leys: «İmâm
Muhammed'in kavli, ihtiyata daha yakındır. Biz de, onu alıp, kabul
ederiz.» demiştir. Nihâye'de de böyledir.
Bu ihtilâf, efendinin cariyeyi
istibradan önce nikahlamış olması halindedir. Eğer câriye, istibrâyı
nikâhtan önce yapmış ise, îs-tibrâsız cimâ'nın caiz olduğunda, İttifak
vardır. Fethü'l - Kadîr'de de 'böyledir.
Bir kimse, zina ettiğini gördüğü
bir kadını nikâhlasa, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ile İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a
göre bu kadın, istibra[17] etmeden onunla cima' etmek helâl olur.
İmâm Muhemmed (R.A.) Ise^ «İstibra etmedikçe, o kadınla cima'
edilmesini, sevimli bulmam.» demiştir. Hidâye'de de böyledir.
Bize göre, bir babanın, oğlunun cariyesini nikahlaması caiz olur. Tatarhânîyye'de de böyledir.
O Kocasını, dâr-ı harpte bırakıp,
yalnız başına dâr-ı islâma gelmiş bulunan bir kadını, nikahlamak
caizdir. Ve bu kadının, idde! beklemesi g-erekmediği hususunda da, icmâ'
vardır.
Keza, hicret eâen kadınları
nikahlamak da, caizdir. Bunlara karşı, iddet beklemek de yoktur. bu,
İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ın kavlidir. İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) ile İmâm
Muhammed (R.A.) ise : «Bunlara karşı da, iddet beklenir; iddetleri
içinde, nikâhlanmaları caiz olmaz.» demişlerdir.
Hayızdsn dolayı istibra yapmadan önce, Cimâî yapmanın helâl olmadığı hususunda, ihtilâf yoktur. Bedâi'de böyledir. [18]
7- Şirk Sebebi İle Nikâhları Haram Olan Kadınlar
Mecûsîlerin ve vesenîlerin (=ateşe
topanların ve kitabî olmayıp, puta, aya, güneşe, yıldızlara ve benzeri
şeylere tapanların), — hür olsunlar veya câriye bulunsunlar— nikâhları
caiz olmaz. Sirâ-cii'l - Vehhâc'da da böyledir.
Putlara tapanlar; güneşe
yıldızlara tapanlar; suretler yapıp, onlara tapanlar ile zenadika,
batıniyye, ibahiyye ve saire gibi itikadı küfür olan bütün mezheplerin
mensupları da, nikâhı caiz olmayanlara dâhildirler. Fethü'l - Kadîr'de
de böyledir.
Müşrik ve mecüsî olan bir cariyeye, Mülk-i yemin[19] olması sebebiyle cima' yapılmaz.
Müslüman erkeklerin; harbî veya
zımmî, hür veya câriye olsun, etıl-i kitap olan kadınlarla,
nikâhlanmaîarı caizdir. Serahsî'nin Mu-hıyt'inde de böyledir.
Bu hususta, evlâ olan ise; böyle
yapmamak yanî bunları nikahlamamak ve zaruret olmadıkça, kestiklerini
yememektir. Fethü'l-Kadîr'de de böyledir.
Bir müslüman, kitabı bir kadınla
evlendiği zaman, onu kiliseye veya havraya göndermez; buralara
gitmesine mâni blur. Sirâcü'l Vehhâc'da da böyledir.
Bu kadını, evinde şarep yapmaktan da men eder. Nehrü'l-Fâık'ta da böyledir.
Kocası, kitabî olan bu kadını;
bayız, nifas veya cenâbetlik guslünü yapması için, icbar etmez.
(—zorlamaz.) Sîrâcü'l - Vehhâc'da da böyledir.
üar-t harpte, bir mûsiümanın,
enl-I kitap olan harbî bir kadını, nikahlaması caizdir; fakat !bu,
mekruhtur. Burada nikâhlandığı bir kadını, dar-ı İslama götürürse,
nikâhı baki kalır. Fetâvâyi KâdîhâıTda da böyledir.
Eğer, kendisi çıkar da, kitabî
ve harbî olan karısın? dâr-ı harpte bırakırsa, memleketlerin
ayrılığı sebebi ile, aralarındaki nikâh sona ermiş ve ayrılmış
olurlar. İmâm Serahsî'nin Mebsât Şerhi'-rıde de böyledir.
Müslüman olmayan bir erkekle,
müslüman olmayan bir kadın; velîsinin izni ile ve şahitlerin huzurunda
evlenseler; sonra da içlerindeki nifak inancını terk ederek İkisi birden
müslüman olsalar, 'kocası da, kadına duhûlü olmadan başını boş bırakmış
olsa; bu kadın, müslüman oldırktan sonra fakat, önceki kocasından
ayrılmadan önce, 'başka bir erkekle evlenmiş olsa; bunların durumu
hakkında Şeyhü'l-İmâm Ebû Bekir Muhsmmed bin Faril, şöyle buyurmuştur:
«Eğer on-ler müslüman olduklarını açıklar ve küfrün, küfür olduğuna
inanırlarsa, — önceki nikâhları caizdir. Kadının, sonradan yapmış
olduğu te-zevvüç, caiz değildir. Fakat bunlar, kâfir olduklarını açıklar
veya bunlardan birisi kâfirliğini meydana koyarsa, mürted hükmünde
olurlar ve önceki nikâhları sahih olmaz; kadının, ikinci nikâhı sahih
olur.» Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Semavî bir dine inananların hepsi
ve Hz. İbrahim (A.S.)'İn su-nûfu, Hz. Şit (A.S.J ve Hz. Dâvüd (A.S.)'m
kitapları gibi, bir kitaba bağlı olanlar, eh I - i kitap (= kitabî kitap
ehli) tırlar. Bunların kadınlarını nikahlamak, câirdir ve kestikleri
yenilir. Tebyîn'de de böyledir.
Sâbii olanlara gelince; İmâm Ebû
Hcnîfe (R.A.)'ye göre, bunların kadınlarım, müslüman erkeklerin,
nikahlamaları, caizdir. Ancak bu, mekruhtur.
Imâmeyne göre İse, bunları nikahlamak, caiz değildir. Kestiklerinin yenip yenmiyeceği hususunda da bu ihtilâf vardır
Bu hükümler; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, bunların, nasârâ (= hıristiyan) kavminden olup» Zebur
okudukları ve bazı yıldızlara, — bizim Ka'be'ye ta'zim ettiğimiz gibi™-
ta'zim ettikleri vakittin
Imâmeyn ise, bunların yıldızlara
ta'zimini, kertdilerine^ait, —puta tapanların ibâdetleri gibi— bir
İbâdet kıldıklarındartdır. Kâfi'de ve Hî-dâye Şerhleri'nin ekserîsinde
de böyledir,
Bir şahsın, ana-babasından birisi
kitabî, diğeri ise, mecûsî olsa; bu şahıs, kitabî hükmündedir. Yani.
ehl-i kitaptan sayılır. Bedai’de de böyledir.
Bir müslümanın nikahlamış
bulunduğu bir kitabî kadın, te-meccüs etse C= mecûsîliği kabul etse);
eralarirrda haramhk sabit olacağından, nikâhları fâsid olmuş olur.
Fakat, müslüman bir erkeğin, nikahlamış bulunduğu yahudî
kadın,hırstiyan olsa veya hırlstiyan kadın yahudi olsa, aralarındaki
nikâh sahihtir.
Bir müslüman erkeğin, nikâhı
altında bulunan kitabî kadın, sâbiî olursa; bu durumda, İmâm Ebû Hsnîfe
(R.A.)'ye göre, nikâhları fâsid olmaz; İmâmeyn'e göre ise, nikâhları
fâsid olur, Cevheretü'n - Neyyİ-re'de de böyledir.
El-Hucendî: «Bu hususta esas
kaide; Bu durumda, karı-kocadan biri; bulunduğu hâlini değiştirirse,
nikâh-caiz olmaz; —önceden — caiz olmuş bulunan nikâh da, bâtıl olur.
Mecusîlik de, nikâhı ifsâd eder. Mecusiliğe dönen kadından,
ayrılmak gerekir. Bu kadına, mehir de, bir menfaat de verilmez.
Eğer erkek, duhûlden sonra
mecûsîliği kabul etmiş olursa, karısının mehrinin tamamını ödemesi
gerekir. Fa'kıst erkek, cima1 yapmadan önce mecûsîliği kabul -etmiş ve
nikâh akdinde de belirli bir me-Ihir tesmiye edilmişse, karısına, onun
yansını verir; mehir tesmiye edilmemişse, ona, bir menfâat vermesi
îcabeder. Sirâcü'I - Vehhâc'da da böyledir.
İrtidad eden (= Müslüman iken
kâfir olan) bir erkek, îrtîdad eden veya müslüman bir kadını veyahut da
aslında kâfir olan bir kadını alamaz.
Keza, irtidad eden kadın da, hiç bir kimse ite nikâhlanamaz. Mebsût'ta da böyledir.
Müslüman 'bir kadın, müşrik veya kitabî olan bir kimse ile, evlenemez. SfrScü'l - Vehhâc'da da böyledir.
Mecûsî veya vesenî ofan kadınlar,
her çeşit kâfirle evlenebilirler; ancak, irtidâd etmiş olan kadınlar,
hiç bir kimse ile evlenemezler. Fetâvâyi Kâdîhâı'da da böyledir.
Yollan ve inançları ayrı ayrı olsa bile, zımmîler, birbirleri ilo evlenebilirler. Bedâi'de de böyledir.
Kitabî olan bir katimi, müsiüman
bir kadının üzerine, müslü-man bir kadını da, kitabî bir kedinin üzerine
almak, caizdir. Bu iki grup kadın, nikâha mahal olma bakımından
müsâvîdirler. Kâdîhân'm Câmîu's - Sağîri'nde de böyledîr. [20]
8- Mülk Sebebi İle Nikâhı Haram Olanlar
Bîr kadının, kölesi veya bir
başkası ile ortak bulunduğu kölesi ile tezevvüc etmesi caiz değildir.
Kadın, nikâhlı olduğunu göstermek için, o şahsın, kendi kölesi olduğuna
itiraz etse bile nikâhı batıl olur. Bedâi'de de böyledir,
Bir erkeğin cariyesi ile,
mükâtebesi ile müdebberesi ile, ümm-ö veledi ile veya bir kısmına
başkasının sahip bulunduğu cariyesi ile nikâhlanması caiz olmaz.
Fetâvâyî Kâdîhârrda da böyledir.
Keza. bir erkeğin; çalışıp
kazanarak, borcundan kurtulup, hürriyetine kavuşmasına, izin vermiş
bulunduğu cariyesi ile nikâhlanması da caiz değildir. Serahsî'nin
Muhıyt'inde de böyledir.
Âlimler: «Bu zamanda evlâ üten,
kişinin cariyeyi kendisine nîkâhlsmasıdır, Taki, câriye hür olunca,
nikâhın hükmü sebebi ile, ona nlmâ' etmesi helâl olsun. Sirâciyye'de de
böyledir.
İzinli ve müdebber olan kölelerin, nikâhlılarını satın almak la, bunların nikâhları batıl olmaz.
Keza, mükâtep bir kölenin, nikâhlısını satın almakla, bunlar arasındaki nikâh da fâsid olmaz.
Mükâtep, bir câriye satın alıp, bunu kendisine nikahlamış olsa; bu nikâh sahih olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre,
bir kısmı azad edilmiş olan köle de, mükâtep hükmündedir; bunun,
zevcesini satın almakla da nikâhı fâsid olmaz. İmâmeyn'e göre ise, bu
kimse, hürdür, 'borçludur ve bu durumda, nikâhı fâsid olur. Sirâcü'l -
Vehhâc'da da böyledir.
İmâm Ebû Hsnîfe (R.A.)'nin kavline
göre, hür bir kimse, bu durumdaki bir şahsın karısını, muhayyer olarak
satın almış olsa, nikâhı batıl olmaz,
Mükâtöbin, kendisine sahito olan
kadınla evlenmesi sahih olmaz. Mükâtep, sahibi olan bu kadınla cima'
etmişse, mehrini vermesi gerekir.
Keza, bir kimsenin, mükâtebe cariyesini nikahlaması da, caiz değildir. Şayet cima' etmiş olursa, mehrini öder.
Bir kadın, sahibi bulunduğu
mükâtep köle ile evlendikten sonra, onu azâd ey'ese yine aralarında
—fâsid— nikâh, sahih nikâha dönüşmez; yani, nikâh bu durumda bile, caiz
olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân*-da da böyledir.
Mükâtep veya köle, efendisinin
İzni ile, onun kızını nikahlamış olsa, bu nikâh, caiz olur. Bu efendi
ölünce, kölenin nikâhı fâsid olur; mükâtebin nikâhı ise, fâsid olmaz.
Bu, bize göre böyledir. Meb-sût'ta da böyledir.
Bundan sonra, eğer mükâtep azad
edilirse, nikâh tekarrur eder, (= yerinde kalır.) Eğer, mükâtep aciz
kalır da rıkkını iade eder (= tekrar köleliğe döner) ve bu hâl duhûlden
önce olursa, kızın nikâhı batıl (= geçersiz), mehrinin de tamamı sakıt
olur. (= düşer.)
Bu hâl duhûlden sonra olursa, kızın, o mükatepte olan hissesi kadarı, mehirden düşer; veresenin hisseleri İse baki kalır.
Eğer mükâtep, efendisinin kızını,
efendisinin ölümünden sonra nikâhlamışsa, bu nikâh mün'akid [= kıyılmış)
olmaz. Fetâvâyi Kâdî-hân'da da böyledir. [21]
9- Talâk Sebebi İle Nikaları Haram Olanlar
Bir kimsenin, üç talâkla boşadığı hür bir kadını; bu kadın, başka bir erkekle tezevvüc etmeden, geri alması helâl olmaz.
Keza, bir kimse, nikâhı altında
bulunan bir cariyeyi de, iki talâkla boş&dıktan sonra, geri alcmaz.
Bu durumda, bu cariyenin nikâhı helâl olmadığı gibi, mülk-ü yemini (=
müiküyeti altında bulunan cariyesi) olması sebebi ile cima' etmesi de,
helâl olmaz. Fetâvâyi Kâdî-hân'da da böyledir.
Bir kimse, tezevvüc ettiği bir
cariyeyi, iki talâkla boşasa, sonra da onu, satın alıp azs-d etse; yine
onu, —başkası nikahlayıp, cima ettikten sonra geri boşamadıkça ve
iddeti de tamam olmadıkça — tezvîc eyleyemez. Sirâcü'l - Vehhâc'da da
böyledir. [22]
Bu Hususlarla İlgili Diğer Bazı Mes'eleler
Mut'a nikâhı batıldır. Bu nikâh,
helâllik ifâd-e etmez. Mut'a nikâhından dolayı, talâk da lâzım gelmez.
Mut'a nikâhından dolayı; îla (= kocanın karısına yaklaşmaması hususunda
yemin etmesi) ve zıhâr (= kocanın, karısını, müebbeden mahremi olan bir
kadının, bakılması caiz olmayan bir uzvuna benzetmesi) de îca'betmez.
Mut'a nikâhından dolayı, iki taraf, birbirlerine varis de olmazlar.
Fetâvâyî Kâdîhân'da da böyledir.
Mut'a nikâhı : Bir erkeğin,
mânilerden hâli (= nikâhlanma-sına hiç bir sakınca olmayan) bir kadına :
«Senden on gün veya daha az veyahut da daha çok) faydalanacağım.»
veya : «Beni, nefsinden günlerce faydalandır,- demesi veya hiç zaman
(gün) zikretmeden, ka-dsndan faydalanmayı istemesidir, Fethü'l -
Kedîr'de de böyledir.
Muvakkat (= geçici bir süre için yapılan) nikâh da, batıldır. Hidâye'de de böyledir.
Sahih olan kavle göre, muvakkat
nikâhta, sürenin uzun veya kısa olması arasında bir fark yoktur. Bu
müddetin, ma'lum (= belirli, bilinen) veya meşhul (= belirsiz,
bilinmeyen) oimast haileri de, mü-sâvîdir. Nehru'l - Fâık'ta
da,böyledir.
Büyük âtim Şemsü'I - Eimme Halvânî
ve âlimlerimizden pek çoğu şöyle demiştir: «Bir kadınla 'bir erkeğin,
kesin bilgileri olmayan ve beraber yaşamaları ihtimâli bulunmayan,
meselâ: Bin sene gibi —uzak— bir zamanı şart koşarak yapmış
bulundukları akitler geçersizdir.
Meselâ : «Kıyamet kopana
kadar...», «deccal çıkana kadar.....îsâ (A.S.) inene kadar...» gibi
sözlerle, nikahlanmak batıldır, geçersizdir. Bu kavli Hasan, İmâm Ebû
Hanîfe'den de rivayet etmiştir. Muhıyt'te de böyledir.
Bir erkek, kadının niyyetinde olan
müddetçe onunla tecev-vûc etse, kendi niyyeti' İse, kadın kendisi
ile durduğu müddetçe, onunla durmak olsa, bu nikâh sahih olur.
Tebyîn'de de böyledir.
Bir erkek, 'bir kadınla, bir ay sonra boşamak niyyeti ile tezevvüc etse, bu câîz olur. Bahrû'r - Râık'ta da böyledir.
Bir kimsenin .gündüzlere mahsus
tezevvüc etmesinde de, bir beis yoktur. Bu, evlendiği kadınla, geceleri
değil de, gündüzleri beraber kalmsk demektir. Tebyîn'de de böyledir.
İhramlı erkeğin ve i h rami i kadının, ihramlı oldukları halde, nikâhlanmaları caizdir.
Keza, ihramlı bulunan bir velî, velîsi bulunduğu kadını, tezvîc edebilir.
Bir kadın, bir erkekle nikâhlı olduğunu İddia etse ve bunujsbatlasa; kadı, o kadını, o adama karı eder.
— Aslında— bu kadın, o erkeğin
karısı olmasa; fakat kadın, bu erkekle aynı yerde beraber kaldıklarını
ve kendisine cima' yaptığını iddia (ve is'bat) etse, (bu durumda kadı,
bunları karı-'koca eder.) Bu hüküm, İmâm Ebû Hanîfe [R.A.)'ye ve İmâm
Ebû Yûsuf (R.A.)'un, bu husustaki kavillerinden birincisine göredir.
İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un diğer kavli ise, İmâm Muhammed (R.A.)'in kavli
gibidir ki, bu kavilde o adamın bu kadına cima' etmesi caiz değildir.
Hidâye'de de böyledir
Bu adam dilerse, hakimin hükmüne uyar.
Ancak, bu durumda da, kadının, inşa' mahalli (= evlenmeye durumunun müsait) olması şarttır.
Eğer kadın, bu durumda, başka biri
İle evli olursa veya başkasından iddetli bulunursa veyahut da, üç
talâk ile boşanmış ve fakat hükmünü yerine getirmemiş olursa; hâkimin
verdiği —karı - koca olma— hükmü, yerine getirilemez. Âlimlerin
ekserisine göre, bu hükmün yerine getirilmesinde, şehitlerin hazır
bulunması da, şart kılınmıştır. Tebyîn'de de böyledir.
Keza, bir erkek, bir kadınla nikâhlı olduğunu iddia etse, hüküm yine yukarıdaki hüküm gibidir.
Keza, bir erkek, — başkası ile
evli bulunan bir kadının— kendisi ile nikâhlı olduğunu iddia etse ve bu
iddiasını yalancı şahitlerle ispr.h'asa; hakim da bu şekilde hüküm
verse; kadın gerçeği bildiği halde, talâk (= boşanma) sabit oîur. Bu
durumda, bu kadın, iddetini tamamladıktan sonra, başka kocaya varır.
Şahitlik yapanla evlenmesi de, helâl olur. Önceki kocası ile —bu
durumda— evlenmesi,-haram olur. İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, bu
kadının, önceki ve sonraki ko-ceterryla evlenmesi, helâl olmaz. İmâm
Muhammed (R.A.)'e göre ise; ikincisi ile cima' yapmamışsa önceki kocası
île evlenmesi helâl olur; cima' yapmışsa, iddet gereği için, haram olur.
Bu kadın, ikinciye, ebe-diyyen helâl olmaz. Bahrü'r-Râik'ta da
böyledir.
Bir erkek, bir kadınla nikâhlı
olduğunu iddia ve o kadın da nikâhı inkâr etse; fakat koca, kadına,
nikâhlı olduğunu ikrar etmesi İçin yüz dirhem vermeyi teklif etse ve
bunun üzerine sulh olsalar; bu erkeğin, yüz dirhemi, kadına vermesi
gerekir. Eğer kadın, bu ikrarı, şahitler huzurunda yapmışsa, bu nikâh
yerindedir ve geçerlidir.
Kadın için, genişlik vardır;
kocası ile kendisi arasındaki durum hakkında, nasıl isterse öyle
davranır. Bu, Ra'bbi ile kendisi arasındaki bir iştir. Ancak; bu ikrar,
şahitler huzurunda olmamışsa, bu durumda, nikâh da akdedilmiş olmaz.
Ve kadın için de, bir genişlik söz konusu değildir. Sahih olan budur.
Muhıyt'te de böyledir. [23]
4- NİKÂHTA VELAYET
Şu dört sebeple, velayet hakkı sabit oiur:
1- Karabet (= Akrabalık),
2- Velâet (= Efendili:;),
3- İmâm ot E= Vellyyü'l emr veya onun naibi olmak),
4- Mâlikiy&t (= Sahibi bulunmak). Bahrü'r - Râık'ta da böyledir. [24]
Akrabalık:
Kadına en yakın olan velî.
Oğludur. Sonra da Itânihâye oğullarının oğullarıdır. Sonrada batesı ve
üânihâye babalarının babalarıdır. Muhıyt'te de 'böyledir.
Mecnûne [= akıllı olmayan) bir
kadının velayet hakkı, İmâm Ebû Honîfe [R.A.) ile İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'a göre, oğlunundur. İmâm Muhrı^m:::] (R.Aj'e göre ise,
babasınmdır. Sirâcü'l - Vehhâc'da da böyledir.
Bu durumda, —bu ihtilâfın kalkması
için— yapılması en cfdel elan hnreket; böyie bir kadının babasının, bu
kadının oğluna, anasının nikâhı hususunda —velayette bulunmasını—
emretmesidir. Tehâvî Şerhîn'de de böyledir,
Oğul ve babadan sonra, kadının
nikâhtaki velîsi —baba ana bir— erkek kardeşidir; ünden senra, — baba
bir— erkek kardeşidir; ondrn sonra —baba - erta bir— erkek kardeşinin
oğludur; sonra da — baba bir— erkek kardeşin oğludur. Bu, ne kadar aşağı
inerse İnsin, böyle devam eder.
Sonra, ena - baba bir— amca;
sonra, —baba bir— amca;—sonra, baba -£na bir— amcanın oğlu; sonra —baba
bir— amcanın oğlu, sonra da, 'bu tertip üzere, no kadar aşağı inerse
lirsin, bunların oğullarıdır.
Sonra,( babanın, —baba-ana bir-— amcası; sonra, babanın, —baba bir— amcası; sonra da tertip üzere bunların oğullarıdır.
Sonra da, kadına en uzak olan
asabe [= baba tarafından akraba olan) erkekleridir. Uzak olan bîr
amcanın, oğlu gibi-,. Tatarhâniy-ye'de de böyledir.
Bunların tamamının, velayetleri
altında bulunan kızlara karşı, icbar velayeti hakları vardır. Kadın,
cinnet getirdiği zaman, büyük olsun, küçük olsun; söz hakkı
velîlerînindir. Bahrü'r- Râık'ta da böyledir. [25]
Efendilik:
Azad edilm'îş bulunan kölelerin ve
cariyelerin velileri ise, — kendilerini azad etmiş bulunan—
efendileridir. Sonra *da, bu efendilerin, nesep yönünden asabeleridir.
Tebyîn'de de böyledir.
Asabe'den kimse bulunmadığı zaman,
İmâm Ebû Hanîfa (R.A.)Ve göre, küçük oğlan veya kıza vâris olabilen vg
zevii er-ham (*) bulunan kimselc, o küçüklerin evlenmelerinde sahip ve
velî olurlar. Zahiru'r- rivâye budur. İmâm Muhammed (R.A.)'e göre ise,
zevi'l - erham'ın velayet hakkı yoktur, İmâm Ebû Yûsuf (R-AJ'da bun dan
kaçınmıştır.
!mâm Ebû Hanîfe (R.AJ'ye göre,
çocuğa velî olacak kadınlar, yakınlıkları itibariyle şöyle
sıralanırlar: Ana, kız, oğulun kızı, kızın kızı, oğulun oğlunun Zevi'l -
erham : Anne tarafından» yakın akrabalar, kızı, kızın kızının kızı,
baba - ana bir kız kardeş, baba bir kız kardeş, ana bir ericek ve kız
kardeş, sonra da bunların evlâtları, Fetâvâyi Kâdî-hân'da da böyledir,
Kız kardeşlerin, oğullarından
sonra, velayet hakkı, babanın kız kardeşinin, yani halanındır. Bundan
sonra da teyzenin, amca kız- hala kızlarım ıdir.
İmâm Ebû Hanîfe (R.A.Vye göre, fâsid dede, velâyet bakımından, kız kardeşten evlâdır. Fethül Kadirde de böyledir.
Velayet hakkı, daha sonra mevle'i - müvâiât[26] 'ındır. [27]
İmamet :
Daha sonra da, velayet sırası
sultan'in (= veliyyü'l - emr'in), Sonra da hakimin ve hâkim tarafından
tayin edilmiş olan kimsenindir. Muhiyt'te de böyledir.
Hakim, ancak; veliye muhtaç oUn
bir kimsenin nikâhını, bu iş, kendi uhtesine verildiği zaman kıyabilir;
aksi takdirde velî olamaz.
Bir hakim, bir kadımkendisine
hükümdar tarafından —bu hususta— izin verilmeden nikahlamış olsa ve
sonra da, hükümdar İzin verse, bu nikâh istihsânen caiz olur. Fetâvâyi
Kâdîhân'da da böyledir. Sahih olan da budur. Serahsî'nin Muhıyt'inde de
böyledir.
Bir hakim, küçük bir kızı, kendi
nefsine nikâhlasa, bu nikâh, velîsiz 'bir nikâh olur, (Kİ böyle bir
ni'kâh caiz değildir.) Çünkü, bu hakim de, kendi nefsi hakkında, bir
tobeadan ibarettir. Bu durumda, bu küçük kıza velî olma hakkı, hakimin
makam itibari ile üstünde bulunan, valinindir.
Vali de, kendi nefsi söz konusu
olunca, hâkim gibi bir tebaadan ibarettir. Koza, Halîfe (= devlet
başkanı) de kendi nefsi hakkında tebaadır. Muhıyt'te de böyledir.
Amca oğlunun, amcasının kızını, kendi nefsine nikahlaması caizdir. Hâvî'de de böyledir.
Diğer velîlerin hilâfına; hâkim, küçük bir kızı, kendi oğlu adına nikahlarsa, bu caiz olmaz. Tebyin'de ve Mezîd'de böyledir.
Vasî'nin, küçük bir kızın veya
küçük bir oğlanın nikâhı hususunda, velayet hakkı yoktur. Bu hususta,
babanın, bir vasiyette bulunmuş olması veya olmaması da müsavidir.
Ancak vas.r, bunların, aynı
zamanda — velîsi de olursa; bu durumda, nikâhlarını da Bitirebiiir. Bu
durumda da o va-sî; vesayet hükmünden dolayı değil de, velayet
hükmünden dolayı, nikâhlarını akdetme .hakkına sahip olur. Muhıyt'te de
böyledir.
Küçük bir kız ve küçük 'bir oğlan, bir kimsenin evinde olso-!ar ve o şahısta bunlara mûltûkıt [28]
nazarı veya ona benzer bir şekilde bakıyor olsa; bu kimse, onları
eviendiremez. Fetâvâyi Kâdîhân'-da da 'böyledir.
Kölenin, hiç bir kimseye velî olma
hakkı yoktur. Mükâtebin de, çocukları üzerinde velayet hakkı yoktur.
Serahsî'-nîn Muhıy'İnds de böyledir.
Çocuk, mecnûn ve kâfir de; müslüman bir erkeğe veya müs-lüman ülr kadına velî olamaz. Hâvî'de de böyledir.
Bir müslümonın da, kâfir 'bir erîie'k veya !kâfir bir kadın üzerinde, velayet hakkı yoktur. Muzm&rât'ta da böyledir.
Âlimler: «Müslüman bir er'keğe,
kâfir olan cariyesinden dolayı «onun efendisidir»; müslüman kadına ise,
«onun hanım efendisidir» demek uygun olur.» demişlerdir.
Bnhrü'r-Râık'ta da böyledir.
'Kâfirler, kendileri, gfoi olanların velîsi olabilirler. Tebyîn'dfc de Iböyledir.
Mürtedler ise, hiç bir kimsenin
velîsi olamazlar. Yâni, bir müslümam veya bir kâfire veyahut da
kendileri a'ıb'ı dîner bir mür-tode, velî olma hakları yoktur. Becîâi'ds
de 'böyledir.
Fâsıkluk, velayete mâni değildir. Foîâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Tocennî ©den f=deliren) velînin,
velayet hakkı kaybolur. Eğer, ifâkat bulursa (= iyileşirse), vsiâyet
ha'kki 'baki kalır. Eski hâlinde olduğu giöi, tasarruflarını yerine
•getirir. Zehıyre'de de böyledir.
Bir oğul, bunak veya mecnûn
elarsk, foüiûğa erişmiş olsa; cnun nofsî ve rnsli hakkında, -bebenin
velayeti baki kalır. Fetâvâyi Kâd.:hân'da da ıböyledir.
Ebû'l - Leys'in Fetvâsında : «Bir
kimse, büyük 'bir oğlunu, bir kadınla nikahlamış olsa, bu nikâh 'Caiz
olmaz. Ancakl bu oğul, geçici bir tecsnnünle, babasına, kendisini
nikahlaması 'hususunda izin vermiş olursa, bu nikâh caiz olur
denilmiştir.
Fokıyb Ebü Beftr, bu şeklin
dışındaki durumlarla ilgili ihtilâflardan baksederelk. şöyle dedi :
«Oğul, t&ıilı olarak 'bulûğa erdikten sonra, Aiklî muvâzenesini
kaybetse veya bunesa; İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'-un kavline göre, kıyas
yönünden, İbrasının velayeti geri dönmez. Halta, bu İbribanm, oğlunun
malından 'harcama yapması veya onu bir kadınla nikahlaması caiz olmaz.
Bil - aJkîs bu durumda velayet, hâkime avdet eder.
İmâm MuhflimîîSd (R.A.)'in kavlinee göre ise, istihsânen velayet babaya döner.» demiştir.
Fnkıyb Ebâ Bekir e!-Meydânı -ds : «Âlimlerimizin üçüne göre de, velayet babaya avdet eder.» demiştir. Zehiyre'de de 'böyledir.
Bir babanın, aklî muvâzenesini
'kaybetmesi veya 'bunaması hallerinde; malının tasarrufu veya
evlendirilmesi 'hususunda, oğlunun, babasına velayet etme hakkı sübit
olmaz. İmâm Ebû Henıfe ve İmâm Ebu Yûsuf ise : «Bu durumda, oğulun
velayeti sûbut bulur.» demişlerdir. Kercbri'nin Vccîzi'nde do böyledir, S
ah ih olan 'budur. Giyâsiyye'de de böyledir.
Küçük bir oğlan veya küçift
bir'kız için, iki ikardeş veya iki amca gibi, aynı seviyede, iki velî
bulunsa; bize göre, bunten, o velîlerden (hangisi evlendirirse evlerdi
rain caiz oiur. Fetâvâyi Kâdîhân'-da da böyledir.
Bu durumda, diğer velînin izin vermesi veya akdi feshetmeye kal'kması da bir şey değiştirmez.
Ancak, câriye, bu hükmün hilâfmadır. İki velîsinden birisi, diğerine izin vermedikçe, 'bir velî o cariyeyi evlendiremez.
Fetvalarda «Velîlerin arasında
kalan câriye, fakir çocuk doyur-sa; nesebi açığa çıkana kader, o çocuğa,
onların ikisinin de bakması geretioir. Ve 'onlardan her birinin, 'bu
çocuğu evlendirme hususunda, yalnız başlarına mükellefiyetleri vardır.»
denilmiştir. Sirâcü'l - Vehhâc'-da da böyledir.
Bu çocuğu, aynı edama, arka arkaya iki velî de nikahlamış olsa; önce akdedilen nikâh sahih olur; diğeri sa'hi'h olmaz.
Eğer 'bu iki velîden her biri, bu
çocuğu, ayrı ayrı şâhıslara, aynı anda nikahlamış olsalar veya 'bu
nikâhların 'hangisi önce, hangisi sonra skdedüdîği bilinmese, her iki
akid de dâtil (= geçersiz) olur. Fcîâvâyî Kâdîhân'da da böyledir.
Küçük bir kızı veya küçük bîr
oğlanı, uzak oian velîsi evlen-dirse ve bu esnada yakın olan velîsi de
orada bulunsa; nikâh akdini durdurabilir. Ancs'k, yakın olan velî, izin
verirse, bu nikâh caiz olur. Yalnız, yakın velî olma ehliyetinde ikimse
yoksa, yine uzak velînin kıydığı nikâh caiz olur.
Keza, yakın olan velî, gâib f== kaybolmuş) ise, yine uzak olan velînin kıydığı nikâh, caiz olur. Muhiyt*te de ıboyl&dir.
Bir cariyenin efendisi kaybolsa ve
kendisini evlendirmek için bir yakını da bulunmasa, bu cariyeyi de,
uzak olan velî nikahlayabilir. Sîrâcü'l - Vehhâc'da da böyledir.
Gaygıibet'in süresi, kasr
mesafesi kadardır. Yani, on beş gündür. Müteahhirîn'in ekserisi, bu
kıavü ihtiyar etmiştir. Fetva da bunun üzerinedir.
Şemsü'l - Eirrame Serahsî ve
Muhammed bin FadI şöyle demişlerdir: «Bu hususta, esahh olan miktar;
kaybolan o şahsın, emsal ve akranının öldüğü hakkında, galip bir re'y
sahibi oluncaya kadar beklemektir." £n güzel kavil budur. Tefayîn'de de
böyledir. Fetva da bunun üzerinedir. Cevâhiru'I - Ahlâtı'de de
böyledir.
Câriye ile kaybolan efendisinin
beldeleri, -ayrı ayrı olsa (= ayrı ayrı beldelerde bulunsalar), kayiplık
hâîi kesilmiş olur ve o adam (beklenmez. MecmauI - Bahreyn Şerhi'nde de
böyledir.
Bu cariyenin, kaybolan efendisinin
yeri bilinmiyorsa veya kaybolan şatıis ile velisi bulunduğu şalhıs ayrı
ayrı beldelerde iseler; bu kayıp velî beklenmez.
Kâdî İmâm Ebû'l - Hasan Ali
es-Sağdı: «Bu gaip, ğaybet-İ münkatıa[29] hükmünde olur. Eğer, bu yakın
velînin nikâhliyacağı kimseyi, uzak velî ni'kâ'hiaurktan sonra, gâ?b
ıolan yakın velî, şehirde gizlenmiş bulunduğu yerden çıfcsa, bu
durumda, uzak olan velînin kıydığı nikâh caiz olur.» demiştir. Fetâvâyî
Kâdîhân'da da böyledir.
Uzak «olan bir velînin akdettiği nikâh, yakın velînin gelmesi (le bozulur.
Yakın olan velînin izni
beklenirken, o velî 'kaybolsa, velayet uzak olan velîye avdet eder. Ve
bu durumda, önce başlanılmış bulunan nikâh caiz olmaz. Bu nTkâh da,
ancak, velayet 'kendisine avdet etmiş bulunan uzak velînin izni ile caiz
olur. Zehıyre'de de böyledir.
Yakın oian kimselerin velayetleri
hususunda, âlimlerimiz ihtilâfa düşmüşlerdir. Yakın olan velînin
kaybolması ile, velayet hakkı düşer mi, yoksa baki mi kalır? Bazıları:
«Uza/k olan velîye —bu hakkını 'kullanmasını— söylemezse, bu hakkı bakî
kalır.» demişler; bazıları ise: «Bu kimsenin velayet'hakkı zail
olur. Ve bu velayet hakkı, uzak olan-velîye intikâl eder.» demişlerdir,
fsahtı olan da budur. Be-dâi'de de böyledir.
Velayet hakkı başkasına
intikâl ettikten sonra, 'bu 'hakkı zayi etmiş olan kimsenin akdettiği
nikâh, sahih ve caiz olmaz. Serahsî -nin Muhıyt'inde de böyledir.
Yakın velî, o (küçük kızı,
nikâhladıktan sonra, kaybolsa bile, akdettiği nikâh caiz olur. Fetâvâyi
Kâdîhân'da ve Zahîrîyye'de de böyledir.
Yakın ve uzak valilerin akldleri
birlikte olsa veya ayrı ayrı olmasına rağmen, hangisinin önce akdettiği
bilinmese, ikisinin de akdetmiş olduğu bu nikâhlar caiz olmaz. Tahâvî
Şerhi'nde de böyledir.
Yakın velî gelince, uzak veiînin
velayet hakkı geçersiz olur. Ancak ,uzak velînin, önceden yapmış
bulunduğu akid geçerlidir. Çünkü o akid, tam bir velayet ile
yapılmıştır. Tebyîn'de de böyledir.
Yakın velînin, velâyet
'hakkından vaz geçmesi 'hâlinde, velayet hakkının uzak veliye intikâl
edeceğinde görüş 'birliği vardır. Hu-lâsa'da da böyledir.
Velî kaybolur veya velayet
hakkından vaz geçerse veyahut da baba ve dede fâsık olurlarsa, ıhakim,
onu, emsali olan birisine nikâhlar, Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir,
Velîleri, küçük 'kız veya 'küçük
oğlanı, onların rızası olmadan da rri'kâblıyaibilirler. Bürcendî'de de
beyledir. Bunların bakir veya takire olup olmamaları da müsavidir. Kenz
Şerhî'nde de böyledir.
Bunak veya mecnun olan erkek veya
kadınlarla küçük olan oğten veya 'kızları, velileri nikâhlarlar. 6u
hüküm, cinnet halinin geçici olmaması hsline göredir. Nehru'l - Fâık'ta
da 'böyledir.
Babası veya dedesi olmayan, küçük
bir kız nikâhlandığı zaman, ounun nikâhı ihtiyaten, biri
mehr-i müsemmâ İle, diğeri de mehr-i müsemmâsiz olarak, iki defada
yapmalıdır. Şu, iki sebepten dolayı 'böyle yapmak uygundur:
1- Eğer. o tesmiye de (=
belirtilen miktar) da noksanlık varsa, birinci nikâh sahih olmaz;
mehr-i misi olan ikinci nikâh sahih olur.
2- Koca, talâkla yemin öderse;
«onu, «tezevvüc eyledim.» sözü ile tezevvüc eder. Veya : «Mehr-i
misille, nikâh edilen kadını tezevvüc eyledim.» derse; o, kendisine
helâl olur, fiibası ve dedesi olan küçük kız da, Ebû Yûsuf (R.A,) ile
imâm Muhammet! (R.A.)'-e göre böyle nikahlanır. İmâm Ebû H^nife
(R.A.)'ye göre ise, ikinci cihetten dolayı böyle yapılır. Tecnîs'de ve
Mezîd'de de böyledir.
Nikâhlarını, baba veva dedesi fciymış bulunan küçüklerin, bulûğa erdikten sonra hekk-i hıyarları '(= muhayyerlikleri) yoktur.
Ancak, bunları, baba ve
dedenin haricinde başka biri nikahlamışça; bu küçükler, tbüiûğa
erişince, muhayyerdirler: İsterlerse yapılan nikâha razı 'olurlar;
isterlerse, »bu nikâhı bozabilirler. Bu, İmâm Ebû Hrnîffe (R.A.) ile
İmâm Muhammed'e göredir. Ance'k, bu hususun gerçekleşmesi için hâkimin
'hüküm vermesi şarttır. Azâd etme hususunda, muheyyer olmak için
•hâ'kimin -hükmü şart değildir. Hİdâye'de de 'böyledir.
Küçüklerin bulûğa erişince,
muhayyer -olacakları, nikâh akd.» esnasında şart kılınmış olsa; ha'kim,
bunların aralarını ayırmaz. Hat-ra, 'bunlardan birisi ölmüş oisa, kalan
ona vâris olur. Kocanın, •haki-rnin ayırmadığı zevcesine cima' etmesi
helâl olur. Mebsût'ta da böyledir.
Küçüğün nikâhını kadı veya imâm (=
devlet başkanı) kıymış olursa, bunların mtrtiEyyerliği sâlbit olur.
ıBu görüş sahihtir. Fetva da bunun üzerinedir. Kâfî'de de böyledir.
Kadı Bediu'd-Dîn'den : »Velîsi
olmayan ve bulunduğu yerde de 'hâ'kirn bulunmayan -küçük bir 'kız,
emsali ve dengi olan bir oğ-lana, kendi nefsini tezvîc ederse; bunun
durumu ne olur?» diye soruldu. O ise şu cevabı verdi «fiu nikâh
akdedilmiş olur; fakat 'oülû-ğa eriştiği zamen, bu kızın izni ile
hareket edilir.» T&iarhfiniyye'dd de böyledir.
Bulûğa erişmemiş bir 'kız, nefsini
tezvîc eylese vo velîsi bulunan fcardeşi de, bu izdivaca izin vermiş
olsa; bu kızın, bulûğa erince muhayyerlik hakkı vardır. Serahsî'nin
Muhıyî'inde de köyledir.
Bakire kız nikâhın akdedildiği
mecilsde sükût ederse, bu sebeple, muhayyerliği geçersiz -olur;
muhayyerlik hakkı, bu meclisin (= oturumun) sonuna 'kadar devam etmez.
Hatta, bakire olduğu 'halde, 'bulûğa ermiş 'gibî sükût ederse, yina muhayyerliği batıl olur.
Eğer kadın, dul veyahut ibâkire
olduğu halde; 'kocası, üzerine başka bir kadın almış ve sonra da
kocasının yanında bulûğa ermişse; sükûtu (= susması) sebebi ile,
muhayyerliği geçersiz olmaz. Ancak, sarih nikâha razı olduğu zaman,
muhayyerliği geçersiz olur. Veya, bu kadının, nikâha razı olduğunu
gösteren; cimâ'ya gücünün yetmesi, nafaka İsteği veya bunl.ara benzer
bir belge gösterdiği zaman, muhayyerliği geçersiz olur.
Feta, o kadın, kocasının hizmetini
görüyor, ekmeğini yiyor ve sfctd yapıldığı zaman, bulûğa erişince
muhayyer olacağını biliyorsa, muhayyer olur. Lâkin, bulûğa erişince,
muhayyer olacağını bilmiyor ve sükût ediyorsa, muhayyerliği geçersiz
olur. Bu kadın, nikâhının ne zaman yapıldığını bilmiyorsa, bulûğa
eriştiği zaman muhayyerdir. Nikâhın yapıldığını biliyor ve bu haber
kendisine ulaşınca, kocasının adını veya mehr-i müsemmâsım sormu?
veyahut da şahitleri selâm-lamrşsa; muhayyerlik hakkı kalmamıştır.
Muhıyt'te de böyledir.
Bu kadında, biri şüf'a diğeri de
bulûğ muhayyerliği hakkı, olmak üzere, iki hak cem olur ve 'bu kadın :
-Ben hakkımın ikisini de isterim.» dedikten sonra, kendi nefsinin
muhayyerliğini ortaya korsa, bunu yapmak Vadinin hakkıdır. Strâcü'l -
Vehhâc'da da böyledir.
Erkek çocuğun âa, muhayyerim hakkı
geçerlidir. Ben razıyım.» demedihfcçe veya onun razj olduğuna bir
delil olmadıkça, erkek çocuğun da muhayyerlik hsfldcı vardır. Ancak,
nikâh kendi rızası fle olursa, muhayyerlik 'hakkı yoktur. Hidâye'de de
böyledir
Hayız haline eriştiği zaman,
kadının muhayyer olmasında da bir beis yoktur. Çünkü kadın, bu kanı
görünce, bulûğa erişmiş olur. Eğer kadın, 'bu kanı gece görür ve :
»Nikâhı feshettim.» der ve sabah oluncada : «Kam şimdi gördüm.» derse;
onun : «Gece gördüm.» dediğine ve diğer sözüne inanılmaz. Mecmuun -
Nevâzil'de de böyledir.
Ebû Hanife (R.A,): «8u söz, her ne
kadar yalan ise de, bazı yerlerde yafcan söylemek mubahtır.» demiştir.
Hülâsa "da da. böyledir.
Hişâm: Ben, (mâm Muhammed (R.A)'e :
— Amcası, kendisini küçü'k yaşta
iken nikahlamış olan bir kız, 'hayız 'görünce: «Elhamdülillah,
gerçekten ben muhayyerim.» dedi ve "bu muhayyerliği üzerine hayızlı
halinde, şahitlfk yapsınlar diye hizmetçisini dışarı gönderip,
şahitleri da'vet etti. Onun bulunduğu yerde, insanlar olmadığı için,
şahit teminine göç yetiremedi. Günlerce beklediği halde, şahit temin
edemedi. 'Bu kızın durumu nedir? diye
sordum.
İmâm Muhammed (RA.,):
— «Su kızın, önceki nikâhı devam ediyor; onun bu özrü, özür sa-yıfmaz.» dedi. Muhıvtte de böyledir.
İbni Semâ'a, İmâm Muhammed (RA)'In
şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Kadın, nefsini muhayyer kılar ve bu
hâline şahit tutarsa; — nefsine temekkün olmadığı müddetçe— iki ay
içinde dava aşmamış olsa bile, bu kadın, muhayyerlik üzeredir.
Zehiyre'de de böyledir.
Bülüğ muhayyerliği hususunda
ihtilâf edilse ve kadın : «Nefsimi muhayyer kıldım ve nikâhı
reddeyiedim.» dese; 'kocası da : «'Hayır, sen vaktinde sustun; senin
muhayyerliğin yoktur.» dese; bu
durumda söz, kocanın sözüdür; yani, onun sözü geçerlidir. Muhıyt'te de böyledir.
Köle olan küçük oğlan ile kele
olan küçük kızı, efendiler! nikahladıktan sonra ikisini de azad etse;
bunların 'bulûğa eriştikten sonra muhayyerlik hakları yoktur. Çünkü,
azad olunmuş kimse, muhayyerlikten müstağnidir. Ancak, bir kimse .küçük
yaştaki cariyesini önce azad edip, sonra da nikahlamış olsa, azad
edilmiş olan bu câriye, bulûğa erişince, İsbîcâbî'nin zikrettiği gPbi,
kendisi için muhayyerlik vardır. Bahrü'r - Râık'ta da böyledir.
İrtidad edip, dâr-ı harbe giden
bir müslümanın karısı ve 'küçük yaştaki kızı, dar-ı islâmda kalsa;
kızın amcası da, bu kızı bir müs-lümana nikahlamış olsa; bu nikâh
caizdir. Bu kız, bulûğa erişince de muhayyerdir.
Şayet, bu <kız bulûğa
erişmeden, babası ve anası ile birlikte mür-ted olup dâr-ı harbe gitmiş
olsalar; nfckâh hâil üzeredir. Bunlar, esir olmadan, tekrar müslüman
olsaiar, kız ve anası memlûk (= câriye) dirler. Kızın babası ve kocası
ise, hürdür. Bu durumda 'kız, 'bulûğa erişince, onun muhayyerlik hakkı
yoktur. Fakat, bı kızın, azad edilme ve azad edildiği zaman da, hür olma
hafkkı vardır. Serahsî'nin Muhıyt'-inde de böyledir.
Bulûğdan dolayı ayrılma muhayyerliği, taiâV için geçerli değildir. Çünkü o, erkek ile kadın arasında müşterektir.
Keza, bu durumdaki bir kızın, azad edilmesinden dolayı da bir muhayyerlik haHckı olmaz. Sirâcü't - Vehhâc'da da böyledir. [30]
Bu Konu İle İlgili Diğer Bazı Mes'eleler
Koca sebebi ile değil de, kadından gelen — teklif ve bulûğ muhayyerliği -gibi —, her ayrılık geçersizdir.
Talâk, yemin, zekerin kesikliği ve
cima'ya kadir olmamak gibi koca tarafından gelen sebeplerden dolayı;
kadının, ayrılma muhayyerliği vardır. Nehru'l - Fâik'ta da böyledir.
Bulûğ muhayyerliğinden dolayı,
ayrılma vuku' bulduğu zaman; eğer koca, cimâ etmemişse, kadına mehir
verilmez. Bu, ayrılığın kadının veya kocanın isteği ile olması halleri
de böyedir.
Fakât; koca, (bu durumda cima'
yapmışsa, ayrılık isterse kadının ihtiyarı ne olursa olsun,
kadına, mehrinin tamamı ödenir. Muhiyt'te de böyledir.
Bunak bir kadını, babası veya
dedesinin dışında başka bir şahıs, —velî olarak— evlendirmiş bulunsa; bu
kadın, sonradan akıllanırsa, muhayyerlik hakkı vardır. Fakat, (bu
kadını, babası veya dedesi evlendirmiş olurs, muhayyerlik hakkı
yoktur. Serahsî'nin Mu-hıyt'inde de böyledir.
Bu kadını, oğlu eviendirmişse; bu durumda oğul, baba gibidir ve hatta oğui, babadan da evlâdır. Hulâsada da böyledir.
— Nikâhlanılmış bulunan— küçük
kıza ne zaman cima' edeceğî hususunda görüş ayrılığı vardır*
Bazı âlimler: «Bulûğa erişinceye kadar ,ona cima' yapılmaz»; bazıları
ise ; «Dokuz yaşına varınca, ona cima' edilir.» demişlerdir. Bahrü'r -
Râık'ta da böyledir.
Âlimlerin ekserisine göre, bu
hususta yaşa itibar edilmez; gücünün yetmesine itibar edilir. Eğer, kız
-şişman, gelişmiş, cimâ'a tahammüİIü ve erkeğin kendisine cımâ'
etmesinden dolayı "hasta olmasından korkulmaz İse; dokuz yaşına
varmamış olsa bile, ona cima' edilebilir.
Ancak, kız zayıf ve cimâ'ya
tahammülsüz olursa vaya cima' sebebi ile 'hastalanacağından
korfkulursa; yaşı büyük olsa bile, ona cimâ' etmek helâl olmaz. Sahih
olan görüş de budur.
Koca, nikahlamış bulunduğu 'kûçü'k
kızın mehrlni peşin olarak ve nakden verir ve kadı'dan zevcesinin
teslimini talep ederse; kızın babası da : «Gerçekten bu kız 'küçüktür;
cimâ'ya ve erkeğe tahammülü, takati yoktur.» derse; kocası da :
«'Hayır, olgundur ve tehammül-lüdür» derse; bu durumda kıza bakılır:
Eğer, o, olgunluk çağında ise, hâkim kocasına verilmesini emreder.
Ancak, durum böyle değilse; hakim kocasına verilmesini emretmez, Bu
'kızı, kadınlara havale eder. Kadınlar, eğer: «Erkeği taşıyabilir;
cimâ'ya tahammülü olur.» derlerse; bu durumda hâkim kızın babasına, o
'kızı 'kocasına vermesini emreder.
Kadınlar: «Erkeği taşıyamaz;
cimâ'ya tahammülü olmaz.» derlerse; hâkim, bu kızın, kocasına teslim
edilmesini emretmez. Muhiyt'-te de böyledir.
Zâhrü'r - rivayede İmâm Ebû
Hanîfe {R.A.) ile İmâm Ebû Yûsuf (RA)'a göre, hür ve mükellef olan
'kadının, velisi olmadan nikâhı aktediiöbillr. Tebyîn'de de böyiedlr.
Şeyhû'l - İslâm Atâ bin Hsmzr.'dan :
— Bulûğa erişmiş ve bakire olan,
sâfîî bir kız, babasının izni olmadan, henefî olan 'bir şahsa, nefsini
tezvic etse ne olur? diye sorulunca; Atâ bin Hamza şu cevabı verdi:
— «'Bu nikâh sahih olur.» cevabını verdi.
Keza, bu kız nefsini bir hanefî'ye
değil de, bir şâfiî'ye nikahlamış olsa, yine .bu ni'kâ'h sahih olur.
Zahîriyye'de de böyledir.
Aklı başında ve bulûğa erişmiş
olan bir kadını, babasının veya devlet başkanının, onun izni olmadan
nikâhlaması caiz olmaz. Bu kadının, kız veya dul olması da bu hükmü
değiştirmez.
Kadının izni olmadan, nikâh
Akdedilmiş olsa; yine onun iznine bakılır; eğer izin verirse bu nikâh
caiz olur; şayet izin vermezse, bu nikâh-geçersizdir. Sirâcü'l
-Vehhâc'da da'böyledir.
Bakire bir kız, kendisinden nikâhı
'hususunda izin istendiği veya nikahlanmış olduğu haberi kendisine
getirildiği zaman, gülerse; bu hali, nPhâka razı olduğunun işareti
sayılır. Kudürî ve Şey hu'I - İslâm böyle -zikretmiştir. Muhıyt'te de,
Kâfî'de de böyledir.
Âlimler: «Kız, bu hsfoeri işittiği
zaman, alay eden kimselerin güldüğü gibi gülmüşse; bu hâli rızâ
sayılmaz. İmâm Serahsî'nin nin Mebsutu'nda da böyledir, fetva da bunun
üzerinedir. Bahrü'r-Râık'ta da böyledir.
Eğer kız, bu durumda tebessüm
etmişse, bu hâli, razı olduğuna işarettir. Sahih olan budur. Şemsü'l -
Eimme Halvânî'nin yolunun da, bu olduğu zikredilmiştir. Muhiyt'te de
böyledir.
Bu haber, bu kıza ulaşınca,
ağlarsa; ağlamasının neyin işareti olduğunda ihtilâf edilmiştir. Sahih
olan kavle göre, bu kız, sessizce,ve gözlerinden yaş gelereik
ağlıyorsa; bu hali rızâ alâmeti sayılır. Ve eğer, sesli ve bağırarak
ağlıyorsa; bu hâli de rızâsının, olmadığına alâmettir. Fetâvâyi
Kâcîihân'da da böyledir. Uygun olan görüş budur ve fetva da ibu görüşe
göredir. Zehıyre'de de böyledir.
Bulûğa erişmiş, bakire bir kızdan,
nikâh lan ması hususunda, Velîsi izin istemiş olsa da, bu kız sussa;
bu durumda susması, onun izin vermesi sayılır.
Keza, velîsi bu kızın nikâhını
addetti'kten sonra; kocası, onun nefsinden istifâde etmiş olsa; bu
durum da, razı olduğunun alâmetidir.
Keza, bu kız, nişanlandığını
öğreninc-e, mehrini istemiş olsa; bu da razı olduğunun alâmeti sayılır.
Sirâcü'l Vehhâc'da da böyledir.
Velîsi kıza ; «Ben, seni filan
adama, bin dinar m eh iri e nikahlayacağım.» dese; kız cevap vermeyip
sussa; velîsi de onu nikâh-lasa, sonra'da kız : «Ben razı -değilim.»
dese; veya velîsi kızı nikâh-iasa da; bu haber 'kıza ulaşınca susmuş
olsa; 'bu kızın nikâhını akdeden kimse, eğer kızın yakın velîsi ise; bu
durumların her ikisinde de kızın susması, razı olması demektir.
Ancak, bu kızım, kendisini
nikahlayan bu kimseden daha yakın velîsi varsa; kızın susması, rıza
sayılmaz. Kızın, bu durumda muhayyerlik hakkı vardır : Dilerse, razı
olur; dilerse reddeder.
Velîsi, bir adamla, nikâhı
hususunda bu kıza haber göndermiş olsa ve kızda sussa; bu susması rıza
olur. Haberi getiren kimsenin âdi! ve sâlih olması veya olmaması halleri
de müsâvîdir. Muzmarât'ta da böyledir.
Eğer, haberi getiren kimse, fuzûlî
{= boş boğaz) bîr kimse ise, bu durumda İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre,
sayı ve âdil olma şartı da aranır. İmâmeyn ise, bu kavle muhaliftir.
Kâfî'de de böyledir.
Alimlerimizden bâzıları : «Kıza,
nikâh haberini getiren velî veya velînin gönderdiği bir kimse değilse,
bir yabancı ise ve âdil de değilse; ancak, bu şahsa inanılmış —ve nikâh
akdedilmiş— olursa, bu nikâh sahih olur. Bu şahsa inanılmazsa, nikâh
sabit olmaz. Haber veren kimsenin doğruluğu açığa çıksa bile, Ebû
Harcîfe (R.A.)'ye Qöre bu hüküm böyledir. İmâmeyn'e göre ise, haber
veren şahsın doğruluğu ortaya çıkarsa; nikâh sabit olur. Zehıyre'de de
böyledir.
Bu haber, bir kadına ulaşınca,
kadın, yabancı bir dille konuşursa, bu hrjl 3ucrr:«-î hükmünde oiur ve
İzin sayılır. Bahrü'r - Râik'ta es böyledir
Bakireye, nikâh haberi ulaştığı
esnada, o hapşırır veya esner ve bu hali geçince de- «Razı değilim.»
derse; 'bu şekilde reddetmesi, —ıhemen bu 'halinin geçmesinden sonra
olursa—caiz olur.
Keza, bu kız, haberin geldiği
esnada ağzını Topar ve müteakiben de: «Razı değilim.» darsa, reddi caiz
olur. Zehıyre'de de böyledir.
Nikâhı konusunda, kızın izni
istenilirken, kocası olacak kimsenin — herkesçe bilinen— ismini,
bilmesine itibar edilir Hidâye'-de de böyledir.
Velî, kadına : «Seni bir adam adına, nikahlamak İstiyorm.» dese; kadın da sükût -etse, bu, onun razı olması sayılmaz.
Velî: «Seni, filan ve filana
nikahlamak istiyorum.» deyip bir topluluğun isimlerini zikretse; kadın
ise, sussa; bu rızâ sayılır. Velîsi, bu'kadını »o şahıslardan İstediğine
ni'kâhhyalbilir.
Velî: «Seni, filân komşularıma»
veya «amcamın oğullarına nikahlamak istiyorum.» dese; bunlarda belli
kimseler olsalar; kadın ise, bu söz karşılığında sussa; nikâh câiz olur;
aksi takdirde caiz olmaz Tebyîn'de de böyledir.
Bu hükümlerin tamamı, kadının,
işini veliye havale etmediği zaman geçerlidir. Ancak, velî: -Seni, bir
çok adam nikahlamak istiyor.» dedikten sonra, kadın : «Ben, senin
yapacağına razıyım» veya : «Kimi istersen, beni onunla nikâhla.» derse
veya buna benzer bir şey söylerse; bu durum, sahih bir İzin olmuş oiur.
Bazıları ise : «Mehrin zikredilmesi de şarttır.» demişlerdir. Bu,
mütahhirîn'in kavlidir. Sahih olan da budur. Bahrü'r - Râik'ta da
böyladir.
O Nikâhtan önce, baba, «kızından
İzin istese ve : «Sonra nikahlayacağım.» dese; fa'kat, (mehrini ve
'kocası olaca'k adamın kim olduğunu söylemese; kız da sükût etse, bu
sükût, izin ve rıza sayılmaz. Bu kızın,reddetme hakkı vardır.
Ancak, izin istenirken, mehri ve
kocası olacak kimsenin adı söylenmişse ve kızda susmuşsa, bu durumda
susması, rıza sayılır. Fakat, baba, mehrini söylemez; ancak kocası
olacak kimsenin adım söyler, kadın da, bu durumda sükût ederse; bazı
âlimler: «Baba, kızını hibe etse —bile— bu nikâh geçerli olur. Çünkü,
bu kadın, mehîr söylenmeden nihâka razı olmuştur.» demişlerdir. Açık
olan kavil ise, bu nikâhin mehr-i misille yapılmış bir nikâh
olduğudur. Çünkü, hibe lafzı ile yapılan nikâh, mehr-i misil
gerektirir.
Bu durumda velî, o kadını mehr-i
müsemmâ ile nikahlarsa, velînin akdettîği bu ni'kâh, geçerli olmaz.
Çünkü ,bu durumda kadın, velînin tesmiyesine (= belirlemiş bulunduğu
mehre) razı olmuş sayılmaz. Ancak, kadının sonradan vereceği izinle, bu
nikâh geçerli olur. 0 Velî, kadını izinsiz olarak nikâhlar; nikâhtan
sonra da, kadına nikâhı haber verir fakat mehri haber vermez ve
kocasının da kim olduğunu bildirmezse; kadın, bu durumda susarsa;
âlimlerimiz bu susmanın rıza manâsına gelip gelmiyeceği hususunda
ihtilâf etmişlerdir. Sahih olan kavil ise, bu durumdaki kadının
susmasının, rıza manasına gelmiyeceği'dir.
Fa'kat velîsi, mehrî ve kocasının 'kim olacağını söyler ve kadın, bu durumda susarsa, razı olmuş deme'ictir.
Eğer, kocası olacak kimsenin
adını söyler de, mehrî söylemszse; bu durumda hü'küm, «nikâhtan önce
izin isteme ile ilgili paragrafta» geçen tafsilattaki gibidir.
Eğer velî, meftri söyler ve fakat
kocası olacak kimsenin adını söylemez ve buna rağmen 'kadın da susarsa;
bu sükût, rıza sayılmaz. Nikâhtan önce izin alınmış veya nikâhtan sonra
'haber verilmiş olsa bile, bu hüküm böyledir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir.
Babası, kızı nifcablssa; kızda:
«Ben razı değilim» dese; sonra da, başka bir meclisde : «Razı öldüm.»
demiş olsa, nikâhı caiz olmaz. Muhıyt'te de böyledir.
Bir kızı, velîsi birteine
nikâ'hlasa; kız ise, bu izdivacı reddettikten sonra başka bir
mecliste, velîsi bu kıza; «Seni, pek çok kimse, nikahlamak istiyor.»
deyince, kadından: «Sen ne yaparsan yap; 'ben ona, razıyım.» cevabını
alsa; bu cevap üzere, velîsi bu kadını önceki adama nikâhlasa; kadının
tekrar bu izdivaçdan kaçınma ve kabul -etmeme hakkı vardır. Fetâvâyi
Kâdîhân'da da böyledir. 0 Şeyhu'I - İmâm Fakıyh Ebû Nasr'a sorulmuş —
«Bir velî, velîsi bulunduğu kadını, bir şahsa nikâhlasa; bu haber
kadına ulaşınca da: «Ben, onu kabûi etmem. O çirkin vs kısa boyludur.»
veya : «Ben, ona razı değilim. O, azgın bir adamdır.» demiş olsa; bu
kadının nikâh(landığı adamın durumu nedir?»
Ebû Nasr, şu cevabı vermiş :
— Bu zararı olmayan bir sözdür. Nikâh ise, önceden geçersizdir. Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimse, velîsi bulunduğu bir
kadını, bir şahsa nikahlamak için, ondan izin isteyince kadın, o adama
varmaya razı olmasa fakat kadının velîsi, —buna rağmen— onu nikahlamış
ve kadın da bu durumda susmuş olsa; bu hâl rıza sayılır. Kâdîhân'ın
Camiu's - Sağır Şerhi'nde de böyledir.
Kadının hazır bulunmadığı bir
yerde, velîsi onu nikahlamış ve kadın, bu haberi duyunca, susmuş olsa,
bu durum hakkında, ihtilâf edilmişse de, esahh olan kavil o kadının
razı olduğudur.
Bir kadın, öncelik sırası
bakımından eşit bulunan iki velîye, kendisini evlendirmeleri hususunda
izin vermiş; bunlar da, bu kadını ayrı ayrı adamlara nikahlamış olsalar;
bu velîlerden herhangi birinin öncelik hakkı olmadığı için, kıyılmış
bulunan bu nikâhlar, geçersiz olur. Tebyîn'de de böyledir. Açık cevap
budur. Bahrû'r - Râik'ta da böyledir.
Bakire bir kızdan, kendisini
—belli— bir adama vermek için izin istense; o da : «Ondan başkası daha
iyidir.» demiş olsa; bu kız, izin vermiş sayılmaz.
Durum bu kıza, nikâhtan sonra
haber verilmiş ve oda yukarıdaki şekilde mukabele etmiş olsa, bu
durumda, izin'vermiş sayılır. Zahıyre'de de böyledir.
Bulûğa ermiş bir kızı, babası
nikahlamış ve bu haber ona ulaşınca: «Ben istemem.» veya : «Ben felân
adamı istemem.» demiş olsa; akdedilen nikâh, iki cihetten reddedilmiş
olur. Itâbiyye'den naklen Tatarhâniyye'de de böyledir.
Bir kimse, velîsi olduğu kadına:
«Seni, filân adama vermek istiyorum.» deyince, kadın: «İyi olur.»
cevabını verse; fakat velî çıktıktan sonra : «Ben razı olmam.» dese de
bu sözünü velîsi işitmeden, kadını, o adama nikâhlasa, bu nikâh, sahih
olur.
Bir kadın, velîsi tarafından nikâhlandığıni duyunca : «Ne güzel yapmış.» dese; esahh olan kavle göre, bu icazet (= izin) dir.
Şayet kadın : «Güzel yaptın.»;
«İsabet ettin.»; «Allah mübarek etsin.» veya: «Kabul ettim.» demiş
olsa; bu sözler de rıza ifâde eder.
İfani Selâm, şöyie demiştir: Bir
kadına, velîsi: «Seni filân ile evlendireceğim.» dese; kadın da : «Bir
sakıncası yoktur.» cevabını vermiş olsa, bu söz rıza olur. Fakat, eğer:
«Benîm, ni'kâha ihtiyacım yok.» cevabını vermişse veya : «Ben sana, ben
istemem, demedim mi?» demişse; kadının bu cevabı, nikâhı ve
yakınlaşmayı reddir.
Keza, bu durumda kadın : «Razı
değilim.»; «Ben sabredemem.» veya : «Ben, hoşlanmam.» demiş olsa; İmâm
Ebû Yûsuf (R.A)'den rivayet edildiğine göre, bu lafızlar da reddir.
Fakat, kadın : «Hoşuma gitmiyor.»
veya : «Ben evlenmeyi iste miyorum.» demiş olsa; bu lafızlar red ifâde
etmez. Kadın,vbu sözlerden sonra, razı olsa; nikâh sabin olur. Ancak,
kadının : »Filânı İstemem.» demesi de reddir. Zahîrîyye'de de böyledir.
Bu, en açık ve doğruya en yakın olan görüştür. Muhıyt'te de böyledir.
Kadın, velîsine : «Sen, iyi bilirsin.» demiş olsa, bu söz, rıza. sayılmaz.
Anca'k, kadın, velîsine : «Yapacağın işte, serbestsin.» demiş olsa; bu rızadır. Zahîrîyye'de de böyledir.
Bulûğa erişmiş olan, -bakire bir
kızı, amcasının oğlu, kendi , nefsine nikahlamış olsa; bu haber kıza
ulaştığında sussa, sonra da : «Ben razı değilim.» dese; kızın sözü
geçerli olur. Çünkü, bu amca oğlu, kendi nefsi hakkında asridir; kadın
yönünden ise, fuzûlî (= boşuna konuşmuş olan) bir 'kimsedir. Bu
sebepten dolayıdır ki, akid sahih olmaz. İmâm Ebû Hanîfe İRA.) ve İmâm
Muhammed (RA.): —Bu — akid rızasız yapılmaz.» demişlerdir.
Eğer, bu amca oğlu, evlenmeleri
İçin, bu kızdan izin istese de, kız susmuş olsa; sonra da, bu şahıs, o
kızı kendi nefsine nikâhlasa; 'bu nikâh, bil - icma' caiz olur. Fetâvâyi
Kâdîhân'da da böyledir.
Bir baba, bulûğa ermiş, bâ'kire
kızına : «Seni, filan adam, şu kadar mehîrle, zevceliğe istiyor.» dese;
kız da, olduğu yerde, iki defa sıçrayarak ayağa kalksa ve bir şey
söylemese; bunun üzerine babası da, kızı o adama ni'kâhlasa, bu nikâh
caiz olur. Gâyetü's-Sahabe'de de böyledir.
Bir kadını, velîsi, izin almadan
nikahlamış olsa; sonra da, kadınla, ni'kâhlandığı adam arasında ihtilâf
çıksa da koca, kadına: «Nikâh haberi sana ulaştığında sen, sustun.»
dese; kadın da :. «Hayır, ben susmadım; reddettim.» cevabını verse,
kadının sözü geçerlidir. Kâdîhân'ın Câmiu's - Sağîri'nde de böyledir.
bu durumda, koca; karısının, nikâh
haberi kendisine ulaştığı zaman, susmuş bulunduğunu isbat ederse; bu
'kadın, o adamın karısı olur. Fakat, bunu İsbât edemezse, İmâm Ebö
Hanîfe (R.A.)'ye göre, aralarında nikâh yoktur. İmâmeyn'e göre ise,
kadının yemin etmesi gerekir. Muhıyt'te de böyledir. Fetva da bunun
üzerinedir. Şeyh Ebû Mukârim'in Nikâye Şerhi'nde de böyledir.
Kadın bunu inkâr ederse; kadının ifadesi üzere hükmolunur.
Eğer, koca, haber kendisine
ulaştığı zaman, kadının sustuğunu; kadın ise, reddettiğini isbat
ederlerse; kadının beyyinesi (= delili), daha evla olur. Muhıyt'te de
böyledir.
Ancak, şahitler: «Biz, kadının
yamadaydık, onun konuştuğunu duymadık.» derlerse; kadının susmuş
olduğu, açığa çıkmış olur Fethü'I • Kadîr'de de böyledir.
Koca; haber 'kadına ulaştığı
zaman, onun nikâh yapılmasına izin verdiğine; kadın ise, haber gelince,
nikâh kıyılmasını reddettiğine delil getirirse; bu durumda erkeğin
delilleri kabul edilir. Sirâ-cu'l - Vehhâc'da da böyledir.
Kocası, bakire bir kıza cima'
ettikten sonra, o kız : «Ben razı değilim.» dese; bu sözüne itibar
olunmaz; duhûlden dolayı, kocanın kadına sahip olması, rıza sayılır.
Ancak, koca, karrsına zoraki cima'
ederse, bu takdirde, kadının rızası sabit olmaz. Eğer kız reddetmiş
olduğuna dair, şahit getirirse, bu durumda —Fetâvâyi Fazlî'de
zikredildiği gîbi— bu şahitlerin şahitlikleri kabul edilir. Bazıları
ise: «Nikâh sahihtir.» demişlerdir. Çünkü, temekkün (= sahip, olma) rıza
ve ikrar yerinde olur. Önce razı olduğunu İkrar edip, sonra da razı
olmadığını söylemesi halinde davası sahih olmaz; beyyinesi kabul
edilmez. Muhıyt'te de böyledir
Velînin, kadın hakkında : «razı
oldu.» demesi kabul edilmez; çünkü velî, kocanın mülkünün, sabit olması
için ikrarda bulunabilir. Kız bulûğa ermiş olunca, velînin nikâhtan
sonraki ikrarı sahih olmaz. İmâm Serahsî'nİn Mebsût Şerhi'nde de
böyledir.
O Bir kimse, bulûğa ermiş bulunan
kızını; rızasını veya reddini bilmeden, nikahladığı kocası ölse; ölen
bu şahsın vârisleri: «Nikâh, tazın haberi olmadan kıyıldı; onun haberi
ve rızası yok; bundan dolayı oria miras verilmez.» demiş olsalar; kız da
: «Babam, beni iznimle nikahladı.» dese, kızın sözü geçerli oiıt. Bu
durumda, kendisine miras verilir ve iddet bekler.
Fakat, bu kız: «Babam, benden
habersiz nikâhı akdetmiş; ama, haber bana gelince, ben razı oldum.»
dese; bu durumda, bu kadına, mehir de, miras da verilmez. Fetâvâyı
Kâdîhân'da da böyledir.
Dul bir kadın, nikâhı hususunda velîye, konuşarak izin verir
Keza, bu kadına, nikâhı ile İlgili haber ulaşınca : «Razı oldum.» demekle rızasını belirtmiş olur. Kâfî'de de böyledir.
Nikâhlandığı haberi gelince;
kadın : «Razı oldum.»; «Kabul ettim.»; «Güzel gördüm.»; «İsabet ettin.=;
«Allah mübarek eylesin.* gibİ sözler söylerse; razı olmuş bulunduğu
tahakkuk eder.
Keza, bu durumdaki bir kadının;
mehrini istemesi, cimâ'a rıza göstermesi, istihza etmeksizin gülmesi
veya sevinmesi gibi hallerinin hepsi de, razı olduğunun alâmetidir.
Tebyîn'de de böyledir.
Velîsi tarafından nikahlanmış olan
dul bir kadın; —nikâh — hediyesini kâbül ederse; önceki kocasına
yaptığı gibi, kocasının da ekmeğini yer, hizmetini görürse; bu
davranışları da rızasına delâlet eder.
Dul kadının, nikâha razı olup
olmadığı, davranışlarından anlaşılmazsa"; yapılan nikâh caiz olur mu?
Bu mes'ele hakkında her hangi bir rivayet yoktur. Ancak, İmâm Ebû
Hanîfe (RA)'ye göre, kadının bu hâli, bir izin sayılır. Zahîriyye'de de
böyledir.
Sıçramakla, hayızla veya
yaralanmakla bekâreti zail olmuş olan kız da; nikâh- haberi kendisine
ulaştığı zamanki tavrı veya nikâhına izin verme şekli bakımından,
bakire gibidir. İmâm Ebû Hanîfe (R-A)'ye göre, bekâreti zina yolu ile
zail olan kız da, bu hükme tâbidir.
İmâmeyn'e göre ise; bu durumdaki
kızın, susması kâfî gelmez. Bu kıza, had ikâme edilmişse veya zina
etmeyi âdet hâline getirmiş-se; sahih olan kavle göre, bunun sükût
etmesi kâfî gelmez. Kâfî'de da böyledir.
Bakire bir kızın kocası, halvetten önce ölmüş bulunsa; bu kız, — ikinci defa— evlendirilirken, bakire gîbi evlendirilir.
Keza, cimâ'a gücü yetmeyen bir
kimse ile evlenip ayrılmış oian veya Istînca'da kullandığı testi parçası
ile bekâretini İzâle etmiş bulunan bir kadına, nikâhlanırken bakire
gibi işlem yapılır.
Ancak, kadın; bekâretini, fâsid
veya şüpheli bir nikâh sonunda cima' ederek izâle etmişse; —yeniden
nikâhlanırken— kendisine dul gibi muamele yapılır. Hulâsa'da da
böyledir. [31]
5- NİKÂHDA KEFÂET (= DENK OLMA) [32]
Nikâhta, erkek tarafında ftefâet
aranır. Yani, erkeğin —aşağıda açıklanacak olan hasletlerde— alacağı
kadına denk veya ondan daha üstün bulunması, nikâhın lüzumu bakımından
gereklidir. Serahsî'nin Muhiyt'inde de böyledir.
Fakat, —koca, küçük yaşta olmadığı
müddetçe— kadın tarafında !kefâet, (= küfüv olma hali = denk ve
mümasil olma) aranmaz. Bedâi'de de böyledir.
Kendisinden hayırlı bir erkekle
evlenmiş bulunan bir kadının velisi, bu kan kocayı ayırma hakkına sahip
değildir. Bu velî, velîsi bulunduğu badının, dengi olmayan bir erkeğin
nikâhı altında bulunmasına itibar etmese bile, 'bu hüküm aynıdır. İmâm
Serahsî'nin Mebsût Şerhi'nde de böyledir. [33]
Kefâet (= Denklik) Esasen Şu Altı Yerde Aranır
1- Nesebte Denklik [34] :
1- Nesebte Denklik [34] :
Kureyş Kabilesinden olanlar'birbirlerinin delgidirler.
Aslında, Hâşimı olmayan bir kureyşlif Haşimî olan Kureyşliye denktir.
Kureyşii olmayan bir arap, Kureyşli olana küfüv (=denk) değildir.
Araplar da, — mühacir olsun, ensâr olsun — birbirlerine denktirler, Fetâvâyi Kadîhân'da da böyledir.
Umumiyetle, arap olmayanlar, arap
olanlara denk değildirler. Arapların Hepsi birbirlerine denktirler. müftabih olan budur. Ebû'l-Yüsr, Mebsûtta böyle zikretmiştir. Kâfî'de de
böyledir.
Arap olmayanlar da birbirlerinin dengidirler. Bunlar, araplara denk değildirler, siracîyye'de de böyledir.
Âlimler: «Hasîb olanlar (= ilmî
kemâlâta ve güzel ahlâka sahip olan erkekler), nesib olanlara (= soylu
arap kadınlarına) denktirler. 'Meselâ : Fakıyh {= fıkıh ılminde
derinleşmiş) bir kimse,.soylu bîr arap kadının küfidir. Sunu Cevâmîu'l -
Fıkh'da Kâdîhân ve Itâbî zikretmiştir.
Yenâbi'de: *ÂIim kişi, arabî
olana da, araplar arasında soylu olana da denktir.» denilmiştir. Esah
olan ise, bu kimsenin soylu arap )kadınına denk olmadığıdır. Gâyetü's -
Seraciye de böyledir. [35]
2- İslâmiyet'te Denklik :
Sadece, kendisi müslüman olmuş 'bulunan bir erke'k, hem
kendisi hem de babası müslüman olan birhanıma, küfüv değildir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Keza, kendisi İle yalnız babası
müsîüman olan bir erkek hem babası hem de dedesi müslüman bir müslüman
kadına, kûfüv olamaz. Bedâi'de de böyledir.
Bizzat kendisi müslüman olmuş
bulunan bir erkek, ebeveyni ve dedesinin babası müslüman olan bir
kadınla denk olmaz. Bu erkeğin dengi olandır.
Bu !hüküm, islâm dininin
-yayılışı, çok öncelere rastlayan yerler hassasındadır. Fakat, halkı yeni
müslüman olmuş bulunan ve dolayısı ile yeni müslüman olanın bir ayıp,
bir noksan sayılmadığı beldelerde, bu durumda olanlar, bir birlerine
denktirler. Sirâcü'l - Vehhâc'da da böyledir.
Babası ve dedesi müslüman o!an bir
erkek; babası, dedesi ve babasının dedesi ve hatta daha yukarıdaki
dedeleri müslüman olan bir kadına, denk olur. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, irtidâd 'ettikten
sonra, tekrar İslama dönmüş olsa; bu kimse, başından irtidad geçmemiş
olan bir kadına, denktir. Kunye'-de de böyledir. [36]
3- Hürriyette Denklik :
Bir 'köle, hür bir kadına denk olmaz.
Azad edilmiş olan bir kimsede, aslen hür olan bir kadına, denk olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir,
Azad edilmiş olan bir kimse, 'kendisi gibi azad edilmiş olan bir kadına denktir, Tahâvî Şerhi'nde de böyledir.
Babası azad edilmiş olan bir kimse, babası anası hür olan bir kadının, küfvi değildir. Fetâvâyi KâdîhânPıda da böyledir.
Babası ve dedesi müslüman ve hür
olan, hür bir müslüman erkek, babası ve dedesi hür ve müslüman olan
bir kadının, küfüvü-dür. Ancak, erkeğin dedesi, kâfir iken müslüman
olmuş veya köle İken azad edilmişse, bu durumda, o kadınla denk olmaz.
Azad edilmiş bulunan bir erkek;
anası aslen hür, babası isa azad edilmiş bulunan bir kadına, denk olmaz.
Bazı âlimler: «Bu hususta, hiç bir rivayet yoktur.» demişlerdir.
Itabiyye'de de böyledir.
Kavminin şereflisi olan, bir
kimsenin cariyesine, kavminin alt seviyesinde olan bir kimsenin kölesi
denk olamaz. Çünkü, bir kimsenin efendisi, nesebi yerindedir.
Hatun, Haşim oğullarının bir
cariyesi, nefsini, sıradan bir arabın kölesine nikahlamış olsa;
cariyeye müdâhale edilebilir. Tahâvî Şerhi'nde do böyledir.
Hâşimîlerin cariyeleri, Hâşimî olmayanların köleleri ile denk tutulamazlar. fimurtâşî'de de böyledir.
Kavmin şereflisi olan bir kimsenin, ezâd ettiği câriye, arap olmayan kimseye denk olur.
Arap olmayan İslâm toplumlarında,
denklik hususunda, müslüman va hür olmaya itibar edilir. Çünkü bu
toplumlar, nesepte değil müslüman ve «hür olmakla iftihar ederler. Tahavi şerhîn'de de böyledir.
Araplarda ise, babanın müslüman
olması şart değildir. Bir arap erkek, babası müslüman olmayan bir arap
kadınını nikahlamış olsa, bunlar birbirlerinin dengi sayılır.
Ancak, araplar için de. —küfüv
hususunda, hürriyet gereklidir. Çünkü, onların köle olmaları caiz
değildir. Bahrü'r - Râtk'ta -da böyledir. (İslâmın ilk yayılma
döneminde .araplar ya islâm davetini kabül etmişler veya
öldürülmüşlerdir.) [37]
4- Malda Denklik :
Malda denklikten maksat, erkeğin,
mehri ödemeye ve nafakayı temin etmeye muktedir olması demektir. 8u,
zuhru'r-rivâye'de böyledir. Binâenaleyh, bunlardan ikisine veya
birine muktedir olmayan biı- erkek, hiç bir kadına küfüv olamaz.
Hİdâye'de de böyledir.
Erkeğin bunlara sahip olması
halinde, kadının zengin veya fakir olması müsavidir. (Yani. mehri ve
nafakayı temine muktedir olan bir erkek, büyük 'bir servet sahibi olan
kadının dengi sayılır.) Tecnîs'-de ve Mezîd'da de böyledir.
Kadının malının çok olmasına itibar edilmez. Erkeğin, mehre ve nafakaya gücü yetmesi halinde kadın
ne kadar zengin olursa olsun küfüv (~ denklik) vardır, demektir. Sahih
olan görüş budur.
Eğer, erkek, kazanarak nafakayı
temin edebiliyor fakat mehri temine gücü yetmiyorsa, bu durum hakkında,
âlimler arasında ihtilâf vardır. Ekserisine göre, bu durumda küfüv
yoktur. Muhıyt'te de böyledir.
Burada mehirden maksat; mehrln,
acele verilmesi gereken miktarını, vermeye muktedir olmak demektir.
—Tamamı muaf olmaması halinde— erkeğin, mehrin tamamını vermeye
gücü yetmesi gerekmez. Tebyîn'de de böyledir.
Ebû'n-Nasr:
«Nafakada, bir yıllık yiyeceğe
İtibar edilir.» demiş; Nusayr İse : «Nafakada, bir aylık yiyeceğe itibar
olunur.» demiştir- Esahh olan görüş ise budur. Tecnîs ve Mezîd'de de
böyledir. 0 İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)dan geien bir rivayete göre; erkeğin,
mehre gücü yettiği zaman, günlük nafakasını temine de, muktedir olursa,
küfüv {= denklik) var demektir. Sahih olan budur. Kâdîhân'rn Câmiu's -
Sağirinde de (böyledir.
Bu 'kaviller İçinde en güzel olanı, İmâm Ebü Yûsuf (RA.)'un kavlidir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Kadın, küçük veya büyük olduğu zaman, eğer cimâya gücü yetiyorsa; kocasının, bu kadının nafakasını temin etmesi gerekir
Ancak ,kadın küçük olur ve cimâya
gücü yetmezse, onun nafakasına İtibar edilmez. Çünkü, bunun için
nafaka gerekmez. Erkeğin, onun meihrtne güç yetirmesi kâfîdir.
Zehiyre'de de böyledir,
Fakir bir adamın nikahlamış
bulunduğu kadın, onu, mehrîni bırakarak terketse, 'küfüv yoktur. Çünki,
nikâhın akdedildiği zamana İtibar edilir. Tecnîs'de ve Mezîd'de de
iboyledir.
Bir adam, küçük kız kardeşini,
nafaka teminine gücü yeten, fakat mehir vermeye muktedir olmayan, küçük
bir oğlana nikâhlasa; 'bu oğlanın zengin olan babası bu nikâhı kabul
etse; nikâh caiz olur. Çünkü, -babasının zengin olmasından dolayı bu
çocuk da zengin sayılır. Ancak, (böyle saypılması, mehir
hususundadir; nafaka hususunda değildir. Çünkü, cemiyet İçinde âdet, bu
şekilde cereyan etmekte, dolayısıyle babalar —nafakaları değil—
mehirleri kabul etmektedirler. Zehıyre'de de böyledir;
Bîr kimsenin, başka bir kimsede,
mehiir miktarınca alacağı olsa; bu kimse İçin küfüv vardır, demek
olur. Çünkü o kimse, alacağını, dilediği zaman .alabilir. Nehru'l -
Fâık*ta da böyledir. [38]
5- Diyette Denklik :
İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Ebû
Yûsuf (R.A.)'un ka-villerine göre, diyanette de denkliğe itibar
edilir. Sahih olan da budur. Hidâye'de de (böyledir.
Fasık 'olan bir erkek, saliha olan bir kadına küfûv değildir. Mecma'da da böyledir.
Bu fasığın, fasıklıgını açığa vurması veya gizlemesi halleri de müsavidir. Muhıyt'te de böyledir.
Serahsî'nin zikrettiğine göre;
İmâm Ebû Hanife (R.A.)'nin kavline göre; salâhın, en üstün noktasında
denk olmak, gerekli değildir. Sirâcü'l - Vehhâc'da da böyledir.
Bir kimse, küçük yaştaki kızını,
içki içen veya başka kötü itiyatlar taşıyan bir şahsa —iyi adamdır ve
içki içmez zannı ile — nikahladıktan sonra, onun bu hallerini
öğrense; kız da, bulûğa erişince : -Ben, 'bu nikâha razı değilim.*
dese; koca tarafının çoğu, salih kimseler olsalar bile, yine bu nikâh
bâtıldır, geçersizdir. Ve bu meselede, âlimlerimizin ittifakı vardır.
Zehıyre'de de böyledir,
Aralarında küfüv olmadığını
bildiği halde, nikâh yapmış olan kimsenin durumu hakkında, İmâm Ebû
Hanîfe (R.A.) İle İmâmeyn arasında görüş ayrılığı vardır: İmâm Ebû
Hanîfe (R.A.)'ye göre, bu nikâh caizdir. Çünkü baba, olgun ve
şefkatlidir; görüş açısı geniş ve düşüncesi derindir. Belki, —şu anda—
küfüv olmadığını gördüğü halde; ileride, küfüvden daha üstün bir hal
zuhur edeceği düşüncesindedir. Muhıyt'te de böyledir.
Nikâhın akdedildiği anda, küfüvve
itibar edilir; nikâhın devamında küfüv atanmaz. Meselâ : Bir kadın,
küfüvvü olan bir erkeğe nikâhlansa; sonra da erkek fâcir veya fâsı'k
olsa; bu nikâh feshedilmez. Sirâcü'l - Vehhâc'da da böyledir. [39]
6- Hırfette (= San'at, Ticâret, Ziraat Gibi Geçim Vâsıtalarında) Denklik :
İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe (R.A.)'den
gelen bir rivayete göre hırfet'e itibar edilmez. Zâhru'r- rivâyede
böyledir. (Çünkü; san'at ve meslek, mutlaka devamlı bir şey değildir.
Kişi, her zaman, düşük bir meslekten, üstün ve itibarlı bir mesleğe,
geçebilir.)
İmâmeyn'e göre baytar, attana küfüvdür.
İmâm-ı A'zam Ebu Hanîfe {RA.J*den
gelen, diğer bîr rivayete göre de, baytarlık, hacamatçılık, bez
dokuyuculuğu, çöpçülük veya debbağlık gibi makbûl olmayan bir san'atla
uğraşanlar; manifaturacı-nın veya sarrafın dengi değildirler. Sahih olan
budur. Fetâvâyİ Kâdî-hân'da *da böyledir.[40]
Berber de, bunlarrn dengi değildir. Sirâcül - Vehhâc'da da böyledir.
İmâm Ebu Yûsuf (RA)'tan rivayet
edildiğine göre, sanatkâr akraba olursa, san'at ayrılığına itibar
olunmaz. Bu durumda, denklik sabit olur; yani: —bu hallerde—, bez
dokuyucusu, hacamatçıya; debbâğ, çöpçüye; bakırcı, demirciye; attar,
manifaturacıya, denk olur. Şemsü'l - Eimme Halvânî: Fetva bunun
üzerinedir.» demiştir. Muhıytte de böyledir. [41]
Nikâhta Denk Olma İle İlgili Diğer Bazı Meseleler
Güzellik. küfüvden addedilmez ve nikâh hususunda, güzelliğe İtibar edilmez. Fetâvâyî Kâdîhan'da da böyledir.
«Güzellik hususunda, evlenecek kimselerin birbirlerine uygun düşmesînî,
velîleri, imkân ölçüsünde gözetirler.» demiştir. Huecet'den naklen
Tatarhâniyye'de de böyledir.
Denklik konusunda, ekil hususunda
da itiîâf edilmiştir. Bazıları: «Küfüv'de, akla itibar edilmez.»
demişlerdir. Fetâvâyi KSdthân'da da böyledir
Bir kadın, 'kendi nef3in! dengi
olmayan bir erkeğe nikahlamış olsa; zâhiru'r-rivâyede, Ebu Kenîfe
tR-A.Vye göre bu nikâh, caiz
olur. İmâm Ebû Yûsuf (RA.)'a göre,
bu kavil, Imâm-ı A'zam (R.A.)'ın son kavlidir. Hatta, bu kad'n,
ayrılmayı kabul etse; talâk, zıhar, iylâ, mîras ve diğer hususlardaki
hükümler de sabit olur.
Fakat, bu nik&ha, icadının,
velîsinin itiraz hakkı vardır. Hasan bin Ziyâd, İmâm-ı Azam [RA)'dan
rivayet ederek şöyle demiştir: «Böyle bir seibep varsa, nikâh
akdedilmiş olmaz.» Âlimlerimizin çoğu, bu görüşü kabûl etmiştir.
Muhtyt'te de köyledir
Zamanımızda[42] beğenilen görüş,
Hasan bin Ziyâd'm nakletmiş olduğu bu görüştür. Şeyhu'I - İslâm Şemsü'l
- Eimme Serahsî: «İhtiyata en yakın olan, Hosan'ın rivayetidir.»
demiştir. Fetâvâyi Kâ-dihân'ın Serâıtu'n - Nikâh BÖIümü'nde de böyledir.
Bezzâziyye'de zikrediîdiğine göre,
Bürhânü'l - Eimme : «Bu durumda fetva, —kadın dui olsun, bakire olsun—
bu nikâhın caiz olacağı şeklindedir. İmâm-ı A'zsm [RA.)ın kavline,
göre; kadının velîsi varsa, bu velînin itiraz hakkı olur. Ancak, kadının
velîsi yoksa, bu nikâh ittifakla caizdir, Nebru'l - Fâık'ta da
böyledir.
Böyle bir durumda ayrılık, ancak
hakimin hükmü ile oîur. Yani, hakimin bu nikâhı bozması dışında, bu
kadınla kocasının arasındaki nikâh geçersiz olmaz. Bu şekiide nikâh
bozulunca da, eğer koca, kadına cima' etmemişse, mehir ödemesi gerekmez.
Muhıyt'te de böyledir.
Ancak, kocası, 'bu kadına cirnâ'
etmişse veya halvette kalmışlarsa; mehr-İ müsemmanın tamamını öder.
Kadının, iddst beklemesi; erkeğinde ona iddet nafakası ödemesi gerekir.
Sirâcü'l - Vehhâc'da da böyledir.
Bazı âlimler: «Bu durumda, kadının
mahremleri, —nikâ-fhm feshi için— dava açabilirler.»; bazıları ise :
«Kadının mahremi olmayanlar da mahkemeye verebilirler. Bu hususta,
mahrem olmak veya olmamak müsavidir.» demişlerdir. Bunlara göre, amcanın
oğlu veya benzerlerinin murafaaları, velayet hususunda sabit oiur. Bu
görüş sahihtir. Mühıyt'te de böyledir.
Bu konuda, zevi'İ - erhâm'ı velayeti sabit olmaz. Muhıyt'ta de böyledir.
Ancak, asâbe olanların velayeti, sabit olur. Hulâsa'da da böyledir.
Bir kadın dengi olmayan birisi ile
nikâ'hlansa; fcocası da, ona clmâ' etse; kadının velîsinin, davası
üzerine hakim bunların nikâhını feshetmiş, onları ayırmış olsa; 'bu
durumda, kocanın mehir ödemesi, kadmm da iddet beklemesi lâzım gelir.
Aynı şahıs, Iddet müddeti içinde,
velîsinin izni olmadan, bu kadını tekrar nikahlamış ve duhulden önce,
hakkim bunları te'krar ayırmış olsa; kocanın, ?kinci d-ef'a mehir
ödemesi gerekir. Kadının ise, önceki iddeti devam der. Bu, İmâm Ebû
Hanîfe (R.A.) ile İmâm Ebü Yûsuf ffljAJ'un kavlidir, İmâm Sershsî'nin
Mobsût Şerhî'nde de böyledir.
Bir kadın, velîsinin izni olmadan,
nefsini, küfüvvü olmayan bir şahsa tezvîc eylese; velîsi de, ıbu
kadının mehrini alıp, onu tezvîc etmiş olsa; hu durum, velînin rızası ve
teslîmi sayılır.
Velînin, mehri alıp; kadını tezvîc
etmemesi durumu hakkında, âlimler görüş ayrılığına düşmüşlerdir, Saihfh
okn; ;bu hâlin, velînin rızası ve teslimi manasına olduğudur.
Şayet velî, kadının mehrini almaz,
fafcat nafakasını dava eder ve mehir de kadının kendisi tarafından
ta'kdir edilmiş bulunursa; bu durum da, istihsânen rıza ve teslim
sayılır.
Bu hüküm, denklik bulunmadığının
hakim tarafından tesbit edilmesi halinde velînin dava etmesinden ve
'hakimin metıir ve nafaka Ue ilgili hüküm vermesinden önce geçerlidir.
Faikat, denkliğin bulunmadığı,
hâkimin hükmünden önce şaton; olursa; (hem kıyasen hem de istihsânen,
—velînin— bu nikâha rızası yok demektir. Zehıyre'de de böyledir,
Ayrılı'k talebinde, velî susmuş
olsa bile nrkâhm feshi hususunda kadının hattı, zaman çok uzasa, hatta
kadın çocuk doğursa bile, geçersiz olmaz. Kâdîhân'ın Câmiu's -
Sağîri'nde de böyledir.
Kadın, kocasından çocuk doğurunca;
velîlerinin, nikâhı bozma 'hakkı kalmaz. Ancak, Şeyhü'I - İslâm
Mebsût'ta : «Bir kadın, nefsini, küfüvvü olmayan bir kimseye nikâhlasa;
velîsi de bunu bildiği halde kadın çocuk doğurana kadar sükût ettikten
sonra mahkemeye dava açsa, bu karı - kocanın, aralarını ayırma hakkına
sahiptir.» demiştir. Nihâye'de de böyledir.
Bir kadın, nefsini dengi olmayan
birisine nikâhlasa; velîlerinden birisi do buna razı olsa; bu
durunrfda, bu velînin de, diğer bir ve-lî'nin de, bu nikâhı feshetme
hakkı olmaz. Ancak, velîİİk derecesi daha yüksek ve yalktn olanın, bu
nikâhı fesh hakkı vardır. Fetâvâyi Karîîhân'da da böyledir.
Keza, bir kadını, .velîlerinden
birisi, kadının rızası ile bir şahsa nikâhlasa; bu nikâhı feshetme hakkı
.ancak, bu kadını nikâhla-yandan, daha yüksek velilik hakkına sahip
olan, kimseye âit oiur. Mu-hıyt'te de böyledir.
Velîsi, tarafından dengi olmayan
birisine nikahlanan bir kadın; cimâ'dan sonra, kocasından talâk-ı baîn
ile boşansa; sonra da, velîsinin izni olmadan, te'krar o kocaya ivarsa;
velî, kadının bu nikâhını feshedebilir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir.
Fafkat, bu kadın,.talâk-ı rici*
ile 'boşandıktan sonra; kocası, velîsinin izni olmadan, tekrar karısına
dönmüş olsa; bu durumda, velînin ayırma hakkı yoktur. Hulâsa'da da
böyledir.
Müntekâ'da: fbn-i Semâ'da, İmâm
Muhemmed (R.A.)'den şöyle ndkietmiştir: Küfüvvü olmayan bir kimsenin,
n&âhı altında bulunan bir kadının, babası gâib iken, kardeşi veya
başfca bir velî kocasını dava; ö da, kadını, daha yakın bir velînin
nikâh eylediğini iddia etse; kocaya, beyyine ikâme etmesi f= delil ve
şahit getirmesi) emredilir. Eğer, beyyine getirebilirse; bu kabul
edilir; aksi takdirde, araları ayrılır. Zehıyre'de de böyledir.
Müntekâ'da. Bişr'in, Ebû Yûsuf (R-A.)'den rivayet ettiğine göre :
Bir kimse, küçük yaştaki
cariyesini, bir şahsa nikahladıktan sonra «O benim kızımdir.» diye
iddia etse, bu çocuğun nesebi de —böylece— sabit olsa; eğer, koca, bu
-kızın dengi İse, nikâh olduğu gibi kalır. Eğer, koca denk değilse, bu
durumda da, kıyâsen, nikâhın, olduğu gibi kalmasi gerekir. Çünkü, bu
durumda da, onu, velîsi tezvîc eylemiştir,
Bîr kimse, küçtfk yaştaki
cariyesini, baş'ka bîr kimseye sattıktan sonra; satın alan Kimse, «bu, o
adamın kızıdır.» diye iddia etse; bu durumda da —satın alan— koca,
k'üfüv ise; yapılacak bir şey yoktur. Eğer, koca küfüv değilse; keza,
kıyâs yine böyledir. Çünkü, bu durumda da, onu, sahibi buJunan velî
tezvîc etmiş olmaktadır.
Velîsinin İzni ile bir kadınla
evlenen kö'e; nikâh akdi esnasında kendisinin hür veya kö'e olduğunu
büdirmese; kadının da, kocasının durumundan haberi olmadığı gibi velîsi
de, kocanın hür mü, köle mi oiduğunu bilmese; sonradan bu kocanın köle
olduğu açığa çıksa; eğer kadının, nikâhının kıyıldığından haberi varsa;
muhayyerlik yoktur. Ancak, velinin muhayyerlik hakkı vardır.
Fakat, kadının velileri nikâh akdi
esnasında hazır bulundukları halde, meseleler İhtilaflı olsa; bu
durumda kadın da, velîler de muhayyer olmazlar.
Şayet,'koca hür olduğunu söylemiş olduğu halde, diğer mes'elelsr hâli üzere ise, veliler, bu meselelerde muhayyerdirler.
Zikrettiğimiz bu mes'eleler, aşağıdaki şu mes'elelerin delilidir:
Bir kadın, 'kendi nefsini, küfüvvü
şart koşmadan ve kendisine denk olduğunu bilmeden bir şahsa tezvîc
eyîese; sonra da, kocasının kendisine küfüv olmadığını anlasa; bu
durumda kadının, muhayyerlik hakkı yoktur; velîlerinin ise, muhayyerlik
hakkı vardır.
Ancak, ibu nikâhta, velîler de
hazır 'bulunur ve razı olurlarsa; küfüv olduğunu bilsinler veya
bilmesinler; bu durumda, onların da muhayyerlik hakları yoktur.
Fakat, velîlerden birisi, küfüvvü
şart koştuğu veya birisi «küfüv vardır.» diye haber verdiği halde,
sonradan küfüvvün bulunmadığı ortaya çıkarsa; bu durumda, velîlerin
muhayyerlik haklan oiur.
Şeyhu'l - İslâm'dan :
— Nesebi meçhul olan bir şahıs, nesebi bilinen bir kadına, küfüv olur mu? diye soruldu.
İmâm:
— Hayır, o erkek, bu kadının küfüvvü değildir; dedi. Muhıyt'te de böyledir.
Koca, kadına; kendi nesebinden
başka bir nesep söylemiş olsa (kendisini, <kerrdl babası ve soyuna
değil de, başka birisine nis-bet etse) sonra da, doğru söylemediği
açığa çıksa; o erkek, bu kadının küfüvvü olma. Hem kadının, hem de
velîlerinin, bu nikâhı feshetme hakları vardır. Zahîriyye'de de
böyledir.
Bir kadın da, kocasını; kendisini,
asıl nesebinden başka bîr nesebe İsnat ederek kandırmış olsa; bu
durumda, kocanın muhayyerlik haldu yoktur. O, onun karışıdır. Ancök,
dilerse nikâhı altında tutar; dilerse boşar. Kâdîhân'ın
Câmiu's-Ssğîri'nde de böyledir.
Bir ıkimse »Ben filan oğlu
filanım» diyerek, bir kadım nikâh-iasa; fakat, bu — ismi taşıyan şahıs—
kendisi değil de, baba bir kardeşi veya baba bir amcası olsa; kadın, bu
nikâhı feshetme hakkına sahip olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir adam, nesebi belli olmayan bir
kadını nikahladıktan sonra, ıKureyşIl bir şahıs, o kadının kendi kızı
olduğunu iddta ve isbat etse; hâkimde,'bu kadının, o adamın kızı
olduğuna hükmetse; bu kadını ni'kâhlıyan kimse de, hacamatçı olsa;
babası, bu kadını kocasından ayırmaya hak sahibi olur.
Ancak, bu durumda; adam, bu
kadının babası değil de, kölelik ve efendilik itibarı ile yakını olursa;
eski efendisi olan bu adamın, bu kadının nikâhını, feshetme hakkı
yoktur. ZehıyreMe de böyledir.
Bir kefdın, kendi nefsini, dengi
olmayan bir şahsa nikâhlasa; velîsi razı olana kadar nefsini men
edebilir mi? Faktyh Ebu'l - Leys :
— «Her ne kadar, zahiru'r-
rivayete muhalif İse de; kadının, nefsini men etme hakkı vardır.»
demiştir. Fakat, âlimlerimizin çoğu, zâhîru'r - rivâyeye göre, fetva
vermişler ve : «Kadının, nefsini men etme hakkı yoktur.» demişlerdir.
Hulâsa'da da böyledir.
Bir kadın, kendi nefsini, bir
şahsa, me'hr-i misilden noksan bir mehirle nikahlamış olsa; velîsi, bu
nikâha itiraz edöbilir. Yâni, ya m-öhrini tamamlatır veya onu,
—'kocasından — ayırabilir.
Velî, bu kedini, duhûlden önce
ayırmişsa, onun için, mebir yoktur. Ancafk, duhûlden sonra ayırmışsa,
kadına, mehr-i müsemmâsı verilir.
Keza, tarafeyn'rîen birisi, bu
ayrılıktan önce ölürse, hüküm yine böyledir. BuF Ebû Hnnîfe (R-AJ'ye
göredir. Imâmeyn ise : «Velînin, itiraz hakkı yoktur.» demişlerdir.
Tebyîn'de de böyledir.
Ancak, tu .ayrılık, hakimin karan
İle mümkün olur. Şayet hakim »ayrılık hükmü vermezse; talâk, zmar, ilâ
ve mîras hffkmü, bakî kalır. Sırâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.
Bir adamın cariyesi ile bir başka
şahsın izdivacını, hükümdar, mehri misilin azlığı veya denk
olmamalarından dolayı, kerih görür fakat, câriye buna razı olursa;
hükümdar da bilâhare bunu, hoş görürse; bu cariyenin velîsi, mefıri,
mehr-i misline çıkarmak veya jbu kan - kocayı ayırmak maksadı ile, dava
açar. Bu kavil, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un kavlidir. İmâm Muhammed
(R-A.)'in kavline göre, cariyenin efendisinin, dava açma hekkı yoktur.
Keza, bu mes'elede, kadın
gönülsüzken sonradan gönlü olsa; bu durumda dava hakkı, hem kadının hem
de velîsinindir. İmâmeyn'în kavillerine göre, dava açma hakkı, yalnız
kadına aittir. Muhiyt'te de böyledir.
Nefsini, dengi olan bir kimseye,
gönülsüz olarak mehr-i misille nikahlamış; sonradan da gönülsüzlüğü
kaybolmuş olan bir kadın da, muhayyerdir. Muhıyt*te de böyledir.
Bir kadın kerîh görüp, gönül
hoşluğu bulunmamasına rağmen, nikahlanmış olsa; bu ni<kâh, caiz olur.
Bu nikâhı, kerih görmesinden dolayı da, bir tazminat gerekmez.
Sonra bakılır: Koca, kadının küfüvvü; möhri de, misil kadar veya mislinden fazla olursa,'bu nikâh caiz olur.
Eğer, m-ehri, mislinin mehrinden
az olursa; mehrinin, emsalinin mehrlne eriştirilmesin! istiyöbiiir. Bu
durumda, kocaya : «Mehrinî tamamla; 'bunu yapmazsan, onu, senden
ayırırız.» denilir. MehrI tamamlarsa ne âlâ...
Bu durumda koca, (nehrini
tamamlamazsa, bunlar birbirlerinden ayrılırlar. Şayet, duhûlden önce
ayrılmış olurlarsa, bir şey lâzım gelmez. Eğ-er, kadının kerih
«görmesine rağmen, dühû! vâki olmuşsa, bu 'hâl, kocanın rızasına, işaret
olduğundan; kadının mehr-i mislini, tamamen Öder. Cima', kadının da
rızası ile yapılmışsa, bu durumda mehr-I müsemmâ gerekir.
Ancak, İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe
[R.A.)'ye göre, hu durumda kadının velîlerinin, itiraz hakları vardır.
İmâmeyn'e <göre, velîlerin, itiraz hakları yoktur. Bu, kocanın,
kadının küfüvvü olması halindedir. Kocanın denkliği yoksa, velîlerin,
ayırma haklan vardır. Koca, 'bu kadının gönlü olmadan, ona cima'
etmişse, mehr-i mislini öder. Küfüv olmadığı zaman, itiraz hakkı
bakidir.
Kadına, onun arzusu ile cima' edilmişse, o zaman, mehr-î müsem-mâsı ödenir. Mehr-Î müsemmâdan fazla bir şey ödenmez.
Böylece, rıza kadından olursa,
nikâh satım olur. Çünkü, nefsinin temkini, akidde icazet (= izin)
sayılır; bu davranîş, «Ben razıyım.» demek gibi olur. Bu durumda,
kadının muhayyerlik hakkı, sâ'kıt oiur.
Bu hâlde bile, küfüv yoksa,
velîler ayırabilir ve mehr-i-mislin tamamını alabilirler. Küfüv
bulunmadığı müddetçe, velîlerin ayırma hakları vardır. Kadının mehri,
—mislinden— noksan olursa, velilerin, 'bunu tamamlatma haklar; da
vardır. Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)-nin kavlidir. İmâmeyn'e göre, hem
kadının, hem de velîlerin muhayyerlik hakları vardır. Ancak ıbu hak,
yalnızca, küfüv [= denklik) olmadığı zaman geçerlidir. Ayrılrk,
dü'hûlden önce vâki olmuşsa, bir şey lâzım gelmez. Sirâcü'l - Vehhâc'ırt
Kitâbü'l - İkrah Bölümü'nde de böyledir.
Bir kimse, küçük yaştaki kızını,
dengi olmayan birine; meselâ : Cariyesinin veya kölesinin oğluna
nıkâhlasa; yahut da, gabn-î fahişle {= Mehrî Mislinin iki katı)
nikahladıktan sonra, mehrini nok-sanlaştırsa; veya bu adam oğlunu, kendi
karısına verdiği miktardan daha fazla bir mefıir ile nikâhlasa; İmâm
Ebû Hanîfe (R-AJ'ye göre, bu nikâh, caiz olur. Tebyîn'de de böyledir.
İmâmeyn'e göre, —bu miktarüa,
İnsanları kandırması müstesna olmak üzere— bu fazlalık da
noksaniaştırmsk da, caiz oimaz. Bazı âlrmler: «Nikâhın aslı, sahih
olur.» demişlerdir. Esahh olan ise, İmâmeyn'e göre, bu nikâhın geçersiz
olduğudur. Kâfî'de de böyledir.
Sahih olan kavil, İmâm Ebû Hanîfs (RATnin kavlidir. Muzmerâi*-ta da böyledir.
Bu nikâh; baba, dede veya kadı tarafından kıyılmamıssa, bil - İcmâ' caiz değildir. Fetâvâyi Kâdihân'da da böyledir.
Babanın kötü hâli, cinneti veya
fasıklığı bilinmediği zaman, ihtilâf edilmiştir. Ancak, ıbdbanın <bu
gibi bir »hâlinin mevcudiyeti bi-Inirse, nikâh, bil - Icma geçersizdir.
Keza, bzJba sarboşsa, kıydığı bu nikâh, bi! - icmâ' sahih değildir.
Sirâcü'i - Vehhâc'da da böyledir.
Eğer, mehifdeki fazlalık veyıa
noksanlık mdhr-I misil hususunda, insanları aldatmak maksadıyla
yapılmışsa; bu nikâh, bil - ittifak caizdir.
Keza, baba ve dededen başka velîlerin, kıymış bulunduğu nikâh da, bil - ittifak caizdir. Muhıyt'te de böyledir.
Mehrin, yarısından aşağı olan
miktar, insanları aldatmak için olur. Bâzıları ise : «Onda birinden
aşağı olan, insanları aldatmak içindir.» demişlerdir. Sirâcül -
Vehhâc'da da «böyledir. [43]
6- NİKÂH VE DİĞER HUSUSLARDA VEKÂLET
Şahitler 'hazır olmasa bile, nfkâh
'hususunda, veVil tayin etmek sahihtir. Hâzsr - zâtîe'den naklen,
Taterhâniyye^de de böyledir.
Bir Ikadın, iblr erkeğe : «Beni,
istediğin kimseye nikâhla.» dese; o erkek, bu kadını, kertdi nefsine
nikâhlıyamaz. Tecnîs ve Meaîd'de de böyledir.
Bir erkek, bir kadına, vekâlet
verip, onu 'kendisini nikâhiama-ya yetkili kılsa; 'kadın da kendi
nefsini, bu adama, nikâhiasa, bu da caiz olmaz, Serahsî'nin Muhiyt'ınde
de böyledir.
Bir kadın, 'bir erkeği, kendi
nefsini 'belirli bir mebirle nikahlamak üzere vekil etse; vekil -olan
erkek de, o mahirle kadını kendi nefsine nikâhiasa; vekilin bu nikâhı
caiz olur. Muhıyt'te de böyledir.
Bir kadın bir erkeği, İşlerini
yürütmek üzere vekil tayin ettiği 'halde o adam, hu kadını, kendi
nefsine ni'kâhlasa; bu durumda kadın : «Ben, onu laiim-satım için vekil
tayin ettim.» dese; bu nikâh, caiz ohnaz. Çürikü, o kadın, bu erkeği,
kendisini nikâhlamaya vekil tayin etmiş olsaydı bile, o kadını, kendi
nefsine nikahlaması caiz oi-mazdı. Evlâ olan tjörüş. budur. Tecnîs'de ve
Mezîd'de de böyledir.
fe Bir kadın, kendi nefsini,
kendisine nikahlamak üzere, bir erkeğe vekâlet verse; bu şahıs da :
«Filan kadını nefsime nikahladım» dese fakat, «Köbu! ettim.» demese; bu
nikâh, caiz olur. Huİâsa'da da böyledir.
Bir kimse, diğer'bir kimseye,
kendisini nikahlamak üzere ve-kâiet verse; veki! de veiisi bulunduğu,
'kendi küçük yaştaki kızını veya 'Kardeşinin küçük yaşta'ki kızını
nPkahlasa; bu nikâh, caiz ölmez. Velîsi bulunduğu diyer kızları da,
istekleri olmadan, —bu adama — nîkâhlayamaz.
Bu edam, büyük yaştaki kızını,
onun rızası iîe müvekkiline nikahlamış olsa, e! - Asİ'da, İmâm Ebû
Hsnîfe (R A.)'ye göre, bunun da caiz olmadığı zikredilmiştir. Ancak,
kocanın rızası olursa, bu nikâh caiz olur.
İmâmsyn'e göre İse, Ibu nikâh caiz olur.
Vekilin, kendi ablasını, onun rızası ile müvekkiline nikahlaması ise, ihtilafsız caizdir. Muhiyt'te de böyledir.
Bir 'kadın, bir erkeği vekil tayin
etsede, bu vekil, o kadını, babasına veya oğluna nî'kâhlasa; İmâm Ebû
Hanîfe (R.A.)'ye göre, bu nikâh caiz olmaz. Fetvada buna göredir.
Fetâvâyİ Kâdîhân'da da böyledir.
Eğer, bu kimsenin toğlu, küçükse; bu nrkâ'bın, caiz olmayacağı hususunda, ihtiiâf yoktur. Muhiyt'te de böyledir.
«Bir kadının, kendisini
nikahlaması hususunda vekil tayin ettiği "bir kimse; bu kadını, dengi
olmayan birisine nîkâhlasa; bazı âlimler : «Bu nikâh sahih olmaz.»
demişlerdir; ekseriyete göre ise, bu nikâh sahih olur.
Şayet, denklik bulunsa, fakat
adam; kör, kötüröm, bunak veya küçük çocuk olsa, bu nikâh,.yine
caizdir. Adam, cimâya gücü yetmeyen bir kimse olsa, yine 6u nikâh caiz
olur.
Keza, 'bir kimse, 'kendisini bir
kadınca nFkâhlamaflc üzere diğer bir kimseye vekâlet verse; vekil de,
müvekkilini; kör, çolak, retkâ' { = fercinin ağzında, cimaya mâni bir et
parçası bulunan kadın], mec-nûne, yaşı küçük olmasına rağmen cimâ'ya
tabammüllü olup cima' edilmiş bulunan veya cima' yapılmamış hür veya
câriye ile yahut da küfüv olmayan bir müslüman veya kitabî kadınla
nikahlamış olsa; bu nikâh, İmâm Ebû Hanîfe !(R.A.}'nin kavline göre
caizdir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bu vekilin, 'bizzat kendi cariyesini, müvekkiline nikahlaması, bil - ittifak caiz değildir. Nihâye'de de böyledir
Bu vekilin, müvekkiline 'kara,
çirkin, ağzı /büyük, salyası akan, aklı kâh gidip, kâh golen, bir kadını
nikahlaması hâlinde; bu nikâhın, caiz olup olmayacağı hususu
ihtilaflıdır. Zahîrîyye'de de böyledir.
Vekilin, müvekkiline, elleri kesik veya mefluç bir kadını nî-kâhfamasj hâlinde de, bu İhtilâf vardır. Nihâye'de de böyledir.
Müvekkil, voktline: «'Beyaz kadın
nikâhla.» dediği halde, o, siyah kadın nikahlamış olsa; veya bunun aksi
vuku bulsa; bu nikâh sahih olmaz. Ancak, müvekkil: «Kc>r kadın
nikâhla.» dediği tıalde, vekil gözü gören bir kadım, nFkâhiamiş io!ss;
*bu nikâh, sahih olur. Ker-derî'nin Veeîzi'nde öe 'böyledir.
Müvekkil, vökiline : «Câriye
nikâhla.» dediği halde; vekii, hûr bir kadın nikâhlamrş ojsa; bu nikâh
caiz olmaz. Ancak, vekil; mükâtep, tnüde?bber veya ümm-ü veled bir kadın
nikahlamış olsa; 'bu nikâh caiz ölür. HuİâssMa da 'böyledir.
Fâsld nikâh yapması için, vekil
edilen bir şahıs; sahih nikâh yapmış olsa; *bu nrkâh caiz olmaz.
Sorahsî'nİn IUuhıyt*inde de böyledir.
Müvekkil, vekilini; 'bîr kadın
nfkâhlamakla görevlendirse; o da müvekkiline bir 'kadın ni'kâhlasa;
kocası ise 'bu kadını boşasa; bu nikâh câi2 ve talâk da vâki olmuş olur.
Muhıyt'te ;de 'böyledir. ,
Bir kimse, kendisine bir kadın
nikahlamak üzere, 'bir ş?.hsi; vekil tayin etmiş; *o vekil de, bir kadm
nikahlamış olsa; şayet, bu şahıs, müvekkiline, o ka-dim. vekil tayin
edilmeden önce nikahlamış olursa; kadının kötü huyundan şikâyetçi olmasa
bile; müvekkilin, 'bu kadından ayrılması caizdir. Fakat, vekil, tayin
edildikten sonra nikahlamış olursa; ayrılması caiz olmaz. Fotâvâyi
Kâdîhân'm Kitâbü'I-Ve-kâlesi'nde de'böyledir.
Bir kimse, başka bir kimseye:
«Beni bir kandınla nikâhla; boşanma selâhiyeti, kadının elinde olsun.»
dese; vekil de, müvekkilini nikahladığı sırada böyledir şart koşmasa; bu
durumda, kadının elinde, boşanma selâhiyeti olur
Bu şahıs, vskîüne : «Ben! bir
kadınla nikâhla ve ben onu nikahladığım zaman, onun boşanma hakkının
elinde olacağını da şart koş.» dsse; eğer vekii, nikâh akdi esnasında
'bunu şart koşarsa, boşanma selâhiyeti kadının -elinde olur; !bunu şart
koşmazsa, kadının boşanrrra selâhiyeti elirrde olmaz.
Bir'kadın, bir erkeği, nikâhı
hususunda vekil tayin etse; 'bu vskil de, kocaya: Nlkâfriandığınız
zaman, boşanma selâhlyeti kadının elinde olacak.» diye şart fcoşşa; bu
selâhiyet, kadının elinde olur ve bu nikâh sahihtir.
Vekil, müvekkilini nikâhlara;
nikahladığı kadın da, başkasının kansı "olsa veya iddet altında
'bulunsa; vekil, bu hâli bilsin, veya Ibîl-mesin; müvekkil, bu halleri
bilmeden 'kadına cima1 etse; 'bunların aralan ayrılır ve 'bu durumda
'kocanın, me'hr-İ mislin az haddini ödemesi gerökir. Bu 'koca Vekiline,
müracaat edip, ödediği meblağı ondan alamaz. Vekil, müvekkiline, kendi
karısının anasını bu şekilde nikâblamiî olursa, durum yine aynidir.
Bir kimse, diğer bir kimseyi vekil
tayin edip: «Filân kadını veya filân kadını bana nikâhla» dese; vefcil
de, 'bu kadınlardan birini nikâhlasa, bu nikâh caiz olur.
Bu gibi cahillîker yüzünden, vekilin, vekâlet hakkı geçersiz sayri-maz.
Bu vekil, o kadınların ikisini de,
nikahlamış olursa; bunlardan — sadece — 'birinin nikâhı caiz olur.
Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir 'kadını nikahlamak üzere,
vekil tayin edilmiş olan kimse; müvekkiline iki kadın nikahlamış olsa;
müvekkil, bunlardan —sadece— birini —nikâhı önce kıyılmış olanı—
alabilir. Sahih olan budur. Kâdîhân'ın Câmiu's - Sağir Şerhi'nde de
böyledir.
Eğer müvekkil, her iki kadını da
nikâhlamaya veya bunlardan birini nikâhlamaya izin vermişse; vekil, bu
şekilde hareket eder. Bah-fOV - Râık'ta da 'böyledir.
Vekil, müvekkilini ;ayrı ayrı iki
afcidle nikahlamış olursa; birinci nikâh lâzım; Mdncl nikâh ise mevkuf
{= izne bağlı) olur. Hidâya Şertıl Aynî'de de böyledir.
Bir kimse, bir kadını tarif
ederek, -onu nikahlaması İçin, birisini vekii tayin etse; bu vekil de,
tarif edilen kadınla birlikte, başka bir kadını da, nikahlamış olsa;
tarif olunan kadının, nikâhı, sıhhatli olur.
Bir akidle, iki kadını nikahlamak üzere vekil tayin edilen
bîr kimse; müvekkilini bir kadınla nikahlamış olsla; bu nikâh caiz olur.
Keza, müvekkil: «Şu iki kadını nikâhla.» dese de, vekil, birisini nikahlamış olsa; bu da, caiz olur.
Keza, bu müvekkil, sözünün sonunda
: «Bu İki kadından biri olan, fHan kadınla nikahlama; öteki ile
nikâhla.» dese de; vekil, Istediği ile değil de, diğeri ile nikahlamış
olsa; bu nikâh caiz olmaz. Mu-tayfta de böyledir.
Müvekkil, vekiline : «Şu iki
bacıyı, bana nikâhla.» dese; bu İki bacıdan, 'birinin nikâhı caiz olur.
Ancak: «Bir akidle...» demişse; bu durumda caiz olmaz. Eğer, müve'kkil :
«Şu flkl kadını, bir akidle nikâhla...- demiş ve nikâhlananlarda iki
'kız ikardeş olurlarsa; ayrılmaları caiz olur. Tatarhâniyye'de de
Iböyledir.
Bir 'kimse, diğer ıbir kimseyi —
başkasıyle nikâhlı bulunan bir kadından bahisle — : «filân kadını,
'barna nikâhla.» diye veJklI tayin ettikten sonra; o kadının kocası ölse
veya 'bu kadını »boşasa; kadının, iddeti tamamlanınca vekil,
müvekkilini nîk&hlasa; 'bu nikâh, ^câiz olur. Fetâvâyi KâdîhânVta da
'böyledir.
Müvekkil, vekiline; kendi
kabilesinden bir 'kadınla nikahlamasını emretse; vekil ise, müvekkiline
'başka kabileden "bir kadın nikâhlasa, bu caiz olmaz. Hulâsa'da da
böyledir.
Bir kimse, diğer bir kimseyi :
«Filân <kadım, bana nikâhla.» dedikten >sonra; vekil, ö kadını,
'kendisine nikahlamış olsa: Ibu nikâh sahih olur.
Vekil, 'bu kadınla bir ay evli
kaldıktan sonra, onu fooşasa ve kadının İddeti bittikten sonra, onu,
müvekkiline nikahlamış olsa, bu nikâh da caiz olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da
da böyledir.
Vekil, bu kadını, kendisine
nikâhüamasa da, bizzat müvekkiline nikâhlasa; sonrada müvekkil bu
kadından uzaklaşsa; bu durumda, vekilin, bu kadını kendisine
nikahlaması caiz olmaz. Hulâsa'da da böyledir.
Bir 'kimse, 'kendisini, belli bir
İcadınla nikahlamak üzere, başka bir (kimseyi, vekil tayin -etse; bu
vekii de nikâh akdini, mehr-i mislinden fazlasıyle y&psa; eğer bu
fazlalık, insanların misli ile afdandı'kları miktarda olurda, bu nikâh
hilâfsız caiz olur. Fakat, bu fazlalık, insanların misli ile
aldandıkları miktardan çok olursa, İmâm Ebû Hanî-fe (R-A.)'ye göre, caiz
olmasına rağmen, İmâmeyn'e göre caiz olmaz.
Bir kimse, vekilini, bin dirheme
nikâh akdetmek üzere görev-lendtrse; vekilse, kadını deha fazla men M e
nikâhlasa; bu fazlalığın 'belli olması halinde; o'kadının mehrinin
misline bakılır. Eğer. mehr-i misil, bin dirhem veya ondan daha az
îs<e, bu nlkâfı caiz olur.-Bu meh-ri; kadına vermek gerekir. Şayet,
mehr-İ misil, bin dirhemden fazla olur ve koca da. (buna rıza
göstermezse, bu nikâh caiz olmaz. Muhiyt'-te de böyledir.
Bir kimse, bilinen bir kadını, bin
dirhem me'hirle nikahlamak özere, bir şahsı vekil tayin etse de vekil,
<o 'kadını, İkibin dirheme nikahlamış olsa; kraca, buna razı
'olursa, nikâh caiz olur. Kocanın, 'kabul etmemesi halinde ise, nikâh
geçersiz olur. Şayet, 'koca, bu durumu, cima' yapana kadar öğrenmemiş
olsa, yine muhayyerdir: Dilerse, kadının mehM müsemmasmı verir;
dilerse, kabul etmez. 'Razı olmaması halinde, ka'dına me<hr-i misil
verir. Bu durumda, mehr-I mislin, m&hr-i müsemmajdan'az olması
gerekir. Eğer koca, fazlaya razı olmaz ve vekil de : «Sîz nikâhınıza
devam -edin, o fazlalığı ben 'borçlanırım.- derse; (bu durumda da,
kocaya bir şey lâzım gelmez. Fetâvâyi Kâdîhân-da da böyledir.
Eğer vekil, mehr-i mösemmayi
kabullenip; (bunun, müvekkilinin emri olduğunu söyledikten sonra,
'koca; bin dirhemden fazlasına izin verdiğini inkâr ederse; bu fazlalığı
inkâr etmekle, nflcâhı, inkâr etmi'ş olur. 8u durumda, kocanın mem'r
vermesi gerekmez. Kadının, vekilden mehrini talep etme hakkı vardır.
Bundan sonra, biz deriz ki:
Gerçekten bu kadın, bazı rivayetlere göre; vekilden, me'hrinîn yarısını
isteyebilir; bazı rivayetlere göre de, mehrînin tamamını istiyöbilîr.
Muhıytte de 'böyledir.
Bir kimse, vekilini, yirmi dirhemi
muaccel, seksen dirhemi de müeccel olma'k özere, yüz diHheme,
bîr'kadını, nikahlamak!a görevlendirir ve vekil de, muacceli otuz
dirheme çıkarırsa; bu akid sahih olmaz, mevkuf olur. {Yani, kocanın
iznine bağlı kalır.)
Koca, bu durumdan (haberdar
olmadan kadına cima' etmiş olsa, yine, akid tamamlanmış sayılmaz. Koca,
durumdan haberdar olarak, cima'etmişse, bu, bir tein sayı lir ve nHcâfı
tamam olur.
Bir kadın, kendisini, bir erkeğe,
iki bin dirhem mehirle, nikahlamak üzere, birini vekil tayin etse;
vekil de, bu Ikadıni, bin dirhem mehirle nikahlamış ve Ibu İcadına
durumu bilmeden, cima' edilmiş olsa; bu durumda, kadının nikâhı
reddetme ve metfır-i mislini alma hakkı vardır. Hızânetü'l - Müftfn'de
de böyledir.
Bir kimse, başka bir kimseye, bin
dirhem mehirle, kendisine, bîr kadın nikahlamasını emretse; kadın, bu
durumda, miktarı artırmadan nikâha razı -olmasa; vekil de, bir elbise
vererek mehri kendiliğinden artirsa; nikâh, kocanın rızasına bağlıdır.
Çünkü, mehrîn artırılması, onun emrine muhaliftir. Bu muhalefette, koca
İçin, zarar vardır. Çünkü, kadın o elbiseyi alma hakkına sahip olunca,
bunun kıymetini, vekilin değil, kocanın ödemesi lâzım gelir. Vekilin
tazmin etmesi gerekmez.
Bu koca, vekilin mehrî artırdığını
bilmeden kadına cirnâ' etse: bu durumda koca, muhayyerdir: İsterse,
kadınla beraber kalır; isterse ayrılır. Eğer ayrılırsa. kadına, mehr-i
mislini verir. Tecnîs'de ve Mezîd'de de ıböyledir.
Bir kimse, kendisini, ibir kadınla
nikahlamak üzere, bir şahsı vekil tayin etse; bu vekil de, bir köle
veya 'bir arazi karşılığında, bir kadını müvekkiline nikâhlasa, bu nikâh
sahih olur. Vekilin, bu kadını, kocaya teslim etmesi gerekir. Vekil, bu
kadını teslim edince, kocadan bir şey istenemez.
Bu kadın, mehir olarak verilen
köleyi ahp sahip olmadan, köle helak olursa; vekilin bunu tazmin etmesi
gerekmez. Bu durumda kadın,'kocasından, bu kölenin kıymetini talep
eder.
Bu vekil, kendi malından, bin
dirhem metısr Vererek, bir kadını müvekkiline nikâhlasa ve ona : «Bu
kadını, sana, kendi malımdan bin dirhem vererek nikahladım.» dese veya
«...bu kadını sana, ikibin dir: heme nikahladım.» dese; 'bu nikâh caiz
olur. Mehir olarak verilecek malı, koca verir. Vekil, işaret olunan bu
*bin dirhemi kadından talep edemez. Zehiyre'de de iböyledir.
Bu vekil, müvekkilini, bîr köle
karşılığında nikâhlasa; bu nikâh caiz olur. Kölenin bedelini ise, koca
öder. Sershsî'nin Muhıyt'in-de de böyledir.
Koca razı olmazsa, köle, menir olamaz. Muhtyt'te de böyledir.
Bin ilâ ikibin dirhem arasında bir
mehirle, 'kendisine bir kadın nikahlamak üzere 'bir vekil tayın eden
şahsın vekili, bir İcadını, müvşkkiline, —kadın daha azına razı olmadığı
için™ iki bin dirheme nikâhlasa, bu nikâh caiz -olur. Bu iki bin
dirhemi, koca öder. Muhıyt'te de böyledir.
Bir kadın, kendisini, dört yüz
dirhem metıir mukabilinde, bir erkeğe nflcâhlamafk üzere, 'bir vekii
tayin etse; veWI de onu, bir erkekle nikâhlıasa ve 'bu 'karı koca 'bir
sene beraber kaldıktan sonra koca, ve'kiiin dilemle değil de, dinarla,
nikahlamış olduğunu zannet-se; vökil de, kocanın zannrnin doğru olduğunu
söylese; Ibu durumda kadın, muhayyerdir: Dilerss, nikâha razı olur;
dilerse reddeder. Şayet, kadın, nikâhı reddederse; kocanın, onun mehr-i
mislini vermesi gerekir. Kadın îcfdet 'beklerken, (kocanın nafeka
ödemesi gerekmez. Koca, inkâr ettiği zaman da, durum böyledir.
Serahsî'niri Muhiyt'inde de böyledir.
Bu ıhüküm, mehrin açıkça söylendiği vakit geçerlidir.
Fakat, mehir açıkça söylenmez ise;
şöyle 'ki: Bir 'kimse, diğer bir ^kimseyi, kendisini nikahlamak üzere
vekil tayin etse, o vekil de, bir kadını, —insanların aidandiğı üir
halde— me'hr-i mislinden fazla bir mehirle rcikâblasa; veya bir Ikadm
bir kimseye, kendisini nikahlama görevi verse; o vekil de, bu kadını
me'hr-î mislinden az bir mehirle nikâhlasa. İmâm Ebö Hanîfe (R.A.)ye
göre, bu nikâh caiz olur; İırârrsyn'e göre ise, 'bu nikâh caiz 'olmaz.
Hulâsada d& böyledir.
Bir kimse, vekiline : «Beni, bin
dirheme nikâhla.» dese; vekil de, kadının izni olsun veya clrmssin,
müvekkilini elli dinara ni-kâhiasa; sonra da vökii, üu nikâhı, kadının
İzni ile veya izni olmadan, 'bin dirhem me'hirie yenilese; bu ikinci
nikâhtan dolayı, birinci nikâhın hükmü, geçersiz olur.
Fakat, önceki nikâh, kadının izni
olmadan, bin dirheme; ikinci nikâ'h ise, —yine— kadının e-mri olmadan;
elli dinara akdedilmiş bulunsa; bu durumda, birinci nikâh, geçersiz
sayılmaz. Ancak, ikinci nikâh kadının emri ile akdedilmiş olursa; 'bu
durumda, 'birinci nikâh, geçersiz olur. Kâfî'de de böyledir.
Bir kimse, kendisini, yarın
öğieden sonra nikahlamak üzere, bir salısı vekil tayin etss; 'bu vekil
ise, müvekkilini; yarın, öğleden önce veya yarından sonra rikâhîssa; bu
nikâh caiz Olmaz.
j& Bir 'kadın,1 bir şahsı,
mehirde bir mfktar belirtmeden ve bunu nasibe bırakarak, kendisini
nikahlamak üzere, vekil tayin etse; bu vekiİ de, mehirsiz olarak,
müvekkilesini nikâhlasa; »bu nikâh sahih olur. Kerderî'nin Vesîzi'nda de
böyledir.
Bir kimse, diğer bir kimseye :
«Filân adamla istişare edip, dindar ve bilgili olan 'bir kimseye, kızımı
nikâhla.» dese; vekil de, -kızı, adamın istediği vasıfta bir ş^hsa
istişare etmeden ni'kâhlamış olsa; istek yerini bulduğu için, bu nükâh
caiz olur. İstişareye hacet kalmaz. Fetâvâyj Kâtiîhân'da da 'böyledir.
Bir kimse, diğar bir kimseyi,
«filân kadını kendine istemeye gönderse, vekil olan şdits da aynı
kadını, müvekkiline me'hr-i misille veya daha fazla bir mehirle,
nikâhlasa; 'bu nikâh, caiz olur. Sirâciy-ye'de de böyledir.
Bir kimse, diğer bir kimseyi,
filân adamın kızını kendisine nikahlaması için vekil tayin etse; ve'ki!
de, kızın babasına gelerek : «Kızını, bana tıi'be eyle.» dese, kızın
babası da : «Hibe ettim.» demiş olsa; sonradan da, vekii, nikâhı
müvekkili adına yaptığını iddia etse; eğer, vekilin İsteğine karşılık,
babanın 'kabulü, nikâ'h üzerine değilse; aralarında, katiyen nikâh
akdedilmiş sayılmaz.
Kızın babası, teklifi, nikâh
niyyeti ile ke'bul etmişse; akdedilmiş bulunan nPkâh, vekil için olmuş
olur; müvekkil adına, akdedilmiş olmaz.
Ancak, vekil : «filân adam adına aldım kabul ettim.» dese; kızın babası da : «Verdim.» demiş olsa; nikâh tamam olur.
Bu vekil, kız babasına : «Kızını,
filân adam adına, bana ver.» dese; o da : «Verdim.» dese; vekil : «Ben
de, o adam adına kabul ettim.» demedikçe, nikâh sahih olmaz. Vekil :
«Fitân adına, âldım 'kabul ettim.» veya, mutlak olarak : «Kabul ettim»
derse; bu hallerin her İkisinden de, nikâh, müvekkil adına akdedilmiş
olur. Muhıyt'te de böyledir.
Kızın babası, kendisi ile vekil
arasında nikâhın başlangıcı cereyan ettikten sonra; «Kızımı müvekkiline,
şu kadar mehirle verdim.» dese; müvekkil veya vekii de 'bunun üzerine
'bir şey söylemeseler, nikâh sahih olmaz. Ancak, bunlardan 'biri.
«kabul ettim.» derse, nikâh sahih olur. Tatarhâniyye'de de böyledir.
Nikâh için tayin edilen vekil,
başkasını tevkil (= kendisine, bu hususta, !bir vekil tayin) edemez.
Şayet, tevkil etmişse, İkinci vekil, birincinin yanında nikâh akdetmiş
olursa, bu nikâh caiz ofur. fetâvâyi Kâdîhân'ın Vekâlet Kltabı'nda
da böyledir.
Bir kadın, 'kendi nefsini
nikahlamak üzere, 'birini vekil eyle-se ve bu vekiline : «Ne yaparsan
yap; caizdir.» dese; bu vekil, bir başkasını tevkil edebilir. Bu sonraki
vekil, öleceği sırada bir başkasını vekii tayin etmiş olsa ve bu son
vekil de, önceki ölmeden nrkâh akdetmiş olsa; bu nikâh câîz olur.
Muhıyt'te de böyledir.
Bir kadın veya bir erkek, iki
kişiyi nikâh için vekil tayin etseler; ancak, bunlardan —sadece.—
birisi rrikâhi akdetmiş olsa; bu nikâh caiz olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da
da böyledir.
Bir adam, bir kişiyi, kendisini
belli bir kadınla nikahlaması için vekil tayin ettikten sonra aynı
maksatla, başka bir şahsı da, vekil tayin etmiş olsa; bfr "kadın da,
bunun gibi, nikâh için iki şahsı vekil etse; -erkeğin vekillerinden
biri ile 'kadının vekillerinden biri, bir yerde; diğerleri de başka bir
yerde, birbirine rastlasaiar; bu vekillerden bir taraf, bin dirhem;
diğer taraf da yüz dinar mehirie, nikâh ak-detseler; her iki nikâh da,
aynı zamanda addedilse veya hangisinin önce, hangisinin sonra olduğu
bilinmese; bu nikâh, mehr-i misille akdedilmiş olur.Kâfî'de de
böyledir.
Bir kimse, diğer bîr kimseyi, n i
kâh hususunda tevkil etse (= vekil tayin etse) de bu vekil müvekkilini
bir kadınla nikâhlasa; sonra da, müvekkil ile vekili arasında ihtilâf
çıksa : Müvekkil, vekile : «Sen, beni, şu kadınla nikahladın.» dese;
vekil de : «Hayır, öteki kadınla nikahladım.» dese; eğer kadın, onu
tasdik ederse, müvekkilin sözü geçerlidir. Çünkü, bunlar nikâhı tasdik
etmiş oluyorlar; nikâh da, bu ikisinin doğrulaması İle sabit olur. Bu
mesele, nikâhın tasdik etmekle (= doğrulanmakla) sabit olduğunun
delilidir, fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
8ir kadın, nefsini tezvic için,
bir şahsı vekil tayin ettikten sonra, bizzat kendisi nikâhını akdetse;
vekili hu durumu bilsin veya bilmesin, vekâletten azledilmiş olur.
Fakat, vekilinin haberi olmadan,
müvekkile olan kadın, bu vekilini azletse; vekil de, azledildiğini
bilmeden, müvekkili olan bu kadını, birisine nikâhlasa; bu nikâh caiz
olur.
Bu vekil, belli bir kadını
nikahlamak için, erkek tarafının vekili oİ-saydi; sonra da müvekkil,
istenilen kadının anasını veya bu ana, İstenmişken onun kızını
nikahlamış 'bulunsaydı; vekii, vekâletten çıkmış olurdu. Muhıyt'te de
böyledir.
Bir kadm, kendisini nikahlamak
üzere, bir şahsı vekil tayin etse; fakat, vekilin nikâh yapmasından önce
bizzat kendisini, fâsid bir nikâhla nikâhlasa; Buhara Âlimlerinin bir
kısmı, bu durumda: -Vekil, vekâletten azlolunmuş olur.» demişlerdir.
İmâm Bürhânü'd-Dîm eİ-Mürğînânî'nin, İhtiyarı da, bu kavildir. Kâdî
Bürhânü'd - Dîn, bu kaville fetva verirdi. Buhârâ Âlimlerinden bir kısmı
da, bu durumda : «Bu vekil azlolunmuş sayılmaz.» diye, fetva
vermişlerdir. Fetâvâyi Âhö'dan naklen Tatarhâniyye'de de böyledir.
Bir kimse, diğer bir kimseyi,
belli bir kadını nikahlamak hususunda vöîcil tayin etse; —Allaha
sığınırız —"bu kadın da irtidad edip dâr-i harbe gitse, sonra da esir
alınarak tekrar müslüman olsa; vekil de, bu 'kadını, müvekkiline
nikâhlasa; İmâm Ebû Hanîfe (R-A.)'yegöre, tu nikâh caizdir. Zahîriyye'de
de böyledir
Bir adamın bir oğlu ve, oğlunun da
bir kızı olsa; bu adam, torununu nikahlama hususunda, kendisini vekil
tayin etmesi için, oğluna baskı yapsa; 'bu durumda oğlu da ; «Ben senden
de, torunundan da bizarım. Ne istersen, onu yap.» dese; baba İse, o
kızı nikahlama cihetine gitse; Şeyhu'l - İmâm Ebû Bekir Muhammed bin
FadI: »3u nikâh, sahih olmaz.» demiştir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir
Nikâhının altında, dört kadın
(bulunan bir şahsın, kendisine bir kadın nikahlamak üzere tayin ettiği
vekilin vekâleti, —bu adamın karılarından birisi, ölmedikçe veya
boşanmadıkça— geçersizdir. Serahsî'nin Muhıyt'inde de böyledir.
Âlimlerimizden bir topluluğun
görüşüne göre; üir şahsın, nikâh hususunda, iki tarafın da vekili
olması; iki tarafın da velîsi olması; bir taraftan asil, diğer taraftan
vekii veya bir taraftan asil, diğer taraftan velî olması; bir tarafın
velîsi, diğer tarafın vekili olması sahihtir.
Fakat, bir kimsenin, İki taraf
için, fuzûlî (=ve*kil veya veiî olmadığı halde; vekil veya velî 'gibi
iş yapan bir kimse) olması veya bir tarafın velîsi, diğer taraf için,
fuzûlî: bir taraftan asil, diğer taraf için fuzûlî; >bir taraftan
vekil, diğer taraf için, fuzûlî olması hallerinde, — akdedilen nikâh—
Imâro-ı A'zem Ebü Harcîfe (R.A.) İle İmâm Mu-hammed (R.A.)'e 'göre,
saiflh ve sethib olmaz. Kâdîhân'in CamJu's-Sa-ğîr'inde de böyledir.
Fuzûlî fbir kimse, tarafından
yapılan, (bütün nfkâh akldleri. mevkuftur; yani, bu akdin tahakkuku;
asilin, vekilinin veya velîsinin iznine bağlıdır. Nihâye'de de
'böyledir.
Bir adam, bir meclisde .- «Şa'hîd
olunuz, ben filân İcadını, kendime nikahladım.» dese; bu haber kadına
ulaşınca kadın, İzin vermiş olsa, bu nikâh geçersizdir.
Kezâ, bir kadın, şahitlerin
huzurunda : «Şaihît olunuz; ben, kendimi, filân adama nikahladım.»
dese; bu hsber, o adama ulaşınca adam, buna razı olsa, yine de nikâh
caiz olmaz.
8u nikâh akdini, fuzûlî 'bir
şahıs, gâib adına kabul etmî? olsa; bu durumda da âlimlerimizin
kavillerine göre, gaibin izni beklenir. Gâib razı olursa, nikâh geçerli;
razı olmazsa, ni'kâh geçersiz olur. Kâdîhân-in Câmiu's - SagîrŞerhi'nde
de böyledir.
Fuzûli ibir adam, gryafbında 'bir
şahsı nfkâhlasa; bu "haber, o şahsa ulaşınca : «Ne 'güzel yaptın.»
«Allah, bize mübarek eylesin.»; İyi yaptın.» veya «İsabetli bir iş
yaptın.» gibi, sözler söylese; bu sözler, icazet (= izin) sayılır.
BehrüV - Râık'ta da böyledir.
Füzûllye, nikâh İçin, sözle icazet
verilebileceği gibi; fiille de 'icazet verilebilir. Yani, bu izin,
'hem sözle hem de fille sabit olur. fetâ-vâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Muhtar olan kavil budur. EbıTI - Leys de tbunu. ıfıtlyar etmiştir. Muhıyt'te de böyledir.
Ancak, söylenmiş olan, bu gîîbi
'sözlerin İstihza için söylenmiş olduğu bilinirse, bu tarzda söylenilen
söz, icazet olmaz. Ancak, btt nikâh haberini, kavmi tasvip etse ve o
şabısda, kabul etse, bu kabulü icazet olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir.
fiuccet'de: «Fakıyn, biz, bu kavli alırız.» demiştir. Tatarhâniyye'de de böyledir.
Bir şahıs, İzni olmadan, bir
icadını nikahlamış olsa; kadın İse : «Yaptığın iş beni teaccüp
ettirmedi.» dese. bu söz, red sayılmaz.
öunaan sonra da: «Razı cldum.» derse, bu nikâh geçerli olur. Fu-sûlü'l - Imâdiyye'de de böyledir.
Bu durumda, bir kadının mehri
'kabul etmesi icazet 1= İzin) sayılır; fakat, hediyeyi kabul etmesi izin
sayılmaz. Fsthu'I - Kâdîr'de de böyledir.
Fevâid'de, Muhıyt Sahibi:
«Fuzûliye, nikâh hususunda, «yaptığın iş, kötü oldu» demek, icazet
sayılır. Bu, İmâm Muhammsd {R.A.J'e göredir. Zâhlru'r- rivâyede ise, bu
söz red sayılır. Fetva da buna göredir.
Fiilî izin, kadına mehri yollamaktır.
Mehrin,'kadına ulaşması şart
mıdır? Bu hususta, Zâhl/u'd - Dîn : «Şarttır.»; Mevlanâ Ksdı İmâm
Fahre'O - Dîn ise : «Şart değildir.» demiştir.
Kadınla, halvet olmak, {= tenha bir yerdfi yalnız başlarına kalmak) izin sayılır mı?
Mevtana Zcrhîru'd - Dîn: «Bu, fcir
izindir.» derken, bazıları da «Sadece halvet izin sayılmaz.»
demişlerdir. Füsûlü'l - Sîrrâdiyye'de dö (böyledir.
Bir kimse, diğer bir kimseyi,
hafceri olmadan, bir kadınla m-kâhlasa; haber öu adama ulaşınca: «Bir
mâni yc'k.» veya «Bir beis yok.» dese; 'bu söz, izin ve nza sayılır.
Fr.-kıyh Ebû Ca'fer £R.A.) bununla fetva vermiştir. Zehıyre'de de
'böyledir.
Fuzûlî bir şahıs, bir adamı, bir
sözleşme Üe, dört kadınla ni-kâhlasa; diğer bir sözleşme üe de, üç
kadınlc nikâhlasa; bu adam da, bu kadınlardan birisini boş&mış olsa;
boşadığı kadın hangi fırkadan ise, o fırkanın geride kalan kadınlarının
nikâhları caiz olur. Fethu'I-Kadîr'de de böyledir.
Fuzûlî kişi, bir adamı, on kadınla
nikahlamış olsa; haber bu adama ulaşınca, bu duruma o da razı olsa;
dokuzuncu "e onuncu kadınların nikâhları caiz olur.
Keza, on adam, kızlarını bir adama
nikâhlasa; kızların hepsi de, buna razı olsalar; sadece, dokuzuncu ve
onuncu kızların nikâhları caiz olur. Şayet, bu adamlar —ve kızları— on
bir tane olsalards, sondan üçünün nikâhı, oniki kişi olsalardı, sonran
dördünün nikâhı caiz olurdu. Şayet, bunların sayısı on üç olsaydı,
sondan birinin nikâhı caiz olurdu. Gâyetü's - Sürûcî'de de böyledir.
Fuzûlî olan şahıs, ayrı ayrı
sözleşmelerle, bir kimseye, beş kadın nikâhlasa; bu adam, o kadınlardan
dördünü seçer, birini bırakır. Zahîriyye'de de böyledir.
İmâm Muhammet! (R.A.) şöyle demiştir: «Bir şahıs, başka
bir şahsa, bir kadını, haberi
olmadan, bin dirhem mehirle, nikahlamış; başka Ibir şahıs da, adamın
haberi olmadan, fbu 'kadını, o adama nikahlamış olsa; izinsiz
nikahlayan bu iki şahıs da, fuzûlî ;kişiler olurlar.
Sonra da, bu fuzûlî (kişiler, her
iki tarafın da ha'beri olmadan nikâhı elli dinar mehîrle yenileseler;
nikâhların ikisi de, her iki tarafın iznine
bağlıdır.
Kadın bu iki nikâhtan birine,
sonradan razı olsa; erlcek de, bu nikâhlardan 'birine razı olsa; eğer,
erkeğin razı olduğu nikâhla, kadının razı olduğu nikâh aynı ise, meselâ
: Bin dirhem mehirle kıyılmış olan nikâha, her ikisi de razı olmuşsa,
bu nikâh, bin dirhem mehirle akdedilmiş olur ve bu caizdir.
Fakat, ikadın, bin dirhem mehirle
kıyılan nikâha, erkek ise, elli dinar mehirle kıyılan nikâha, razı olmuş
bulunursa, bu nikâhlar caiz olmaz.
Bundan sonra, kadın ila erkek
ikinci nikâh özerinde görüş birliğine varsalar bile; bu nikâh caiz
olmaz. Fakat, 'birinci nikâha müştereken razı olurlarsa ,bu nikâh caiz
olur. .
Keza, kadın, başlangıçta İkinci
nikâha razı olmuş ise, birinci nikâh fesh olmuş olur. -Bu durumda,
İkinci nikâh üzerinde, ittifak ederlerse, nikâh caiz olur. Birinci nikâh
üzerinden anlaşmış olsalar bile, bu nikâh caiz olmaz.
Keza, erkek, o iki nikâhtan
birine, başlangıçta razı olsa; diğer nikâh geçersiz olur. Söylediğimiz
'bu htfkümter, nikâhlardan hangisine razı olunduğunun bilindiği zaman
geçerlidir.
Kadın, başlangıçta : «Ben, her iki
nikâha da razı oldum.» dese; erkek, bunlardan hangisini isterse ona
razı olur. İster bin dlrhemi; isterse, elli dinarı kabul etmiş olsun;
hangisine razı olmuş olursa, o nikâh caiz olur. Erkeğin, razı olduğu bu
mehri kadına vermesi gerekir.
Bu kadınla, bu erkek, biri
dirhemlerle, diğeri de dinarlarla yapılan nikâha razı olduğunu
beraberce söyleseler; bu durumda her iki nikâh da geçersiz olur.
Her ikisi de, her iki nikâha razı
olsalar ve bunu müştereken — aynı anda— söyleseler; bu durumda her iki
nikâh da caiz olur. Fakat sözleri aynı anda çıkmaz da, bir birini
takiben çıkarsa; bu iki nikâh akdinden; birini yerine getirirler. Bunda
bir sakınca yoktur.
Bunlardan birisi, bu iki nikâhtan
birisine razı ols-a; meselâ erkek: «Ben, o iki nikâhtan birisine
razıyım.» veya: «Şuna şuna razıyım.» dese; kadın da bu mes'elede aynı
şekilde rıza gösterirse, şu dört durum ortaya çıkar.
1- Kadın : «Erkeğin razı
olduğuna, ben de razı oldum.» der ve bunu, erkeğin söylediği sırada
söylerse, bu durumda, o İki nikâhtan birisi caiz olur.
2- Kadın : «Ben, erkeğin razı
olduğuna değil de, diğerine razıyım.» derse ve bunu da erkeğin
söylediği sırada söylerse; bu durumda, nikâhların her ikisi de geçersiz
olur.
3- Kadın : «Ben, her iki nikâha da razı oldum.» derse, bu durumda, her iki nikâh da caiz olur.
4- Kadın, erkeğin dediği gibi:
«Ben, bu nikâhlardan birisine razı oldum.» veya «Şuna, şuna razı
oldum.» der ve bu sözleri, erkekle birlikte söylerse, bu durumda nikâh
caiz olmaz.
Sonra, bu iki nikâhın hangisinde
görüş birliğine varırlarsa, onu yerine getirirler. İsterlerse, her iki
nikâhı da feshederler. Zehıyre'de de böyledir.
Bunlardan birisi : «Ben, 'bu
nikâhlardan birine razıyım.» dedikten sonra, diğeri : «Ben de, onlardan
birine razıyım.» dese, İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, 'bu
nikâh sahih olur. Serahsî'nin Muhiyt'inde de böyledir.
Fuzûlî bir kişi, (bir köleye, 'bir
akid ile iki kadın nikâhlasa; sonra da, başka bir akidle, İki kadın
daha nikâhlasa; bu kadınîârdan ikisine razı olduğu takdirde de, 'hür
olacağına 'dair söz verilse; ya önceki iıki 'kadım veya sonraki iki
kadını yahut önceki kadınlardan biri ile sonraki kadınlardan birini
kabul eder. Şayet kadınlardan .üçüne razı olursa, nikâh 'batıl olup,
geçersiz saydır. Köle, dördüncü kadıma rszı olsa, bu da caiz olur. Eğer,
'bu nikâhların 'hepsi 'birden akdedilmiş olsaydı; hiç biri de, caiz
olmazdı. Kâfî'de de böyledir.
Efendisinin izni olmadan, bir
köleye, ayrı ayrı süç kadın ni-kâhlansa ve efendisi üçüne de razı olsa,
üçüncü kadının da, nikâhı caiz olur. Hâbiyye'de de 'böyledir.
Aslında, nikâh kıyılacak yer 'hakkında, izin vermek akîd yerindedir.
Akdin yapıldığı yer ve esnada,
ayrılmaya da, karar verilmiş olunursa; bu akid sahih olmaz. Keza, böyle
bir !karar alınmişiken, verilmiş olan icazet de sahih değildir.
Sözleşmenin yapıldığı esnada, bulunması caiz olan şeyin, izin verme esnasında/bulunması da caizdir.
Bir kimse, diğer bir kimseyi,
haberi olmadan, bir akidle iki küçük kıza babalarının haberi ve izinleri
olmadan nikâhlasa; bu haber nikahlanan adama ulaşınca, kızlardan birine
razı; kızların babalarından da birisi, razı olsa, nikâh caiz olmaz.
Şayet, kızlardan birisi, razı
edildikten sonra, ölür, sonra da diğeri rszı edilirse; bunun nikâhı,
babasının razı olmasiyle, caiz olur.
Küçük yaştaki, 'iki kız çocuğunun
nikâhları, velîleri tarafından, ayrı ayrı akidierle kıyıldıktan sonra,
bu iki kızın, kardeş oldukları ortaya çıksa; adam da, bu kızlardan
birine razı olsa, nikâh caiz olur.
Şayet, bu kızlar, smca kızları
iseler, haberleri olmadan, velileri bulunan amcaları bu kızları aynı
adama nikahlamış olsa; bir kadın da, bu kızları razı etse; ancak, adam
bu kızlardan —sadece— biri ne razı olsa, nikâh caiz olmaz. Ancak, «bu
kızların, velîleri bulunan amcaları, ayrı olsaydı, bu durumda, bu iki
kızdan bîrinin nikâhı, caiz olurdu.
Bir kimse, iki cariyeyi,
velîlerinin izni olmadan kendi rızâla-Isrı ib, bir ckldle, bir şahsa
nikahlamış olsa; bu cariyelerden birisini
de efendi azad etse; nikâh haberi, efendiye ulaşınca, efendi de, câriye olana, razı olsa; nikâh caiz olmaz.
Bir 'kimse, İki cariyeyi, ekendi
rızaları ve efendilerinin izni ile, 'bir başka kimseye nfikâhladiktan
SGnra, bu cariyelerden 'bîrini efendisi azad etse; bu 'hdber, bunlarla
nikahlanmış o!an adama ulaşınca bu adem, cariyenin nikâhına razı olsa,
bu nikâh caiz olmaz. Eğer, hürriyete kavuşmuş olanın, nikâhına razı
olursa, bu nikâh caiz olur.
Şayst, cariyelerin efendileri,
bunların ikisini de, birlikte azâd etmiş; nikahlanan adam da onlardan
birisine veya her ikisine birden razı olmuşsa, nikâh caiz olur.
Eğer efendi : «Filân câriye
hürdür; filân câriye hürdür.» d-ese veya bunlardan birini azâd ettikten
sonra susup, bir müddet sonra da diğerini azâd etse; ts£'ber adama
ulaşınca; o, her ikisinin de, nikâhlarına razı olsa ve: «İkisini de
kribul ettim.» veya: «Onu da kabul ettim... Onu da Ics/öul ettim.»
diye, ayrı ayrı söylese; önceden azâd edilmiş olan cariyenin, nikâhı
sah;h olur; diğerininki sahih olmaz.
Şayet, bu cariyelerin; nikâbUn.
ayrı ayrı akdedilmiş ve efendileri de ayrı ayrı kimse olsalar ve
bun'avdan birisi de, cariyesini azad etmiş olsaydı; bu adam, onlardan
hangisini isterss, onunla evlenebilirdi.
Eğer, hu durumda, câriye'cr bir
Edamın olsaydı, bu takdirde, hür olsnın nikâhı caiz; cariyenin ki ise,
bat;! olurdu. Serâhsî'nin Muhsyt'-ınde ds böyledir.
Nikâhının altsncia, hür 'bir kedin
bulunan bir kimseye, fuzûlî bir kişi, 'bir câriye n&âhiasa da, bu
sırada da, hür olsn kadın ölse; veya, fuzûlî öten-kimse, bn f.damn,
karısmm 'kız kardeşini nikahladıktan sonra, karısı ölse; bu adamın, bu
kadınlar? razı olma hakkı yok-kir.
Kaza, bir şahıs, nikâhının altında
dört kadın bulunan bir şahsa, beişinci kadını nikahladıktan sonra, bu
adamın kanlarından biri ölse; bu adamın, o beşinci kadını, —önceki
nikâhla—, alma hakkı yoktur.
Bir kimse, bir seferde, beş kadını nîkâhlamış olsa, bunlardan. hiç birisini alamaz. Sîrâcü'I - Vehhâc'da da böyledir,
Nikâhında bir kadın bulunan hür
bir adama, kendisinin haberi olmaksizın, dört kadın daha nikahlanan
vs.bu haber kendisine ulaşınca, o da, bu kadınlardan, bir kısmının
nikâhına razı olsa; bu caiz olmaz.
Şayet, bu nikâhlar, ayrı ayrı
yapılmışsa, bu durumda, o adamın razı olduğu nikâhlar caiz olur.
Hepsinin nikâhına razı olursa, hiç birinin nikâhı caiz olmaz; geçersiz
olur. Bu halden sonra, vaz geçip bîr kısmının nikâhına razı olsa, bu
durumda da hiç birinin nikâhı caiz olmaz.
Eğer, bîr akidle kıyılmış olan bu
kadınların nikâhına, henüz adam razı olmadan, kadınlardan birisi ölse
veya ayrı ayrı akdedilen nikâhlara adam razı olmadan, kadınlardan
birisi ölse; sonra da adam hepsine razı oisa, yine bu kadınların
nikâhları caiz olmaz. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, bulûğa ermemiş kızını,
hazır olmayan bir şahsa nikâhlasa; fuzûlî bir krmse de, o şahıs adına
kabul etse; gâib şahıs henüz bu nikâha razı olmadan, kızın babası ölse;
babanın ölmesi ile, bu nikâh geçersiz olmaz.
Bir kimse, bulûğa ermiş oğlunun
haberi olmadan, ona bir kadın nikâhlasa; oğlu da, razı olmadan tecennün
etse; bu durumda, babanın : «Oğlum adına, ben razı oldum.» demesi,
uygun olur, denilmiştir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimse, kardeşinin küçük
yaştaki kızını, kendisinin küçük yaştaki oğluna nikâhlasa; kardeşi de,
henüz bu nikâha razı olmadan vefat etse; bu amca kızı, bulûğa erişmeden
razı olsa, bu nikâh sahih olur.
Keza, bir adam, bulûğa erişmiş
bulunan oğlundan habersiz oia-rak, ona bir kadın nikâhlasa da oğlan, bu
nikâhtan haberi olmadan bunasa : bu durumda, baba, oğlu adına— rıza
gösterdiği için, nikâh caiz olur.
Keza, bir köle, efendisinin haberi
olmadan eviense; sonra da, bu efendisinin, mülkiyetinden satmak, hibe
veya veraset yolu île çıkıp, başka birisinin mülkiyetine girse;
evlendiği kadının ferci yeni efendisine haram ise (şöyle ki: O kadına
bir çok kimse varis veya bu adamın oğluna âid bir miras ve oğlu, bu
cariyeye sağlığında cima' etmişse veya onu bir topluluğa satmış veyahut
da hibe etmiş bulunsa; veya babanın cima' ettiği, oğiuna intikâl etmiş
olsa) bu durumda, bu evliliğe bütün vârislerin razı olması gerekir.
Câriye bu suretle ikinci efendisine helâl oluyorsa —yukarıdaki şartların
hilâfına— bu durumda, 'ikinci efendinin rızası ile nikâh caiz ve sahih
olmaz. Muhıyt'te de böyledir. [44]
Fesih Mes'eleleri
Feshetme yetkisi bakımından, nikâh akdeden kimseler dört kısma ayrılırlar:
1- Fiili ve sözü İle, fesfh hakkına sahip olmayan fuzûlî kimseler:
Fuzûlî 'bir şahıs, bir adama, izni
olmadan, bir kadının nikâhlasa; sonra da : «Ben bu akdi feshettim,»
dese; bu nikâh 'bozulmuş olmaz.
Keza, bu fuzûlî şahıs, bir adama, o
adamın 'karısının kız kardeşini, nikahlamış olsa; bu ikinci nikâh,
mevkuf olur; önceki, kız kardeşin nikâhından dolayı münfesih oimaz.
2- Yaptığı akîd, sözü ile fesli olduğu halde, fiili ile fesh olmayan kimse, yani, vekil :
Bir kimse, kendisini belli bir
kadınla nikahlamak üzere, bir şahsı vekil tayin etse; vekil de, kadın
adına fuzûlî bir rıza gösterip, bu kadını müvekkiline nikâhlasa; işte bu
vekil, sözü ile akdini 'bozabilir.
Şayet, bu vekil, müvekkiline,
müvekkilinin karısının kız kardeşini, nikahlamış olsa; bu a<kid
sebebi ile, önceki kardeşin nikâh akdi, bozulmuş olmaz. Fetâvâyi
Kâdîhân'da da-böyledir.
Ancak, bu v&kil, müvekkilinin
mevcud karısını, başka bîr nikâhla, tekrar müvekkiline nikahlarsa; bu
ikinci nikâhdan dolayı, ön-çeki nikâh geçersiz olur. Serahsî'nin
Muhıyt'inde de böyledir.
3- Sözü ile. değ i i de, fiili ile akdi fesh edebilen kimse:
Bir kimse, başka bir kimseyi, o
kimsenin haberi olmadan, bîr bir kadınla nikâhlar; sonra da, o adam, bu
şahsı, belli bir kadından başkası İle nikâ'hlamaya vekil tayin eder; bu
vekil de bu defa, müvekkiline, önceki kadının kız kardeşini nikahlarsa,
birinci nikâh, feshedilmiş olur. Bu, 'birinci nikâtun, —böyle hır
fiille değil de— sözle feshedilmesi, sahih olmaz.
4- Sözü iie de, fiili ile de, her hal-ü kârda akdini, fethetmesi mümkün olan kimse :
Bir kimse, diğer bir kimseyi,
kendisini, beili bir kadının dışında, başka bir kadınfa nikahlamak için
vekil tayin etse; vekilde, müvekkiline bir kadın n-ikâhlasa; ancak,
kadın adına yetkisi olmayan (fuzûlî) bir kimse, rıza göstermiş olsa; üu
durumda ve'kil, bu akdi bozarsa, feshi cahih olur. Bu kadının kız
kardeşini müvekkiline nikahlarsa, bu durumda da, öncek nikâh feshedilmiş
olur. Fetâvâyî Kâdîhân'da da böyledir.
Fuzûlî kimse, n-ikâ'h konusunda, İcazetten [= izinden) önce, geri dönme ha'kkına sahip değildir.
Vekil ise, nikâh konusunda, sözle de, fiille de, geri dönme hakkına sahiptir. Zahîriyye'de de 'böyledir.
Fuzûlî bir kişi, bir adamla 'bir
kadını nikâhlasa; sonra, o nikahlanan şahıs, bir vekil tayin edip,
kendisini nikahlamasını istese; müvekkil, vekilinin nikahladığı kadına
razı olsa da sonra, bu akdi fes-hetse; bu fesih, sahih olmaz. Câroi'in
rivayeti bunun üzerinedir.
Müvekkilinin emri ile, vekil, nikahladığı kadının kız kardeşini müvekkiline nikâhlasa, birinci a'kit geçersiz olur.
Bîr müvekkilin, iki vekilinden
birisi, mutlak nikâhla, vekil tayin edilmiş olsa; hu vekilin yaptığı
akdi, diğer vekil 'bozamaz, fetâvîyye-de de 'böyledir.
Bir adsm izni olmadan bir kadını
kendisine nikahladıktan sonra; kendisini? bir kadın daha nikâhlsmsk
üzere, bir vekil tayin etse de bu vekil, müvekkilinin yaptığını, lisanı
ile bozsa; bu bozma sahih olmaz.
Bu vekil, şayet, o kadının kız kardeşini müvekkiline nikahlarsa; birinci nikâh geçersiz olur.
Eğer, bu vekii müvekkiline, bir
akid İle iki kadın nikâhlar, 'bu kadınlar da kız kardeş olurlar veya
bu vekil, müvekkiline dört kadın nikahlarsa; bu durumlarda öncekinin
nikâhı bozulmuş olmaz. Serah-sl in Muhiyt'inde de böyledir. [45]
7- MEHİR
1- Mehrin En Az Haddi İle Mehir Olmaya Elverişli Olan Ve Olmayan Şeyler
Mehrin en az haddi, madru'b (= darbedilmiş, para şekline getirilmiş) olsun olmasın, on dirhem gümüştür.
Değeri, çok az bile olsa, on dirhem ağırlığındaki gümüş tozu, mehir olarak caiz olur. Tebyîn'de de böyledir.
Miktar olarak, on dirhem
gelmemekle beraber, nikâh akdi esnasında, kıymet itibarı ile on dirhem
ediyorsa; zâhiru'r - rivâyede : «One itibar edilir.» denilmiştir.
Hatta, bir kimse, bir kadını
elbise veya ölçülebilen, tartılabllen bir şey karşılığı mebir
mukabilinde.nikâhlasa; nikâh akdi esnasında, bunların değeri, on dirhem
gümüş ederken, mefırin kadına ödendiği sırada, bu kıymet azalmış olsa,
kadının, bunu almayıp; gerî verme hakkı yoktur. Fakat, bu miktardan
noksan olan miktarı, —kocasından — alma hakkı vardır. Nehru'l - Fâık'ta
da böyledir
Mehir olan bir elbise, mehir
sa'hibi daha onu almadan, bir kısmı zayi olarak, kıymet bakımından
noksanlaşsa; kadın muhayyerdir: Dilerse, o elbiseyi aiır; dilerse, on
dirhem gümüş alır. Serahsî'-nin Muhıyt'inde de böyledir.
Şüphesiz ki mehir. her türlü maldan olur.
Menfaatlerin de, mehir olarak,
verilmesi sahih olur. Hür bir koca; mehir olarak karısına hizmet etmek
şartı üe, nikâh akdetmiş olsa, bu nikâh caiz olur. Ancak, İmâm Ebû
Hanîfe (R.A.) ile İmâm Yûsuf (-RA.)'a göre, bu koca, karısına me'hr-İ
misil öder. Zahîriyye'de de böyledir,
Bir kimse, 'hür bir şâhsın, mehir
olarak kadına hizmet etmesi kaydı ile, nikâh yapmış olsa; bu hal, eğer o
adamın rizası ve emri ile yapılmamışsa; İcadına, bu adamın hizmetinin
kıymeti, mehir olarak verilmesi gerekir.
Bu iş, hizmet edecek adamın rızası
ve emri ile yapılmış ve görülecek hizmet de muayyen [= belirli) olsa
bile; kadın, onunla bir arada bulunmasından dolayı inkişaftan ve fitne
zuhurundan korkarsa; bu adamı, hizmetinden yasaklaması ve —mehir olarak—
o adamın hizmetinin değerini, alması gerekir.
Kadın, bu gfbi 'bir sakınca görmüyorsa: o adam, kadına teslim edilir.
Eğer, ;bu adamın hizmeti, muayyen
değilse; nikâh, o adamın, hizmetinin değeri ile akdedilir. Bu
adam,"amele ise, yevmiyesi kadar para, kadına verilir. Fethu'l -
Kadîr'de de böyledir.
Bir kimse, mehir olarak kölesinin
veya cariyesinin hizmeti karşılığında, bir kadını nikahlamış olsa; bu
nikâh sahih olur. Nehru'l -Fâık'ta da böyledir.
Eğer koca, köle ise; onun, kadına hizmet edeceğinde İttifak vardır. Serahsî'nin Muhıyt'inde de böyledir.
Bir kimse, mehir olarak, Kur'an
öğretmek şartı ile, bir kadını nikâhlasa; bu kocanın, karısına, mehr-i
misil vermesi gerekir. Fetâ-vâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimse, —alacağı kadının—
koyunlarını otlatmayı veya tarlalarını sürüp ekmeyi mehir olarak, kabul
edip, bir kadını nikâh-lasa; bu nikâh, bir rivayete göre caiz olur;
diğer 'bir rivayete göre, caiz olmaz. Serahsî'nin Muhıyt'inde de
böyledir.
Buradaki birinci rivayet, Asl'in ve Câmi'in rivayetidir. Esahh olan da budur. Nehru'l - Fâık'ta da böyledir,
Doğru olan olan, Mûsâ (A.S.) ve
Şuayb (A.S.Vsn kıssalarını delil alarak, !bu nikâhın caiz olduğunu,
kabul etmektir.. Allahu Teâlâ'nın ve Resûlü'nün 'bildirdiği kıssalar,
inkâr edilmez bir şeriattır. Kâfî'de de böyledir.
Mefıir olarak, 'helâl ve haram
olan hükümleri öğretmek veya kadına, hac ve umre gibi ibâdetlerini
yaptırmak üzere, nikâh akdet-mefc, bize göre sahih olmaz.
Nikâh akdi esnasında, mehr-i
müsemmayı tesbit etmekte, asıl kaide şudur: Gerçekten tesmiye [=
mehrin miktarını belirlemek) sahih olduğu zaman, müsemmânın
kararlaştırılması gerekir.
Sonra bakılır: Eğer müsemmâ (=
tesbit edilen mehir miktarı), on dirhem gümüş değerinden çoksa,
yapılacak ıbir şey yoktur. Eğer,, rnüsemma, on dirhemden az ise, bu
m&hir. imamlarımızdan üçüne göre de, on dirheme tamamlanır.
Eğer, tesmiye, fâsid veya sarsıntılı 'olursa, bu durumda, mehr-i misil lâzım gelir.
Kadını, beldesinden çıkarmamak veya 'bunun aksini yapmak gibi tesmiyeler sahih clrnaz. Çünkü bunlar mal değildir.
Keza, bir müslüman erkeğin, 'bir
müslüman kadını nikâhlarken, möhir olarak; iaşe. içki veya domuz
tesmiye etmesi (= belirtmesi) sahih olmaz.
Ancak, belirli bir zaman için
tarlasını ektirmek, evinde oturtmak, hayvanına bindirmek giüi açık
menfaatleri, tesmiye etmiş olsa, bu tesmiye sahih olur. Bedâi'de de
böyledir.
Bir kimse, mehir karşılığında;
diğer karısını boşamak veya bir adam öldürmek veya hacca gitmek şartı
ile bir kadını nikahlamış olsa, —'bunları yapması gerekmez— karışma
me';hr-i misil ödemesi lâzım gelir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimse, başka birindeki, bin
dirhem alacağını me'hir tutarak, bir kadım nfkâhlâsa, bu nikah caiz
olur. 'Bu durumda, fedın muhayyerdir : İsterse, ıbu bin dirhemi
kocasından alır; dilerse, kocasını vekil tayin eder; kocası da borçludan
alıp, karısına verir.
Bîr kimse, başkasından, 'bir
seneye kadar alacağı, 'bin dirhem karşılığında, bir kadını nikahlamış
olsa; yine 'kadın muhayyerdir: Dilerse, borçludan alır; isterse,
kocasından, 'bir seneye ksdar bin dirhemini alır. Fetâvâyi Kâdlhân'da da
'böyledir.
Bir adam, bir kadını, başkasına alî olan bir köle veya ev karşılığında nikâ'hîasa, bu nikâh caiz olur.
Sonra balcılır: O kölenin veya
evin sahipleri razı olurlarsa, mü-semmânın .aynı, yani, o köi-3 veya o
ev verilir; razı olmazlarsa, niköh da, mehir de geçersiz olmaz. Bu
durumda mehr-i misil de gerekmez. Ancak, o müsemmânın kıymetini kadına
ödemek gerekir. Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimse, 'bir kadından satın
aldığı, ayıplı bir köle karşılığı, o kadını nikâhlasıs; şayet, bu
kölenin kıymeti on dirhemse, kadına verilir ve nikâh da caizdir. Eğer,
'kölenin kıymeti, on dirhemden noksan olursa, noksanlık, ayrıca kadına
verilir. Zehîriyye'de de 'böyledir.
Âlimlerimiz: «Nikâ'h-ı şigâr da, nikâhtır. Şartı ise, geçersizdir. 'Her iki kadının mehri de, mehr-i misildir.» demişlerdir.
Nikâh-ı şigâr: İki kadının, mahir tesmiye edilmeden,'biri diğerine mukabil olmak üzere, iki eHkeğe tezvic edilmeleri demektir.
Meselâ : İki erkek-,
'birbirlerine; kız kardeşlerini, analarını veya kızlarını, yukarıdaki
şekilde tezvic etmiş olsalar, nikâb-i şigâr meydana gelmiş olur,
Cevheretü'n - Neyyire'de de böyledir.
Nikâh akdi esnasında halizshırda
mevcut olmayan bir şeyi. mehir olanak tesmiye etmek caiz olmaz. Meselâ :
Bir kadının mehrine, g-eleco'k yılın hurmalarını veya tarlanın gelecek
sene vereceği mahsulü yahut da kölenin elde edeceği kazancı, karşılık
göstermek, sa-hih^ olmaz. Ve, bu gibi şartlarla akdedilmiş olan
nikâ'hlıarın metin, mehr-i misil olur.
Keza, hai-i hazırda mal olmayan
mehir, mehir sayılmaz. Meselâ : Bir kimse, koyunlarının karnında
olanları veya cariyesinin karnında olanı, möhir tesmiye ederek, nikâh
akdetse; bu mehir sahih olmaz. Bu gibi nikâhlarda mehir, mehr-i misil
olur. Muhıyt'te de böyledir.
Bir kadını; —sonradan —kendisinin
veya kocası olacak şahsın yahut da yabancı bir kimsenin vereceği hükme
göre, mehir tesmiye etmek şartı ile nikahlamak, geçersizdir.
Me'hir, kocanın hükmü ile tesbit
edilmişse bakılır; eğer koca, mehr-i misille veya bundan fazla bir
miktarla hükmetmişse, bu miktar kadına verilir. Koca, mehr-i misil'den
az bir miktara hükmetmişse; bu durumda kadıma, mehr-i misil verilir.
Anca!k kadın, bu az miktara razı olmuşsa, söylenecek ıbir söz yoktur.
Nikâh, kadının hükmü üzere
akdedilmişse; yani, kadın, mehr-i misille veya ondan daha az bir
miktarla hükmetmişse; kadına, hükmettiği miktar verilir. Kadın, mehr-i
misilden fazla bir mehire hükmetmişse; koca, razı olmadıkça, bu
fazlalık caiz olmaz,
Nikâtı akdi, mehre yabancı bir
kimsenin hükmetmesi ile yapılır ve bu durumda da, yabancının hükmü,
mehr-i misil kadar olursa, nikâh caiz olur; mehr-i misilden fazla ise,
nikâhın sıhhati kocanın rızasına; mehr-i misilden az ise, bu durumda da
kadının rızasına bağlıdır Bedâi'de de böyledir. [46]
2- Mehrin Teekküdü Ve Kat'iyyet Kesbetmesi
Mehir, şu üç halden birisi ile, te'kid edilmiş oiur:
1- Dühûi,
2- Halvet-i sahiha,
3- Karı veya kocanın Ölmesi.
Bu durumda, mefırin, mehr-i müsemma veya mehr-i misil olması da, müsâvîdir.
Hak sahibinin, ibra etmiş olmasının dışında, mehlr'den, hiç bir şey noksıanlaştınlmaz. Bedâi'de de böyledir.
Bir kimse, bir kadını, mehir tesmiye etmeden veya mehirsîz olarak nikahlamış olsa; o kadına, mehr-i misil vermesi gerekir.
Bu erkek, ;bu şekilde nikahladığı
kadını, cimâ'dan veya halvet-I sahihadan önce 'boşarsa; o .kadına, bir
menfaat vermesi gerekir.
Bu adamın karısına, hakim, bir
mehir hükmetmiş veya koca, ka-nsına, nikâh akdinden sonra 'bir hisse
ayırmişsa; bundan sonra da te'kid hallerinden biri vuku bulursa, bu
durumlarda, mehr-İ misil te'-kid edilmiş —gibi ■— olur. Bu kimse, eğer
cimâ'dan önce, bu kadını boşamış olursa, yine, kadına bir menfaat
vermesi gerekir. Sirâcü'I-Vehhâc'da da böyledir.
Talâk cihetinden bir'ayrılık, söz konusu olmazsa, kadına bir müt'a {= menfaat) vermek gerekmez.
Buradaki ayrılık; yemin, liân,
zeker veya, hayaların kesilmiş olması, cimâ'dan acizlik, îrtidad (=
İslâmdan dönme), İslama razı olmamak gibi bir sebeble olabilir.
Eğer; kadının irtidad etmesi,
İslâmdan kaçınması veya kocasının oğlunu şehvetle öpmesi gibi bir
sebepten dolayı ayrılık vuku bulmuşsa, bu durumda kadına, bir şey
verilmesi gerekmez.
Emişmek, bulûğ muhayyerliği ve küfüv {— denkük) bulunmayışı da ayrılık sebeplerindendir.
Bir kimse, karısını, efendisinden
veya efendisinin sattığı adamdan satın almış olsa, bu durumda da, bu
kadının müt'a (= menfaat) hakkı vardır.
Mehir, tesmiye edilmiş olsun veya
olmasın, müt'anın (= menfaatin) gerekmediği durumlarda, müsemmanın
yansı da gerekmez. Teb-yîn'de de böyledir.
Akdi esnasında, mehr-i misil
gereken her nikâhda, cimâ'dan önce talâk vaki olmuşsa, müt'a £ = kadın
için bir menfaat) gerekir. Tezhîb'de de böyledir.
MUT'A (= menfaat): Koca
tarafından, boşadığı zaman karısına verilecek olan; —bir baş örtüsü,
bir gömlek ve bir çarşaftan ibaret — üç parça elbisedir. Muhiyt'te de
böyledir.
Bu, onların örfüdür. Bize göre de, bizim, örfümüz mu'teber-dir. Hulâsa'da da böyledir.
Koca, bu elbiselerin bedelini,
dirhem veya dinar olarak vermek isterse; kadın, 'bunu kabul etmeye
zorlanır. Bedâi'de de böyledir.
Bu, —elbiseler yerine verilen para— mehr-i mislin yansından fazla ve beş dirhemden az olamaz. Kâfî'de de böyledir.
Mehr-i misil tesbit edilirken kadının hâline itibar edilir. Ker-hî'nin kavli, bunun üzerinedir.
Kadın aşağı tabakadan lset müt'ass
(— menfaat olarak veri-îen elbise) ketenden; orta halli ise,
İbrişimden; yüksek seviyeden ise, İpekten olmalıdır. Esahh olan kavil
budur. Venâbi'de de böyledir.
Sahih olan, bu durumda, erkeğin hâline i'tibar edilmesidir. Kâfî'de de böyledir.
Berisi' Sâhibî'nin naklettiğine
göre : «6u durumda, hem kadının, hem de erkeğin'hallerine itrbar
olunur.» denilmiştir. 0 Bu kavil, fıkha daha uygundur. Tebyîn'de de
böyledir.
Velvâliciy: «Sahih olan budur, fetva da buna göredir.» demiştir. Nehru'l - Fâtk'ta da böyledir.
Kocası ölen kadına, —mehr-i
tesmiye edilmiş olsun veya olmasın,— müt'a yoktur. Bu durumda kocasının,
o kadına, cima' etmiş veya etmemiş olması da müsavidir.
Keza, kav\ - koca, fâsid nikâhtan
dolayı, hâkim tarafından ayrılmış oldukları zaman; —'bu ayrılık, cima'
veya halvet-i sahiha-dan önce veya sonra olsun— koca, cimâ'y* inkâr
ettiği müddetçe, o kadına da müt'a yoktur.
Eğer, nikâh, efendisinin izni ile
yapılmışsa; müt'anın, icap edip etmediği hususunda köle de hür gibidir.
Muhıyt'te de 'böyledir. [47]
Bize Göre, Üç Çeşit Müt'a Vardır :
1- Vâc:p olan müt'a: bu, mehri tesmiye edilmediği haîde, cimâ'dan önce.boşanılmış olan kadına verilen müt'adır,
2- Müstehap olan müt'a: Bu, cimâ'dan sonra, boşanılmış bulunan kadına verilen müt'adır.
3- Vacip veya mûstehsp olmayan
müt'a: Bu da, mehri belli olan kadını, cimâ'dan önce boşa m iş bulunan
kocanın, vermesi gereken müt'adır. Sirâcü'I - Vehhâc'da da böyledir.
Halvet-i sahîha:
Kadın İle erkeğin, hissen, şer'an veya taz'an; cima yapmaya mâni 'bir halleri olmadan, bîr yerde ve 'bir arada bulunmaları demektir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Halvet-i faside : Kadın ile
erkeğin, birbirleri ile cima' etmeye mâni bir halleri olduğu halde, bir
araya gelmeleri demektir. Kadın veya erkeğin, cima' güçleri yetmiyecek
bir şekilde, hakikaten hasta olarak bir araya gelmeleri, bir halvet-1
fâside'dir. Hulâsa'da da böyledir
Burada hastalıktan kast, cima'
yapmaya mâni olan veya cima1 yapıldığı zaman bir zarara ulaştıran
hastalıktır. Bu hüküm, kadın ve erkek için aynıdır. Kâfî'de de böyledir.
Bir kadınla bir erkek, tenhada
birlikte bulunsalar; fakat, ikisinden biri, farz veya nafile nîyyeti
ile ihramlı veya farz bir oruç tutmakta yahut farz bir namaz kılmakta
olsa, bu durumlarda, halvet-i sa-hiha gerçekleşmiş olmaz.
Bu durumda, kaza, nezir ve
keffâret oruçlarının, sahih halvete, mâni olup, olmayacağında, ihtilâf
edilmiştir. Esahh olan kavil ise, bunların, halvete mâni olmamasıdır.
Nafile oruçlar da, halvete mâni olmazlar. Nafile namazlar da, halvete mâni değildirler. Hayız ve nifâs halleri, halvete mânidir.
Kadın ile erkeğin yanlarında, uyuyan veya kör bir kimse bulunursa, 'bu durumda, sahih halvet g-erçekleşmez.
Bunların yanlarında, aklı ermeyen bir çocuğun veya baygın bir kimsenin bulunması, 'halvete mâni değildir.
Ancak, 'bunların yanında,
yapacaklarının ne olduğunu bilecek şekilde, .aklı yeten bir çocuk;
sağır veya ahras bir kimse bulunursa, sahih halvet gerçekleşmez.
Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Mecnun ve bunak kimseler de, küçük
çocuklar gibidir. Eğer, bunların akılları eriyorsa, halvet
gerçekleşmez; akılları ermiyorsa, halvet gerçekleşir. Sirâcü'I -
Vehhâc'da da böyledir.
Bunların yanlarında, kadıma ait
bir cariyenin bulunması halinde de, ihtilâf edilmiştir. Fetva ise, bu
durumda, sahih olarak halvetin gerçekleşeceği şeklindedir. Cevharetü'n -
Neyyire'de de böyle* böyledir.
Yanlarında, erkeğin cariyesinin bulunması, halvete mâni değildir. MiVâcü'd - Dirâye'de de böyledir.
İmâm Muhammed (R.A.), önceleri:
«Yanlarında erkeğin cariyesi bulunduğu zaman, 'halvet sahih olur;
kadının cariyesi bulunduğu zaman, halvet sahih olmaz.- derdi. Sonradan,
bu kavlinden rücû ederek : »Her İki halde de, sahih halvet
gerçekleşir.» demiştir. İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Ebû Yûsuf
[R-A.)'a göre de böyledir. Fe-tâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Yanlarında, erkeğin başka karısının 'bulurvmast, halvetin sıhhatine mânidir.
Bunların yanında, kudurmuş bir köpeğin 'bulunması, halvete mânidir.
Köpek kudurmuş değil de kadına ait bir köpekse, halvet sahih olmaz; erkeğe ait bir köpekse sahih olur. Tebyîn'de de böyledir.
Koca, yalnız 'başına uyumakta
iken, karısı yanına girmiş olursa, adam, kadının girdiğin bilse de,
bilmese de, sahih halvet gerçekleşmiş olur. Bu cevap, İmâm-ı A'zcm Ebü
Hanîfe (R.A.)'nİn kavline, hamledilir. Çünkü, O'na göre, uyuyan, uyanık
hükmündedir. Zahîriyye'de de 'böyledir.
Bir İcadın, kocasının yanına —onun
yanında—- hiç bir kimse yokken girse, fakat kocası onu tanımasa da
kadın, bir saat durduktan sonra çıksa veya bu şekilde koca, karısının
yanına girse, fakat onu tanımasa; erkek kadını tanımadığı müddetçe,
halvet sahih olmaz. Bu kavil, Ebu'l - Leys'in ihtiyar ettiği kavildir.
Muhıyt'te de böyledir.
Biz de, bu kavli alıp, kabul ederiz. Tatarhâniyye'de de böyledir.
Kadın erkeği tanır, fakat erkek kadını tanımazsa, halvet sahih olur. Tebyîn'de de böyledir.
Benzeri, cima' edemeyen erkek
çocuğun, halveti sahih olmadığı gibi; benzeri, cima' edÜemiyen kız
çocuğun, halveti de, sahih olmaz.
Daha önce kâfir iken müslüman olan, kadının halveti de sahihtir.
Kâfir bir erkek, müslüman olsa,
fakat karısı müşrik kalsa, bunların bir araya gelmesi ile sahih halvet
gerçekleşmez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Kadının retkâ (=fercinin ağzında, cima'ya mâni olan bîr et parçası 'bulunması) da, halvetin sıhhatine mâni olan şeylerdendir.
Kadında karna (=fercinin iki
tarafında yumurta büyüklüğünde iki et parçası çıkmış olması veya kadının
fercinden bir kemik veya ur çıkmış] bulunması da, halvetin sıhhatine
mâni olan şeylerdendir. Tebyîn'de de böyledir.
Bir erkeğin, zıtıar vâki olan bir
kadınla, bu zıhtann keffâretini yerine getirmeden, halveti, sahih
olmaz. Çünkü, 'bu durumda, cima1 yapması haramdır. Bahru'r - Râık'ta
da böyledir.
İmâm Ebû Hartlfe (R.A.)'ye göre; zekeri kesilmiş olan kimsenin halveti sahihtir.
Kocanın, cinsî İktidardan mahrum
veya husyelerinin burulmuş olması da, halvetin sıhhatine mâni değildir.
Zehıy?e*de de 'böyledir.
Sahih halvet; ancak, karı -
kocanın izni olmadan, başkalarının kendilerini görmesi mümkün olmayan;
bundan, emin bulundukları yerdir. Ev ve benzeri yerler gibi...
Kâcîîhân'm Câmiu's-Sağîrİ'nde de böyledir.
Karı - kocanın, yanlarında kimse
'bulunmasa bile, insanların, gelip- geçmiyeceklerinden kesin olarak emin
olmadıkça, sahrada halvet sahih olmaz.
Keza, etrafında sütresi (=
perdesi, maniası) bulunmayan bir damda da, halvet sahih olmaz. Bu
damda, İnce veya kısa bir perde bulunur; fakat, ayakta duran bir
kimsenin, bu kan - kocayı görme ihtimâli olursa; bu durumda, yine halvet
sahih olmaz. Ancak, bunlar, başkalarının kendilerini görmeyeceğinden
emin olurlarsa; bu durumda, halvet sahih olur. Zâhîriyye'de de
böyledir.
Başkalarının geçmesi" muhtemel
olan yollarda vuku bulan halvet, halvet-i şahma olmaz. Ancak, bir kimse,
nikâhlısı ile yolculuk ederken, yoldan ayrılıp, boş bir yere
giderlerse, bu durumdaki halvet, sahih olur. Sırâcü'l - Vehhâc'da da
böyledir.
Mescitte ve kapıları —insanlara— kapalı olmayan hamamlarda, sa:hih halvet olmaz.
Kadını hayvana bindirip, bir veya
iki fersah mesafeye, yol haricinden götürmekle, sahih halvet meydana
gelir. Fetâvâyi Kâdîhân'-da da böyledir.
Kan -fcocanın; sahrada, hir sadırda, beraber kalmaları Üs, sahih halvet meydana gelir. Zahîrîyye'ds de böyledir.
Hacca beraber giden karı - koca,
çadır olmadan, sahrada beraber konaklamış olsalar; sahih halvet meydana
gelmiş olmaz. Bu şe-kilcf-e» dağda konaklamış olsalar, hüküm yine
aynıdır. Tebyfrı'de de böyledir
Kapısı bulunmayan bahçede halvet,
sahFh olmaz. Bahçenin ka pisi olur ve o da kapalı bulunursa; bu durumda,
sahih halvet meydana gelir. Hulâsa'da da böyîedir.
Kadının, gece gündüz üzerinde
durduğu mahmude, karı -koca yalnız kalırlar ve bu mahmude de cima' etmek
mümkün olursa; bu durumdaki halvet, 'halvet-i sahîha olur.
Tavam bulunmayan evdeki halvet de, halvet-i sahihadır, Zâhİ-ru'r - rivâye budur. Fetâvâyî Kâdîhân'da da böyledir.
Güvey evinde veya bir kubbe altında, sütre arkasında vuku bulan halvet d-e, sahih halvet olur. Bedâi'de de böyledir.
Bir kan - koca, bir evde 'bulunur
ve bunlarla o evdeki kadınlar arasında bir perde olursa, bu durumdaki
halvet, sa[hih halvet olur.
Müntekâ'da, İmâm Ebû Yûsuf
[H.A.)'un şöyie buyurduğu mezkûrdur : «Bu perde, arkası görünecek kadar
ince bîr bezden veya ayakta durunca, öbür tarafı görünecek Jcadar kısa
olursa: bu durumda halvet, sahih halvet olmaz.» Hulâsa'da da böyledir.
Tek tek, üç veya dört ev bulunsa;
bunlardan biraz uzakta o!an bir evde de, kan - koca halvette olsalar;
eğer, bu evin kapısı açık olur da, dileyen hu eve girebilirse; bu
durumdaki "halvet, halvet-i sahiha olmaz.
Keza, bir dairenin, kapısı açık
olan ve mahrem veya gayr-î mahrem, her isteyen kimsenin girebileceği
bir odasında, halvet olsa; bu 'halvet de sahih halvet olmaz. Fetâvâyi
Kâdîhân'da da böyledir
Mecmûu'n-Nevâzîl'de zikredildiğine göre; Şeyhu'l - İslâm'dan :
— Bir etfkek, bir kadınla
nikahlanır ve kadının anası da, bu erkeğin. bulunduğu bîr handaki
tafaya, 'kızını getirip, kendisi dışarı çıkar ve kapıyı kltlemezse;
handa da 'bir çok kimse bulunduğu halde, bu karı -kocanın, odalarının
perdesi olmaz ve handa bulunup uzakta oturmakta olanlar içeriyi
görürlerse; bu halvet, sahih bir halvet <o!ur mu? diye soruldu. O, şu
cevâbı verdi:
— Eğer pencereden bakılınca, içeri
görünürse ve bunlar da, görüldüklerini bilirlerse; bu durumdaki
halvet, sahih halvet olmaz. 2e-hıyre'de de böyledir.
Halvet ister sahih olsun, ister
fâsid oİsun, meşguliyetinin ne olduğunun anlaşılması için, istihsânen,
kadının iddet beklemesi gerekir
Kudûrî'de: «Eğer, mâni,'sert ise,
kadının iddet beklemesi vacip olur. Eğer hastalık veya çocukluk gibi,
hakikî bfMAÛM varöa; bu durumda kadının iddet beklemesi gerekmez.»
denilmiştir.
Âlimlerimiz, !ha!vet-i sahihanın bazı hükümlerde, cfmâî makamında olduğu görüşündedirler.
Bazı 'hükümlerde ise, mehrin
teekküdünü, nesebin sübtitunu, id-detl, nafakayı, süknây» (= oturulacak
yeri) iddet makamında görmüşlerdir.
Âlimlerimiz, nikâhın haremliğini
da, iddet makamında görmüşlerdir. Bu haller ise, bir kadının, k:z
kardeşinin o adama nikâhlı bulunması, cariyenin, hür özerine
nikahlatması; dörttaâının birden ni-kâhlanması veya İmâm Ebü Hanîfe
(R-A.J'nin kıyasına göre, kadın hakkında, talâkın vaktine riâyet etmek
gibi hallerdir. Tebyîn'de de böyledir.
Halvet, bekâretin zâlİ olması hususunda, clmâ' yerini tutmaz.
Meselâ : Bir kimse, bir bakire
kızla, halvette bulunduktan sonra, onu boşasa; bu kız; •—diğer—
bakireler gibi, tezvic olunur. Ker-dort'nîn Vecîzi'nde de böyledir.
Mehlr, teekkud ettiği > zaman,
sakıt olmaz. Ancak, mehrin teekküdünden önce, kadının irtidat etmesi
veya kocanın duhûlünden sonra, kocanın oğlunun kadına cima' etmesi gibi
bir sebeple ayniıfc vuku bulursa, mehir sakıt olur. Muhıyt'te de
böyledir.
Kan - kocadan birinin, nikâhdan
sonra ve dühûkfeo önce, eceli ile ölmesi halinin, mehr-i müsemmâyı,
te'ftld edeoeğIIM& bir ihtiİâf yoktur. Ba durumda, kadının hür veya
câriye olması da müsâvîdir. Kocası ölen bu durumdaki bir kadının, mehr-i
müsemmâ, hakkıdır.
Kan - kocadan 'birinin, bir
yabancı veya biri, diğeri tarafından öldürülmeleri yahut da, kocanın
intihar etmesi hâlinde de, mehir teekküd etmiş olur.
Hür bir kadın, kendisini öldürmüş
olursa, bu durumda da, kocanın ödeyeceği mehirden, bir şey düşülmez;
bilâkis, bize göre, bu durumda da, mehir teekküd eder. Bedâi'de de
böyledir.
İntihar eden kadın, câriye ise.
Hasan'in, İmâm Ebû Hanîf© (R.A.Y-den rivayet ettiğine göre, bu kadının
mehrl, sakıt oiur. Yine, fmâm Ebû Hnnîfe (R.A.)'den gelen bir başka
rivayette de: «Bu kadının meh-ri, sakıt olmaz.» denilmiştir. Bu kavil,
İmâmeyn'in de kavlidir.
Bu cariyeyi, cimâ'dan önce
efendisi öldürmüşse, fmâm Ebû Ha-nîfe (RA)'ye göre, mehri sakıt olur;
İmâmeyn'e göre, sakıt olmaz. Bu hüküm, bu cariyenin efendisinin, :âkil
ve baliğ olması halinde geçerlidir; eğer, efendi çocuk veya mecnûn ise,
bil - icmâ\ mehir sakıt olmaz. Cevherstü'n - Neyyire'de de böyledir.
Efendisi, bu hanımını—cimadlan
sonra— öldürmüş olursa; t>i! - icma', kadının mehri sakıt olmaz,
Sirâcü'l - Vehhâc'da da böyledir.
Aralarında, mehr-i müsemmâ
bulunmayan k<arı - kocadan birisi ölmüş olursa; âlimlerimize göre,
bu durumda, mehr-j misil, teek-küd etmiş olur. Bedâi'de de böyledir.
Bu durumda, kadının mehr-i
mislinin tesbiti hususunda, babasının kavminin durumuna itibar edilir.
Yani, yaş, güzellik, belde, zaman, akıl, din ve bekâret bakımından, bu
kadının misli f= dengi} olan ve babasının mensup bulunduğu kavme mensup
bulunan bîr kadının mehri ne ise, bu kadının me'hri de, o kadar olur.
Keza, bu kadının, babasının
kavminden olan o kadına, ilim, ter-, 'biye ve ahlâk olgunluğu bakımından
da müsâvî olması şarttır. Çocuğunun olup, olmaması ise şart değildir.
Tebyîn'de de böyledir.
Kadının, yaş ve güzelliği bakımından, nişanlandığı zamandaki durumuna itibar edilir. Muhıyt'te de ıbcyledir.
Kocanın halinde ise, —kadında
oiduğu gibi—, karısının emsali o ilan kadınların evlendikleri erkeklerin
durumuna itibar edilir ve bunların mal ve haseplerine veya bunların
bulunmamasına bakılır. Fethü'İ - Kcdîr'de de böyledir.
Bir kadının, babasının kavmi (nin
kadınları), bu adamın; baba bir -kız kardeşleri, ena-baba bir kız
kardeşleri, halaları, halalarının kızları ve amcalarının kızlarıdır.
Kadının mehrinde, kendi anasının
mehrine itibar edilmez. Ancak, bu kadının anası, babasının kavminden
olursa; yani, -anası, babasının amca veya halasının kızı olursa; bu
durumda onun mehrine itibar olunur. Muhıyt'te de böyledir.
Kadının babasının Kavmi înde
kadın) bulunmazsa; bu durumda, kadının babasının kavminden başka
kadınlara, itibar olunur. Tebyîn'de de böyledir.
Müntekâ'da: «Mehr-I mislin
tesbltinde, iki erkeğin veya bir erkekle iki kadının; mehr-i mislin, ne
kadar olduğuna şahitlik etmeleri ş&rttır.
Bu durumda, sözüne güvenilir şShitlar bulunamazsa, kocanın, yeminli sözüne itibar edilir. Hulâsa'da böyledir.
Bir kadının, kendi nefsini, annesinin mehri ile nikahlaması
caiz olur. Zahıyre'de : «Sahih olan da budur» denilmitlr. Gayetü's-Sürûcî'de de böyledir. [48]
3- Mal Olan Mehre, Mal Olmayan Bir Şey Eklemek
Bir kimse, bîr kadını, bin dirhem
mahirle ve filan karısını boşamak üzere nikahlarsa; hu nikâhın
akdedilmesi ile, boşama vâki oimuş olur. Muhıyt'te de böyledir.
Yeni nlkâhlanılmış bulunulan kadına, bin dirhem verilir. Bah-rÜV - Râık'ta da böyledir.
Bir kimse, bir kadını, bin dirhem
mehirle ve buna ilâve olarak da, filan karısını boşamaya söz vererek
nikahlamış olsa; kadını boşamadıkça, —sırf söz vermiş olmasından dolayı—
önceki karısını "boşamış olmaz. Görüldüğü gibi bu hüküm, yukardaki
hükmün hîlâfına-dır.
Bir kimse, nikâhtan sonra,
—önceki filan karısını— boşamak şartı ile, bir kadınla evlenmiş olsa;
önceki, o karısını boşaması gerekmez. Yani nikahladığı karısının,
mefır-i mislini verir. Bu hüküm, bin dirhem mehrl ve buna ilâve
olarak, bir miktar'hediye vermek şartıyle, bir kadını nikahlamış olan
bir kimsenin, bu hediyeyi vermemesi halinde de, nikâhının sahih olması
gibidir. Keza, kadın için bir menfaat olan, her hangi bir şartın yerine
getirilmemesi halinde de durum, böyledir. Muhiyt'te de böyledir.
Bu hüküm, kadının mehr-i mislinin, mehr-î müsemmâsından fazla olduğu zaman geçerlidir.
Şayet, mehr-i müsemmâsi, mehr-1
mislinden fazla olursa; bu durumda koca, va'dediien fazlalığı ödemez;
sadece, mehr-i müsemmâyı Öder. Fazlalığı öderse, —bununla birlikte—
mehr-i müsemmâyı da öder.
Mehr-i müsemmâ ile birlikte,
kadından başka bir kimseye de t>ir menfaat şart koşulmuş olsa; koca,
bu şartı yerine getirmek mecburiyetinde değildir; sadece, mehr-i
müsemmâyı öder. Bahrü'r- Râık'ta da
böyledir.
Müslüman bir erkek, müslüman bir
kadını, helâl olan me-hire, helâl olmayan bir mehir ekleyerek nikahlamış
olsa; —meselâ: Sahih olan mehirle birlikte, bir kaç batman da içki
vermeyi, şart koşarak— bu durumda, kadına sadece mehr-i müsemmâ olan,
helâl şeyin verilmesi gerekir. Ancak, helâl olan şeyin kıymetinin, on
dirhemi bulması gerekir.
Nikâh akdi esnasında zikredilen
haram şey, geçersizdir. Bu kadının mehri, mehr-i misli seviyesine de
çıkarılmaz. Çünkü içki, bir müslüman için, menfaat değildir. Sirâcü'l -
Vehhâc'da da böyledir.
Bir kimse, bin dirhem mehir ile
birlikte, filan karısını boşa-şamak ve bir de, köle vermek üzere, bir
kadını nikâhlasa; nikâhın akdedilmesi ile, mezkûr karısını boşamış
olur. [49]
4- Mehirde Koşulan Şartlar
Bir kimse, bir kadını nikahlamak
İsteyince; kadın : «Eğer karın varsa; mehrim iki bin dirhemdir; karın
yoksa bin dirhemdir» şartını koşarak nikâhiansa;
Veya, bir kimse, bir kadını :
«Beldenden (— memleketinden, şehrinden) çıkmazsan mehrin bin dirhem;
çıkarsan. iki bin dirhem..." şeklinde şartlı nikahlarsa;
Veya : «Arap değilsen, mehrin bin
dirhem; arap isen, mehrln, iki bin dirhem.» şartı İle yahut da bunlara
benziyen şartlarla, nikahlarsa; bu şekilde akdedilmiş olan nikâhlar,
caizdir.
Bu şekilde akdedilen nikâhlardaki
meîıre gelince; nikâhın, birinci şıkta zikredilen şartla caiz
olacağında, ihtilâf yoktur; verilen söz yerine gelmişse, kadına şart
koşulan, —dolayısı İle tesmiye edilmiş olan— mehr-i müsemmâsı, ödenir.
Eğer, söz yerine gelmezse, kadına, — az veya fazla değil— sadece mehr-i
misli verilir. Bu kavil, İmâm Ebû Hanîfe [R.A.)'nin kavlidir. İmâmeyn
ise: «Her iki şartd yerine getirmek) da caizdir.» demişlerdir. Bedâi'de
de böyledir.
Bir kimse, nikâh akdi esnasında :
«Kadın güzelse, mehrl iki bin dirhem; çirkinse, bin dirhem...» diye
şart koşmuş olsa; bu İki şartla, nikâh kıymanın caiz olduğunda, ihtilâf
yoktur. Hulâsa'da da böyledir.
Bir kimse; bir kadını bakire
olduğu takdirde, mefar-l mislinden fazla mehir vermek şartı ile, nikâh
yapsa; fakat kadın, dul çfksa; adamın bir fazlalık vermesi icâbetmez.
Gunye'de de böyledir.
Bir kimse, bakiredir diye, bir
kadını nikahlamış olsada kadın, bakire olmasa, yine, me'hrinin tamamını
verir. Tecnîs ve Mezîd'de de böyledir.
Bir kimse, nikâhın akdedildiği
sırada veya bir sene sonraya kadar bin dirhem metıir vermek şartı ile
'bir kadını nikâ'hlasa; İmâm Ebû Hanîfe (R-A.)'ye göre, !bu durumda
—eğer kadının mehr-i misil, bin dirhem veya bundan fazla olursa— erkeğin
ona, mehr-i mislini vermesi gerektiği, hükmü Verilir.
Bu nikâh, aicdedildiği sırada,
bin; veya bir sene sonraya Vadar iki bin dirtfıem mebir verilmesi şartı
ile akdedilmiş olursa; kadının mehr-i misli de, iki bin dirhem veya daha
fazla ise; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, bu kadın, muhayyeldir;
Dilerse, nikâh akdi esnasında bin-dirhem; dilerse de, bir yıl sonrasına
kadar, iki bin dirhem mettir alabilir.
Bu kadının mehr-i misli, bin dirhemden az olursa; 'bu durumda da, erkek muhayyerdir: Mehri nasıl ödemek isterse, öyle öder.
Kariyim mehr-i misli, bin
dirhemden fazla; iki 'bin dirhemden az ise; İmâm Ebö H&nîfe
(R.A.)'ye göre, bu kadına, mehr-i misli veriför. Kâfî'de de böyledir.
Talâk, cimâ'dan önce vuku bulursa,
'bil - icmâ kadına, —zikredilen mahirlerin — az olanının yarısı
verilir. Itâbiyye'de de (fcföyledir.
Müntekâ'da : «Bir kimse, bir
kadına : «Bana, filân kadını, yanında bulunan mefcirfe, nikahlaman
karşılığında, seni, bin dirhemle kendime nikahlıyorum.» demiş ofsa; onun
hissesi ile, bu kadını nikahlamış olur. Mehirleri taksim ediise;
birinci kadına bir hisse verilmez.
Şayet, bu kimse, birinci kadına :
«Seni, —filân kadını, bana, bin dirhem mehirle nikahlaman şartı ile—,
bin dirhem mebîrle, kendime nikahlıyorum.» demiş olsaydı; bu kadın da,
mez'kûr şartı kabul ederek, diğer 'kadını, bu adama nikâhlasaydı; ilk
kadın, kendisini, mehr-i mü-semmâsız, nikahlamış olurdu. (Bu durumda
ise, bu kadına, mehr-i misli verilirdi.
Bir kadının, bin dirhem mehirle; fakat bu bin dirhemi, kadının iade etmesi şartı ile nikahlaması da, yukarıdaki mes'ele gibidir.
Nİkâ'hlanmasi şart koşulan ibu kadın, kendisini,' o adama, beş yüz dirheme nikahlamış otea; önceki nikâh caiz olur.
Bir kimse, bir kadının babasına,
'bin dirhem bağış yapmak şartı ile o kadını nikahlamış olsa; bu bin
dirhem mebir olmaz. Bu şahıs, fbîn dirhemi bağışlaması için de,
zorlanmaz. Bu kadına, mehr-i misil verilir.
Bağışlayan kimse, bu, bin dirhemi,
—kadının babasına— teslim etmiş olsa bile; bu para, kendisine aittir.
Dilerse, hibesinden vazgeçebilir.
Ancak, bu kimse, kadına : «Sana
bedel olarak, babana, bin dirhem bağışlarım.» derse; bu durumda, bu bin
dirhem, kadının mehri. olur.
Şayet, bu durumda, bu-şahıs, hibe
ettiği bin dirhemi, kadının babasına verdikten fakat —kadını, cima'
etmeden önce, boşarsa; hibe ettiği miktarın, yarısını geri ister.
Muhıyt'te de böyledir..
Bir kimse, bir kadını; mehir
karşılığında hayatta olduğu müddetçe, kendisine hizmet etmek üzere, bir
câriye veya cariyenin frar-nmdakinin, —o kadının — olması şartı ile
nikahlarsa; bu durumda câriye, bu kadına hizmet eder ve karnındaki, onun
olur. Ancak, cariyenin kıymetinin, kadının metır-i misli kadar veya
ondan fazla olması gerekir.
Kadının mehr-i misli, cariyenin
kıymetinden az ise, bu durumda kadına mehr-i 'misil verilir. Ancak koca,
bu cariyeyi, kendi isteği ile — hizmet !kaydı olmadan— verebilir.
Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimse, bir kadını,
—karnmdakini istisna ederek— sadece bir câriye karşılığında nikahlamış
olsa; Kerhî ve Tahâvî'nin hilâfsız olarak— zikrettiklerine göre, hem
câriye, hem de 'karnındaki, bu kadının olur. Bedâi'de de böyledir.
Bir kimse, bir kadını, me'hir
karşılığında koyunlar vererek; ancak bu koyunların yönlerini —erkeğin—
kendisi almak şartı ile, nikâhlasa; İstihsânen, bu koyunların yünü
erkeğin olur. Zshîrîyye'de de böyledir.
Bir kimse, bir kadına : «Şu
elbiseyi, bana vermen şartı ile, seni nikahladım.» dese; bu kadın için,
mehr-i misil —olma hakkı — vardır. Kadının, o elbiseyi vermesi de
gerekmez.
Şayet, bu şahıs, o kadını, bin
dirhemi, Allah için veya akrabalar, yoksullar için olmak üzere, iki bin
dirheme nikahlamış olsa; bu durumda mehir istihsânen (bin dirhem olur.
Keza, kadın: «Bin dirhemini, Allah
için veya akrabalar, fakirler, miskinler... için bırakıyorum.» dese;
yine mefılr, İstihsânen, bin dirhem olur.
— Görüldüğü gPbi — bu sözü, kadının veya erkeğin söylemi? olması .müsâvîdir.
Eğer koca : «Bu mehrin bin
dirhemini kadının babasına veya tamamını başka bîr şahsa hibe ediyorum,-
dese, bu durumda, hiç bir şey gerekmez. Çünkü, bu hibe şartı, bâtıldır.
Eğer, kadının mebr-i misli, bin dirhemden fazla İse; kadına, bu mehr-i mislin tamamı verilir. ftâbîyye'de de böyledir
Bîr kimse, bîr kadını, iki 'bin
dirhem mebirle nfkâhiasa ve bu mefhrln bin dirhemi kadına, bin dirhemi
de babasına verilse, bu nikâh caiz olur.
Keza, kadın, erkeğe : «Nefsimi,
bin dirhemi bana, bin dirhemi de babama —ait— olmak üzere; iki bin
dirheme nikahladım.» dese, yine bu nikâh, caiz olur.
Her iki durumda da, bu iki bin
dirhem, kadına ait olur. Bu mes'ele-yi İbn-i Semâa, İmâm Muhammed
fR.A.J'den rivayet etmiştir. Muhıyt'-te de böyledir.
Bîr kimse, evleneceği kadına :
«Seni, kendime; sana bin dirhem 'bağışlamak üzere, nikahlıyorum.» veya :
«Sana, kölemi bağışlamak üzere; seni kendime nikahlıyorum.» dese ve
nikâhiasa; İmâm Ebü Yûsuf (R.A.)'a göre, bu kimse dediği şartı yerine
-getirirse, bunlar, kadının mehri.olmuş olur. Ancak, >bu şahıs,
söylediği şartı yerine getirmezse, zorlanmaz. Bu durumda, —(bin dirhemi
veya kölenin kıymetini geçmemek şartı ile—-, kadına mehr-i misi!
—verilmesi— gerekir. Bu, aynı zamanda, İmâm Ebû Hanîfe ER.A.J'nin de
kavlidir. Fetâ-vâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Hlşâm'm NevâdîriYıde, İmâm
Muhammed (R.A.)'in şöyle dediği rivayet edilmiştir: Bir kadının
velileri, onunla evlenmek isteyen şahsa: «Bu kadını, yüz dirhemi sana
ait olmak üzere, bin dirheme, sana nikahladık.» deseler; bu sözleri (ni
yerine getirmeleri) caiz olur. Bu durumda, kadının mehri, dokuz yüz
dirhem olmuş olur.
Şayet, kadının velîleri: «Elli
dinar da bize vermen şartı ile, bu kadını, ıbin dirheme, sana
nikahladık.» deseler; bahsi geçen dinarlar da, dirhemler de, kadına ait
olur. Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimse; her yüz dinar
karşılığında, — belli olmayan— bir hizmetçi vermek şartı ile, dört yüz
dinara 'bir kadını nikahlamış olsa; bu şart batıl olur. Bu durumda
kadına; dört yüz dinardan çok ve orta halli dört hizmetçinin değerinden
az, olmamak kaydı ile, mehr-i misil verilir.
Ancak, hizmetçiler belli olursa; 'bu şart geçerli olur ve kadına dört'hizmetçi verilir. Serahsî'nin Muhıyt'inde de'böyledir.
Bir erkek, bu kadını, yüz dirhem
ile birlikte orta halli on deve vermek üzere nikâhiasa; bu nikâh,
istihsânen caiz olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
İbn-Î Semâ'o'nm İmâm Muhammed
[RA.Î'den rivayet ettiğine göre; filan adamın borcundan kurtulmak
karşılığında, nefsini, o adama nikahlamış olan kadına mehr-i misil
(verilmesi) gerekir.
Emâlî'de, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.J'un
şöyle dediği rivayet olunmuştur: Bir kimse, bir şahsa oian borcunun
silinmesi karşılığında, kızım, o adama nikâhiasa veya bir kadın,
kendisine ait borcun silinmesi karşılığında, nefsini, borçlu olduğu
adama nikâhiasa; bu durumlarda da, bu kıza ve bu kadına, mehr-i misil
(ödenmesi) gerekir. Muhıyt'te de 'böyledir.
Bir kimse; nafakasını temin
etmemek kaydı ve bin dirhem mehirle, bir kadını nikahlamış 'olsa; 'bu
durumda, hem bin dirhem me-hir, hem de nafaka, kadının hakkıdır.
Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimse, cariyesine : «Benimle
nikâhlanman karşılığında, seni azâd ediyorum. Itk'ın (= azâd edilmen)
senin mehrin olsun.» der ve câriye de, bunu kabul ederse, hürriyetine
kavuşmuş olur.
Hürriyetine kavuştuktan sonra, bu
kadın, sözünde durur ve kendisini bu şahsa nikahlarsa, b-ir şey lâzım
gelmez. Ancak, sözünde durmazsa, 'bu durumda, kendi kıymetini, kendisi
azâd etmiş bulunan şahsa ödemesi gerekir.
Bir kadın, kölesine: «Beni, ıbin
dirhem mehirle nikahlarsan, seni azâd ederim.» dese veya : «Bana, bin
dirhem verirsen, seni hür bırakırim.» demiş ve köle de, bu teklifi
ka'bul etmiş olsa, ıtk (= azâd edilmiş) olur.
Bundan sonra, bu kadını
nikâhlamaya razı olmazsa; bu durumda kendi kıymetini, o kadına ödemesi
gerekir. Şayet, 'bu kadını, bin dirhem metfıirle nikahlarsa,'bu bin
dirhem, şöyle taksim edilir: Kölenin, hürriyet parasına isabet eden
kısım, bu işe; kadının mehrine isabet eden kısım ise, bu rcıehre
ayrılır. Bu kadın, duhûlden önce boşanırsa; kendisine mehr-İ mislinin
yarısı ödenir. Itâbiyye'de de böyledir. [50]
5- Mehirdeki Cehalet
Mehr-i müsemmâ üç nev'idir:
1- Cinsi de, vasfı da 'bilinmeyen mehir,
2- Cinsi bilinen, fakat vasfı bilinmeyen mehir,
3- Cinsi de, Vasfı dafoilinen mehir. [51]
Cinsi De, Vasfı Da Bilinmeyen Mehir :
Bir kimsenin, bir kadını; herhangi
'bir elbise, bir hayvan veya bir ev karşılığında nikahlaması gibi... Bu
durumda, bu kadına, mehr-İ misil —verilmesi—gerekir.
Keza, bîr şahsın, bîr kadını;
cariyesinin karnındaki veya koyunların karnındaki yahut da o sene,
'hurma ağaçlarında bitecek olan hurmalar karşılığında nikahlamış olsa;
durum yine böyledir. [52]
Cinsi Bilinen Fakat Mehri Bilinmeyen Mehir:
Bir kimsenkı, 'bîr kadını; herhangi bir köieye, kısrağa, ineğe, koyuna, her nevîbir elbiseye karşılık nikahlaması gibi...
Bu durumda, erkek; —orta haili olmak üzere™ ya bunların aynını veya değerlerini verir. Zahînyye'de delböyledlr.
Bu hüküm, köle veya elbisenin,
mutlak olarak zikredilmesi, kişinin 'bunları kendi nefsine izafe
etmemesi hâlinde geçerlidir. Eğer, kişi bunları, nefsine izafe eöer ve
meselâ : «Seni, köleme karşılık» veya : «... elbiseme karşılık
nikahladım.» derse, bu durumda, bu şeylerin değerini değil, aynını
vermek gerekir. Çünkü, izafet de, İşaret etmek (göstermek) gi'bi. bir
şeyi belirleme sebebidir. Muhıyt'te de böyledir.
Orta halli olan, çok pahalı veya
çok ucuz olmayandır. Bu.İmâm Ebü Yûsuf (R.A.) tle İmâm Muhasvsmed
'(R.A.)'in kavlidir. Sahih olan da budur. Kâfî'de de 'böyledir. Fetva da
bunun üzerinedir. Gâye-tü's - Sürûcî'de de böyledir.
Bu durumda, nikâhlartanların, orta
halli bir kölenin kıymetinden fazla bîr meblâğ üzerinde, sulh yapmaları
uygun olmaz; bu kölenin değerinden daha az bir meblağ üzerinde sulh
olmaları ise, caizdir. Itâ-biyye'de de böyledir. [53]
Cinsi De, Vasfı Da Bilinen Mehir :
Ölçülebilen, tartılabllen şeyler karşılığında yapılan jfikâh gibi...
Nikâh akdi esnasında, mehir olarak
bunların tesmiye edilmesi sahihtir ve fcu mehr-i müsemmânm teslim
edilmesi de lâzım gelir. Zahî-riyye'de de böyledir.
Bir kimse, 'bir kadını, bir
kür[54] buğday karşılığında nikâhla-sa; fakat buğdayı mutlak zikretmiş,
vasfını belirtmemiş olsa; tu durumda dilerse orta halli buğdaydan, 'bu
miktar buğday; dilerse, bu buğdayın kıymetim verir. Serahsî'nin
Muhıyt'inde de böyledir.
ölçülebilen veya tartılatoilen diğer şeyler hakkındaki hüküm de, buğday hakkındaki hüküm gibidir. Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimse, bir kadını, şu köleye veya şu faîn'e karşılık nikâhla (dim demiş ol) sa; o kadına, mehr-İ misil —verilmesi— gerekir
Keza, kadını, şu köleye; şu veya
şu köleye karşılık olarak nikahlamış olsa; bu kölenin de biri akıllı,
—biri deli— olsa; bu durumda da kadına metır-i misil gerekir.
Şayet, 'kadının metır-i misli, 'bunların kıymetinden fazla İse; bu durumda, kadının razı olacağı ıfair şey verilir.
Eğer, bu İcadının mehr-i misli,
akıllı kölenin kıymeti kadarsa, kadına, o akıllı köle verilir. Kadının
mehr-i misli, deli kölenin kıymetinden fazla, akıllı kotanın
kıymetinden de azsa; bu durumda kadına, mehr-i misli verilir. Bu kavil,
İmâm-i A'zam Ebû Hanîfe (R-A.)nin kavlidir. İmâm ey n'e göre ise, bu
kadına akıllı 'köle verilir. Bu husustaki hükümler bunlardır. İhtilaf
edilen husus ise, «bin veya ikibin dirhem metlide», bir kadını
nikahlamış olan kimsenin durumudur. Tebyîn'da de 'böyledir.
Bu şahıs, bu kadını, cima' etmeden
önce boşarsa; bil - icma', kadına, akıllı kölenin kıymetinin yarısı
veriHr. Itâbiyye'de de böyledir.
Şayet, bu akıllı kölenin
kıymetinin yarısı, mut'adan (= bu durumda verilmesi gereken 'hediyeden)
az olursa, bu durumda, kadına müf'a verilir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir.
Bir kimse, bir kadını, bir ev karşılığında nikahlamış olsa; şayet bu şahıs bedevi ise; kadına, bir çadır verilir.
Bu şahıs, şehirli ise, İmâm Muhammet! (R.A.): «Bu durumda.
— evlendiği— kadına, orta 'halli
'bir ev verilir.» demiştir; bu sözü ile de, ev değil, ev eşyası
kasdetmiştir. Diğer bazı âlimlerimiz ise: «Bu onların örfüdür.»
demişlerdir. Bizim örfümüze -göre; bu durumda, «ev» denilince, «ev
eşyası» kasdedilmez; bu sözle, ancak, taştan - tuğladan yapıldiş ev
kasdedilir. Bu durumda, mehrin sa'hfh olması için, o evin kendisinin
verilmesi gerekir. Serahsî'nin Muhıyt'inde de böyledir.
Bu nikâh akdinde, mehir olarak
evin kendisi —ev eşyası veya evin bedeli değil— verilmezse; kadına,
mehr-i mislini vermek gerekir. Mehir olarak, evin kendisi söylendiği
zaman; bu mehrin, ey-nen verilmesi lâzım gelir. Tahâvî Şerhi'nde de
böyledir.
Müntekâ'da, İmâm Muhammed (R.A.) böyle söylemiştir. İmâm Ebû Hanîfe (R.A.): «Bîr kimse, bir evdeki —hakkı olan —
hissesine karşılık, bir kadını
nikahlarsa; !bu kadına, —evin, tamamının kıymetinden fazla olmamak
üzere—, mehr-i misli verilir.» demiştir.
Bize göre ise; bu kadına, sadece, adamın o evdeki hissesi veri-îlr; başka bir şey verilmez.
İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, bu
'hissenin kıymeti on dîrSe-"me ulaşıyorsa; kadına, ancak mehr-İ misli
verilir; başka 'bir şey ve rilmez Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimse, bir kadını, belli bir
evdeki hissesine karşılık nikahlamış olsa; İmâm Ebû Hanîîe (R.A.)'ye
göre, bu kadın, muhayyerdir: Dilerse, evdeki hisseyi alır; dilerse ,—
evin kıymetinden faz'a olmamak şartı ile— mehr-i misil alır.
Mehr-i mislin, evin değerinden
fazla olmaması ve bu hissenin değerinin on dirheme eşit bulunması
hâlinde; İmâmeyn'e göre, bu kadının, mezkûr evde hissesi vardır.
Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimse, bir kadını, «bin»
rakamını belirtip, bunun cinsini söylemeden nikahlamış olsa; bu «bin»
sözünü, —mehr-i misline hangisi yakınsa— onu söyleyerek
açıklayabilir. Hâbiyye'de de böyledir.
Bir beldede, bir kimse, bin
dirheme, bir kadını nikahlamış olsa; şayet o beldede, değişik bir para
geçerli ise; bu durumda o şahıs, mehri, geçerli paradan verir. Böyle
yapmazsa; kadına, mehr-İ misli verilir. Tatarhâniyye'de de böyledir.
Bir kimse, bir kadını, bin dirhem
mehirle nikahladıktan sonra; bu dirhemler geçerliliğini kaybetse de
başka paralar geçerli olsa; bu durumda, kadına, dirhemlerin geçerli
olduğu zamandaki kıymeti ödenir. Muhtar olan budur. Sadru'ş -Şehîd'de
böyle söylemiştir.
İnkıta' (= dirhemlerin
—geçerliliğinin— kesilmesi), kesâd (= dirhemlerin yokluğu, sürümsüzlüğü)
ıgikidir. İnkıta' ve kesâd olmadığı halde, dirhemler ucuzlar veya
pahalanır İse, buna itibar edilmez. Nikâh akdi esnasında, dirhemlerin
rayici ne ise, metıirde geçerli olan odur. Dirhemlerin değerindeki
noksanlaşma, on dirhemi bulursa; bu noksanlık tamamiânır. Hulâsa'da da
böyledir.
Mehir olarak, geçmeyen dinar veya
dirhem (para) verilerek akdedilmiş nikâhlarda da; âlimlerimize göre,
mehr-I misil verilir. Muhıyt'te de böyledir.
Bir kadını, bir zenblî buğday veya
şu taşın ağırlığı kadar altın yahut şu kadının mehri veya şu kölenin
yahut herhangi bir kölenin kıymeti karşılığında nikahlamış olan
kimsenin, o kadına, mehr-i misil vermesi gerekir,
Mehr-i müsemmâ tesbit edildikten sonra artırılamaz.
— İhtilâf 'hâlinde — mehH müsemmâmn miktarı konusunda, erkeğin sözüne itibar edilir.
Bir kimse, — miktarı belirtilmeden
— dirhemler veya şu develerden biri veya değeri; yahut değeri on
dirhem eden bir elbise karşılığında bir kadını nikahlamış olsa; bu
kadına, mehr-i misil vermesi gerekir.
Keza, bu kimse, bu kadını, kadının
kaçmış bulunan kölesini geri getirmek şart! ile, nikahlamış olsa; yine
ona, mehr-i mislini vermesi gerekir.
Bu şahıs; o kadını, sahibi
bulunduğu varlığın hepsi veya vakfedilmiş bir ev karşılığı nikâhlarruş
olsa; yine ona mehr-i misil öder. Itâbiyye'de de böyledir.
Bir kimse, bin rıtıl[55] sirke
karşılığında, bir kadını nikahlamış olsa; o beldede, üzüm sirkesi
kullanılıyorsa, mehir olarak üzüm sirkesi, hurma sirkesi kullanılıyorsa,
hurma sirkesi verir.
Bir kimse, 'bir kadını, 'bir dinar
ve —ona ilave olarak, ne olduğu 'belli oimayan— bir şey karşılığında
nikahlamış olsa; bu dinar on dirhem değerine ulaşırsa, kadına, ilaveten
bir şey vermek gerekmez. Ancak, 'bu dinarın değeri on dirhemden az
olursa; kadına, mehr-i misli verilir. Gâyetü's - Sürûcî'de de böyledir.
Bir kimse, on dirhem ve 'buna
ilâve olarak da, vasıfsız bir eFbise karşılığında, bir kadını nikâhlasa;
o kadının mehri on dirhemdfr.
Bu kimse, cı'mâ' etmeden önce, o
kadını boşarsa; ona, beş dirhem verir. Ancak bu durumda kadının müt'ası
beş dirhemden fazla ise{ kendisine müt'a verilir. Fetâvâyi Kâdîhân'da
da böyledir.
Bir kimse, !bir kadını, bir elbise
ve buna ilâve olarak da beş dirhem karşılığında nikahlamış olsa; bu
kadına, mehr-i misil —vermesi— gerekir. Şayet, onu, cimâ'dan önce
boşarsa; bu durumda kadına, beş dirhem verir.
Bir kimse, «elimde olan şeye»
karşılık diyerek, bir kadını nikâh-İasa ve -elinde on dirhemi bulunsa;
bu durumda kadın, muhayyerdir: Dilerse, on dirhemi; dilerse, mehr-i
mislini alır. Gâyetü's - Sürûcî'de de böyledir.
Bir kimse, fbin dirhem
karşılığında iki kadını nikahlamış olsa; bu 'bin dirhem, kadınlara,
mehr-i misillerine göre taksim edilir.
Bu şahıs, bu iki kadını, duhûlden
Önce, boşarsa; bin dirhemin yarısı — olan beş yüz dirhem—'bu kadınlara,
mehr-i misilleri nisbetin-de, taksim ediir. Serahsî'nin Muhiyt'inde de
böyledir.
Bu iki kadından birisi, nikâhı
kabul etmiş olsa; bu nikâh caiz olur. Bu durumda, o bin dirhem, bu
kadınların mehr-i misillerine göre, aralarında taksim edilir. Nikâhı
krrbul edenin hissesi kendisine, kalan dirhemler ise, bu kocaya verilir.
Bedâi'de de böyledir.
Şayet, 'bu iki kadından birinin
nikâhı, sahih olmazsa; İmâm Ebü Hanîfe (R.A.)'ye göre, bin dirhemin
tamamı, diğer kadının —mehri— olur. Fakat, o şahıs, nikâhı sahih
olmayan kadına cima' etmiş bulunursa; bu kadına, mehr-i misli verilir.
Sahih olan budur, Serahsî'nin Muhıyt'inde de böyledir.
Bir kimse ile kız kardeşi,
babalarından kalan bir eve vâris olsalar; erkek, o evin bir odası
karşılığında, bir kadını nikahladıktan sonra ölse; kız kerdeşi ise bu
nikâha razı olmasa; âlimler: «Bu durumda, bu ev ölen kişinin varisleri
ile kız kardeşinin arasında taksim edilir. £ğer, bu oda, erkek kardeş'in
hissesine düşerse; nikahlamış bulunduğu kadının mehri olur. Şayet, bu
oda, kız kardeşe düşerse, :bu durumda, kadına, kocasının terekesinden, o
odanın kıymeti kadar verilir.» demişlerdir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir.
Bir kimse, 'herhangi bir köle,
gömlek veya sarık karşılığında bir kadını nikâhlasa; mehir olarak,
bunlardan, —değerce— orta halli olanı verilir. Veya, verilecek şey,
kur'a ile tesbit edilir. Gâyetü's -Sürûcî'de de böyledir.
Bir kimse, bir kızın cehlzi
karşılığında, bir kadını nikâhlasa; o kadına, orta halli 'bir kızın
cehizi kadar mehir verir. Tatar hâni yye'-de de böyledir. [56]
6- Müsemmâda İhtilâf Bulunan Mehir
Müslüman bir şahıs, bir kadını,
sirke dolu bir küp karşılığında nikahlamış olsa da, bu sirke, şaraba
dönüşmüş bulunsa; İmârn-i A'zam Ebû Hanîfe {R.A.)'y© göre, bu kadına
mehr-i misil —verilmesi— gerekir.
Bir kimse, bir kadına : «Seni, şu
köle karşılığında nikahladım.» dese; ancak —gösterilen— bu şahıs hür
olsa; bu durumda da, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhsmmed (R.AJ'e
göre, kadına mehr-i misil —ödenmesi— gerekir. Hidâye'de de böyledir.
Bir kimse, bir kadına : «Seni,
şarap dolu şu küp karşılığında nikahladım.» dese; fakat küpteki şarap
değil de, sirke olsa; veya : «Şu hür adam karşılığında...» dese de; bu
adam, köle olsa; yahut «Şu lâşe karşılığında...» dese de; o hayvan,
temiz kesilmiş olsa; İmâm Ebü Hsnîfe (R.A.)'ye göre, sahih olan bu
kadına, —sözle söylenilen şeyin değil de— işaret edilmiş bulunan şeyin,
(yanı; sirkenin veya kölenin yahut-temiz kesilmiş hayvanın) mehir olarak
verilmesidir. Bu, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre de böyledir. Fethu'l -
Kadîr'de de böyledir,
Bu kimse, o kadını nikâhlarken :
«Şu hür kişi, karşılığında...» dese; fakat, bu adam, bir başka şahsın
kölesi olsa; bu kadına, mehlr olarak, o !hür adamın kıymeti verilir.
Eğer, 'bu adam, o kadının kölesi olmuş olursa; bu durumda, kadına mehr-i
misil —verilmesi— gerekir. Itâbiyye'de a"e böyledir.
Bir kimse; bir kadını, 'bir câriye
karşılığında nikâhlasa; fakat bu köle olsa: veya adam, kadını Merv
elbisesi karşılığında nikâhlasa da, elbise, Herv elbisesi olsa; bu
durumda, o kadına, mehir olarak, bu cariyenin kıymetinde, bir köle veya
Herv elbisesi kıymetinde, bir Merv elbisesi —verilmesi— gerekir.
Zehıyre'de de böyledir.
Bîr kimse; bir kadını: «Şu köleye
karşılık...» diyerek nikahlamış bulunsa; bu köle ise, müdeb'ber veya
mükâtep bir köle olsa veya : «$u cariyeye karşılık...» diyerek,
nikahlamış olsa da, bu câriye ümm-ü veled olsa; bu durumlarda, kadına,
"bil - ittifak bunların kıymetleri verilir. Gâyetü's - Süröcî'de de
böyledir.
Nikahlanan kimse, —-önceden— bu hâli bilse de, bilmese de, bu hüküm aynıdır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimse, bir şeye işaret ederek,
o şey karşılığında, bîr kadını, nikahlamış olsa; işaret edilen şey de,
mehr-i müsemmâ cinsinden olmasa; İmâm Ebû Hanîfe (RjAO'ye göre, eğer
işaret olunan şey ve me'hr-i müsemmâ helâl olan şeylerden ise; kadına,
bu mehr-i müsemmâ verilir.
Fakat, mehr-i müsemmâ da, bu
niyetle ticaret edilip gösterilen şey de, haram —olan şeylerden— ise
veya müsemmâ helâl;, işaret olunan şeyde 'haram ise; bu durumda o
kadına metır-i misil verilir.
Nikâh akdi esnasında, anlaşmazlık
çıkarsa; meselâ: kadın, bir küp sirke karşılığında nikahlanır da
.küpteki şey katran çıkarsa; bu durumda kadına bir küp sirke verll'ir.
Eğer, bu durumda, küpteki —katran değil de— şarap olursa, kadına mehr-i misil verilir.
Eğer, müsemmâ haram olur da,
işaret olunan şey helâl olursa; bu durumda muhtelif rivayetler vardır.
İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'den gelen, sahir rivayete göre, işaret olunan şey
helâl olunca, kadına, me-hir olarak o şey verilir. Fetâvâyi Kâdîhân'da
da böyledir.
İmâm Ebü Hanîfe '[R.A.)ye göre,
bir kimse; bir kadını «... Şu iki küp sirke...» veya «... Şu iki köle,
karşılığında» diyerek nikahlar da, köle dediklerinden biri hür veya
—gösterdiği— iki küpten biri şarap dolu olursa; bu durumda, o kadının
mehri, bir köle veya bir küp sirkedir. Ona, mehir olarak, bundan başka
bir şey verilmez. Serahsî'nin Muhıyt'inde de böyledir.
Bir kimse, bir kadını: «Şu bir
tuluk yağ karşılığında...» diyerek nikâhlar; fakat, tulukta bir şey
bulunmazsa; bu kadına, mehir olarak, o tuluğa benzer bir tuluk yağ
verilir.
Eğer, bu adam; o kadını; «Şu
tuluğun içindeki yağ karşılığında...» diyerek nikâhlar ve fakat bu
tulukta bir şey olmazsa; bu durumda kadına mebr-i misil verilir. Bu
tulukta, yağdan başka bir şey olduğu zaman da, kadına, mehrJi misil
verilir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Müntekâ'da, İmâm Muhammed
(R.A.)Tin şu kavli nakledilmiştir : Bir kimse; bir kadım, hudutlarını
çizerek gösterdiği ve -On dönüm.» dediği, bir yer karşılığı nikâhlasa;
kadın orayı aldıktan sonra ve fakat ekmeden önce, burasının —-on dönüm
değil— altı dönüm olduğunu anlasa; bu durumda muhayyerdir: Dilerse, o
yeri alır; başka bir şey alamaz; dilerse, o yeri verir ve fakat
kıymetini alır.
Bu kadına, mehîr olarak verilen
yerin on dönüm olduğu söylenir; kadın bu yeri 3atar veya hibe eder ve
teslim ettikten sonra altı dönüm olduğunu anlarsa; kadına, mihfr
olarak, o yerden başka bîr şey verilmez.
Keza, mehîr olarak, tartısı noksan inci veya metre itibarîyle noksan kumaş verilmiş olsa; hüküm yine, yukarıdaki gibidir.
Bu kadın; mehîr olarak aldığı bu
yeri, satmaz ve bağışlamaz ve fakat, Dicle veya başka bir nehir taşar,
oranın içinden akar ve bu tarla harap olursa; kadın bundan sonra,
orasının altı dönüm olduğunu anlarsa; bu ysrin tam kıymetini almak
üzere, kocasına müracaat eder.
Keza, bir kadın; her topu on arşın
olan, on top kumaş karşılığında nîkâhîansa; fakat —sonradan— bu
kumaşların yedişer arşın olduğunu anlasa; bu durumda, kadın
muhayyerdir: Dilerse, bu kumaşları; dilerse, bu kumaşların —tamam
hollerinin-— değerini alır.
Şayet, bu kumaşların — dokuzu,
onar arşın; sadece — biri, yedi arşın olursa; yine kadın muhayyerdir:
Dilerse, kumaşları, olduğu gibi alır; dilerse, on arşın -olanları alır;
yedi arşın olanı İse, geri verip, bunun —tamam halinin— değerini alır.
Muhiyt'te de böyledir.
Bir kimse; süzülmüş ve bozulmamış
bir şey karşılığında, bir kadını nikâhlasa; bu şey, henüz kadın teslim
olmadan önce. ekşimiş bulunsa; imâm £bû Yûsuf (R.A.)'a göre; adamın buna
gücü yeterse, ekşimiş bulunan şeyin, ekşlmemîş halinin benzerini,
kadına verir, Buna, imkân olmazsa o şeyin kıymetini verir. Serahsî'nîn
Muhiyt'inde de böyledir.
Bir kimse; bir kadını: «... şu on
elbise karşılığında-..* diye* rek nikâhlasa; fakat, dokuz elbise olsa;
İmâm Muhammed fR.AJ'in kavuna göre, bu dokuz elbise —mehr-i misilden sz
ise-—, mehr-i misil tamamlanır,
İmâm Ebû Hanıfû (R,A.)'îrt
kıyasına göre ise : Bu elbiseler on dirhem ediyorsa; bu kadına, mehr'i
misi! olarak, bu elbiselerden başka bir şey verilmez.
Şayet, bu elbiseler, dokuz değil
de, on adet olursa; İmâm Mu-hammed (R.A.)'e göre, eğer, o kadının
meftr-i misli, on elbiseye eşit olursa; kendisine, bu elbiselerden, on
adedi verilir.
Bu on elbiseden, kalitesi düşük
o'an biri çıkarılınca, geri kalan elbiselerin değeri, mehr-i misil
miktarınoa olursa; kadına bu —geri kalan— elbiseler, rnehir olarak
veriIir.Şayet, bu elbiselerden, değerce yüksek olan çıkarılınca, yine
geride kalanlar mehr-'i misil kadar değer taşırsa; kalan bu elbiseler, o
kadının mehr-i misli olur; bundan fazla bir şey verilmez.
Şayet .bu durumda, değeri yüksek
elbise çıkarılınca geride kalanların toplam kıymeti, kadının mehr-i
mislinden düşük; değeri düşük olan çıkarılınca da, kadının mehr-i
mislinden fazla olursa; bu durumlarda, bu kadına mehr-i misli verilir.
Fetva ise, 'İmâm Ebû Kattîfe (R.A.)'nin kavil üzeredir. Petâvâyi Kâ-dîhân'da da böyledir.
Bir kimse: bir kadını : «Şu, on
Hsrve elbisesi yerine» diyerek nikâhlasa da; gösterilen elbiseler dokuz
çıksa; bu kadına, o, dokuz adet elbise ve ilâve olarak da, değer itibarı
ile orta durumda bir elbise, mehir olarak verilir. Serâhsî'nin
Muhıyt'in'de de böyledir.
Keza. bir kimse; bir kadını : «On
ölçek buğday karşılığında...* diyerek nikâhlasa da, buğday dokuz ölçek
çıksa; bu durumda, m eh İr olarak, o dokuz ölçek buğday ile, aynı
buğdaydan bir ölçek daha verilir. Fetâvâyi Kâdîhân'dîî da böyledir,
Bir kimse; bir kadını, üzerinde
bin adet hurma ağacı bulunan, bir arazî karşılığında nikâhlasa ve
buransn da hududunu çizmiş olsa; fakat, bu arazi de, hurma ağacı
bulunmasa; veya tuğla ve kireçle yapılmış, üzeri saçla kapiı bir ev
karşılığında nikâhlasa da, bu ev tuğla ile yapılmış olmasa; bu durumda
kadın muhayyerdir: İsterse, o hur-mosiz arazîyi veya tuğladan yapılmamış
evi; dilerse, mehr-i mislini alır.
Bu şâhıs, eğer cimS'dan önce, o
kadını boşarsa; kadına, o yerin veya evin yarısı verilir. Şayet, kadının
müt'ası, bunların değerinden fazla (se, bu durumda da, kadın
muhayyerdir: İsterse, araziyi veya evi; isterse müt'esını alır.
Muhiyt'te de böyledir. [57]
7- Mehrin Fazlalaştırılması Veya Noksanlaşt1rılması
Nikâh akdi esnasında, mehir m'iktannın, fazlalaştırılması, imamlarımızın üçüne göre de caizdir. Muhiyt'te de böyledir.
Nikâh akdinden sonra, koca tarafından artırılmış olsa; bu
fazlalık da sahih olur ve kadına verilir. Sirâcü'I - Vehhâc'da da böyledir.
Bu hüküm, kedinin, metıirdeki bu fazlalığı, kabul etmesi halindedir.
Bu fazlalığın, meîtfr cinsinden
olup olmaması ile koca veya onun velisi tarafından verilmesi hallerinde
de, hüküm aynıdır. Nehru'I ^âık'ta da böyledir.
Fazlalaştırılan mehn'n teekküdü :
1- Tekârüp (= yakınlaşma =cima')
2- Halvet-i sahîha
3- Karı - kocadan blrîsinîn ölmesi ile, meydana gelir.
Şayet, bu üç sebebin dışında, karı
- koca arasında bir ayrılık meydana gelirse; fazlalık, geçersiz oiur.
Bu durumda, asıl mefıir ikiye bö-'Onür ve yarısı kadına verilir.
(Fazlalık ise geçersizdir.) Muzmarat'ta dfc böyledir.
Şsyhu'l - İmâm Ebû'l - Leys'in
Fetvâlan'nda : «Bir kimsenin karısı, mefirini, kendisine hfbe ettikten
sonra, —şahitler huzurunda — "** mehrin miktarım fazlalaştırması, sahih
olur.
Şeyhu'I - İslâm Hâherzâde'ye göre : Ayrıldıktan sonra, mehri aramak bâtıldır; (= geçersizdir.)
İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) dan Beşfr'in
rivayetine göre: Bir kimse, Kâısmı, cimâ'dan önce veya sonra; üç talâk
ile boşarsa; bundan son-ra- mehrini fazfalaştırması sahih olmaz.
Keza, taiâk-ı rlc'î sona erdikten sonra da, mehri fazialaştırmak sahih olmaz.
Küdürî'de : «Kadının ölümünden
sonra, mehrinin artırılması, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre caizdir;
İmâmeyn'e göre ise, caiz değildir.» denilmiştir. Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimse, talâk-ı ric'î ile
boşamış bulunduğu karısına, — miktar belirtmeden — : «Senin me'hrini
fazi al aştırdı m.- dese, bu sahih olmaz; çünkü, burada, miktar
meçhuldür. Fakat, bu kimse, karısına; «Bin dirhem me'hirle, sana rücû'
ettim [= döndüm)» dese ve bunu kadın da kaıbul etse; bu caiz olur; kadın
kabul etmezse, caiz olmaz. Çünkü, mehirdeki fazlalığın sah'ih olması,
kadının, kabul etmesi şartına bağlıdır. Zahîriyye'de de böyledir.
Bir kadın, mehrini kocasına hibe
etmiş olsa da bu duruma da koca şahitlik etse; âlimlerin bu hususta
muhtelif kavilleri vardır; bu kaviller içinde Ebû'I - Leys'in seçtiği
kavil: «Bu durumda, kocanın şahitliğinin, —kadın, kabul ettiği zaman—
caiz oiduğu»dur. Hu-lâsa'da da böyledir.
Eşbeh (=en uygun) olan ise, bunun
caiz olmamasıdır. Bir şey, fazlalaştırma kasdı olmadan,
fazlalaştırılmaz. Kerderî'nin Vecîzİ'-nde de böyledir.
Bir kadını, bin dirhem mehirle
nikahlayıp, sonradan bu nikâhı, iki bin dirheme yenileyen kimsenin
durumu hakkında ihtilâf edilmiştir: Şeyhu'I - İmâm Hâherzâde, Kitâbü'n -
Nikâh'ında : «İmâm Ebû Hanîfe CR-A.) ve İmâm Muhammed [R.A.)'in
kavillerine göre, bu kadına, metıir olarak, ikinci bin dirhemin
verilmesi gerekmez; bu kadının mehri, bin dirhemdir. İmâm Ebü Yûsuf
(R.A.)'a göre ise, bu kadına, —'Sonradan artırılan bu— ikinci bin
dirhemin de, verilmesi gerekir.» Bazı âlimlerimiz, birinci kavli,
bazıları ise, İkinci kavli benimsemişlerdir. Zahîriyye'de de böyledir.
Kâdî el-İmâm'ın Fetvâsı'nda :
«İkinci akidden dolayı, kadına — ilâveten— bir şey verilmesi gerekmez.
Ancak, mehri artırmak maksadı ile ikinci akid yapılmışsa; bu durumda,
kadına, bu ikinci me-hir —yani iki bin dirhem— verilir.» denilmiştir.
Huİâsa'da da böyledir.
«Kadın, mehrini, kocasınd
bağışladıktan sonra, kocası, bu kadının mehrini yenilemiş o!sa; bu
ikinci mehrln, ödenmesi gerekmeyeceğinde ittifak vardır.» denilmiştir.
Bazıları ise: «Bu mes'ele üzerinde fhtiiâf vardır.» demişlerdir. MlVâcü'd - Dirâye'de de böyledir.
Nikâh, ihtiyaten yenilense; bu durumda metırin artırılması lazım gelmez. Kerderî'nin Vecîzi'nde de böyledir.
O İbrahim, İmâm Muhammed (R.A.)'in
şöyle dediğini naklet-miştfr: Bir kimse, belli bir mefoirle, cariyesini
bir kimseye nikahladıktan sonra, bu cariyeyi azâd etse; bundan sonra
da, cariyenin kocası, onun mehrini belli bir miktarda artırsa; mehre
ilâve edilen bu miktar, cariyenin efendisine ait olur.
Ibn-i Semâ Vn in. İmâm Ebü Yûsuf
(RA.)'dan naklettiğine göre İse, artırılan bu miktar, kadına aittir.
Koca, bu fazlalığı, kadının efendisine vermesi hususunda zorlanamaz.
Efendi, 'bu cariyeyi satarsa;
mehre ilâve edilen bu fazla'lrk, müşteriye âit olur. Bu durumda da,
kadının kocası, bu fazlalığı; efendisine vermeye zorlanamaz.
İmâm Muhammed (R.A.), Cam i'ete
şöyle demiştir: «Hür bir kimse, bir cariyeyi, efendisinin izni
olmaksızın, yüz dirhem mehirle nikâhlasa; sonra da cariyenin efendisine
«Nikâh için izin ver.» dediğinde, efendi: «Mehri elli dirhem artırman
şartı ile, izin verdim.» demiş oisa; koca da bu duruma razı olursa; bu
nikâh safıi'n, fazlalık da, sabit o!ur. Koca, buna razı olmazsa, iz*fn
sabit olmaz.
Keza, bu şekilde nikahlanmış
bulunan bir câriye azâd edilmiş olsa; muhayyerdir: Bu cariyenin kocası:
«Beni istersen, senin mehrini elli dirhem artırdım.» derde, câriye,
bunu isterse; bu ihtiyar sahih; artırılan miktar ise, sabit olur. Bu
fazlalık, cariyenin efendisine aittir. Bu cariyenin kocası: «Senin için,
beni ihtiyar etmene karşılık olarak, yanımda1 eiii dirhem var.» dese;
câriye de böyle yapsa; bu durumda, cariyeye bir şey verilmez; reyi de
geçersiz olur.
Müntekâ'nin Nikâh Bölümünde : Bir
kimse, bir kadınla, nikâhlı olduğunu iddia, kadınsa, bunu inkâr etse;
sonradan da, bu karı - koca, bin dirhem şartı ile sulh olsalar; bu
durumda, kadın; kocasının iddiası özerine, nikâha izin verse: bu nikâh
caiz olur.
KezS, bu durumda koca, karısına ;
«Nikâh akdi esnasında kararlaştırılan mehri, yüz dirhem artırıyorum.»
dese; kadın da bunu kabû! etse; bundan sonra, koca, esas nikâhın aktine,
bir beyyine bulsa; bu durumda, bu yüz dirhem (i vermek) ten geri
dönemez. Çünkü, bu fazlalık, mehirdeki fazlalık menzilindedir.
Muhıyt'te de böyledir.
Bir kadının, mehrinin noksaniaştrrıhp, aşağı düşürülmesi de caizdir. Hidâye'de de böyledir,
Bir kadının, mehrinden
düşürülmesinin sahih oiması İçin, onun, buna rızasının bulunması
gerekir. Şayet kocası, zorlama sonunda, mehri düşürürse, bu sahih
olmaz.
Kocanın, maraz-ı mevtinde, (= ölüm hastalığında) yaptığı düşürme de sahih değildir. Bahru'r - Bâık'ta da böyledir.
Bir kimse, bir köleyi veya
cariyeyi yahut belli bir şeyi me-hîr göstererek, bir kadını
nikahladıktan sonra kadın mehrini almadan mehri artırsa; bilâhare,
cima' etmeden bu kadını boşamiş olsa; mehirdeki fazlalaştırma, mehirden
türeme veya ona bitişik; yahut da, ondan türemiş olmasına rağmen,
mahirden ayrı ise; bu durumda, bil ittifak mehrin aslı da,
fazlalaştırılan kısım da, ikiye bölünür ve yarış» kadına verilir.
Mehrin, aslından türeme ve ona
'bitişik olma hallerine, şu misaller verilebilir: Büyüme, etlenme,
güzelleşme, güzlerin birinde önceden bulunan boz'un kaybolması, dilsiz
(= ahrasl iken konuşur olma; sağır iken duyar olma: hurma ağacının
mahsul vermesi veya bir tar-İanın ekilmesi,
Mehrin aslından türemiş olmasına
rağmen, ondan ayrt olan şeyler İse : Doğan çocuk; yaralama diyeti;
koyundan ksrpılmiş olan yün; keçiden kırpılmış olan ki!; toplanılmış
hurma veya hasat edilmiş her hangi bir mahsul gibi şeylerdir. Tahâvî
Şerhî'nde de böyledir.
Bu kadın, asıl ile birlikte,
türemiş olan fazla mehri de aldıktan sonra; cimâ'dan önce boşanırsa;
mehrin aslı da, ziyâdesi de, ikiye 'bölünür; yarısı kadının olur; diğer
yarısı ise ger! alınır Mebsöt'ta da böyledir
Eğer kadının teslim aldığı me'hir
ve fazlalık boyanmış elbise veya ilâve yapılmış ev gibi ası[ mehirden
türemiş olduğu halde, ondan ayrılmış bir şey değilse; bu şey, ilciye
bölünmez. Bu şeyin, kadının teslim aldığı gündeki kıymeti ikiye
'bölünür.
Bu şey, eğer, me'hnn aslından
türemiş olmayıp ondan ayrı bulunan; bağış, kazanç veya ganimet gi;bi
bir şey ise; bu durumda, asıl melhir ikiye bölünür; fazlalığın ise,
tamam* 'kadının olur. Bu kavil, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kavlidir.
İmâmeyn'e göre ise, bu durumda, ıhem mehrin aslı, hem de fazlalık ikiye
bölünür. Tahâvî Şerhi'nde de böyledir.
Koca, meftir olarak verdiği şeyi,
kiraya vermisse, aldığı kira bedeli, kendisine ait olur ve bunu tasadduk
eder. Serahsî'nîn Muhıyt'-inde de böyledir.
İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Ebû
Yûsuf (R.AJ'un kavillerine göre, mehirdeki fazlalık, kadının teslim
almasından sonra asıl mehirden türemiş ve onunla birlikte ise, bu
durumda .meihîr ve fazlalığı ikiye bölünmez. Kocanın, o mefırl verdiği
zamandaki kıymetinin yarısı, kadına verilir. İmâm Muhemmed (R.A.)'e
göre, bunların tamamının İkiye bölünmesi men «dilmez. Tahâvî Şerhi'nde
de böyledir.
Mehirdeki fazlalık, asıl mahirden
türemiş olmaz, fakat onunla bitişik bulunursa; 'bu ikiye bölünmez.
Kadına, asıl mehrin kıymetinin yarısı verilir. Bedâi'de de böyledir.
Mehirdeki fazlalık, me'hnn aslından türemiş olduğu halde, ondan ayrı ise —bitişik değilse—-bil-tema' ikiye bölünmez.
Bu fazlalık, asıl mehirden
türememiş olur ve ondan ayrı bulunursa; bu fazlalık, kadına ait olur.
Asıl mehir ise, karı - kocanın arala--nnda taksim edilir.
Yukarıda geçen hükümlerin tamamı, fazlalık söylendikten sonra, fakat cimâ'dan önce, kadının boşanması halindedir.
Fakat, kadın boşandıktan sonra,
möhirde faızlalık yapılır ve bu da; kocanın, mehrin yarısını ödemesine
büküm verildikten sonra veya bu hükümden ve kadının metırini teslim
almasından önce olursa; mehrin hem aslı, hem de fazlalaştırılan kısmı
ikiye bölünür.
Mehrin, yarısının ödenmesine hüküm
olsun veya olmasın, mehrin fazlalaştırılması, kadının mehrini
almasından sonra olursa; durum yine böyledir.
Ancak, «mehrin yarısı kocaya
aittir.» hükmü verilmeden önce ve mehir kadının elinde bulunurken bu
fazlalaştırırla vâki olursa; bu durumda, kadının elinde bulunan şey;
«nikâhın fâsid olduğuna» hüküm veriimiş olduğu zaman: kadının elinde
bulunan şey gibidir. Tahâvî Şerhi'nde de böyledir,
Eğer, bir kadının mejıri
f^zlalaştınldıktan sonra, bu kadın dinden çıkar-veya kocası cima'
etmeden önce, onun oğlunu öperse ve bu durumdr. da mehir, kadının elinde
bulunmakta ise; mehir kadına bırakılır. Bu kadın, bu mehrin aslının
—kocasından aldığı gündeki — kıymetini, kocasına iade eder. BedâPde de
böyledir.
Mehir kocanın elinde noksanlaşır ve koca, cima' etmeden önce, karısını boşarsa; bu durumda bir kaç şekil vardır:
1- Mahirdeki noksanlık, semavî bîr âfet sebebiyle meydana geiebiür. Bu durumda ;
a) Mehirdeki rroksanlaşma —miktarı— az ise; bu halde, kadına — fazladan — bir şey verilmez,
b) Mehirdeki noksanlaşma —miktarı—
fazla ise, bu durumda kadın, muhayyerdir: İsterse, —nikâh akdi
esnasındaki kıymetinin yarısını, kendisine vermek üzere— mehrini
kocasına bırakır ve kocası bunu, bu kadına öder; isterse, kıymeti
noksanlaşan (köle, hizmetçi vs. gibi) mehrinin bedelinin yarısını alır
ve noksanlaşan kısmını kocasına ödetmez.
2 - Möhirdeki noksanlaşma, kocanın, bir fiilinden dolayı olabilir. Bu durumda da :
a) Noksanlık az olursa, kadın,
me'hrinin yarısını alır. Meselâ: Mehir olarak, kadına, bir köle
verilmiş ve onun kıymeti, —az bir miktarda— noksanlaşmış olsa, bu
durumda, koca, karısına, bu mehrinin değerinin yarısını öder
b) Noksanlaşan miktar çok olursa,
bu durumda kadın, mehrinin. nikâh akdi esnasındaki değerinin yarısını
alır. Meselâ : Kadın, mehrİ olan kölenin, —nikâh akdi esnasındaki—
kıymetinin yarısını alıp, köleyi kocasına bırakır; veya, kölenin
yarısını alır ve bu durumda değerde meydana gelen noksanlığın yarısını
da kocası bu kadına tazmin edip, öder.
3 - Mehirdeki noksanlaşma ,kadının bir fiilinden dolay», meydana gelmiş olabilir.
8u durumda, noksanlık az olsa da,
çok olsa da, kadın muhayyer değildir. Ancak, mehrinin yansını alır.
Meselâ : Mehir, bir köle olsa ve kadının bir fiili sebebi ile, kıymeti
noksaniaşmiş bulunsa: bu durumda, kölenin mevcud haldeki değerinin
yarısını alır.
4- Bir ahbabın, yaptığı bir işten
doiayı mehrîn kıymeti nok-ssnlaşirsa; zâhirü'r-rivâyeye göre, bu
durumdaki hüküm, mehrin kıymetinin semavî bir âfet se'be'bi ile
noksanlaştığı, zamandaki hüküm gibidir.
5- Mehrin kıymeti, yabancı bir kimsenin fiilinden dolayı da noksanlaşa'bilir. Bu durumda da :
a) Noksanlık az olabilir. Böyle
oiunca, kadın mehrinin (meselâ : Mehir olarak verilen kölenin) yarısını
alir. Yansından noksanlaşmış bulunan kısmının değerini de, o yabancı
tarafından, kadına tazmin edilir. Yapılacak başka bir şey yoktur.
b) Noksanlık fazla olabilir. Bu
durumda kadın, muhayyerdir: Dilerse, kölenin yarısını alır ve bu
yarının noksanlaşmış 'bulunan değerini, yabancıya ödetir; dilerse, bu
köleyi kocasına bırakıp, onun, — nikâh akdedildiği sıradaki değerinin,
yarısını alır. Koca ise, köle' ran kıymetinde meydana gelmiş olan
noksanlığı, o yabancıya ödetir.
Bu hüküm, noksanlığın kocanın yanında meydana gelmesi halindedir.
Eğer noksanlık, mehir kadının
yanında iken meydana gelir ve bundan sonra da, cimâ'dan önce, kocası
kadını boşarsa; bu durumda, bir kaç şekilde olabilir:
Eğer noksanlık, semavî bir âfet
sebebi ile meydana "gelmiş ve bu noksanlık —miktarca— az ise; koca, bu
özürlü (noksan) mehrin yarısını alır; başka bir şey alamaz.
Eğar, mehirdeki —bu durumda
meydana gelen-— noksanlık, fazla ise, koca muhayyerdir: İsterse, o
noksanlaşmış mehrin yarısını alıp, —noksanlaşmasından dolayı—, başka bir
şey istemez; dilerse, bu mehri, olduğu gibi kadına bırakır ve kadının,
onu teslim aldığı gündeki kıymetinin, yarısını Ödetir.
Bu noksanlık, talâktan sonra fakat
rnehir kadının elinde iken meydana gelmiş olursa, bütün âlimlere göre,
koca, o noksanlaşan mehrin yansı ile bundan eksilmiş buiunan miktarın
—kıymetinin— yarısını aiır. Kudurt, bu hususu,, kendi Şerhinde böylece
zikretmiştir. Sahih olan da budur.
Mahirdeki —kıymet bakımından—
rtoksanlaşmanın, talâktan önce veya sonra, kadının fiili veya semavî
bir âfetle meydana gelmiş olması, müsâvîdir. Noksanlığın mehrin kendi
fiili ile meydana gelmiş olması halinde de durum aynıdır.
Eğer, mehirdeki noksanlık,
boşanmadan önce, bir yabancının fiili İle meydana gelmiş olursa;
kocanın, mehrin kendisinin yarısını, alma hakkı ortadan kalkar. Bu
durumda, metırin, teslim ettiği günkü değerinin yansı kocaya ait olur.
Çünkü, o yabancı, diyet ödeyince, o fazlalık da, — bu diyetle —
ayrılmış olur.
Ancak, bu diyet, talâktan önce, kadının elinde bulunura; mâninin ortadan kalkması için mehir ikiye bölüşülür.
Hâkim eş - Şehîd'in zikrettiğine göre, mehirdeki noksanlaşmen.n, talâktan önce veya sonra meydana gelmiş olması da müsâvîdir.
Kudurt, Şerhi'rrde : »Koca, mehrin aslının yarısını alır.» demiştir.
Su durumda, koca muhayyerdir: Mehrin diyetinin yarısını, dilerse, onu noksanlaştıran yabancıdan; dilerse, kadından alır.
Noksanlık, talâk'tan önce, kocanın fiili ile meydana gelirse; bu durumda da kadın, — yukarıdaki 'gi'bi — muhayyerdir.
Mehir, kocanın elinde iken, helak
otur ve sonra da, karısını, cima' etmeden önce boşarsa bu durumda
.kadına; mehrîn, nikâh akdedildiği gündeki kıymetinin, yarısı verilir.
Eğer, mehir, kadının yanında iken
zayi olur ve kocası da onu, cima' etmeden önce boşarsa; koca, o mehrin,
nikâh aktedildiği gün* deki kıymetinin yarısını alır. Muhıyt'te de
böyledir.
Kadın, mehre bakma hususunda muhayyer değildir.
Kadın, az bir kusurdan dolayı, mehri reddedemez. Ancak, kusur fazla olursa; kadın, mehri reddedebilir.
Fakat, mehir; ölçülebilen veya
tartılabilen bir şeyden olursa; bu durumda, az bir kusurundan dolayı da
kadın, mehri reddedebilir. 2a-hîriyye'de de böyledir.
Bir kimse, bir câriye
karşılığında, bir kadını nikâhlar ve câriye de, bu kadının yanında iken
ölürse; sonra da, kadın, cariyenin kör olduğunu anlarsa; bu kadın,
kocasına müracaat edip cariyenin
— körlükten dolayı — noksan olan
değerini alır. Câriye, belirli bir câriye değilse; kadın, kocasına
onun, körlükten dolayı noksanlaşan kıymetini ödettirir. Bu durumda,
koca; orta halli bir cariyenin kıymetinin yarısını, karısına
verir. Şayet, bu kör cariyenin kıymeti,
— orta halli— bir cariyenin
kıymetinden fazla ise, bu durumda karı -kocadan hiç biri, diğerine
müracaat edip, bir şey alamaz. Serahsî'-nin Muhıyt'inde de böyledir.
[58]
8- Mehrin Duyurulması
Karı - koca, gizlice bir mehlr
ürerinde anlaşıp; şahitler huzurunda, — gösteriş için veya bir başka
maksatla— bu möhirden daha fazla, bif mehir zikredebilirler.
Bunun ise, İki şekilde meydana gelmesi tasavvur edilebilir : 1 — Karı - koca, gizlice, bir mehir tesmiye edip, sonradan,
— şahitler huzurunda— bu mehirden daha fazla bir mehir tesmiye
ederek, nikâh akdedebilirler.
Bu durumda, her iki mehir de, aynı
cinsten olur ve karı - koca, bu muvazaada ittifak ederlerse yahut bu
muvazaanın vâki olduğu bir delil İle sabit olursa; mehr-i müsemmâ,
gizlice kararlaştırdıkları me-hirdir.
Mehirlerîn cinsleri aynı olmaz ve
muvazaanın vukuunda da ittifak edemezlerse; meselâ: Koca, mehrîn bin
dirhem olduğunu iddia eder de, karısı bunu inkâr ederse; bu durumda,
şahitlerin huzurunda tesmiye edilen mehir, geçerli olur.
Eğer, karı - koca, gizlice mehrin
şu kadar dinar olması hususunda anlaşırlar ve şahitler huzurunda «mehir
yok» derlerse; bu durumda da, mehir, gizlice tesmiye ettikleri
mehirdir. Ancak, şahitler huzurunda, mehir olarak, fardlnârlardan
bahsetmezler veya bu hususta susarlarsa; bu hallerin her ikisinde de,
mehir, mehr-i misil olur.
2- Karı - koca, aralarında gizlice
bir mehir tesmiye ederek şahitler huzurunda, mehir olarak, daha fazla
bir miktar zikredebilirler.
Bu durumda, eğer gizlice
yaptıkları muvazaada ittifak ederlerse veya koca; vâki fazlalığın, bir
gösteriş olduğuna şahitler getirirse, mehir, gizlice kararlaştırdıkları
mehirdir.
Fakst, koca, şa'hit getiremediği
takdirde, — Tahâvî'nin Muhtasar Şerhi'nde zikrettiği gibi — İmâm Ebü
Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muham-
med (R.A.)'e göre, mehir, şahitler
huzurunda, inkâr edilmiş olan mehirdir. Şu var ki; her iki mehir de,
aynı cinsten İse, sadece, önceki mehirden fazla olan miktar, o mehrin
üzerine ilâve edilir; şayet, cinsleri ayrı ise, bu durumda, şahitler
huzurunda ikrar edilen mehrin tamamı, önceki mehre ilâve edilir.
Şeyhu'l- İslâm'ın zikrettiğine
göre, eğer, kan - koca, gizlice, bin dirhem mehirle nikâh aktede'rler;
açıktsn ise, buna muhalif bir şey söylerlerse; sonra da aralarındaki bu
ihtilâftan dolayı koca, karısına : «Senin şahitler huzurunda söylediğin
hezeyandır.» dediği hald-e, kadın : «Hayır. Ben doğru söylüyorum.»
derse; bu durumda kadının sözüne itibar edilir. Ve mehir, şahitler
huzurunda, nikâh akdedilirken söylenmiş bulunulan mehirdir. Kocanın
sözüne ise, iddia ettiği şeyi, Isbat etmedikçe itibar -edilemez.
Zehıyre'de de böyledir. [59]
9- Mehrin Helak Olmasi
Bir kimse, bir şey karşılığında,
bir kadını nikahlamış olsa da bu şey, kadına teslim edilmeden helak olsa
veya o şeyin kendisine ait olduğunu beyan eden bir şahıs çıksa; bu
durumda, şayet o şey. benzeri olan bir -şeyse; kadın, kocasına müracaat
ederek, o şeyin 'benzerini alır. Fakat, o şeyin, benzeri yoksa; !bu
durumda ise, o şeyin kıymetini alır. Muhıyt'ta da böyledir.
Keza, kadın, mehrini kocası namına
hibe ederse; sonrada, o mehrinin kıymetini istemek için, kocasına
müracaat etme hakkına sahiptir. ZahFriyye'de de böyledir.
Bir ev mahir olarak tayin edilmiş
bulunur; ancak, bu evin yarısı, başka bir şahsa ait olursa; bu durumda
kadın dilerse, bu evin yarısı İle birlikte, —diğer— yarısının kıymetini;
dilerse, evin tamamının kıymetini alır
Şayet koca, 'bu kadını cima'
etmeden boşarsa; ona mehir olarak, bu evin —kalan — yarısı verilir.
Serahsî'nin Muhıyt'İnde de böyledir.
Bir kimse, onun babasını azâd
etmek karşılığında, bir kadını nikahlamış olsa; kadının babası ise,
başka bir şahsın mülkiyetinde bulunsa; ancak koca, bu babanın kıymetini,
mehir olarak ödemesine hüküm verilmeden önce, ona sahip olsa; bu
durumda kadının mehrii babasının azâd edilmesidir. Zahîriyye'de de
böyledir.
Bir kimse, kendisine veya başka
birisine ait bîr köle karşılığında, bîr kadını nikahlamış olsa;
sonradan, 'başkasına ait olan köle de, kendisinin müîküyetine geçse; bu
durumda, kadına, —mehir olarak— bu kölelerin kıymeti verilir. Kölenin
kıymetinin, —mehîr. olarak^ o kadına verilmesine, hüküm verilmeden
önce; köle, kocanın müîküyetine girerse, kocanın, bizzat köleyi, kadına
vermesi gerekir. Itâblyye'de de böyledir. [60]
10- Mehrin Hibe Edilmesi
Kadın, meh'rlni, kocasına hi'be edebilir. Kocasının bu kadına, cima' edip etmemesi de bağışa mani değildir.
Bu hibeye, kadının velisi, — ister babası ister başka kimse ol-— itiraz edemez. Tahâvî Şerhi'nde de böyledir.
aun
Bütün âlimlerimize göre; hiç bir baba, kızının mehrini bağışlayamaz. Bedâi'd-e de böyledir.
Bir efendi, cariyesinin mehrini, onun kocasına bağışlayabilir. Keza, bir efendi, müde'b'biresinin ve ümm-ü veledinin mehirlerini
de, kocalarına hibe edebilir.
Mükâtebe'nin mehri, kendisine ait
olduğundan, efendisi bunu bağışlayamaz. Koca, onun mehrini, efendisine
verirse; borcundan kurtulmuş olmaz. Tahâvî Şerhi'nde de böyledir.
Ölmüş bir kadının mehrinm, onun
adına bağışlanması caiz olur. Ancak, kadın; boşanma zamanı, möhrini
bağışladıktan sonra ölse; bu bağış sahih olmaz. Sirâcîyye'de de
böyledir.
Bir kadının, mehrini, kocasının varislerine bağışlaması caizdir.
Şayet, kadın; mehrini,-şartlı
olarak bağışlasa; bu şart yerine gelince, bağış caiz olur; şart
bulunmazsa; mehir, kadına geri veriler. Tatarhâniyye'de de böyledir.
Bir kimse, bin dirhem mehirle, bir
kadını nikâhlasa; kadın da, bu mehrini aldıktan sonra, kocasına hi'be
etse; müteakiben kocası, cima' etmeden, bu kadını boşasa; kadın,
kocasından, beş yüz dirhem geri alır.
Me'hir ölçülebilen veya
tartıla'bilen, muayyen olmayan bir şey olursa yahut kadın bin
dirhem mehri, teslim almadan önce, kocasına bağışlar; kacası da onu,
cimâ'dan önce boşarsa; bu iki durumda da, kadın kocasına müracaat edip,
bir şey isteyemez.
Bu kadın, şayet, bin dirhem olan
meftrinin, beş yüz dirhemini aldıktan sonra; —aldığı İle birlikte— bin
dirhemi veya kalan beşyüz dirhemi bağışlar; kocası ise, bu kadını, cima'
etmeden önce boşarsa; bu durumda kadın, kooasına müracaat edip, bir şey
isteyemez. Bu kavil, İmâm Ebû Hanîfe (R-A.)'nin kavlidir. Yine İmâm Ebu
Hanîfe (R.A.)'ye göre, eğer kadın, mehrinin yarısından azmi, bağışlar,
geri kalanını ise alırsa, —bu şekildeki, talâk hâlinde— koca, mehrin
tamamının yarısını — geri — alır. Hîdâye'de de böyledir.
Müntekâ'da, İbrahim'in, İmâm
Muhammed (R.A.)'den naklettiğine göre: Bir koca, mehir olan, bin
dirhemin tamamını karısına teslim ettikten sonra, onu, cima' etmeden
boşamış olsa; kıyâsta, bu — bin dirhemin yansı olan— beş yüz dirhemi,
karısından geri alır; Istihsânda ise, ondan hiç bir şey alamaz.
Muhıyt'te de böyledir.
fi'ir kimse; bir kadını, 'belli
bir me'hir karşılığında nikahlayıp, kadın, 'bu me'hrin yarısını veya
tamamını; teslim aldıktan sonra veya almadan önce bağışlasa; kocası da
cima' etmeden o kadını boşasa; bu durumda, kocası, bu kadına müracaat
edip, bir şey alamaz.
Me'hir olarak zikredilen şey, bir hayvan veya bir yer olduğu zaman da, hüküm aynıdır. Kâfi'de de böyledir.
Kadının, bu möhrini alıp almaması da, müsavidir. Kifâye'de de böyledir.
Bir kadın .mehrrni bir yabancıya
bağışlayıp, onu, kocasından almak üzere o yabancıyı görevlendirs-e, bu
şahıs, mehri aldıktan sonra fakat koca, cima' etmeden Önce, 'bu
karısını boşarsa; mehrin yansını geri aiır.
Mehrini alan kadın, onu bir
yabancıya, o yabancı da kadının kocasına bağışlamış olsa; müteakiben
de, koca, bu karısını, cima etmeden 'boşasa; bu mehrin yansını,
kadından —geri— alır. Muhıyt'te de böyledir.
Mehrin rcasıl 'bağışlandığı
hususunda karı - koca arasında ih; tilâf çıksa; kadın, kocasına : «Ben,
mehrimi, sana, beni boşamaman -şartı İle, hibe ettim.»; kocası ise:
«Hayır, şartsız bağışladın.» dese, bu durumda, kadının sözüne itibar
edilir. Gunye'de de böyledir. [61]
11- Mehirden Dolayı, Kadının Nefsini Kocasına Yasaklaması Ve Mehrin Geriye Bırakılması
İmâm Ebü Hanîfe (RA)'ye göre,
kadına cima' edildiği zaman veya haivet-i sa'hiha meydana gelen her
yerde yahut teekküd eden her mehirde, kadının, peşin olan mehrini almaya
'hakkı vardır. İmâmeyn ise, buna muhaliftir.
Keza, İmâm Ebû Hanîfe ER.A.)'ye
göre, kocası, bu kadını, sefer çıkmaktan, nafile hacca gitmekten men
edemez. Kadın, nefsini teslim etmeden önce, bi! - ıittifak, sefere
çıkabilir.
Bir kimsenin, küçük veya deli olan
karısının yahut da zorla cima' ettiği karısının babası, mehr-i müecceli
verilene kadar; kızını hapsedip, kocasının yanına yollamays^bilir.
Itâbiyye'de de böyledir.
Bir kocö, karısının rızası ile
,ona cima' eder yahut halvet-i sahihada bulunursa, kadın, mehrinin
tamamı verilene kadar, kocası ile yolculuk yapmaktan, nefsini men
edebilir.
İmâm Ebû Hânîfe (R.A.}'ye göre mehr-i muaccel, bizim diyarımızın örfüdür. İtnâmeyn'e göre ise, böyle değildir.
Kadın, me'hrin! sattıktan veya
karşılıklı olarak bağışladıktan sonra; kocası onu boşasa; kocası, o
mehrin, ya mislimin veya kıymetinin yansını, geri— alır.
Kadın, mehrini, teslim almadan, satmış olursa; koca, kadının sattığı günd-eki kıymetinin yarısını —geri — alır.
Şayet kadın, mehrini
teslim.aldıktan sonra, satarsa; kocası, onun, karısına verdiği, günkü
kıymetinin yarısını —geri— alır. Bedâi'de de böyledir.
Bir kimse, boşadığı karısına :
«Bende olan möhrini, bana hibe etmezsen, seni tekrar nikahlamam.» dese;
kadın da, onunla nikahlanmak şartı ile, mehrini, kocasına bağışlasa
fakat; koca onu nikâh-İamaktsn vaz geçse; bu mehir, —yine— kocasında
kalır. Hulâsa'da da böyledir.
Bir kimse, karısına : «Sen beni,
mehrinden İbra et ki, ben de sana, hibede bulunsyım.» dese; ka'dm :
«ibra ettim.» dediği halde, kocası; her hangi bir bağışta bulunmasa; bu
durumda mehir, hâli üzere kalır. Hâvî'ds de böyledir.
Bir kadın, —r>e söylediğine
aklı yettiği halde—, mehrini kocasına, bağışîadfğmı ikrar etse : «O
kadının boyuna bakılır; eğer boyu, aklı yetenlerin boyu kadar varsa; bu
kadının ikrarına inanılır ve bu ikrarı sahih olur. Hatta, bu ikrarından
sonra, «benim aklım yetmiyordu.» dese bile, bu sözüne inanılmaz; kabul
edilmez.» denilmiştir.
Şayet, boyu, akiı yetenlerin boyu
kadar yoksa; bu kadının ikrarı sahih olmaz. İmâm Ebû Hanîfe (R.A.):
«Hâkimin, 'bu durumda, ihtiyatlı davranıp; kadından yaşını sorması ve
ona : «'böyle yapmayı, nasıl bildin?» demesi, uygun olur. Nitekim,
'bulûğa erdiğini iddia eden delikanlıya da, böyle davramlır.» demiştir.
Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Fakıyh ve zâhid İmâm Ebû'l - Kasım
es - Seffâr, sefer konusunda, imâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin; nefsini men
etme hususunda ise, Imâmeyn'in kavillerine göre fetva verirdi.
Âlimlerimiz de, bu tercihi güzel görmüşlerdir. Muhıyt'te de böyledir.
Bir koca, karısının mehrini
verdiği zaman, onu istediği yere götürebilir. Fetva da bunun üzerinedir.
Bu koca, karısını, köyden şe-'hire veya köyden köye, nakledebilir.
Kâfî'de de böyledir.
Bir kimse, bulûğa erişmiş, bakire
kızını, bir şahsa nlkâhlasa ve bu kızın mehri verilmemiş ofsa; bu
durumda baba, başka bir yere gitmek istediği zaman, bu kızını, —;
kocasının gönlü olmasa bile:— beraberinde götürebilir.
Koca, karısının me'hrini vermiş olursa; —kocanın rızası olmadan— babası, onu bir yere götüremez. Muhıyt'te de böyledir.
Bir koca, karısının mehrini verse
de, —sadece— bir dirhemi noksan kalsa; bu durumda .kadının, nefsini
kocasına teslim etmeme hakkı vardır. Bu durumda, koca, verdiğini de
geri alamaz. Sl-râcü'l - Vehhâc'da da böyledir.
Küçük bir kız, mehrini almadan
önce, kocasının yanına gitse; bu kızı, nikâhtan önce yanında tutmakta
olan, kimse, mehr-i verilmediği müddetçe, onu, kocasından geri
alabilir. Bu şekilde, mehrini alma hakkına sahip olan kimse, bu mehri
alabilir. Fetâvâyi Kâdîhân'-da da böyledir.
Bir kimsenin, kardeşinin küçük
kızını (= bir amca, bulûğa ermemiş kız yeğenini), belli bir mehirle
—nikahlayıp— o mehri almadan, bu kızı kocasına vermesi fâsiddir. Bu
durumda, bu kız, kendi evine döndürülür. Tecrtîs ve Mezîd'de de
böyledir.
Bir baba, kızının mehrini alırken; onun da, hazır bulunması şart değildir.
Koca, babasından, kadının kendisine tesiim edilmesini İster, kadın da, babasının yanında bulunursa, onu kocasına teslim eder.
Eğer kadın, babasının yanında
değilse veya babanın, kadını tesiim etmeye gücü yetmezse, bu durumda,
mehrinf almaya da hakkı olmaz.
Şayet, kadın, babasının evinde
bulunur ve kocası da,, babasını, kadını teslim etmemekle suçlarsa; bu
durumda hakim, babadan, o kadını mehir mukabilinde, bir kefile vermesini
ister; bu kefile ise, — alırken— kocasının, bu mehrj teslim etmesi
—gerektiğini— emreder.
Mehir hakkındaki anlaşmazlık,
Kûfe'de olsa; kız ise, Basra'da bulunsa; bu durumda, babanın, kızını,
Kûfe'ye nakletme mükellefiyeti vardır. Ancak, kocaya, kadının mehrîni,
babasına vermesi ve onunla Basra'ya gidip, karısını alması gerekir.
Serahsî'nin Muhıyt'inde de de böyledir.
Miktarı belli olan mehr-i muaccel,
peşinen ödenir. Eğer, miktar belli değilse; kadına ve tesmiye edilen
möhre bakılır: O kadının benzerinin —bu kadının nikâhının akdedildiği
sıradaki— peşin mehri ne ise, bu kadının mehri de odur. Fetâvâyi
Kâdîhân'da da böyledir.
Bir koca, mehrine karşılık olan
bîr eşyayı karısına satmış olsa; kadın, —mehrini— teslim almadıkça,
nefsini, kocasından men edebilir.
İmâm Ebû Yûsuf ÎR.A.): «Mehrini,
kalp para veya geçmeyen dirhemlerle teslim alan bir kadın; o paralar,
kocası tarafından değiştirilene kadar, nefsini ondan men edebilir.»
demiştir.
Şayet, bu kadın, kendi rızası ile,
kocası ona cima' ettikten sonra, bu paraların kalp olduğunu anlasa
veya mehirle, bir şey satın aldıktan sonra, ona, 'başka bir şahıs sahip
çıksa; Ibu durumda kadın, nefsini kocasından men edemez. Muhıyt'te de
böyledir.
Müntekâ'da zikredildiğine göre :
Bir koca, mehrini, —muayyen bir zaman sonra vermek üzere — karısına
borçlansa; mezkûr zaman gelip, bu 'borç ödenene kadar, bu kadın
nefsini, kocasından men edebilir. Zehıyre'de de böyledir.
Eğep mehlr, belirli bir zaman için
te'hlr edilmiş olan, mehr-1 müeccel İse; fou zaman da gelmiş olsa; bu
durumda kadın, mehîr ödenmemiş olsa 'bile, n-efsini kocasından men
edemez. İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammed (fi .A J'in kavi i I eri
de budur. B eda i'de böyledir.
Bir kimse, bir seneye kadar Ödemek
üzere, bin dirhem me-hirle, bir kadını nikâhiasa ve sene tamamlanmadan
ve mehrf vermeden Önce, kadına cima' etmek istese; eğer, akidde, cimâ'ı
şart koş-muşsa, bunu isteme hakkına sahiptir. Bu durumda, —hilâfsız
olarak— kadın, kocasını men edemez. Cevâhİru'l - Ahlâtî'de de
böyledir.
İmâm Muhammed (R-A.)'e göre, koca
böyle bir şart koşmamış olsa bile, yine de, bu kadın, —satışta olduğu
gibi— kocasından men edemez. Üstâd Zâhîriiri - dîn, 'bu kaville fetva
vermiştir.
İmâm Efaû Yûsuf (R.A.)'a göre, bu
durumda, kadın, nefsini men edebilir. Ssdru'ş - Şehîd de, bu kaville
fetva vermiştir. Hulâsa'da da böyledir.
Bir koca, karısına, mehr-i muacceli Ödemeden önce, duhûlü şart koşsa; bu şart sahih olur.
İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre,
koca, muaccel olan mehri, muaccel mehir haline çevirirse; kadın,
nefsini kocasından men edebilir. Itâbiyye'de de böyledir.
Mehrin bir kısmı muaccel, bir kısmı da müeccel olursa; kadın, muaccel elan kısmı — peşin — alır.
Nikâh akdedildikten sonra, Mebrin
muaccel olan kısmı, belli bir müddet tefıir edilirse; bu durumda kadın,
kocasını nefsinden men edemez.
Ancak, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un
kavline göre, kadın, te'cil edilen mehrini alana kadar, nefsini
kocasından men edebilir. Kâdîhân'in Câmı'u's - Ssğtr Şerhi'nde da
böyledir.
Bir kica, karısına : «Mehrînin
yarısı muaccel, yarısı müecceldir.» der ve memleketimizde âdet olduğu
gibi, müeccel (= tecil edilmiş, sonradan verilecek) olan mehrin, ne
zaman verileceğini haber vermezse; filimler, bu mes'elede fhtîlâf
etmişlerdir. Bazıları : »Sonr. vermek, caiz olmaz; hemen vermek
gerekir.»; bazıları ise : «Sonra vermek, caiz olur. Hatta, bu mehri
ödeme sürest, kan - kocanın ayrılma vakitlerine kadar devam eder.»
demişlerdir. Bedâi'de de böyledir.
Müeccel mehrin, —ay sonu, yıl sonu
gibi— belli bir zamanın sonuna kadar, tehir edilebileceği hususunda,
âlimler arasında ihtilâf yoktur. Bu tehir, sahihtir.
Müeccel mehrin, belli olmayan bir
vakte kadar tehir edilmesi hususunda ise, âlimler arasında görüş
ayrılığı meydana gelmiştir. Bazı âlimler: «Bu şekilde, tehir etmek de
sahihtir.» demişlerdir. Bu kavil sahihtir. Çünkü, tehir edilen bu
mehrin, en son ne zaman ödeneceği, koca tarafından bilinmektedir ki;
bu, ya boşanma veya ölüm zamanıdır. Nitekim, son vadesi belli olmayan,
bazı şeylerin, tehir edilmesinin —bile—, sahih olduğu görülmektedir.
Muhıyt'ta da böyledir.
Mehr-i müeccel, taiâk-ı rlc'î
sebebi ile, mehr-İ muaccel olabilir. Şayet, koca, karışma rücû' ederse
(= dönerse), bu mehir, mehr-i muaccel [şekline dönmüş) olmaz. İmâm Ebû
Hanîfe (R.A.), bu şekilde fetva vermiştir. Hulâsa'da da böyledir.
—Allah muhafaza etsin — bir kadın,
Isâmdan çıktıktan sonra, tekrar dönse; bu kadının, geride kalan
mehrini isteyip, isteye-meyeceği hususunda, âlimler arasında ihtilâf
vuku'bulmuştur. Muhıyt'-te de böyledir.
Müntekâ'da: Bir kimse, bir kadını,
belli bir zaman sonra vermek üzere; vasıflı bir elbise karşılığında
nfkâhlasa; kadın ise, o zaman gelince, belirtilen vasıftaki elbiseyi
gasbetmiş olsa; yaptığı bu şey, kısas olur. Zehıyre'de de böyledir.
Bir kimse, bir kadını, vasıfları bilinen; eni, boyu belli olan
bir elbise karşılığında, rnehr-i
müeccelle nikahladıktan sonra; bu elbisenin kıymetini kadına vermek
istese; İcadın, bunu kabul etmeme hakkına sahiptir.
Ancak, mehir, mehr-i müeccel olmazsa; bu elbisenin kıymetini, almamızhk edemez. Zâhîriyye'de de böyledir.
Bir kimse; bir kadını, gücü
yettiği kadarını peşin, kalanını seneye kadar vermek üzere, bin dirhem
mehirle nikâhiasa; bu bin dirhemin, tamamını seneye kadar ödemesi
gerekir. Ancak, kadın, bu dirhemin, tamamını veya bir kısmını, kocasının
—'hemen — vermesinin mümkün ve kolay olacağını bir delil ile İsbat
ederse; bunu, kocasından alabilir. Fetâvâyİ Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kadın, küçük yastaki kızını,
bir şahsa nikahlayıp, melırlni alsa; kız, aklı yetince; me'hrini,
—kocasından değil— anasından isteyebilir.
Şayet, anası, bu -kızın vâsîsi
ise; me'hrini kocasından ister. Kocası da, bu durumda, kızın anasına
müracaat ederek, —verdiği— metıri geri alır.
Baba ve dede haricindeki kimseler, bu şekilde, mehir almış olurlarsa; hüküm böyledir.
Bir kimse, kızının mefonni; onun
kocasından alsa ve sonra da geri verdiğini iddia etse; eğer kız, bakire
ise, bir beyyine getirmedikçe, bu adamın sözüne inanılmaz; ancak,
bakire değilse; beyyinesiz inanılır. Serahsî'nin Muhıyt'inde de
böyledir.
Baba, dede ve hâkim, küçük yaştaki bakire kızın, me'hrini alma hakkına sahiptir.
Kızın, yaşı büyük olsa bile,
mehrini mezkûr şahıslar alabilir. Ancak, bu durumdaki bâiiğa kız,
mehrinin, onlar tarafından, alınmasını yasaklayabilir. Başka şahıslar
ise. mehir alma hakkına sahip değildirler.
Ktiçük yaştaki kızm mehrini, vasîsi alabilir.
Bulûğa ermiş kızın, me'hrini almak ise, sadece kendisinin hakkı
Blr baba, 'kızının mehrîni, da'ha o
sabi iken almış olduğunu söyler ve bu İkrarı esnasında, kızı hâlen
sabi (== küçük) olursa; bu ba^ banın sözüne inanılır; ikrar zamanı kız
bulûğa erişmiş olursa, 'babanın sözüne inanılmaz. Bu durumda, babanın,
kızının kocasına da, bir şey ödemesi gerekmez. Itabiyye'de de böyledir.
Bir kimse, mehir olarak, babasına
bir akar vermek karşılığında, bulûğa erişmiş olan bir kızı nikâhlasa;
bu durumda, kız: «Ben, babamın yaptığına, razı değilim,» derse; bu
hususta ihtilâf edilmiştir:
Bu durumda, mehir olarak, bir akarın verilmesi, o yerde, ya örf ve adettir veya böyle değildir.
Eğer bu, örf ve âdet değilse; kadın ister dul, ister kız olsun; bu melın, babasının alması câlz olmaz.
Bu, örf ve âdet ise, mehri,
babasının alması caizdir. Yukarıdaki hükümler, kadının bulûğa erişmiş
olması halinde geçerlidir. Şayet, kadın, bulûğa erişmiş olmazsa,
babasının, mebr-i mü-semmâ olarak, akar alması, o yerde örf değilse, bu
takar mehir yerine geçmez. Bu akarı, değerinden fazla, bir değerle almak
da caiz olmaz. Şayet, o yerde, akarı mehir olarak almak örf ise; bu
akarı, değerinin üstünde bir değerle, almaları da caizdir.
Yaşça küçük olan bir kızın me'hrini, babası, onun kocasından İsteyebilir. Tecnis ve Mezîd'de de böyledir. [62]
12- Karı -Kocanın Mehir Hususundaki İhtilafları
Nikâh akdi esnasında, karı - kooa
arasında, mehrin miktarı hakkında, ihtilâf edilirse; İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.) ve İmâm Muham-med (RA.)'e göre, mehr-i misille hükmedilir. Ancak,
bunlardan birisi, yemin eder ve bununla birlikte şahit dinletirse,
onun sözü geçerli olur.
Eğer, koca; «mehrin bin dirhem
olduğunu» söyler; kadın ise : ^rte'hrinviki bin dirhemdir.» derse;
kadının mehr-i misli, bin dirhem veya daha âz olursa; Allah adına yemin
etmesi şartı İle, kocanın sözüne itibar edilir.
Bu durumda, şayet, koca; yemin etmekten çekinirse; mehrin, fazla olduğu sabit olur; yemin ederse, bu sabit olmaz.
Taraflardan biri, beyyine
getirirse; o delile göre, hüküm verilir. Her ikisi de, beyyine
getirirse; bu durumda, —kuvvetli olan— delillere göre, hüküm verilir.
Eğer, kadının mehr-i misli, iki bin dirhem veya daha fazla İse; yemin etmesi şartı ile, kadının sözüne itibar edilir.
Şayet, kadın; yemin etmekten
kaçınırsa, mehir, bin dirhem olarak, sabit olur. Yemin ettiği takdirde
ise, me'hri, iki bin dirhem ola-rak tes'bit edilir.
Koca. muhayyerdir: İsterse, me'hri
dirhem cinsinden; isterse, dinar cinsinden öder. Bu hususta, karı -
kocadan hangisi, beyyine getirirse, ona göre hükmedilir. İkisi birden,
beyyine getirirse; bu durumda, kocanın getirdiği beyyine ile hüküm
verilir.
Eğer, kadının mehr-i misfî, bin
beş yüz dirhem ise; bu durumda, tıer ikisine de, yemin teklif edilir.
Şayet, koca; yemin etmekten çeki-nirse, tesirliye yolu ile, iki bm
dirhem m^hir vermesi gerekir.
Şayet, kadın; yemin etmekten kaçınırsa; (nehrin, bin dirhem olduğuna hükmedilir.
Şayfif. her ikisi birden, yemin
ederlerse; bu durumda, mehrinrbin beş yüz dirhem olmasına hükmedilir.
Bu, bin beş yüz dirhemin; bin dirhemi, mehr-l müsemmâ, beş yüz dirhemi
ise, mehr-i misil olarak hükmolunur.
Koca, bu, beş yüz dirhem hususunda muhayyerdir.
Koca ile kadından, hangisi beyyine
getirirse, onun beyylnesi kabul edilir. Eğer, her ikisi de 'beyyine
getirirlerse; mehrin 'bin foeşyüz dirhem olduğuna 'hükmedilir. Bunun,
jbin dirhemi; mebr-i müsemmâ, 'beş yüz (dirfıemi ise, mehr-i misil yolu
iledir. Fetâvâyi JKâdîhân'da da 'böyledir.
Ebü B&kr er-Râzî: «Karı koca,
aralarında bir fasılda fhtllâf ederler ve mehr-i misil de bulunmazsa;
ikisinden birisinin, şahit getirmesi gerekir. Şayet, mehr-i misi!
varsa; bu ihtilaf hususunda yeminle birlikte konuşmuş olan tarafın,
sözüne güvenilir.» demiştir. Kâdîhân'ın Câmiu's - Sağlri'nde de
böyledir.
Kerhî de : «Eğer, her ikisinin de
beyyînesi yok ise; bu durumda, onlara yemin verilir; yemin ederlerse;
İmâm Ebû Hsnîfe (HA.) ve İmam Muhsmmed [R.A.Î'e göre, mehr-i misille
hükmolunur-» demiştir.
Şeyhu'f - İslâm Şemsü'l - Eimme Serahsî: «Esahh olan bu-budur» demiştir, Muhıyt'ta da böyledir.
Eğer mehir, zimmette olan, vasıflı
bir borç ise, (meselâ : Bir şahıs, bir kadını vasıflı olan, ölçülmüş,
tartılmış veya arşınlanmış bir şeyin karşılığında nikâhlasa) sonra da,
aralarında bu şeyin miktarı konusunda, ihtilâf çıksa, bu İtıtilâf,
mehrin dirhem —-cinsinden— mi, yoksa dinar —cinsinden— mi olduğu
hususundaki ihtilâf gibidir.
İhtilâf, müsemmânın cinsinde
olabilir. Meselâ : Koca'nın, karısına : «Seni, bir köle karşılığında
nikahladım.» kadının ise : «Bir câriye karşılığında nikahladın.» demesi
veya kocanın : «Seni, bir kür arpa karşılığında nikahladım.» kadının
ise : «Beni, bir kür buğday karşılığında nikahladın.» veya : "Bir
ttarevî el'bise karşılığında nikahladın.» demesi; yahut, koca: «Bin
dirhem...» derken, kadının: «Yüz dinar...» demesi •gi'bi.
İhtilâf, mehrin nev'inde de olabilir.
Mesela : Karı - kocadan birisi,
«Türkî» derken, diğerinin : «Rûmî» demesi; veya, 'biri : «Suriye
dinarı» derken, diğerinin : «Mısır dinarı» demesi gibi... .
Mehrin, sıfatında da ihtilâf edebilirler.
Bundaki ihtilâf, —dirhem ve dinar
hariç— iki aynı şeyde olan İhtilâf gibidir. Meselâ : Bin ile iki bin
arasındaki ihtilâf gibi.
Çünkü, bunların her biri, iki cinsten, İki neviden ve vasıflanmış İki şeyden ibarettir.
Bunlara, ancak, razı olmakla sahip olunur.
Dirhem ve dinarlar ise, buna muhaliftirler. Çünkü, bunlar, birbirlerine muhalif cinstendirler.
Fakat, mehr-i misilde; bunlar, bir
clnstenmiş gibi kabul edilirler. Çünkü, mehr-i mislin dirhem veya dinar
cinsinden olmas gerekmektedir. Bu durumda, mehir borç ise, —razı
olmasa bile— yüz dinara. hak sahibi olması caiz olur.
Fakat, mefrıir ayn olur ve bunun
miktarında ihtilâf bulunursa; buradaki ihtilâf, bin dirhem veya İki bin
dirhem şeklinde düşünülen, ihtilâf gibidir.
Meselâ : Bir kimse, bir kadını,
miktarı ölçülebilen yiyeceklerden •—birinin aynı —bizzat
kendisi— karşılığında nlkfthlasa; fakat bu yiyeceğin miktarı
'hususunda ihtilâfa düşseler; koca, karısına : «Seni, 'bir kür olmak
şartı ile, yiyecek karşılığında nikahladım.» derken, karısı: «Hayır,
benî, iki kür yiyecek karşılığında nikahladın.» dese; işte buradaki
ihtilâf, birinin : «Sin dirhem.» diğerinin ise : «İki bin dirhem.»
dediği zamanki, ihtilâf gibidir.
Mehrin miktarına- bağlı olarak,
nikâh akdi yapılmamış; nikâh akdi, fıer arşını on dirhem değerinde olan,
bir kumaşın aynı —bizzat kumaşın kendisi— karşılığında yapılmışsa;
sonradan da, karı-koca arasında, bu kumaşın miktarı hususunda ihtilâfa
düşülüp; koca : «Ben seni, sekiz arşın kumaş karşılığında nikâh ettim.»
derken, kadın : «Hayır, on arşın kumaş, karşılığında nikahladın.»
derse; bu durumda, ikisine de yemin verilmez. Mehr-İ misille de,
hükmolunmaz. Burada, bil-icmâ', kocanın sözü geçerli olur.
Eğer, mehrin cinsinde ve şahsında,
ihtilâfa düşerlerse; bu İhtilâf da, biri «bin dirhem», derken,
diğerinin «iki bin dirhem», demesi gibidir.
Meselâ : Koca, karısına hitaben ;
«Sen!, şu köle karşılığında nikahladım.» der; karısı ise : «Hayır, şü
câriye karşılığında, nikahladın.» derse, bu ihtilâf, yukarıda söylendiği
gibidir.
Kadının mehr-i misli, cariyenin krymetî kadar veya ondan fazla olursa; cariyenin şahsı değil, kıymeti, bu kadının mehri olur.
Dirhem ve dinar hususunda ihtilâf
edilirse, koca, karısına: «Ben, seni yüz dinar karşılığında nikahladım.»
derse; kadına, bu yüz dinar verilir. Bedâi'de de böyledir.
Mehir köle veya uruz (= kitap,
kumaş ve şâire gibi şeyler) gibi bir ayn olur ve bunu, karı - koca
tasdik ederlerse; fcu şey de, kocanın yanında zayi olduktan sonra, kân -
koca arasında, bunun değeri hususunda ihtilâf çıkarsa; bu durumda
kocanın sözü geçerli olur. Tahâvî Şerhi'nde de böyledir.
Bir koca, karısına: «Ben seni,
kıymeti bin dirhem olan, si-yâhî bîr köle karşılığında nikahladım. O
köİe de, yanımda öldü.» der; karısı ise: «Hayır, sen benî, kıymeti iki
bin dirhem olan, beyaz bîr kölenin karşılığında nikahladın. O köle de
senin yanında öldü.» derse, bu durumda, mehr-İ misii vermesine
hükmolunur.
Eğer mehr-i misii, mehir olarak İddia edilen değerlerin ortasındaki bir değerse; hem kocaya, hem de karısına yemin ettirilir.
Bir kimse, bir kadını, bir yığın
buğday karşılığında nikâhlar; sonra da buğday kaybolur ve miktarının ne
kadar olduğunda ve sıfatında fhtilâfa düşülürse, bu hususta, zayi
olmadan önce de, sonra da, erkeğin sözü geçerlidir.
Bir kimse, bir kadını, bir kumaş
veya gümüş bir kap yahut ibrik, karşılığında nihâhladıktan sonra, bu şey
kaybolsa ve bunların vasfı veya ağırlığı konusunda ihtilâf etseler;
yine, —bunların helâkından önce veya sonra— erkeğin sözüne itibar
edilir. Muhıyt'te de böyledir.
Mehir hakkında, ihtilâfa düşüldüğü
zaman; bu İhtilâf, mehrin vasfı hususunda olursa kocanın sözü geçerli
olur. İhtilâf, mehrin miktarında ise, —bu miktar— kadının mehr-i
misline ulaşıncaya kadar, bu hususta, kadının sözüne itibar edilir.
Zahîrîyye'de de böyledir.
Bir kadın, kocasına hitaben :
«Sen, beni, şu kölene karşılık nikahladın.»; koca ise : «Hayır, ben,
seni, şu cariyeye karşılık nikahladım.» der, o câriye de, nikahlanan
kadının anası,olursa; hem kadın, hem de kocası, beyyine ibraz etseler;
bu durumda, kadının beyyinesl geçerli olur.
Koca; kadını, bin dirhem mehir karşılığında nikahladığına; Kadın İse, yüz dinar mehirle, nikâhlandığına,
Kocanın kölesi, kadının ise,
babası olan şahıs, da, kızının, kendisinin hürriyeti karşılığında
nikâhlandığına beyyine getirirler ve iddia-jarım isbât ederlerse;
kadının babası - kocanın kölesi olan şahsın bey-yinesi kabul edilir.
(Ve, o, hürriyetine kavuşur.)
Kadının anası, kocanın ise
cariyesi olan kadın da, kuzinin, kendi hürriyeti karşılığında
nikâhlandığını isbat ederse; bu durumda, baba ve ananın beyylnelerine
itibar edilir. Kızlarının mehrine karşılık ola^ rak, her ikisinin de,
yarıları azâd edilmiş olur. Bunlar, kıymetlerinin yarısı için,
kızlarının, kocasının hizmetinde bulunurlar.
Böyle olmaz da, kadın, yüz dinar karşılığında nikâhlandığını;
Kocası ise, bin dirhem
karşılığında, onu nikahladığını belgelerse; 'hakim, bu 'kadının nikâh
akdini, onun belgesine göre hükme bağlar. Yani, mehrin yüz dinar
ojdüğuna hüküm verir.
Bundan sonra;
Kocanın kölesi ve kadmm babası
olan şahıs, kızrnm, kendisinin hürriyeti karşılığında nikahlanmış
olduğunu belgeleri İle isbât etse; bu durumda hâkim, önceki hükmünü
bozar ve mebir olarak, babanın hürriyete kavuşturulmasına hükmeder.
Şayet, koca, karısını, onun
babasının hürriyetine karşılık nikahladığını iddia eder ve baba da onu
tasdik eder ve ikisi de bu durumu belgelerle is'bat ederlerse; bu arada,
kadın da, yüz dinar karşılığında nikâhlsndığmı iddia eder, fakat, buna
beyyine ibraz edemezse, 'hakim, koca ve babanın beyyineleri i!e hüküm
verir; baba, mehir karşılığı azad edilir.
Bundan sonra;
Kadın, yüz dinar karşılığında
nikâhlandığını, belgelerle Isbat ederse; hakim, kadının beyyinesine
göre, kocasının ona, yüz dinar mehir vermesine hükmeder. Bu durumda,
kadının babası, kocanın malından azad edilmiş olur, Fetâvâyi Kâdîhân'da
da böyledir.
Mehirdeki ihtilâf, talâktan sonra ortaya çıkmışsa; bu talâk
İse, duhûlden sonra veya
duhûlden önce olmasına rağmen halvet-i sahihadan sonra meydana
gelmişse, bu hususta verilecek cevap, önceki cevaplar gibidir.
İhtilâf, nikâhın akdedildiği
esnada çıkarsa, henüz cima' ve sahih halvet de vâki olmamışsa ve mehir
borç olup, ihtilâf, mehrin bin veya ikibin dirhem olması konusunda ise,
bu durumda, kocanın sözüne itibar edilir. Ve kocanın söylediği me'hir,
ikiye bölünür. Bu hükme muhalif, bir kavil yoktur.
İmâm Kerhî: «—Kadına— bin dirhemin yansı verilir.- demiştir.
İmâm Muhammed (R.A.), Camı* isimli
eserinde: «Mehr-i mislN ne kadar, kadının sözünün; bundan fazlası İçin
de, erkeğin sözünün, mu'teber addedilmesi daha münasiptir. İmâm Ebû
Hanîfe (R-A.)'nİn kıyasına uygun olan da budur.» demiştir.
Sahih olan kavi! ise, öncekidir.
Ancak, «aslında bu iki kavil arasında fıîç bir fark yoktur.»
denilmiştir. Bu Kitâbü'n - Nikâh'daki, «bin dirhem» ile «iki bin dirhem»
hakkındaki ihtilâf gibidir. Câmiu'l - Kebîr isimli eserinde, buna
benzer bir beyan vardır. Şöyleki : Koca, karısına : «Seni, yirmi dirhem
mehir karşılığında nikahladım.» derken, karısı da : «Sen, beni, yüz
dirhem mehirle nikahladın.» derse; bu kadının, mehr-i misli ise, yirmi
dirhem olursa, bu kadına —sadece — mehr-i misli, verilir. Nitekim,
mehrin köle veya câriye olduğu hususunda, ihtilâf edilse ve cimâ'dan
önce boşanılmış olsa, bu kadına, — kocası yarısını almaya razı olursa—
cariyenin yarısı verilir. Be-dâl'de de böyledir.
Ancak, ihtilâf, müsemmânın aslında
olursa; biri, mehir şudur derken; diğeri, onu reddederse; bu durumda,
bil-ittifak, mehr-i misi! lâzım gelir. Tebyîn'de de böyledir.
Kadının iddia ettiğinin üzerine,
bir şey ilave edilmez. Şayet, ihtilâf, talâktan sonra, fakat duhûlden
önce olursa; bil --İttifak, kadına, müt'a lâzım gelir. Fethu'I -
Kadîr'de de böyledir.
Eğer, İhtilat, birinin ölümünden
sonra olursa, asıl ve miktar bakımından, sağlıklarında nikâhları devam
etmekte iken, hüküm ne İse, bu durumdaki hüküm de, öyledir. Kenz
Şerhi'nde de böyledir.
Karı - koca öldükten sonra, her
iki tarafın vârisleri, mehr-i müsemmânın miktarı hususunda ihtilâfa
düşerlerse, İmâm Ebû Hanîfe (R-A.)'nin kavline göre, kadının
vereselerinin sözüne itibar edilir. Tebyîn'de de böyledir.
Eğer, iki tarafın vereseleri
arasında, tesmiyenin aslında ihtilâf edilirse; bu durumda, tesmiyeyi
kabul etmîyen tarafın sözüne itibar edilir.
imâm Ebû Hanîfe tR.A.)'ye göre, kadın tarafına, bir şey lâzım gelmez.
Imâmeyn'e göre ise, mehr-i misille
hükmolunur. Âlimler: «Pet-vâ, Imâmeyn'in kavillerine göredir.»
demişlerdir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Âlimlerimiz : «Bu hükümlerin
tamamı, kadının, nefsim koca-aına teslim etmemesi halindedir. Şayet,,
teslim eder ve mejjir hususunda —kan - koca— hayatta bulunurken veya
vefatlarından sonra, bîr ihtilâf çıkarsa; bu durumda, m eti r-i misille
hüküm verilmez. Çünkü, bizim bilgimize göre, kadının, mehrini, peşin
olarak almadan önce, nefsini teslim etmesi âdet değildir. Bundan
kolayı, mehr-İ muaccelin, ilüzumu aşikârdır. Ancak, bu 'hususta, örf ne
ise, ona göre hükmedilir. Sonra da, bizim _ söylediğimiz gibi, amel
edilir. Serahsî'nin Mi'hıyt'inde de böyledir.
Ölen"karı-kocanın, mehr-i
müsemrnâları belgelenir veya vereseler, karşılıklı olarak, bunu tesbit
ve kabul ederlerse; şayet koca, önceden ölmüşse, 'bunun mirasından o
mehir alınır. Her ikisi de aynı anda ölmüş, veya hangisinin önce öldüğü
bilinmiyorsa, hüküm yine böyledir.
Fakat kadın önce ölmüşse, kocanın hissesi mehirden düşürü-lür. Fethu'l - Kadîr'de de böyledir.
Şayet, vereseler, nikâh akdinde,
mehr-i müsemrnânın bulunmadığında ittifak ederlerse; İmâmeyn'e göre, bu
durumda, mehr-i misille hükmolunur. Fetva da, buna göredir. Cevâhiru'î
- Ahlâtıyye'de de böyledir.
Kadın, mehrinden vaz geçtikten
veya bunu kocasına hibe ettikten sonra vefat ederse; kadının
vereseleri, «Sen onu, hasta iken mehirden vaz geçirdin.» derler; koca
ise, bu ithamı reddederse; bu durumda, kocanın sözüne itibar edilir.
Serahsî'nin Muhıyt'inde de böyledir.
HlşSm anlatıyor: «Ben, {mâm Muhammed (RA)'den sordum :
— Bir kadın : «Ben, Kûfe'de, bir
sene önce, iki bin dirhem mehir karşılığında, şu adamla nikahlandım.»
diyor ve iddiasını belgelerle Is-bât ediyor. Kocası ise ,onu, iki sene
önce Basra'da, fbin dirhem mehîr karşılığında nikahladığını söylüyor ve o
da, bu iddiasını, belgelerle isbât ediyor. Durum nedir?
İmâm Muhammed (HA.):
— «Kadının belgeleri geçerlidir.» buyurdu. Bunun üzerine, ben :
— Kadının yanında, iki yaşından büyük, bir çocuk bulunsa, durum ne oiur? diye tekrar sordum. İmâm Muharntpöd (HA.):
— Öyle olsa bile, geçerli olan söz, kadının sözüdür.» buyurdu. Zehiyre'de de böyledir.
Karısının mehrini yazmaktan kaçınan bir kocaya, bu hususta cebredilmez.
Mehir, dinar cinsinden yazılsa;
akid ise, dirhem cinsinden yapılmış olsa; bu yazının da, dirhem'e göre
—düzeltilip— yazılması gerekir.
İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe (R.A.): «Bunun tevili, yazan kimse ile Allahu Teâlâ arasındadır.» buyurmuştur.
Hakime gelince, o, me'hrin dinar
cinsinden yazılmasını emreder. Ancak, nikâh akdinin dirhem cinsinden bir
mehirle yapılmış olduğu biliniyorsa, bu durum müstesnadır.
Tatarhâniyye'de de böyfedir.
Bir kimse, karısına, bir şey
gönderse; karısı «Bu, hediye midir?» dîye sorunca, adam : «Mehirdir.»
cevabını verse; bu durumda, kocanın sözüne itibar edilir. Ancak,
hazırlanmış yiyecek maddeleri, kızartmalar, et, yemek ve meyve gibi
şeyler, bunun hilâf'nadtr. Bunlar hakkında, Istihsânen, kadının sözüne
İtibar edilir.
Yenmeye hazırlanmış olan, bal, yağ, ceviz ve badem gibi şeylerde ise, erkeğin sözüne iti'bar edilir. Tebyîn'de de böyledir
Fakıhy Ebü'l - Leys : -Temini,
kocanın üzerine vacip olmayan, bir şey hakkında, kocanın sözü
muteberdir. Muhtar olan kavil budur,
Temini, kocanın üzerine vacip olan şeyler ise, mehre rnahsuD edilemez.» demiştir. Serahsî'nin Muhıyt'inde de böyledir.
Bu hususta, kocanın sözünün
mu'teber olduğu hallerdo, — verilmiş bulunan— eşya, duruyor ise; kocaya
geri verilir. Bu durumda kadın, mehrinin tamamını istiyebilir.
Eğer, bu şeyler zayi olmuşsa; kadın, mehrini almak için, kocasına müracaat edemez.
Kadın: «Bu eşya, mehrimdir»;
kocası İse: «—Mehir değil — emânettir.» dese; bu eşya, mehîr cinsinden
ise, kadının sözü; böyle değilse, erkeğin sözü, geçerli olur. Tebyîn'de
de böyledir.
Bir koca, karısına : «Bu
mebrindendir.» diyerek, mal vern olsa; kadın ise : «Nafakamdandır.»
diyerek almış olsa; kadının, o ş yîn .nafaka olduğuna beyyine
getirememesi hâlinde, kocanın sözü q çerli olur. Fethu'I - Kadır'de de
böyledir.
Bir kimse, karısına eşya gönderse;
karısının ba'bası da, şahsa, eşya göndermiş olsa; karısına eşya
gönderen koca, sonradan «Bu mehir idi.» dese ve bu 'hususta yemin etse,
bu kocanın sözür itibar edilir.
Şayet, bu eşya durmaktaysa; kadın isterse, 'bunu mehir oiara kabul etmeyip, kocasına geri gönderir.
Veya, bu eşyayı mehir olarak kabul edip, me>hrinin kalan kısmı nı da, ayrıca talep eder.
Bu eşya zayi olmuşsa ve benzeri buiunan bir eşya ise; benzerini, kocasına iade eder.
Bu eşyanın, benzeri yoksa; kadın, mehrinden geri kalan kısmı, kocasından isteyemez.
Kadının babasının, kocasına
göndermiş olduğu eşyaya gelince; eğer bu kaybolmuşsa; kocaya müracaat
edilip, hiç bir şey istenemez.
Baba, bu eşyayı kendi malından göndermişse ve eşyada durmakta ise, bu durumda, onu, kocadan geri isteyebilir.
Baba, bu eşyayı, bulûğa ermiş
kızının malından ve onun rızâsı ile göndermişse, bu durumda da, o eşyayı
geri isteyemez. Fetâvâ'y» Kâdîhân'da da böyledir.
Ali bin Ahmed'den :
— Bir kadını istemek için
gönderilen kimse ile, ona dinarlar da yoîlansa; bu dinarlarla da kadına
elbise yapifmış olsa; bundan sonra da, erkek: «Ben, o dinarları, meflıir
olarak yol/adım.» demiş olsa; bu şahsın sözü, geçerli o!ur mu? diye
soruldu.
Ali bin Ahmed:
— Bu durumda, dinarları yollayan kimsenin sözü geçerlidir; cevabını verdi.
Tekrar ona soruidu :
— «O adam bu dinarların bir kısmı
'ile 'bir koyun satın alınız; bir kısmı ile de, —âdet olan— diğer
masrafları karşılayınız.» der; nişan İçin gidenler de, onun dediği gijbi
yaparlarsa; adam, sonradan : «Ben onları mehir olarak yollamıştım.»
derse; sözü kabul edilir mi?
O, şu cevabı verdi:
— Eğer, açıkça, öyle söylemişse, —sonraki— sözü kabul edilmez.
Ebû Hâmid'den soruldu :
— Oğlunu nişan!lyarak, kız
tarafına dirhemler gönderdikten sonra ölen babanın vârisleri;
gönderilmiş bulunan bu dirhemlerden miras isteseler ne olur?
Ebû Hâmid:
— «Eğer vuslat tamamlanmışsa;
varislerin, bu dirhemlerde bir hakkı yoktur. Aksi takdirde, bu
dirhemler, miras olur. Eğer, baba, hayatta ise, bu hususta açıklama
yapması için, ona müracaat edilir.» dedi.
Babamdan, soruldu :
— Nişan merasimi için gönderilen
şeker, ceviz, badem, hurma ve benzeri şeyler; nikâh akdi yapılmamış
olursa; bu, gönderilen şeyler, geri istenilir mi?
Babam, cevaben :
— «'Bunlar, eğer gönderenin İzni
ile, cemâate dağıtılmış ise; geri Istenilemez. Fakat, dağıtılmasına,
izin verilmemişse; bu durumda, geri istenebilir.» dedi.Tatarhâniyye'de
de böyledir.
Bir kadını nikahlayan ve ona
hediyeler gönderen bir kimse; aralarında ayrılık zuhur edince, kadına :
«Ben, sana, onları emaneten göndermiştim; bana geri ver.» dese, kadın
da, bu şekilde hediyeler göndermiş ve bu durumda, o da bunları geri
istemiş olsa; erkeğin sözüne itibar edilir. Erkek, bu hediyeleri geri
alırsa; kadın da karşılık olarak verdiğini geri alabilir. Muhıyt'te de
böyledir.
Ebû Bekir el-İskâf: «Kadın,
gönderdiği şeyin, hediyeye karşılık olduğunu açıkça söylemiş olursa;
bunu geri alma hakkına sahip olur. Ancak, böyle bir açıklama yapmamış;
bunu, sadece içinden ge-çirmişse; bu <niyyet geçersizdir. Bu şekilde
gönderdiği şey, bağış olur.» demiştir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Huccet'de zikredildiğlne göre:
Erkek, kadına, misk göbeği veya — başka— güzel bir koku, gönderse ve
sonradan da : «Gönderdiğim şey, mehrind-endir.» dese, bu erkeğin sözü
muteber olur.
Hâvî'de : «Kadın da, kocasının
gönderdiğini hediye sanarak ve ona karşılık oimak üzere, aynı şeylerden
gönderse; bilahare, erkeğin, hediye olarak göndermediği açığa çıksa; bu
durumda, kadının, karşılık olarak gönderdiği şeyleri, geri isteme hakkı
yoktur.» denilmiştir.
Sonra, bakılır: Eğer, erkeğin
gönderdiği koku duruyor ve kadın da, bunun mehir olmasına razı değilse;
kocasına, geri gönderir. Kocasından gelen şey zayi olur, fakat aynen
benzeri bulunursa; kadın, bunu gönderir. Ancak, bu kokunun benzen yoksa;
bu durumda, onun kıymeti, mehre mahsup edilir. Tatarhâniyye'de de
böyledir.
Kadının ölümünden dolayı, etrafı
matem tutmakta ikerr; kocası da, kadının anasına bir inek gönderse; o
da, bu ineği kesip, ge-^ ien - gidene yedirdikten sonra; adam, ineğin
bedelinin, — kendisine •— verilmesini istese; âlimler: «Eğer, kan -
kocanın arasındaki ittifakta, inek kesilip, eti yedirilsin, denilmiş
fakat, kıymetinden bahsedilme-mşse, bu şahıs, o ineği geri isteyemez.
Fakat, kıymeti hususunda İttifak edilmişse, ineğin bedelini, geri
isteyebilir.» demişlerdir.
Şayet, ineğin kıymeti hakkında
ihtilafa düşüiürse; kadının anasının, yemin ederek söylediği söz,
geçerli olur. İmâm Ebü Hanîfe (R.A.} ise: «Erkeğin sözünün geçerli
olması, daha uygundur.» demiştir. Fe-tâvâyî Kâdîhân'da da böyledir.
MecmûVn - Nevâzii'de -Bir kimse,
bayram günlerinde, karısına, bayramlıktır diyerek, dirhemler veya
sükrâneler gönderse; sonradan da, bunların mehirden olduğunu iddia etse;
sözü kabul edilmez.» denilmiştir. Muhıyt'te de böyledir. [63]
13- Mehrin Tekrarlanması
Bir kimse, karısına ; «Seni her
nikâhlayışımda, sen benden boşsun.» dese ve karısını, bir günde üç defa
nikahlayıp, her nikâhlayışında, kadına cima' etse; zu durumda, iki
talâk vâki olur.
İmâm Ebü Hânife {R.A.} ve İmâm EbÛ
Yûsuf [R.A.)'un kıyaslarına göre, bu durumda, iki tam ve bir de, yarım
mehir, lazım gelir. Çünkü : Adam, kadını ilk nikahladığı zaman, —sözü
gereği— bir talâk vâki olduğundan, cimâ'dan önce, yarım mehir lâzım
gelmiştir. Çünkü, kadına cima' etmesi halinde, bu cima', şüphe üzerine
vâki olmuştur. Zira, İmâm Şafiî (R.A.)'ye göre, nikâh sebebi ile,
muallâk talâk vâki olmaz, kadına iddet gerekir. Adam, bu kadını, ikinci
defa nikahlayınca, — kadın, iddet içinde bulunduğundan— ikinci bir
talâk daha vâki olur.
Bu talâk, İmâm Ebû Hanîfe (RA) ile
İmâm EbÛ Yûsuf (R.A J'a göre, rîc'ati takip eden talâktır. Zîra, >bu
imamlarımıza göre, iddet içindeki kadın, nikahlanıp, sonra da, duhûlden
önce, taiâk vâki olunca; bu talâk, hükmen, Cimâ'dan önce değiİ, sonra
vâki olmuş olur. Cimâ'dan sonra vuku bulan talâk İçin de, tam mehir
gerekir. Bu da, nikâh akdî esnasındaki mehr-i müsemmâdır. Bu durumda,
erkeğin iki tam, birde yarım mehir vermesi gerekmektedir.
Oçüncü nikâh ise, sahih olmaz.
Çünkü, o nikâh, taiâk-ı ricTnîn iddeti içinde yapılmıştır. Üçüncü nikâha
itibar edilmediği için, üçüncü mehir de gerekmez.
Nikâhtan sonra, clmâ' sebebi île, ilenir lâzım gelmez. Çünkü, bu durumda, erkek, nikâhlısına cima' etmiştir.
Şayet koca, karısına hitaben:
-Seni. her nikâhlayışımda, sen benden, talâk-ı bâin Üs boşsun.» deyip
karısını üç defa nikâhlasa ve her defasında da cima' etse; İmâm Ebü
Hanîfe (RA) ve İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un kıyaslarına göre, bu durumda, bu
şahsa, beş tam, bir de yarım mehir gerekir.
Yarım mefhir, ilk nikâh
sebebiyledir. Metır-Î misil, İlk cima* sebebiyledir. Möhrin 'biri de,
ikinci nikâh sebebiyledir. İknci cima' sebebiyle de, mehr-i misil
g-erekir. Çünkü, bu cimâ'da, şüphe söz konusudur.
Üçüncü nikâh se'bsbi ile bir
mehir; Dçuncû cima' sebebi ile de, mohr-i misil gerekir. Böylece, beş
tam, bir ds yarım mehir, bir araya toplanmış olur.
Bir kimse, bir kadını nikahlayıp,
cima' ettikten sonra, onu talâk-ı bâin ile boşayıp, sonradan onu, iddeti
içinde tekrar nikâhlar;
bu defa da, clma'dan Önce boşarsa;
bu şahsa, önceki' nikâh için bir mehir, ikinci nikâh için de, —tekrar—
bir me'hir lâzım gelir.
Bu kavil, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ile İmâm Ebû Yûsuf (R-A.)'un
kavilleridir.
Şayet, bu şahıs, ikinci nikâhta
boşamazsa; irtldad gibi bir halden dolayı, cimâ'dan önce, talâk-ı bâin
vuku bulsa veya kocasının oğlu, kadına cimâî -etse; bu durumlarda, bu
iki imamımıza göre de, tam mehir lâzım gelir.
Câriye olan kadını, ikinci
nikâhtan sonra, kocası, azâd eder; cimâ'dan önce de, kadının nefsini
isterse;1 iki imamımıza göre de, ikinci nikâh için, tam mehir fazım
gelir.
Bir kimse, küfüvvü olmayan (bir
kadını nikahlayıp, clmâ' etse; kadının velîsi de, durumu hâkime intikâl
ettirdiğinde; hakim, bu karı -kocanın aralarını ayırsa; bu durumda, hem
mehir, hem de İddet lâzım gelir.
Sonra, bu şahıs, velîsiz olarak,
bu kadını tekrar nikahlamış; ha-hakim de, cîmâ'dan öncer —teki ar—
aralarını açmış olursa; bu durumda kadına, tam mehir —verilmesi—
gerekir. Bu kadına, istikbâlde, iddet de gerekir. İki imamımızın
kavilleri böyledir.
Bir kimse, velîsinin izni ile,
küçük bir kızı nikahlayarak ona cima1 etse; kız bulûğa erdikten sonra
da, onun isteği ile ayrılıp iddet müddeti İçinde, tekrar nikâhlansalar;
fakat, cima' etmeden, adam tek-rer boşasa; bu durumda, bu iki imamımıza
göre de, tam mehir gerekir. Kadının, istikbâlde iddet beklemesi de
icabeder.
Bulûğa erişmemiş 'bir kızı
nikahlayıp, cima' ettikten sonra, talâk-ı bâin ile boşayan şahıs; bu
kadını iddeti içinde tekrar nikâh-lasa ve bu sırada bulûğa erişen bu
kızın, —bulûğ muhayyerliğini kullanan— isteği ile tekrar boşansalar; bu
durumda, erkeğin, tam mehir vermesi, kadının da, istikbâlde,
iddet'beklemesi gerekir.
Bir kimse, bir kadını nikahlayıp,
cima' ettikten sonra bu kadın, irtidad etse; bir müddet sonra,
müsiümanlığa —yeniden— dönen bu kadını, aynı îddet içinde tekrar
nikahlasa da, kadın cimâ'dan önce, yeniden irtidad etse; bu durumda, tam
mehir lâzım gelir.
Bir cariyeyi nikahlayıp, clmâ'
ettikten sonra, azâd eden bir kimse, iddeti içinde yeniden nikahlayıp;
bilâhare cimâ'dan önce, tekrar boşasa, bu durumda da, tam mehir
gerekir.
Keza, fasid bir nikâhla, bir
kadını nikahlayıp, cimâ'dan sonra, ondan ayrılan bir kimse; İddeti
içinde, caiz bîr nikâhla, aynı kadını, yeniden nikahlayıp, cima'
etmeden tekrar boşasa; bu durumda, erkeğin tam me'hir vermesi; kadının
ise, istikbâlde iddet'beklemesi, —İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ile İmâm Ebû
Yûsuf (R.A.)'un kavillerine göre — gerekir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir.
Bir kimse, oğlunun cariyesine veya
kendi mükâtebe cariyesine yahut da, nikâhı fâsid olan bir kadına,
defalarca cima' etmiş olsa; sadece bir mehir lâzım gelir.
Burada asıl olan şudur: Mülkiyet
şüphesi ile yapılan mükerrer cimâ'lar için, birden fazla me'hir
gerekmez. Çünkü, ikinci cima1, 'kendi mülkünde meydana gelmiş
olmaktadır.
Ancak, cima', şüphe il-e meydana
gelirse; bu durumda, her clmâ1 için ayrı ayrı mehir gerekir. Çünkü, her
cimâ'in, başkasının mülküne tesadüf etmiş olmaktadır.
$ayet, bir kimse, babasının
cariyesine, tekrar tekrar cima' ettikten sonra, bunda şüphe olduğunu
iddia etse; yaptığı her cima' için, bir mehir vermesi gerekir.
Kendi karısının cariyesine, cima' eden, şahıs hakkındaki hüküm de, böyledir.
Bir kimse, mükâtebe cariyesine, defalarca cima' etse; bu kimseye, sadece bir me'hir gerekir.
İki kişinin ortak olduğu bir cariyeye, bu ortaklardan birisi, defalarca cima' etse; her cimâ'ı için, yarım mehir gerekir.
İki kişinin ortak bulunduğu,
mükâte'be bir cariyeye, bu ortaklardan birisi, defalarca cima1 etse;
kendisine ait olan yarısına karşılık, yarım me'hir; ortağı hakkında ise,
her cimâ'si için, yanm mehir gerekir. Bunların hepsi de, bu mükâtebe
cariyenin olur.
Bir kimse, bir kadınla zina
ettikten sonra, onu nikahlasa, kendisine, iki me'hir lâzım gelir. Bu
mahirlerden birisi, zinadan dolayı, mehr-i misil; diğeri ise,
nikâhtan dolayı gereken, mehr-i milsemmfr dır. Serahsî'nin Muhıyt'inde
de böyledir.
Bir kimse, henüz cima' etmediği
karısına: «halvet olduğu zaman, boşsun.» dese ve sonra da, halvet vâki
olunca, karısına cima' etse; ibu 'kimseye, bir tam fve !bir de yarım
mahir gerekir: Yarım mehir, cimâ'dan önceki talâk için; 'bir mehir de,
cimâ'dan dolayı, gerekmektedir. Bu durumda, halvetin tesiri yoktur.
Çünkü, halvet (şayet, bu zaman içinde, cima' yapma imkânı varsa) sebebi
İle, mehir teekküd etmiştir, (katilik kazanmıştır.)
Bu kimse, halvetten sonra, cima1 etmemiş jse; yarım mehir gerekir.
Bir kimse, yabancı bri kadına:
«Seni nikâhlar ve bir saat de halvette kalırsam; sen, benden boşsun.»
dese ve o kadını nikâhlasa; halvetten sonra da cima' etse; talâk vâki
olur. Bu durumda, o şahsa, biri halvet, diğeri, de cimâ'dan dolayı, iki
mehir lâzım gelir. Ancak,-bunun için, cimâ'ın, halvetten 'bir saat [—
müddet) sonra, olması gerekir. Şayet, cima', halvet esnasında vuku
bulmuşsa; bu durumda. bir mehir lâzım gelir. Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimse, üç talâkla boşamış
bulunduğu kadına, iddet müddeti içinde, clmâ' eder ve bunun, şüphe
üzerine olduğu iddiasında bulunursa; (meselâ : Üç talâk, aynı zamarrda
vâki olur da, adam, tamamen boşanmış, olduğunu zannetmezse) 'bu şahsa,
bir mehir lâzım gelir.
Bu kimse, talâkın vâki olduğunu
zannettiği gibi, bu durumda, zinanın da helâl olduğunu zannederse;' bu
izan, mahallinin dışında olduğundan, bu durumda, her cima' için, bir
mehir gerekir. Hulâsa'da da böyledir.
Bir kimse, bir cariyeyi satın
alıp, ona defalarca cima' ettikten sonra; o cariyede, haık sahibi olan
birisi çıksa; bu durumda, bu şahsa, sadece bir mehir gerekir. Şayet, bu
cariyenin, yansına hak sahibi olan birisi çıkarsa bu kimsenin o yarım
-hak sahibi olan kimseye, yarım mehir ödemesi gerekir. Fetâvâyi
Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimse, nikâhlı karısına,
müteaddit defalar cima' ettikten sonra; o karısını, boyadığına dair,
yemini ortaya çıksa; bu kimsenin, sadece, bir mehir vermesi gerekir.
Serâhsî'nin Muhıyt'inde de böyledir.
On dört yaşındaki bir erkek çocuk,
uyuyan bir kadına cima' etse; fakat kadın, bunun farkına varmasa; eğer
kadın dul ise, oğlana, had da, metıir de gerekmez.
Kadın, kız ise ve bikri, bu oğlan tarafından izâle edilmişse; mehr-i misil lâzım geiir.
Eğer bu kadın, dul bir câriye ise;
oğlana Ihiç bir şey gerekmez. Kadın, bakire bir câriye ise, bikri de
'bozulmuş olursa; onun da, meh-ri (nin verilmesi) gerekir.
Bu işi bir mecnun yapmış olsa, hüküm yine aynıdır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir,
Sabi bir oğlan, safeî bir kıza zina etmiş olsa; mehir —vermesi— gerekir. Eğer, —evlendiğini— ikrar ederse, mehir yoktur,
Sa'bî bîr erkek, hür ve bulûğa
ermiş bir kadına, zina eder ve onun bikri izâle olursa; eğer erkek
çocuk, zorlayarak yapmışsa; meh-rinJ öder. Fakat, bu oğlanı, kadın davet
etmiş olursa; bu durumda, o çocuğun, mehir ödemesi gerekmez.
Sabi bir kız, sabî bir oğlanı, davet etse da, bikri İzâle olsa; bu durumda, oğlanın, mehir ödemesi gerekir.
Çünkü, bu küçük kızın emretmiş
olması, —mehir— hakkının. sakıt olmasına sebep olmaz. Bulûğa erişmiş
olanın davetinde ise, durum böyle değildir.
Bir câriye, küçük bir erkeği davet
etse; o da, zina etse; bu durumda da, mehir lâzım gelir. Çünkü,
cariyenin emri ile, efendisinin hakkı sakıt olmaz. Muhıyt'te de
böyledir.
Mehirden maksat ukr'dür. Ukr İse : Cima' sebebi ile, bazı , yerlerde lâzım gelen şey demektir.
Ukr'un miktarı hakkında, Şeyhu'l -
İmâm Necmüddîn, şöyle demiştir : «Ben, bu konudaki fetvasının, ne
olduğunu, Kâdî'l - İmâm İs-bîcâbî'den sordum. O, bana şöyle yazdı :
«Ukr'un miktarı tesbit edilirken, o zina, helâl olmuş olsaydı, onun
için alınan miktara bakılırdı ve o miktar, ukr olurdu.» Diğer
âlimlerimizden de böylece, naldolun-muştur. Hulâsa M a da böyledir.
Hııccetde «Ukr, misli ile nikâh
akdedilen şeydir.» denilmiştir. Bu kavil, İmâm Ebû Hanîfe (R-A.)'nln
kavlidir. Fetva da bunun üzerinedir. Tatarhânîyye'de de böyledir.
Bir kimse, karısı ile cima1
yaptığı esnada, onu boşasa ve sonra da, cimâ'ını tamamlayıp, fhtlyacını
giderse; bu hususta, İmâm Ebû Yûsuf {fl.A.J'tan. iki
rivayet'bulunduğunu, bize, İmâm Muhammed (RjA.) haber vermiştir.
Birinci rivayet: Bu durumda,
erkeğe, had de, mehir de yoktur. Çünkü, bunların hepsi, tek bir fiildir;
başlangıcı ve sonu helâl olduğu zaman, ne had, nede mehir gerekir.
Ancak, erkek, talâktan sonra zekerini çıkarır ve tekrar icmal ederse, bu durumda, mehir gerekir
Fakat, böyle yapmaz da, talâktan sonra, inzale kadar, cima' etmeye devam ederse; bu şahsın, meihir ödemesi gerekmez.
İmâm Muhammed (R.Â.)'e göre, bu hüküm, talâkın, talâk-ı ric'î olduğu zaman geçerlidir.
İkinci rivayete göre; bu şahıs, karısına rücû' edemez.
Bir adam, cima' esnasında,
cariyesine : «Sen hürsün.» dedikten sonra; cimâ'mı tamamlasa; İmâm
Muhammed {RAÎ'ye göre bu adamın, melhir ödemesi gerekmez.
Ancak, bu şahıs, cariyesini azad
ettikten sonra, cima' âletini çıkarır, sonra da tekrar idhâl ederse; bu
durumda, mefcir ödemesi gerekir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir adam, Ibir kadını, kendisine:
o, kadının kızını da, kendi oğluna nikâ'hlasa; bunlar, değişik olarak,
—biri, diğerinin hanımı ile — zifaf olsalar ve birbirlerini takiben
cima' etseler; ilk cima' yapanın cima' yaptığı kadının mehrinin
tamamını, kendi karısının da mehri-nin, yarısını vermesi gerekir.
Sonradan cima' etmiş olanın, karısının mehrini vermesi gerekmez.
Şayet, her iki çift, —bu şekilde—
aynı zamanda, cima1 ederler-s*3, rher iki erkeğin de, kendi karılarının
mehirlerini, vermeleri gerekmez.
Bir adam, birbirine yabancı, iki
kadından birini kendisine, diğerini ise oğluna nikâhlasa; ve bu
baba--oğul, yanlışlıkla, b'irl diğerinin nikâhlısına cima' etmiş
olurlarsa; her biri, cima' ettiği kadının mehrini verir; nikâhlandığı
kadının mehrini vermez.
İki kardeşten biri, bir kızı;
diğeri de, o kızın anasını nikâhlasa; ancak; zifafta, bunlara bu
kadınlar, değişik olarak teslim edilse ve böylece değişik şekilde cima'
etmiş olsalar; İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) : «Bu durumda. İkisinin nikâhları
da 'bâine olur.» demiştir.
Bu erkeklerden ikisi de,
nikahlanmış oldukları kadınların, me-hlrierinin yarısı; cima' ettikleri
kadınların da, mahirlerinin tamamını verirler
Bundan sonra; bu erkeklerden her
hangi birisi, önceden nikahlanmış bulunduğu kadını, nikâhlayamaz.
Önceden, anasını nikâ'hlamış.bulunan, clmâ' etmiş bulunduğu kızını
nikâhhyabilir. Önceden kızını nikahlayan ise, cima' etmiş bulunduğu
anasını nikâhlayamaz.
Keza, kocalar arasında akrabalık bulunmasa bile, bu husustaki hüküm, değişmez. Zshırlyye'de de böyledir.
Bîr kimseye, nikâhlandığı kadın
değil de, başka bir kadın teslim edilse ve bu şahıs da, kendisine
teslim edilen kadına, cima' etse; mehr-i misil ödemesi gerekir. Bu
şahıs, bu kadını, kendisine teslim eden şahsa. —-möhlr hususunda—
müracaat edemez.
Şayet, teslim edilen bu kadın,
—teslim alıp, cima' eden adamın*^- nikâhlısının anası ise; nikâhlısı,
kendisine haram olur. Eğer nikâhlısına, henüz cima' etmemişse, yarım
metıir tlâzım gelir.
Bir baba, nikahladığı karısına,
cima etmeden Önce, oğlu, o kadına cima' etse; baba, menrin yarısı için,
oğluna müracaat edemez. Çünkü, bu durumda, oğluna, mehr-İ misil lâzım
gelir.
Ancak, —nikâhın fesadı için—
oğlan, babasının karısını, şehvetle öpmüşse; baba, bu durumda, mehrin
yansını oğlundan alır. Çünkü, bu durumda, oğluna möhir —ödeme— yoktur.
İbn-i Semâ'a, İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'un, şöyle buyurduğunu nakletmiştir: «Hastalık çekmekte olan bir
adam, hasta olan başka bir şahsa, bir câriye bağışlasa, bu şahıs da,
cariyeye cima' etse; — cariyenin mehri yüz dirhem; kıymeti ise, üç yüz
dirhem olsa — sonra da, bu adam, bu cariyeyi kendisine bağışlayan şahsa,
bağış-
!asa; bilahâre, bu şahıslar hastalıklarından dolayı ölseler; ikine! şahsın mehir vermesi gerekmez.»
İmâm Muhammed (RjA.) : «Hasta bir
şahıs, cariyesini, bir başka şahsa hibe -ettikten sonra; bu câriye,
hibe edilen adamın yanında iken, ona, cima' etmiş olsa; sonra da vefat
etse; bu şahsın, mehir ödemesi gerekmez.
Bağışlayan şahıs, bağışladığı
cariyeden tamamen elini çekerse, — yukarıdaki gibi— bir şey lâzım
gelmez. Ancak, bağışladığı cariyeye cima' eden bu kimse, sonradan, bu
'hibesinden vaz geçerse, mehir ödemesi lâzım gelir.» buyurmuştur.
Serahsî'nin Muhıyt'inde de böyledir.
Hasta bir kimse, borçlu bulunduğu
bir adama, bir câriye hibe etse; sonra da, bağışlanan şahıs, bu
cariyeye cima' etse; mütâki-ben bağışlayan şahıs ölse; hibe edilmiş olan
câriye ise, borçtan düşülse, bu durumda, cima1 eden şahıs, cariyenin
mehrini öder. Zahî-riyye'de de böyledir./
Nevâdiru'l - Muallfi'da, İmâm Ebû
Yûsuf (R.A.)'un, şöyle buyurduğu nakledilmiştir: «Bir kimse,
bir'kadını, zorla alıp, ona, ferclnin hâricinden cima' etse; bu kadın
da, bir çocuk doğursa; eğer; —adamın cima' ettiğinde bu kadın— bakire
idiyse mehir gerekir; dul idiyse, mehir gerekmez.» Tatarhânîyye'de de
böyledir. [64]
14- Mehrin Ödenmesi
Bir kimse, yaşça büyük veya küçük olan bakire veya mec-
nûne kızını; bir adama, nikâhlasa; mehrini de ödetse; bu ödeme sahih olur.
Sonra, —eğer buna ehil ise — bu
kız muhayyerdir : Mehrinl, dilerse kocasına müracaat ederek; dilerse
velîsine müracaat ederek alır. Veli eğer, koca istediği için, mehri ona,
vermişse; müracaat ederek mehri, ona ödettirir. Tebyîn'de de böyledir.
Bir kimse, kızını, iki bin dirhem
mehir karşılığında, bir adama nikahlayıp, şöyle ş eh âdette 'bulunsa :
«Filân kızı, filân adam, İki bin dirhem mehirle nikahladı. Bunun bin
dirhemini, ben, kendi malımdan veriyorum. Bin dirhemini de filân
veriyor.» Koca da, bunu —işitip— kabul etse; mehrin tamamı, kocaya a!t
olur. Baba, —verdiği — bin dirhemi, kocaya ödettirir.
Eğer kadın, babasından veya onun
mirasından —bu bin dirhemi— almışsa; baba veya vereseler, kocaya
müracaat ederek, —bu bin dirhemi — geri alırlar. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, küçük yaştaki oğlunu,
bir kadınla evlendirirken — sıhhatli halinde—, kadının mehrine kefil
olsa; kadın, bunu kabul ederse, bu — kefalet— caiz olur.
Eğer baba, sıhhatli iken, bu mehir
borcunu ödemişse; istihsanen, oğluna müracaat edip de, onu geri alamaz.
Ancak, kefil olurken, geri alacağını şart koşmuşsa, bu ha! müstesnadır.
Zehıyre'de de böyledir,
Kadın, velîsinden, mehrîni isteme hakkına sahiptir.
Mehri, kocasına ulaşmamışsa; kadının, mehrini kocasından İsteme hakkı yoktur,
Me'hrinin, kocasına ulaşmış olması
hâlinde ise, kadın muhayyerdir : Mehrini, dilerse, velîsinden;
dilerse, 'kocasından ister. Tebyîn'de de böyledir.
Babanın emri —-ve İsteği— Üs, Wr yabancı, mehre kefii olmuşsa, mehir, o kimseden istenilir.
Vasinin, emretmiş olması hâlinde de, durum böyledir.
— Bu durumda— mehrî ödeyen kimse, —ödemesini— kendisine emretmiş olan babadan, onu geri alabilir.
Kefil olan kimse, mehrl ödemeden;
baba ölürse; bu durumda ka* dm muhayyerdir: Mehrini, dilerse, ölen
babanın oğlundan; dilerse, terekesinden alır. Sonra ,öien şahsın
vârisleri, oğlana müracaat ederek, mehri ödetirler. Hulâsâ'da da
böyledir.
Bir baba, sıhhatli iken, —oğlunun— mehrine kefil olur ve
bu metin hasta halinde öderse; bu
-durumda hakkında Hassâf, Ecfebü'l -Kâdî'de şöyle demiştir: «—Bu durumda
ödenen şey— İmâm Ebû Hanîfe (RA.) ile İmâm Muhammed (RA)'e göre,
teberrru olmaz. Bu möhri, oğlanın —hissesine düşmüş olan— mirasından
ödemek gerekir, Zehıyre'de de böyiedir,
Bakkâirde : «Bir baba : Şahit
olunuz; gerçekten ben, filân kızımı nikahladım: derse; İmâm Ebû Hanîfe
[R.A.) ile İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, ba kızının mehılni edâ etmesi
gerekir.» denilmiştir. Hulâsa'da da böyledir.
Şayet, oğlan büyük, babası da,
sıhhatli iken oğlunun yerine kefil olur; sonra da ölürse, bu durumda
kadın, me'hrini, babanın terekesinden aldığında, bil - İcma',
vereseler, oğiana müracaat ederek, bir şey aiamaziar, Fstâvâyi
KâcÜhân'da da böyledir,
Yukarıda saydıklarımızın tamamı, sıhhatli iken kefil olunduğu zaman, geçerli olan hükümlerdir.
Ancak, kefalet, ölüm hastalığında
vuku bulursa; kesinlikle, bu kefalet geçersiz olur. Çünkü, hasta, bunu
yapmaktan men edilmiştir. Böyle yapması sahih olmaz. 2ehîyre'de de
böyledir.
Bir kimse, bir kadının mehrine
kefil olsa ve : «Böyle yapmamı, bana, kocası emretti.» diyerek, kadını
nikâhiasa; sonra da, kocası gelerek, o adamı doğrulasa; — eğer o adam,
kefil olmaya ehil ise— akdedilen (bu nikâh da, mehre kefalet de, sahih
olur.
Bu kimse, kefil olduğu mehri ödediği zaman, kocaya müracaat ederek, geri alabaliri.
Koca, bu adamın, kefil olduğunu
yalanlar fakat elçiliğini tasdik ederse; nikâh ve kadın ile, elçi
arasında cereyan eden, mahir kefaleti, sahih olur. Ancak, o adamı, elçi
olarak yollayın koca hakkında, —ıbu adamın— mehir kefaleti sahih olmaz.
Bu durumda, kadın elçiye müracaat
ederek, mehrinl, ondan' alabilir. Fakat, elçi, kocaya müracaat edip,
verdiği mehri ondan geri alamaz.
Şayet, koca; elçinin, kefaletini
de, elçiliğini de yalanlarsa; bu hususta, bir beyyinesi olmasa bile
nikâh geçersiz olur. Bu durumda kocanın, mehir ödemesi de gerekmez.
Kadın ise, mehrini, 'bu elçld-en İstem hakkına sahiptir. Bundan sonra, rivayetlerde ihtilâf vardır.
Kitâbü'l - Vekâle'nîn, bazı rivayetlerinde zikrolunduğuna göre; gerçekten o kadın, mehrinin bir kısmını, kefilden isteyebilir.
Yine, Kitâbü'l - Vekâle'nln bazı
rivayetlerinde zikredildiğine göre; bu kadın, elçiden, mehrinin tamamını
isteyebilir. Biz, Vekâlet Bölümünde, bu mes'eleyi anlattık, Muhıyt'te
de böyledir.
Şayet, elçi: «Koca olacak şahıs,
bana, bir şey emretmedi. Fakat, ben, ondan bedel olarak, seni, ona
nikahlıyorum. Mehrini de tekeffül ediyorum.» derse; koca ise, bu
adamın elçiliğini kabul etmezse; nikâh da, mehir de, 'bâtıl olur.
Hâbiyye'de de böyledir,
Nikâh yapmaya vekil tayin edilen
bir kimse, kadının mehrine kocanın emri ile kefil oiur ve onu öderse;
bu elçi, kocaya müracaat ederek, ödediği mehri geri alır. Şayet, bunu,
kocanın emri ile değil de, kendiliğinden yaptıysa, ıbu mihri, kocadan
alamaz. Hulâsa1' da böyledir. [65]
15- Zımmi Ve Harbînin Mehri
Müslümanların nikâhında, mehir olarak, elverişli ve caiz olan şeyler, zimmet ehlinin nikâhında da caizdir.
Müslümanların nikâhında, caiz olmayan şeyler, onların nikâhında da caiz değildir.
Fakat, zimmîlerin nikâhında, içki ve domuzun mehir olması caizdir. Bedfii'de de böyledir.
Şayet, zimmî bir erkek, —zımmî bir
kadını, lâşe veya kan mukabilinde veya metıirsiz olarak nikahladığında,
iki taraf da susar veya bu akdi reddetmezlerse; akdedilen bu nikâh,
caiz olur.
Bu durumda, zımmî erkek, cima'
ettikten sonra veya cima' etmeden, bu zımmî kadını boşasa veya bu koca
ölse; İmâm Ebû Hanîf© (R-A.)'ye göre, her iki 'halde de, kadına mehir
yoktur. Kenz Şerhî'nde de böyledir.
Keza, iki harbî, leş veya kan
karşılığında nikâh akdetseler veya dâr-ı harbde mehir olmasa; üç
imamımızın ittifakı İle, bu durumda da, kadına mehir yoktur. Konz
Şerhi'nds de böyledir.
Bunlar, müslüman olsalar da olmasalar da, hüküm aynıdır.
Zımmî bir erkek, zımmî bîr kadını,
içki veya domuz karşılığında nikahladıktan sonra; bunların ikisi veya
biri müslüman olsa; eğer, o içki veya domuz belirlenmiş fakat teslim
alınmamış olursa; bunlar, kadına mehir olmaz.
Bu iki şey, ancak, muayyen
oldukları zaman mehir olur. Eğer, bunların aynı olmaz da, —kocanın
bunları borçlanması gibi— başkası olursa; bu durumda kadına, içkinin
bedeli verilir. Bu şekildeki mehir, domuz ise, bu takdirde, İmâm Ebû
Hanîfe (R.A.)'ye göre, kadına, mehr-i misil ödenir.
İmâm Ebû Yûsuf ise : «Mehir ister onların aynı; ister, aynın gayri olsun; bu kadına, mehr-i misil verilir.» buyurmuştur.
İmâm Muhammed [R.A.J ise: «İster
biaynihî olsun; İsterse biğayri aynihî olsun, müsâvîdir; kadına, onun
kıymeti, mehir olarak verilir.» buyurmuştur,
Mehir, içki veya domuz olur ve
bunlarda, —erkeğin— zimmetinde borç olarak bulunursa, hilâfsız olarak,
kadına ondan başka, mehir yoktur.
Yukarıda söylediğimiz hususların
tamamı, müslüman olmadan onca, mehrin alınmamış olduğu haller İçin
geçerlidir. Şayet, mehir, daha önce alınmışsa; kadın için — yeni — bir
hak yoktur, Bedâi'de de böyledir.
Bu şahıslar, şsyet, cimâ'dan önce
karılarını boşamış olurlarsa; İmâm Ebû Hanîfe (R.A,)'ye göre, kadına,
muayyen mehrin, muayyen olan yarısı verilir. Metıir, muayyen olmayan
bir içki ise, mehir olarak, onun kıymetinin yansı verilir. Metıir, domuz
ise, kadına müt'a, yani bir miktar menfaat verilir. Kâfî'de de
böyledir. [66]
16- Kızın Çehizi
Kızına, bir takım eşya hazırlayıp,
teslim eden kimsenin, onları kızından geri alması, îsti'hsanen doğru
değildir. Fetva da bunun üzerinedir.
Şayet, eşya, ktza teslim
edilirken, kız tarafından bir kimse, o eşyadan bir şey alırsa; kızın
kocası, onu geri alır. Çünkü, o, rüşvet olmuş olur. Bahrü'r- Râık'ta da
böyledir.
Zifaf zamanında, koca, karısının
ev halkına yolladığı bazt şeylerin içinde, bir ipekli kumaş 'bulunsa;
kadın, erkeğe teslim edilince, erkek, ondan, bu ipekli kumaşın geri
verilmesini istediğinde, —'bunu, temlik yolu ile göndermişse— geri
almaya hakkı olmaz. Fü-aülü'l - Imâdîyye'de de böyledir.
Bir kimse, kızına çehiz vererek,
onu birisine nikahladıktan sonra; bu eşyaları, emaneten verdiğini
söyleyerek geri istediğinde, kız, «Onlar benim malımdır. Sen, onları,
bana, cehiz olarak verdin» der veya kız ölür de, kocası böyle söylerse;
kızın veya kocasının sözüne İtibar edilir; babanın sözüne itibar
edilmez.
Aliyyü's-Sâğdî'den, babanın
sözünün, muhteber olduğu rivayet edilmiştir. Serahsî'de, bunun benzerini
söyemiştir. Bazı âlimler, bu kavli kabul etmişlerdir.
Vâkıât'ta : «Çehiz hususunda,,
örfe bakılır. Örf, bizim diyanmız-daki gibiyse, kocanın sözüne itibar
edilir. Eğer, örf, müşterekse, söz babanındır.» denilmiştir. Tebym'de de
böyledir.
Sadru'ş Şehîd : «Buradaki tafsilât, fetva hususunda bir seçimdir.» demiştir. Nehru'l - Fâık'ta da böyledir.
Kocanın sözüne itibar edildiği
zaman, baba iddiasının doğruluğuna beyyine getirir ve beyyinesi de
sağlam olursa; şöyle ki: Baba, eşyayı kızına teslim ederken şahit
tutar ve : «Ben, bu eşyayı sana emanet olarak veriyorum.» der veya
eşyaların listesini yazarak, kızına da : «Bu yazılı olanlar, benim
yanımda, babamın malıdır.» dedirtir ve kızının bu ikrarına da şahit
gösterirse; beyyinesi, kabul edilir. Bahru'r - Râık'ta da böyledir.
Bir kimse, bulûğa erişmiş kızını
bir şahsa nikâhlar fakat, ona cöhiz olarak hazırladığı bazı eşyaları
teslim etmezden; o nikâhı feshedip, bu kızı, bir başkasına nikahlarsa;
bu durumda, bu kız, o çehizi, babasından isteme hakkına sahip değildir.
Babasında alacağı olan bir kıza,
babası; cehiz yapmış bulunsa; sonra da baba : -Ben, sana bendeki
alacağın karşılığında, cehiz yaptim.- dediğinde; kız da : «Sen, bana,
kerrdi malından cehiz yaptın.» dese; babanın sözü muteber olur.
Bir kimse, ümm-ü veledine, kızına
bir çehiz yapmak şartı ile, bir şeyler verse; bu kadının, hazırladığı
çehiz!, kızın babasına teslim etmeyip, kıza verme&İ, doğru olmaz.
Küçük 'bir kız, anne ve babasının
malından, gücünün yettiği kadar gayret ederek, kendisine çehiz yapsa;
annesi ölse ve babası, hazırladığı çehizin tamamını bu kıza teslim etse;
diğer kız kardeşleri «'bu, çehizi annemizin malından yaptın.» diye,
dâva "etme hakkına sahip değillerdir.
Bir kadın, babasının evinde, onun
satın adığı ibrişimlerle, bir takım eşya örse veya dokusa; sonra da
babası ölse; âdet üzre, bu şeyler, o kadının olur.
Bir anne kocasına ait o!an
eşyalardan, ve onun haberi dahilinde, kızına çehiz hazırlasa fakat adam,
bir şey söylemese; bunlar, kadının kocasına teslim edildiğinde, bu
babanın, mezkûr eşyaları, kızından geri alma hakkı yoktur.
Keza, mutad olan şeyleri, anne,
kızına çehiz olarak verirken, baba seslenmezse; sonradan, bunları geri
alamaz. Gunye'de de böyledir.
Bir şahıs, zengin bir adamın
kızını, nikahladığında, kızın babası, kendi eliyle kızma, üç bin dinar
verse de, fakat çehiz olarak, hiç bir şey vermese; Cemâ!ü'd-din ve
Muhıyt Sahibi: «—Babasının verdiği dinarla, çehiz yapmamışsa; —bu kız,
örf ve âdet üzere babasından, çehiz talep eder.» diye fetva
vermişlerdir İmamlar da, bu kavli, ihtiyar etmişlerdir.
Bir kimse, başka bir şahsı, «Sana
kızımı çok çehizle nikâhlarım.» diyerek kandırdığında; kızın kocası,
düğün hediyesi olarak, kız babasına bir miktar dinar verse, fakat,
ba!ba hiç çehiz vermese; bu mes'ele İle ilgili, bir rivayet yoktur.
Yalnız, Buhara âlimleri ve S&dru'l - İslâm Bürhânü'l - Eimme, bu
hususta : «Eğer, baba, kızını, çehîzsiz vermişse; kendisine, düğün hediyesi olarak verilenin, fazlasını iade eder.» demiştir.
Sadru'l - İslâm ve ImSdü'd- Dîn
Nesefî: «Düğün hediyesi olarak verilen her dinar karşılığında, üç veya
'dört dinar kıymetinde çehiz gerekir. Eğer, bu miktarda çdhiz
yapılmamışsa; düğün hediyesi, ger! alınır.» demişlerdir.
İmâm Mürğînânî: «Safîm olan : Hiç
bir şey için, kadının babasına müracaat etmemektir. Çünkü, nikâhta
maksûd olan, mal değildir.» demiştir. Kerderî'nin Vecîzi'nde ds
böyledir,
Kızına çehiz hazırlayan bir kimse,
bunlar» kızına teslim etmeden ölür ve; geride kalan diğer varisler de,
o çehizden hisse isterlerse; şayet bu kız, çehiz hazırlanırken bulûğa
erişmiş olursa; bu çehizde, —diğer— vârislerin de hakları vardır. Sahih
olan budur. Çünkü, bulûğa erişmiş bulunan bu kıza, teslim edilmemiş olan
bir şeyin, ona ait ve onun mülkü olması, sahih olmaz.
Ancak, kız küçük olursa, hüküm
bunun tersinedir. Bu durumda, diğer varisler, bu —küçük— kızın,
çehizinden hisse alamazlar. Çünkü, o küçük olduğundan, onun namına
babası almış sayılır. Cevâhiru't -Fetâvâ'da da böyledir.
Bir kadın, kendisine ait eşyasını,
kocasına vererek: «Bunları sat, evin İhtiyaçlarına harca.» der; ve
kocası da böyle yaparsa;, satılan şeylerin değeri kadına ait olur mu?
suâline: «Evet, olur.» cevabı verilmiştir. Fetâvâyi Hucendî'de de
böyledir.
Bir kimseT kendisine nikahlamak
gayesiyle bir başkasının id-det bekleyen karısını, iddeti bitene kadar
yedirip içirse ve harcama yapsa? bu kadında, iddeti bitince, onunla
nikâhlanmaktan kaçınsa; harcama, nikâh akdedilmesi şartiyie yapılmışsa;
bu şahıs, o kadına müracaat ederek, masrafını geri alabilir mi, alamaz
mı?
Sacfru's - Şehîd : «Sahih olan, şart koşmamışsa alamaz.» demiştir.
Fakat, bu şahsın, o kadını
nikahlama tamahı iie harcama yapmış olması halinde; âlimler, 'bu masrafı
geri alıp, alamıyacağı hususunda ihtilâfa düşmüşlerdir. Esahh olan
kavil ise, bu şahsın, kadına müracaat edip, bir şey alamamasıdır.
Sadru'ş - Şehid de böyle söylemiştir,
Şeyhu'i-İmâm el Üstâz: «Kadın, o
adama nlkfih!an&a da, ni-kâhlanmasa da> adam, yaptığı harcamayı
ondan ister ve alır. Esahh olan budur. Aksi takdirde, o rüşvet olur.
Muhıyt'ın ihtiyar ettiği kavil de budur.
Bu hüköm, kadına, şahsî masrafar -için dinarlar verildiği zaman geçerlidir.
Fakat, bu kadın, adamın verdiği şeyleri, onunla beraber yerse, bu durumda, adam, kadından tıiç bir şey isteyemez.
Bir kimse, bir adamın bağında,
kızını, bana nikâhlar ümidiyle, çarlişsa da bu adam, kızını, 'bağında
çalışan bu 'kimseye vermese; çalışırken, nikâh şartı olsun olmasın, bu
adam, ecr-i misi! alır.
Üstâd Zâhîru'd - Dîn Hâlî: «Bu kimse, bir şey alamaz.» demiştir. Hulâsa'da da böyledir.
Bir kimse, bir şahsın kızını
istediğinde, kızın babası: «Altı ay veya bir sene kadar, mefarlni
verirsen; olur.» der, 'bundan sonra da, kızı İsteyen şa'hıs, kızın
babasına hediyeler gönderir fakat mehri ödemeye gücü yetmezse; adam da,
kızını ona vermezse; bu şahıs, mefoir için önceden gönderdiği şeyleri
geri alabilir mi?
Âlimler: «Bu şahsın gönderdiği
şeyler, ister durmakta olsun, isterse zayi olmuş bulunsun, gönderen
kimse, onları geri alır.» demişlerdir.
Gönderilen şey, mehır değil de,
hediye olsa bile, eğer bunlar duruyorsa, görrderen şahıs bunları da
geri alır. Ancak, bunlar, zayi olmuşsa, geri alamaz.
Bir kadın, kocasına : «Sahibi
olduğum eşyaları korumak için, mehrîmden harca.» dediğinde kocası, bu
isteği yerine getirse, fakat, sonradan da kadın : «... Meftrlmden
harcama. Çünkü, onları, sen de kullanıyorsun.» demiş olsa; bu durumda,
Ebu'l - Kasımın kavline göre, bu maksatla, normal bir şekilde yapılan
harcama, mehirden yapifmış sayılır. Fetâvâyi Kâdİhân'da da böyledir.
[67]
17- Ev Eşyası Hakkında Karı - Kocanın İhtilâfları
İmâm Ehü Hanîfe (R.A.) ve İmâm
Muhammed (R.A.) : «İçinde oturdukları evde bulunan eşyalar hususunda,
nikâh esnasında veya nikâhtan sonra, kan - koca arasında ihtilâf çıksa;
ihtilâfa konu olan eşyalar; eğer, sandık, eğriîrrfîş iplik, baş örtüsü,
kadın elbisesi veya benzerleri gibi şeyler ise, bunlar kadına ait olur.
Ancak, koca, bu eşyaların, kendisine ait olduğuna beyyine getirirse, bu
durumda, bunlar kocanın olur.
İhtilâf konusu eşya, şayet,
erkeklere mahsus, silâh, balta, başa giyilen şey, ok, yay veya
benzerleri gibi şeyler olursa; bunlar da erkeğin olur. Ancak, kadın da,
bunların kendisine ait olduğuna beyyins getirirse, bunlar kendisinin
olur.
İhtilâf konusu eşya; köle,
hizmetçi, yatak, koyun, sığır gibi erkeğe veya kadına ait olması mümkün
olan şeylerden olur ve kadın, bunların kendisine ait olduğuna 'beyyine
getiremezse; bu şeyler erkeğindir.» buyurmuşlardır. Fetâvâyi
Kâdîhân'da da böyledir.
Karı - kocadan birisi öldükten
sonra, Ölenin veresesi arasında, geride kalan mal hususunda ihtilâf
çıksa; İmâm Ebü Hanîfe (R.A.) /e İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, bu durumda
erkek sağ îse, erkeğe elverişli olan onundur. Erkek, ölü ise. bunlar
veresenindir.
Kadına elverişli olanlar ise kadınındır.
Her İkisine de elverişli olanlar, İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, eğer erkek sağ ise, onun; ölmüşse, veresesinin olur.
İmâm Ebû Hanîfe (Fl.A.Vye göre ise, kalanın kime ait olduğunu bilmek güçtür.
Kalan şey, ticaret eşyssı olur; erkek de, ticaretle uğraşan bir kimse olursa; o şeyler erkeğin olur. Muhıyt'te de böyledir.
Eğsr. kan - kocadan biri hür, diğeri ise matıcür memlûk, mfi'zûn. mükâtep olursa; eşyanın tamamı, hangisi hür ise, onundur.
İmâmeyn: «Memlûk; mahcur İse, bu
hüküm geçerlidir.» buyurmuşlardır. Fekat, bu karı - koca; izinli köle
ile mükûtebe, câriye ise, bunlar hakkındaki hüküm, iki hür hakkındaki
hüküm gibidir.
Ksrı - kocadan biri müslüman,
diğeri ise kâfir İse, bu durumda, hfir ikisi de müslüman olan ailelerin
tâbi olduğu hükme tabidirler.
Karı-kocadan her ikisi de sabî (—
küçük çocuk) veya biri sabî, diğeri bulûğa ermişse; bunlar da
birbirlerine mûsâvîdir.» denilmiştir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Eğer, tıer ikisi de, hür
değillerse veya mükâtep iseler; eşya hakkında, nasıl davranılacağı
yukarıda anlatıldığı gibidir. Muhiyt'te de böyledir.
Yukarıdaki hükümlerde, içinde oturulan evin, erkeğin veya kadının olması arasında, bir fark yoktur.
Şayet, ev kadının olmaz da,
erkeğin bir yakının, meselâ : Ev, oğlanın babasının veya babanın
oğlunun, olur veya buna benzer bir şekilde bulunursa; bu durumda, eşya
(nm kime âit olduğun) da şüphe bulunur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir,
Birden çok karısı olan, bir
kimsenin, karıları Üe, arasında — ev eşyasi konusunda— ihtilâf çıkarsa;
eğer, kadınların hepsi, aynı evde oturuyorlarsa; eşyada, eşit haklan
olur.
Şayet, her kadın, ayrı ayrı evlerde oturuyorsa, her evin eşyası, erkekle, o evde oturan kadın arasında müşterektir.
Bu durumdaki kadınlar, birbirlerinin eşyasına ortak olamazlar. Muhiyt'te de böyledir.
Bir kadın, eşyayı, kocasından satın aldığını söylerse, bu eşya erkeğe ait olur. Kadının, bu hususta, beyyine getirmesi" gerekir.
Karı - koca arasında, içinde
oturdukları ev hususunda ihtilâf çıkar da; her biri, evin kendisine ait
olduğunu iddia ederse; bu durumda, kocanın sözüne itibar edilir.
Şayet kadın veya her ikisi de beyyine getirirse, kadının beyyine-sine itibar edilir.
Eğer, ev, erkeğin elinde olduğu halde, kadın, evin kendisine ait olduğuna beyyine getirirse; ev, kadına ait olur.
Eğer, erkek, kadının kölesi olur
ve evin kendisine ait olduğuna beyyine getirirse, kadının da, kendi
kansi olduğunu, onu, bin dirhem metıir karşılığında nikahlayıp, bu mehri
de kendisine ödediğini söyler; fakat, hür olduğuna beyyine
getiremezse; evin, 'bu erkeğe ait olduğuna hükmedilir. Bu durumda,
erkek, kadının kölesi olur ve aralarında nikâh bulunmaz.
Ancak, bu kimse, aslen hür
olduğunu isbatlarsa; mes'ele, hâli hâli üzeredir. Yani, erkeğin, hür
olduğuna ve bu kadınla da nikâh bulunduğuna; evin isd, kadına sit
olduğuna hükmedilir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir adamın, iki karısı, eşyaların
kendilerine ait olduğunu söyleyerek, ihtilâfa düşer ve ikisi de,
beyyine getirirlerse, bu eşyanın kocaya ait olduğuna hükmedilir.
Muhiyt'te de böyledir.
Kocasına ait pamuğu eğiren bir
kadınla kocası arasında, bu pamuk huşunda, ayrılmadan önce veya
ayrıldıktan sonra ihtilâf çıkar ve koca, pamuğu eğirmesi İçin karısına
izin verip : «Bunu, benim için eğir.» demiş olursa; bu durumda, eğrilen
pamuk, kocaya ait olur; kadının bir ücret talep etme hakkı da olmaz.
Ancak, bu durumda, belli bir ücret söylenmişse kadına, bu ücret ödenir.
Eğer, bir ücret verileceği
söylenmiş, fakat bu ücretin miktarı belirtilmemiş veya bu pamuğun
ikisine ait olması için, bez haline getirilmesi şart koşulmuşsa; bu
durumda İplik, kocanın olur; kadına ise, ecr-i misil verilir.
Bu İşin, ücretle yapılıp
yapılmadığı konusunda, ihtilâf edilir; kadın : «Ben, ücretle eğirdim.»
derken; erkek: «Hayır, ücretsiz eğîr^ din.» derse; yemin etmesi,şartı
ile, erkeğin sözüne itibar edilir.
Şayet, erkek, karısına : «Kendin için eğir.» demişse; İplik kadının olur. Başka bir şey verilmez.
Koca, karısına : Ben sana, bu
İpliği, benim İçin eğir; dedim.» der; kadın ise : «Hayır, sen, kendin
için eğir; dedin.» derse; yemin etmesi şartı ile, kocanın sözüne itibar
edilir.
Şayet, koca : «Eğir de, ikimizin olsun/» derse, bu durumda iplik, kocanın olur; kadına ise, eğirme ücreti verilir.
Koca, karısına : «Pamuğu eğir.» der; fakat, bundan başka bir şey söylemezs-e; iplik kocanın olur.
Şayet, koca; kadını, pamuk
eğirmekten men eöer; kadın ise —kocasına rağmen— eğirirse; bu durumda,
eğirdiği iplikler kadının olur. Ancak, eğrilen pamuğun bedelinin kocaya
verilmesi gerekir.
Şayet, ihtilâfa düşerler de
pamukların sa'hi'bi olan koca, karısına : «Benim İznimle eğirdin.» der;
kadın da : «Senin iznin olmadan eğirdim.» derse; kocanın sözü
mu'teberdir.
Pamuk satıcısı olan -bir koca,
evine pamuk getirir ve kendisi bir bir şey söylemediği halde, karısı,
onu eğirmiş bulunursa;' bu durumda, pamuğun bedelini kocasına ödemek
şartıyla, iplik kadının olur.
Koca, pamuk satıcısı olms2 ve
karısına, eğirmesi için izin ver-mîş olduğunu iddia ederse; kocanın
sözüne itibar edilir, Nitekim, bir kadın, kocasının getirdiği etten
yemek pişirince; o yemek, kocaya ait olur.
Keza, bezciye dokutulmuş bez
üzerinde ihtilâf çiksp; koca, karısına : «Pamuğu, dokumacıya benîm
iznimle verdin.» dediğinde kadın da : «Hayır, senin iznin olmadan
verdim.» derse, bu öurumâa da, kocanın sözü mu'teber olur. Fetâvâyî
Kâdîhân'da da böyledir.
Ebû'l- Leysin FetvfiterTnda :
«Bir kadın, kocasının fznj il*, ona ait pamuğu eğirip, bez do-kuduktan
sonra; bu bezin bir kısmını evde kullanıp, bir kısmını da satarak,
karşılığında evleri için gerekli olan' şeyleri alsalar; satın alınan bu
şeyler İle evde kalan bez, kocaya aittir.
Ancak, bu kocanın, karısına aldığı eşyalar ile kadına alınmış olduğu, âdet olarak bilinenler, kadına ait olur.» denilmiştir.
Keza, Ebö'J - Leys'İn
Fetvaları'nin Büyûğ ÜÖIÜmti'nde de: «Bir kimse, karısına, gerekli parayı
: «Buna, pamuk a! ve eyir.» diyerek verse; kadın da, böyle yaptıktan
sonra; bu -ipliği satıp, evine eşya alsa; alman bû şeyler, kadına ait
olur. Zehiyre'de de böyledir
Bir kadın, kocasına mendi! dokumak üzere, pamuk eğirdiği halde, dokumadan ölse; bu iplik ve pamuk sa'hi'frinin olur.
Bir kimse, bedeHni ödeyip, karısı
için pamuk kozası alsa; kadın bunu eğirince, kocası da dokumacıda
dokutturduktan sonra karı-koca, birbirinden ayrılmış olsalar; bu
durumda; iplik, satılmak veya kocaya elbise yapılmak için dokutuimuşsa,
kocanın; kadın için dokun-muşsa, kadının olur. Gunye'de de böyledir.
[68]
8- FÂSİD NİKÂHLARLA İLGİLİ HÜKÜMLER
Fâsld nikâh vuku bulunca, hakim, karı - kocayı birbirinden ayırır.
Bu durumda koca, kadına cima' etmemişse; bu kadına mehir gerekmediği gibi, iddet de beklemez.
Şayet, koca, cima etmişse; kadına, mehr-i müsemmânm en azı verilir.
Kadının, mehr-I müsemması yoksa; mehr-i misli verilir ve bu durumda kadın, iddet bekler.
Ön taraftan cima' edilmiş olmasına itibar edilir.
Aralarında, ayrılık başladığı andan itibaren, İddet geçerlidir Bh. İmamlarımızın üçünün de kavlidir. Muhıyt'te de böyledir.
Mecnûu'n - Nevâzil'de : «Fâsid
nikâhta,'mütâreke (= eşlerin birbirini terkedip aynlmaları( talâk
sayılmaz. Bununla, talâkın adetleri de azalmaz.» denilmiştir. Hulâsa" d
a da böyledir.
Fâsid nikâhta, mütâreke; —cimâ'dan
sonra— ancak, İki taraftan birinin, diğerine : «Seni terk ettim.»;
«Senin yolunu boşalttım.» demesi ile meydana gelir.
Sadece, nikâhı inkâr etmekle,
mütareke vücûda gelmiş olmaz. Ancak, koca, nikâhı inkâr «der ve
karısına : *Git, evlen.» derse, mütâreke tahakkuk eder.
Fâsid nikâhta, cimâ'dan sonra, taraflardan birinin, diğerinin yanına gelmemesi ile de, mütâreke hasıl olmaz..
Muhıyt Sahibi: «Cimâ'dan öncede,
—iki taraftan biri, diğerine, onu terk ettiğini ifade edecek bir söz
söylemedikçe — mütareke hasıl olmaz.» demiştir.
Clmâ'dan önce, eşler,
gıyaplarında, birbirlerinin nikâhların! feshedebilirler. Ancak,
cimâ'dan sonra, 'bu fesli işlemi, eşler bir araya gelmeden yapılamaz.
Kerderî'nln Vecîzi'nde de'böyledir.
Beraber crlunutan son vakti
bilmek, mütarekenin — başlamasının— şartıdır. Sahih oian budur. Bu
vakit bilinmeden, iddet sona ermez. Gunye'de de böyledir,
Aslında, mütârekeyi bitmek, talâkta şart olmadığı gibi: talâktan sonraki iddette de şart değildir.
Fâsid nikâhta, ö!üm iddeti
olmadığı gibi nafaka da yoktur. Hatta, bu durumda, tarafların nafaka
üzerinde sulh olmnian da. caiz değildir. Kerderî'nin Vecîzi'nde de
böyledir
Fâsid nikâhta, çocuğun nesebi, doğduğu ^mseye nisbet edilir.
İmâm Muhsmmed ERjAJ'e göre- bu
durumda, nesebin tesbitinde. clmâ' vaktine itibar olunur. Fetvada bunun
üzerinedir. Ebu*l - leys deT böyle demiştir. Tebyîn'de de böyledir.
Fâsid nikâhta, halvet-i sahih:;,
şp^vetle öpmek, ve okşamak gfbi fiiller tekarrüp" f= yaklaşma) hükmünde
delildir. Meselâ; «Bir kimse, şehvetle okşamış olduğu bir kadının, kızım
nikâhlasa: fki hu nikâh fâsid bir nihâktır} fakat, cima' etmeden bu
kırı terk etmiş olsa; bilâhare, !bu kızın anasın», nlkâhltyabil'r.
Huİâsa'da d!s böy-edir.
Hür olan bir kimsenin, karısının
satın alınıp nikâhlanması, fâsid bir nikâh olur. İzinli köîenin
karısının, satın alınması ise, bunun hilâfınadir. Sirâciyye'de de
böyledir,
Fâsid nikâhta, cima' yapmış
olmaktan doiöy! muhsan { = Sa^ hlh nikâhla evli olan) olunmaz. Fakat, bu
kimse, ayrıldıktan sonra, cima' ederse, kendisine had tatbik edilir.
MiVâcü'd - Dirâys'de de böyledir.
Bir kimse, fâsid bir nikâhla, bir
kadını nikahlayıp, onunla halvette kaldıktan sonra, kadın çocuk
doğurur; fakat koca; ona cima' etmediğini iddia ederse; bu mes'ele
hakkında İmâm Ebû Yûsuf (B.A.)'tar» iki rivayet gelmiştir;
Birinci rivâyei: Çocuğun nesebi sabit olur. Kadının, möhrinin ödenmesi ve iddet'beklemesi gerekir.
İkinci rivayet: Çocuğun nesebi sabit olmaz. Kadına ise, İddet ve mehir gerekmez.
Şayet, bunisr halvette kalmamışiarsa; çocuk —kesinlikle— o adama, nisbet edilmez. Muhıyt'ta da böyledir.
Kocası kaybolan veya kocasının
ölüm haberi gelen veya ko-casından boşandığını iddia eden bir kadın,
iddet 'bekledikten sonra, başka bir koca İle nikâhlansa; veyahut da,
esir düşen 'bîr kadını, bir harbî nikahlamış olsa ve bu kadınlar da
ikinci kocalarından, —bu kocalarının cirnâ' ettiği andan itibaren, altı
ay dolmadan— çocuk doğur-salar, İmâm-i A'zam (R.A.)'a göre, bu
çocukların nesebi, kadınların iik kocalarından sabit olur. Ancak, bunun
için de, bu kadınların, ilk kocalarından ayrılmalarından itibaren, iki
seneden fazla bir zamanın geçmemiş olması şarttır.
Birinci ve ikinci koca. bu durumu kabul etseler de, etmeseler de, hüküm aynıdır
Bu durumda, İkinci koca; bu
çocuklara zekâtını verebilir ve bu çocukların, o adamla ilgili
şahitlikleri kabul edilir. Kerderî'nin Vecîzi'nde de böyledir.
O Abdü'I - kerim el - Cürcânî'den
gelen diğer bir rivayette ise, İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe (R.A.): «Bu
çocuklar, İkinci kocanındır.» buyurmuştur. O, bilâhare, bu kavli ihtiyar
etmiştir. Fetva da —bu kavil üzeredir. Tecnîs'de de böyledir.
Fetâvâyi Kâdîhân'da ve Sirâciyye'de de böyledir. Sadru'ş - Şehîd
de, bununla fetva vermiştir.
İmâm Zâhîru'd-Dîn ise; «Çocuklar,
önceki kocanın nesebinden olurlar. Çünkü, nas ile sahih firaş (*)
sahibi olan, bu ilk kocadır.» demiştir.
Şayet önceki koca meydana çıkarsa; mes'ele, hâli üzeredir; yani, çocuk önceki kocanındır. Kerderî'nin Vecîzi'nde de böyledir.
Sahih firaş: Bir kimsenin nikâhı veya mülkiyeti altında bulunan bir kadınla, yatağım paylaşması.
Sîr kimsenin nikâhladığf bir
kadın, hifkatl belirmiş (uzuvları teşekkül etmiş) bir cenin düşürürse,
bakılır: Eğer nıkâhlandığı günden itibaren, tam dört ay geçtikten sonra
düşürmüşse, bu nikâh caiz (ve çocuğun nesebi sahih) olur
Ancak, dört ay tamamlanmadan
düşürmüş olursa, noksanlık bir gün bile olsa, fau nikâ'h caiz olmadığı
gibi, çocuğun nesebi de sahih olmaz. (Çünkü, bu durumda, kadının nikâh
akdinden önce, hamile olduğu anlaşılmaktadır.)
Boşanmış bulunan bir kadın,
n-îJcâhlandığj zaman : «Ben îd-detliylm.» derse; bakılır: Eğer boşanması
ile bu ikinci nikâhı arasındaki müddet iki aydan az ise; bu kadına
inanılır ve bu nikâh, fâsid olur. Şayet bu süre, tam iki ay veya iki
aydan fazla ise; bu durumda, kadına inanılma ve nikâh sahih olur.
Hulâsa'da da böyledir. [69]
9- KÖLELERİN NİKÂHI
Kölenin, mükâtebin, cariyenin, müdebberin ve ümm-ü veledin nikâhları, efendilerinin izinlerine mevkûfen akdedilir
Bundan dolayıdır ki, bir köle veya
câriye, efendisinden izin almadan evlenmiş olsa; nikâhı, mevkuf bir
nikâh olur. Yani, efendisi, bu nikâha izin verirse, nikâh geçerli; izin
vermezse batıl olur.
Bir köle, bir câriye ile
evlenirse, metıir, cariyenin efendisine verilir. Köle, hür bir kadınla
evlenirse, mehir, bu kadınındır.
Bir kölenin ödemesi gereken,
mehri, efendisi ödemezse, mehrin ödenmesi için, bu köle satılır. Ancak,
mükâtep ve müdebber olanlar satılmazlar. Bunlar, nehirlerini, çalışarak
öderler. Vikaye'd e de böyledir
Keza, ümm-ü veledin oğlu ile, bir
kısmı azâd edilmiş bulunan köle de, mehir için satılmaz. Bunlar da,
çalışarak, mehir borçlarım/ öderler. Tebyîn'de de böyledir.
Mükâtebe olan câriye de, kendi
nefsini nikahlama yetkisine, sahip değildir. İzinli köie de, böyledir.
Çünkü, ona sadece, ticâret yapması için izin verilmiştir. Bu iznin,
İçine, evlenme hususu dâhil değildir. Müdebbere olan cariyelerde,
kendilerini nikahlama hakkına sahip değillerdir. Sirâcü'l - Vehhâc'da da
böyledir.
Köle satıldığı halde, bedeli mehre
kâfî gelmezse; bu köle, ikinci defa satılmaz. Arta kalan mehir, köle
azâd edildikten sonra istenir. Çünkü, köle, mehrin tamamı için
satılmıştı.
Ancak, nafaka hakkındaki hüküm böyle değildir. Köle, nafaka İçin defalarca satılır
Köle ölünce, mehir ve nafaka düşer. TebyînVte de böyledir
Bir köle, efendisinin izni olmadan
evlenirse, bakılır: Eğer, efendisi —bilâhare— izin vermezse, nikâhı
bâtıl olur Bu durumda, duhûlden önce ayrıhrsa mehir ödemesi gerekmez.
Efendisi, bu evlilige izin verirse, mefıir, bu köle azâd edildikten
sonra İstenir. Fetâvfiyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bu efendi, kölesini satmış o!aa; kadının mehri, kölenin azâd edilmesine kadar devreder. Sahih olan budur.
Bir kimse, kölesini hür bir
kadınla nikahladıktan sonra, o köleyi azad etse; kadın muhayyerdir:
Mehrinî, isterse, bu efendiye; (sterse, kocası olan şahsa ödettirir.
Bir kimse, müdebberesini, bir
köleye nikahladıktan sonra, ölse; mefYİr, kölenin azâd olunduğu zaman
alınır. Gunye'de de 'böyledir.
Bir kimse, kölesine, bin dirhem m
enirle bir kadını nikahladıktan ve köle de, bu kadına cima' ettikten
sonra, bu şahıs kölesini, mehri ödemek için dokuz yüz dirheme satsa;
kadın, mehir olarak, bu dokuz yüz dirhemi alır. Mikâh ise, geçersiz
olur.
Bu kadın, mehrinden kalan alacağım, —azâd edilmiş olsa bile — bu köleden isteyemez.
Bu kölenin, başka bir şahsa da,
bin dirhem borcu bulunsa; kadın ile bu alacaklı, dokuz yüz dirhemi
aralarında bölüşürler. Kadının, geride 'bir hakkı kalmaz. Alacaklı
şahıs ise, köle azâd edilince, gertde kalan alacağını, ondan isteme
hakkına sahiptir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir efendi, mükâtep ve mükâtebe olanların dışındaki — bütün köle ve cariyelerini, evlenmeleri için zorlayabilir.
Yaşça küçük olsalar bile, mükâtep ve mükâtebe olanlar, evlenmeleri hususunda zorlanamazlar. Bu, garip mes'etelerdendir.
Yaşça küçük olan mükâtep ve mükâtebeler, kendi reyleri ile mi nikahlanırlar?
Bu hususta âlimler: «Efendileri,
bunlardan nl kanlanmaları hususunda izin alırsa, rızalarının olup
olmadığına bakmadan, bunları nikâh-lıyabilirler.
Bunlar, borçlarını, henüz küçük
yaslannda öder ve hürriyetlerine kavuşurlarsa, yine, reylerine itibar
edilmez. Efendileri veya velîleri, bunları ayırabilirler. Tobyîn'de de
böyledir.
Yaşça küçük olan bir-mükâtebe,
borcunu ödemeden önce, ni-nikâha razı olup sonra da, hürriyetine
kavuşsa; bu durumda, hiyâr-ı ıtka (= hürriyetine kavuşmuş olmasından
dolayı — nikâhı feshetme—* muhayyerliğine) sahip olamaz. Çünkü, henüz,
yaşça küçüktür. Ancak, bulûğa erince, hıyâr-ı ıtka sahip olur. Kâfî'de
de böyledir.
Nikâhlanmaya razı olmayan bir
mükâtebe —câriye—, bu hâli devam ederken, kitabet şartlarını (=
hürriyetine kavuşması için, efendisi ile yapmış bulunduğu sözleşme
şartlarını) da yerine getirmekten âciz kalıp, cariyelik durumu avdet
etse; nikâhlanması batıl olur. Bu durumdaki bir câriye, nîkâhlanması
için İzin vermiş olsa bile, bu İzni ile amel etmek caiz olmaz.
Ancak, bu mükâtebenin yerinde, bir
mükâtep —köle— olursa;, onun efendisi, rızâsını almadan, bir kadınla,
onu nikahladıktan sonra; kitâbetindeki şartları yerine getirmeyip,
köleliği avdet etse bile, nikâhı bâtıl olmaz. Bunun nikâhı, efendisinin
iznine bağlı olarak, mevkuf olur. Muhıyt'te de böyledir.
İmâm-1 A'zam [R.A.)'a göre, izin,
fâsid nikâh için de geçerlidir. İmâmeyn'e göre ise, izin sadece, sahih
nikâh için gerekli ve geçerlidir. Fâsid nikâh için, izin gerekmez.
Nikâh iznini, fâsid nikâhta kullanmış olan, — köle — bu izin hakkını
kullanıp — bitirmiş — sayılmaz. Tebyîn'de de böyledir.
İmâm-i A'zam Ebû Hanîfe (R-A.)'ye
göre, bir kimse, fâsid nikâhla, bir kadını nikahladıktan sonra, sahih
bir nikâhla da, başka bir kadını nikahlamak İstese, bu caiz olmaz.
Çünkü, o şahsın izin hakkı, fâsîd nikâhla sona ermiştir. Bedâi'de de
böyledir.
Yine, îmâm-ı A'zsm (R.A.)'a 'göre,
mutlak nikâh için, efendisinden izin alan bir köle, bir kadınla fâsid
bir nikâhla evlenip, ona cîmâ' etse; bu kadına, mehir vermesi lâzım
gelir. Muhıyt'te de böyledir.
Efendi, kölesine, fâsid nikâh için
İzin vermiş olur ve bu köle de, bu şekildeki bir nikâhla evlenmiş
bulunduğu bir kadına, cima1 etmiş bulunursa, —bütün— âlimlerimize göre,
mehir ödemesi gerekir. Bedâi'de de böyledir.
Bir kimse, kölesine, mutlak
şekilde evlenme izni verir; o da, İki kadın nikahlarsa; bu kadınlardan,
birinin nikâhı, caiz olur; diğerinin ki, caiz olmaz.
Ancak, efendinin, izin verirken
kullandığı keüme «Kadınlardan dilediğinle evlen.» veya benzeri gfol,
umûma delâlet eden, bir söz olursa; bu durumda, evlenmiş olduğu, iki
kadının nikâhı da, câlz.olur.
Efendisinin izni olmadan evlenip,
cimâ'dan önce veya sonra, efendileri tarafından, kendilerine bu izin
verilmiş bulunan köie ve cariyelerin, sadece metır-i müsemmayı
vermeleri gerekir.
Köle, karısını, efendisinin
iznirrden önce boşamış olursa, bu du; rumda, tevakkuf (= efendisinin
iznini beklemesi) bile gerekmez. (tabiyye'd© de böyledir.
Câriyey» verilmesi gereken mehrin tamamı, onun efendisine aittir.
Bu mehir, nikâh akdinden veya duhûlden dolayı olabileceği gibi, mehr-i misil, veya mehr-î müsemma da olabilir.
Cariyenin; memlûke, müdebbere veya ümrn-ö veled olması halleri de müsavidir.
Ancak, mükâtebe ve bir kısmı azâd
edilmiş olan cariyeler böyle değildir. Bunların mehirleri, kendilerine
aittir. Bedâi'de de böyledir.
Efendisi tarafından veya
efendisinin izni ile, bîr şahsa nikahlanmış bulunan bir câriye, azâd
edilse bile, mehri, efendisine ait olur.
Bu durumdaki bir kadının, hıyâr-ı
itki (= hürriyetine kavuşmuş olmasından, dolayı —nikâh hususunda—
muhayyerliği) vardır. Timur-tâşî'de de böyledir.
Bir kimse, cariyesini bir şahısla
nikahlayıp azâd ettikten sonra; kocası onun mejırini artırmış olsa;
İmâm Muhammet! (RA)'e göre; bu fazlalık da efendiye ait olur. İmâm Ebû
Yûsuf (R.A.)'a göre ise, bu fazlalık kadına ait olur.
Şayet, efendisi, bu cariyeyi
sattıktan sonra; kocası, mehrîni artırmış olursa; bu fazlalık, kadını
satın alan şahsa ait olur. Muhıyt'te de böyledir.
Efendisinin İzni olmadan evlenmiş
bulunan, bir köleye, efendisi : «Karını, rlc'î olarak boşa.» derse;
efendisinin bu sözü, köle için izin olur. Tebyîn'de de böyledir.
Ancak, efendinin, sadece : «Onu boşa» veya «Onu ayır.» demesi, izin olmaz. Bedâi'de de böyledir.
Bu hususta, asıl olan, efendinin : *İzin verdim.» veya «Razı oldum.» gibi, açık bir sözle izin vermesidir.
Ancak, kavlen veya fiilen (= söz ve davranış olarak) İzin ifade eden şeylerle de, izin vermek caiz olur.
Meselâ: «Efendi, kölesinin
nikâhlandığını İşitince: «Güzel...»; «Doğru yaptın.»; «Ne güzel
yapmışsın.»; «Allah mübarek etsin.»; *Bir beis yoktur.» gibi sözler
söyler veya kadının mehrini yollarsa; bun-iar, kölesinin evlenmesine
izin vermiş olmasının delili olur. Ancak, hediye göndermesi, bu mânaya
gelmez.
Fakıyh Ebû Kasım : «Bu sözlerin
:hiç biri, izin sayılmaz.» demiş; Ebû'l-Leys ise, birinci kavli
seçmiştir. Sadru'ş Şchih'in fetvası da, birinci kavil üzeredir.
Ancak efendinin, bu gibi sözleri
istihza kabilinden söylemiş oi-duğu açıklık kazanırsa; bu durumda, bu
sözler, nikâh için İzin mânâsı taşımaz. Kölenin san'atına izin veren
efendi, îstihsânen, onun evlenmesine de izin vermiş sayılır. Tebyîn'de
de böyledir.
Efendisinden izin almadan, yüz
dirhem mehirle nikahlanmış bulunan bir cariyenin efendisi, kocasına:
«Mehri, elli dirhem daha artırarak, bana vermen karşılığında, bu nikâha
izin veririm.» demesine rağmen; koca, buna razı olmazsa; bu durumda
efendi, izni vermiş sayılmaz ve bu câriye, efendisine iade edilir.
Efendi: «Elli dirhem artirmadıkça,
izin vermem.» : «Ancak elli dirhem artırman sartıyle izin veririm.»
der; koca da, bu miktar arti-rırsa; mehrin aslı ve artan kısım,
efendinin olur. Bu şekilde, bu evliliğe izin de verilmiş olur.
Efendinin : «Ona, izin
vermiyorum.» veya «Nikâha izin vermiyorum.» demesi hâlinde, —akdedilmiş
bulunan— nikâh, bâtıl (=96" çerslz) olur.
Efendi: «Elli dinara izin verdim.» der ve kocası da, buna razı olursa, nikâh sahih olur. Kâfî'de de böyledir.
Bir koca, hürriyete kavuşmuş
bulunan karısına: «Beni İstemem karşılığında, sana elli dirhem var.»
der de, kadın, buna r2Zi olursa, kocasının ona, bir şey vermesi
gerekmez. Ancak, akit yapması lâzım gelir.
Fakat, bu şahıs, karısına: «Beni
iste (= ihtiyarını benim lehime kulian), mehrini elli dirhem
fazlaiaştırayım.» derse; bu fazlalık, kadının efendisine verilir; nikâh
ise, sahih olur. Serahsî'nin Muhıyt'inde de böyledir.
Efendi, cariyesine, şahitler
huzurunda, evlenme izni verse; fakat câriye, şahitsiz nikâh akdetmiş
olsa; bu nikâh, sahih olmaz. Kâfî'de ds böyledir.
Baba, dede, vasî, hâkim, mükâtep veya iş ortağı; cariyeyi, birine nikahlama yetkisine sahiptir.
Köle, izinli köle veya izinli sabî
alım satım ortağı; cariyeyi, birine nikahlama yetkisine sahip
değillerdir. Bu, İmâm-ı A'zam (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'in
kavlidir.
Baba veya vasinin —babası veya
vasîsi bulundukları— küçük bir çocuğun cariyesini, kendi kölesine
nikahlaması, caiz olmaz. Huiâ-sa'da da böyledir.
Bir efendi; kendi cariyesini,
kendi kölesi ile evlendirdiği zaman; bu kölenin, o cariyeye mehir
vermesi gerekmez. Muhiyt'te de böyledir.
Bir efendi, kendi cariyesini,
kendi kölesi İle evlendirirken, kölesine: «Bu cariyeyi, sana; ne zaman
istersem onu boşamak üzere, talâk işi bana ait olmak şartiyle,
nikahlıyorum.» dediğinde; köle, bu şartı kabul ederse; akdedilen nikâh
sahih, boşama yetkisi de, efendinin elinde olur.
Fakat, önceden köle, efendisine :
«Şu cariyeni bana nikâhla. Onunla ilgili bütün ^.erde, yetkj senin
olsun. İstediğin zaman, onu — benden— boşa; istediğin zaman, onu
başkasına nikâhla.» demiş olsaydı; kölenin bu sözünden dolayı, efendi
yetkili olmazdı. Kerderi'-nin Vecîzi'nde de böyledir.
İmâm Ebû Yûsuf (RA)'a göre, bir
babanın, oğluna ait bîr cariyeyi, yine oğluna ait bir köleye,
nikahlaması caizdir. İmâm Züfer (R.A.)'e göre İse1, bu caiz değildir.
Serahsî'nîh Muhıyt'İnde de böyledir.
Köle, mûkâtep, mödeb'ber veya ümmü
veledin oğlu, efendilerinin izni olmadan evlenip,—henüz (bu nikâhları
için, izin almadan — üç talâk ile, aldıkları hanımı boşasalar; bu
boşama, aslında boşama olmaz. Bundan sonra, cima' yaparlarsa; had tatbik
edilmesi gerekir.
Bu durumdan sonra, efendileri, evlenmelerine İzin verse bile, bu İzinle bir şey yapılmaz.
Talâktan sonra, efendileri, nikâh
için izin verse ve nikâh akde-dilse; bu nikâh mekruh olur. Ancak, nikâh
akdederlerse, bu karı-kocanın aralarını ayırmak gerekmez. Muhıyt'te de
böyledir.
İki efendisi bulunan bir cariyeyi,
efendilerinden biri nikâh-1 lamış ve kocası da ona cima' etmiş olsa;
diğer efendisinin, bu nikâhı bozma hakkı vardır.
Şayet, nikâhı bozarsa; bu
efendiye, mehr-i mislin yarısı; evlendiren efendiye ise, mehr-i misil
ve mehri müsemmânın azı vardır Zâhîriyye'de de böyledir.
Nesebi meçhul (bir kadın
«Kocasının babasının memlûkesi» olduğunu söylediği halde, kocası «Bu
kadın, aslen <hür 'bir kadındır.» dese sonrada baba ölse, 'bu nikâh
bozulmuş olur. Hablyye'de de böyledir
Efendisinin izni olmadan evlenen
bir cariyeyi, efendisi satmış; satın alan kimse de, o cariyenin
evlenmesine izin vermiş olsa; eğer kocası, bu cariyeye cima' yapmışsa,
nikâh sahih olur; aksi takdirde sahih olmaz.
Fakat, bu câriye, kendisi il-e
cima1 etmesi helâl olmayan biri tarafından satın alınmışsa; önceki
nikâhı, mutlaka caiz olur. Kerderî'-nin Vecîzi'nde de böyledir.
Keza, bir mükâtdbe, efendisinin
izni olmadan, evlendikten sonra, efendisi ölse ve varisleri, bu
mükâtebenin nikâhına izin verseler; bu izinleri sahih olur. Fetâvâyi
Kâdîhân'da da böyledir.
Vârisin izni ile, mükâtebin nikâhlanması caizdir. Itâbiyye'de
de böyledir,
Bir efendi, kölesine, rakabesi
karşılığında evlenmesi husu-. sunda, izin verse ve bu köle de, bu izne
dayanarak, bir câriye veya müdebbere yahut da,'bir ûmm-Q veled île
evlenmiş olsa; bu nikâh caiz olur.
Bl» durumda köle, evlendiği kadının efendisinin kölesi otur.
Bu kölenin, rekabesine (= köleliğine) karşılık olarak, hür bir kadınla evlenmesi ise, caiz değildir.
Keza, bir kölenin, köieliği karşılığında, bir mükâtebe İle nikâh-Janması da bâtıldır.
Su hükümler, bir efendinin, kölesine, «rakebesi karşılığında, evlenmesine izin vermesi» halindedir.
Fakat, efendi, kölesine
«evlenmesine» izin verir fakat «rekabesi-ne karşılık» demezse; köle de,
bu durumda hür veya mükâtebe, müdebbere yahut ümm-ü veled olan bir
kadınla, kendi rekabesi karşılığında evlenmiş olursa; bu nikâh, kölenin
kıymeti karşılığında, istih-sânen caiz olur. Muhıyt'te de böyledir.
Bu hüküm de, kölenin Icıymetinnl, mehr-i misil kadar veya bundan fazla oiduğu zaman geçerlidir. Kâfî'de de 'böyledir,
Bir adam, mükâtep veya müdebber
kölesine, rakabesî karşılığında evlenmesini emretmiş, o da, köleliği
karşılığında, bir câriye, müdebbere veya ümm-ü veledi nikahlamış olsa;
bu evlilik caiz olur.
Keza, bu mükâtep veya müdebber kölenin, hür bir kadınla veya bir mükâtebe ile evlenmesi halinde de, nikâh sahih olur.
Bu şekilde, nikâh sahih olunca da, —mehir olarak— bu mükâtep veya müdebber'in, kıymetlerinin verilmesi gerekir.
Bir köle, efendisinin izni olmadan
hür bir kadını, cariyeyi, mükâtebeyi, ümm-ü veledi veya müdebbereyi,
rakabeliği karşılığında nikahlamış; bu haber, efendiye ulaşınca, o da,
bu duruma razı olmuş olsa; bakılır: Eğer bu köle, bir câriye, müdebbere
veya ümm-Ü veled iie evlenmişse, bu nikâh caiz olur. Şayet, bu köle, hür
bir kadın, veya mükâtebe ile evlenmişse, bu durumda, efendisinin izni
geçersizdir; onunla amel edilmez.
Rakabesi karşılığında, hür bir
kadınla evlenmiş ve ona cima' etmiş olan kölenin, o kadına, mehr-i
misil ve onun kıymetinden az mehir, ödemesi gerekir.
Şayet, bu köu-, kadına,
efendisinin üründen sonra cima' etmişse, bu nikâh borç olur. Ve; bu
nikahtsn dolayı, köle satılır. Ancak, efendisinin bağışlaması hali,
müstesnadır.
Şayet, bu köle, efendisi nikâha izin vermeden önce, bu kadına cima1 etmiş olursa; hürriyetine kavuştuktan sonra, muâhaze edilir.
Şayet, bu köle, raksbesine
karşılık olarak, bir cariyeyi, bir müdeb-bsreyi veya bir ümm-ü veîedi
nikahlamış ve efendisinin, nikâha izin vermesinden sonra, ona cima'
etmiş olsa, bu köieye mehr-i misilden başka bir şey gsrekmsz. Bu hâl
ise, bu kölenin, o kadının efendisine köle olmasidir.
Şayet, bu köle, efendisi,
nikâhlanmasına izin vermeden, cimâ! etmişse, bu durumda da esvap,
aynıdır. Yani, sadece, mehr-i misil gerekir. Bu hâl ise, !bu kölenin
kadının efendisine kö'e olmasıdır. Bazt âlimlerimiz: «Bu cevap
müstalısendir.» demişlerdir. Muhıyî'te de böyledir.
Bir köie, efendisinin izni
olmadan, önce bir câriye, sonra da hür bir kadınla eviense; efendisi de,
bu iki kadınla da, nikâhianması-na izin verse; bu durumda, hür kadının
nikâhı caiz olur.
Bu köle. önce hür, sonra da cariye
olan bir kadınla nikâhlansa; efendisi de, her iki ka-dınla da,
evlenmesine izin vsrse; İmâm Ebû Hanîfs (R.A.)'ye göre, bu caiz olur.
Kezâ; bir köle, bîr biri ardınca,
üç kadınla evlenmiş; efendisi de hepsinin nikâhına da izin vermiş olsa:
bu durumda, şzyei köle, hiç birine cimâi etmemişse, üçüncü kadının
nikâhı" sahih olur. Şayet bu köle, kadınların hepsine cima' etmişse,
hepsinin do, nikâhı fâsid olur, Zahîriyye'd-e de böyledir,
Bir köle efendisinin izni olmadan,
önce bir câriye; sonra hür bir kadın; daha sonra da yine bir cariyeyi
nikahladıktan sonra; efendisi, bunların hepsinin de nikâhına izin
vermiş olsa; sadece, son nikahladığı cariyenin nikâhı caiz oiur.
Şayet, bu köle, iki hür kadınla
evlenip bunlardan Hrl ile cima' ettikten sonra; bir de câriye üe
nikâhlansa ve efendisi de bunların hepsinin nikâhına izin verse; İmâm-ı
A'zam Ebû H^nîfe (R.A.)'ye 9öre- bu durumda, hür kadınların nikahlan
caiz olur.
Bu köle, Önce iki cariyeyi
nikahlayıp, birine cima' ettikten sonra, iki de hür kadın nikahlayıp,
bunlardan da birine cima' etmiş olsa; efendisi de, bu iki fırkadan biri
ile, nikâfılanmasına izin verse; bunlardan, hiç birinin nikâhı caiz
olmaz. Serahsî'nin Muhıyt'inde de böyledir.
Bir köle, —sırası île— önce hür
bir kadını, sonra bir cariyeyi, daha sonra yine hür bir kadını ve
bilâhare de yine bir cariyeyi nikâhlasa; efendisi ise, hepsinin de
nikâhına izin verse; bu durumda, hür olan kadınların nikâhları caiz
olur.
Bu köle şayet, bu kadınlardan birine cima' etmiş olsa; hepsinin, de nikâhı fasid olur.
Hür bir kadınla, nikahlanmış olan
köle o kadına: «Bana, efendim — nikâh hususunda— izin vermedi.» dese; bu
nikâh bozulmuş olur. Kadın : «Efendin, izin verdi.» demiş olsa bile,
hüküm aynıdır.
Bu durum, köle, bu kadına cima'
etmişse; tam mehir; cima' etmemişse, yarım mehir vermesi gerekir.
Ayrıca, İddet nafakası da ödemesi lâzım gelir. Zahiriyye'de de
böyledir.
Bu kadın: «Ben, izinin verilip
verilmediğini bilmiyorum.» dese de, hüküm aynıdır. Câmiu'I - CevâmPden
naklen Tatarhânİyye'de de böyledir.
Efendisinin izni olmadan evlenmiş
bulunan bir cariyeye, efendisi cima' etse veya onu Şehvetle öpse,
—efendisi bu cariyenin ni-kâhlandığım bilsin bilmesin— bu cariyenin
nikâhı, fesh olmuş olur. İtabiyye'de böyledir.
Bir kimse, satın aldığı bir cariyeyi, teslim almadan, nikahlamış olsa; şayet, satış tamamlanırsa, ibu nikâh câizolur.
Şayet satış —tamamlanmaz—
bozulursa; İmâm Ebû Vûsuf [R.A.)'a göre nikâh da bozulur. İmâm Muhammet!
(R.A.) ise, buna muhalefet etmiştir. Fetva, İmâm Ebû Yûsuf (BAJ'un
kavline g^eâir. Zehîriyye'de de böyledir.
Mülkiyet hakkı, nikâhın başlangıcına mâni olur; devamına ise,
mâni olmaz, i-'âsid satrf,tak! istirdat da böyledir. Satıcı, nikâhtan men edilir.
Cariyeyi satın alan kimse, onu
k-endi oğluna nikahladıktan sonra ölse ve bu sebeple oğlanın, o cariyeyi
reddetmek hakkı sabit olsa; oğlan, bu cariyeyi reddedlnceye kadar,
nikâh fâsîd olmaz. Itabİyye'dü de böytedir.
Babasının satm aldığı bu cariyeyi; onun ölümünden sonra nikahlaması sahih olmaz.
Bir kimse, cariyesini, başka bir kimseye nikahladığı zaman, azl hususundaki izin hakkı, efendiye ait olur. Kâfî'de de böyledir.
Hür bir kadının rızâsı veya bîr cariyenin efendisinin nzâst İle azl, mekruh değildir.
Memlûke olan cariyenin rızâsı olmasa bile, azl mekruh olmaz.
Âlimler: «Bu şekilde, hamile kalan
bir kadının, karnmdakinin hilkati belli olmadan, —yani, cenin, yüz
yirmi günü tamamlamadan, onu bir ilâçla düşürmesine ruhsat vardır.»
demişlerdir.
Meni azl olunmasına rağmen,
gebelik, meydana gelse; onu tar-detmek caiz olur mu? Alimler: «Koca,
şayet; azilden sonra cima' yapmamış veya bevlettikten sonra cima'
yapmış olduğu halde, inzal vâki olmamışsa (= meni gelmemişse) onu
tardetmek caiz olur; aksi takdirde, caiz olmaz.» demişlerdir. Tebyîn'de
de böyledir.[70] ra, — 'hür olarak— nikâhlanmışlarsa, —ve kocaları
hür ise— azl Câriye ve mükâtebe, azâd edilip, hürriyetine kavuştuktan
sonra, ^-hur olarak— nikâhlanmışlarsa,—ve kocaları hür ise— azl
hususunda muhayyerdirler. Kenz'de de böyledir.
Bu durumda, onların nikâhlarının,
rızâları ile veya rızâları olmadan akdedilmiş olması da, bu hüküm
bakımından müsavidir. Tebyîn'de de böyledir. [71]
Hıyar-ı Itk
Azâd edilmiş bulunanların, nikâh'hususundaki muhayyerlikleri hususunda şu kaviller vardır ;
1- Hıyâr-ı ıtk [= hürriyetine
kavuşmuş oîmaktan, dolayı —Önceki nikâhını, devam ettirip ettirmeme
hususundaki muhayyerlik) erkeğe değil, kadına ait bir muhayyerliktir.
2- Azâd edilen bir cariyenin,
hıyâr-ı itki, susması ise geçersiz olmaz. Bu muhayyerlik, ancak, bu
cariyenin, nikâhı ihtiyar ettiğine delâlet eden bir sözü veya davranışı
ile bâıH olur.
3- Bu cariyenin, muhayyerlik
hakkı, — nikâhı ve muhayyer bulunduğunu bilmesine rağmen— azâd edildiği
meclisten, —bu hususta bir şey yapmadan— kalkıp gitmesi ile de batıl (geçersiz) olur,
4- Azâd edilmiş bulunan bu cariyenin, muhayyer olduğunu bilmemesi, bir Özürdür.
Azâd olduğunu bilen, fakat —nikâh
hususunda— muhayyer olduğunu bilmeyen cariyenin, hıyâr-ı itki, 'bu
durumda azâd edildiği meclisten kalkıp gitmiş olsa 'bile, geçersiz
olmaz.
5- Hıyâr-ı ıtk hakkına sahip olan
bir câriye, azâd olununca, hakimin hükmüne muhtaç olmaksızın, nikâhını
feshedebilir. Muhıyt'te de böyledir.
Bir köle, efendisinin izni
olmadan, evlendikten sonra, azââ edilmiş olsa; nikâhı sahih olur. Bu
kölenin, muhayyerlik hakkı yoktur.
KezS, efendisi bu köleyi satsa; satın alan kfmse de, bu nikâha izin vermiş bulunsa; nikâh sahih olur.
Kölem'n ölümünden sonra, vârisleri bu nikâha izin vermiş olsalar; yine bu nikâh sahih olur. Sirâcü'I Vehhâc'da da böyledir,
Efendisinin izni olmadan evlenen
bir cariyeye, efendisi tarafından sonradan İzin verilirse; bu cariyenin
metin, efendisine ait olur.
Efendi, bundan sonra, bu cariyeyi,
azâd etsin veya etmesin; cariyeye, azâd edilmeden önce veya azâd
edildikten sonra, cima' rHü-miş olsun, bu hüküm değişmez.
Ancak, efendi bu
câriyenintevlenmesine izin vermeden önce, onu azâd ederse, nikâh —yine—
caiz olur. Bu durumda, biı kadının muhayyerlik hakkı olmaz.
Mehir hususunda ise, bakılır;
şayet, kocası, azâd edilmeden önce, ona cima' etmişse, mehir efendiye
ait olur. Fakat, cima' etmemişse, mehir, bu 'kadının olur,
Bu hükümler, câriye büyük f= bulûğa ermiş) olduğu zaman geçerlidir.
Fakat, efendisi tarafından azâd
edilen bu câriye küçük (= bulûğa ermemiş) is-e, bize göre, —nikâhı
hususunda— efendisinin iznine bağlı olarak beklenir; bu izin çıkarsa,
nikâh caiz olur.
Bu durumda, câriye bulûğa eriştiği zaman muhayyerdir.
Fakat, bu cariyenin nikâhlanmasına
İzin veren kimse, onun babası veya dedesi ise, bu durumdaki cariyenin,
muhayyerliği yoktur. Tahâvî Şerhi'nde de böyledir.
Mehr-İ misli yüz dirhem olan, bir
câriye, bin dirhem mehlrte ve efendisinin izni olmadan evlenmiş bulunur
ve kocast ona cima' ettikten sonra, efendisi evlenmesine izin vermiş
olursa; bundan sonra, efendisi 'bu cariyeyi azâd etse —bile —- mehir
efendisinin olur.
Eğer, —azâd edilene kadar— cima' edilmemişse, hu durumda mehir, kadının olur. Sirâcü'I - Vehhâc'da da böyledir.
Müdebbere olan bir kadın,
nikahlandıktan sonra, efendisi ölmüş olsa; eğer, bu müdefoibere (nin
değeri, ölen efendisinin) malının üçte birinden (az) ise; bu kadının
nikâhı caiz ulur.
Eğer, bu müdebberenin değeri, ölen
kimsenin malının üçte birinden fazla ise, bu durumda; !bu
müdelbberenin nikâhı caiz olmaz, (mâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, bu
hususta, kadına serbestlik verilinceye kadar, hüküm böyledir. İmâmeyn'e
göre ise, bu kadının nikâhı caizdir. Zahîriyye'de de böyledir.
Ümmü veied olan bir câriye,
efendisinin izni olmadan evlenmiş ve bilâhare de, efendisi tarafından
azâd edilmiş olsa veya efendisi ölmüş 'bulunsa; 'bu durumda, kocası,
azâd edilmed-en önce cima1 etmemişse, nikâh caiz olmaz. Cima' yapmışsa,
nikâh câizolurJHulâsa'da da böyledir.
Harbî bir kadın, nikahlandıktan
sonra, esir alınıp azâd edi'Ise; Veya, müslüman bir kadın,
nikahlandıktan sonra, kocası ile birlikte irtidad edip, dâr-ı harbe
gittikten sonra, esir alınıp azâd edllseler İmâm Ebû Yûsuf (R-A.)'a
göre, bu kadınlar, muhayyerlik hakkına sahiptirler.
İmâm Muhammed (R.A.)'e göre İse, bu kadınlar için, hıyâr-t ıtk (= hürriyetine kavuşmuş olmasından dolayı muhayyerlik) yoktur.
imâm Ebû Yûsuf ('R.A.)0: «'Bu
kadınlar için, tekrar tekrar, hıyâr-ı itkin sabit olması caizdir.»
buyurmuştur. Meselâ : Bu durumdaki "bîr kadın, azâd edildikten sonra,
kocasını ihtiyar etti; sonra tekrar İrtidat edip, esir alındılar ve
tekrar azâd edildiler; bu durumda, bu kadının yine muhayyerlik hakkı
vardır.
İmâm Muhammed (RA.) ise : «Bu muhayyerlik hakkı, bir defa'-dır.» buyurmuştur.
Azâd edilen, kadın, cimâ'dan önce muhayyer kalırsa, ona, mehir — verilmesi—gerekmez.
Bu kadın, şayet, cimâ'dan sonra, muhayyer kalırsa, mehr-I mö-semmâsi efendisine ait olur.
Şayet, bu kadın, kocasını ihtiyar
etmiş olursa; o cima' etse d-e, etmese de, mehr-i mösemmâsı, efendisine
ait olur. Muhıyt'te de böyledir.
Bir cariyeyi, fuzûlî (— vekâlet
gibi bir sebepten dolayı yetkisi bulunmayan) bir kimse, azâd etmiş ve
s-onra da evlendirmiş bulunsa; mehrini ise, —cariyenin—- efendisine
verse; bunu müteakip, efendisi de, bu cariyeyi azâd etse; bu durumda,
kadının hürriyeti def nikâhı da geçerlidir.
Kadın ise, efendisinden, mehrini geri isteme hakkına sahiptir.
Şayet bu Cariyeyi, o fuzûlî şa'hıs
satmış ve müteakiben de evlendirmiş olsa; bu durumda da asıl efendi,
'bu satıma izin verse; satm alan kimse; bu cariyenin evlenmesi için,
izin verip vermeme hakkına sa'hiptir. Dilerse —yapılmış olan— nikâhı
fesheder. ltâbiyye*de de böyledir.
Müntekâ'da İbn-i Semâ?, İmâm
Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: «Bir köle,
efendisinin izni olmadan, hür bir kadınla evlenip onunla cima' ettikten
sonra; bu kadının iddeti içinde, bir câriye ile evlenmiş olsa; İmâ m-t
A'zam (RiA.) göre, bu nikâhla. hür kadının nikâhı reddedilmiş olmaz.
İmâmeyn'e göre İse, bu cariyenin nikahlanmış olması, hür kadının nikâhının reddi olur.
Bir köle, hür bir kadını
nikahlayıp, onunla cima' ettikten sonra; o kadının kız kardeşini de
nikahlamış olsa; bu nikâh, önceki nikâhı reddetmez.
Nevâdir'de, Bîşr bin Velîd, İmâm
Ebû Yûsuf (RA.)'un şöyle buyurduğunu nakletmiştir: Bîr köle, kendi
efendisinin izni olmadan, bir kimsenin izni ile öhun cariyesini
nikahladıktan sonra : «Onun nikâhına, ihtiyaç yoktur.» derse; o
cariyenin nikâhını reddetmiş olur.
Şayet bu köle, böyle demeden, o
câriye İle cima' eder; sonra da, nikâhı sahih olmayan biri ile
evlenirse; bu nikâh, önceki nikâhı bozmaz.
Müntekâ'da zikredildiğine 'göre :
Bir köle, efendisinin izni ile, hür bir kadınla evendikten sonra,
efendi, 'bu kadın için, 'bir mehir tayin etmiş ve kadında, bunu
kabullenmiş bulunsa; önceki nikâh, bozulmuş olur. Bu durumda, köle cima*
etmemiş olursa; kadın, bu kölenin nikâhını reddedebilir.
Camfde, İmâm Muhammed (R.A.) şöyle
buyurmuştur: «Bir kimse; rızası olmayan cariyesini; bulûğa erişmiş ve
akıllı bir kimseye, izni olmadan, nikahlamış ve erkek adına bu akdi,
babası veya bir yabancı; onun izni şartına bağlı olarak yapmış
olsa; koca olacak şahıs, 'bu nikaha, izin vermeden önce. câriye,
efendisi tarafından azâd edilmiş olursa; bu nikâh, kocanın isteğine
bağlı olarak baki kalır.
Bu câriye veya koca, diledikleri zaman, bu nikâhı bozabilirler.-Muhıyt'te de böyledir.
Müslüman efendisi tarafından,
evlenmesine izin verilmiş bulunan, hirîstiyan bir kölenin evleneceği
kadın, nikâhına hıristiyan şahitler tutsa; bunların şahitlikleri kabul
edilir.
Köle müslüman, efendisi ise hıristiyan olursa; bu şahitler kabul edilmez. Zahîriyye'de de böyledir.
Bir kimse, oğiunun cariyesini
kendisine nikâhlasa; bu da bir çocuk doğursa; bu câriye, ümm-ü veled
olmaz. Bahanın, mehir ver» mesi gerekir. Doğan çocuk, akrabalıktan
dolayı, ke-deşlik özere ezâd olmuş olur.
Bir kimse, babasının cariyesini
nikâhtasa ve bu câriye, bir çocuk doğursa; bu câriye de ümm-ü veled
olmaz. Babasından dolayı, bu bu çocuk da, azâd edilmiş olur.
Timurtâşî'de de böyledir.
Bir kimse, nikâhı fâskl veya
şüpheli cima' sebebi tfa. oğlunun cariyesinden evlâd edinmiş olsa;
çocuğu doğuran bu câriye, bize göre, ümm-ü veled oimaz. Mebsût'ta da
böyledir.
Bir kölenin nikahı altında
bulunan, hür 'bir kadın, kocasının efendisine : «Onu, benim için, bin
dirhem karşılığında, azâd eyle.» dese; o da, bu isteği yerine getirse;
bu köle, azâd; nikâh da, fasid oi-muş olur. Mehir de, sakıt olur. Bin
dirhem de, efendinin olur.
Keza, nikâhının a'itında, 'bir
câriye bulunan şahıs, bu cariyenin efendisine : «Benrm için, onu bin
dirhem karşılığında azâd eyle> dese; cariyenin sahibi ise bu isteği
yerine getirse; câriye uzâd olmuş o!ur. Nikâh bozulur. Cariyenin kocası,
cariyenin efendisine bin dirhem verir.
Şayet, hür kadın, köle olan
kocasının, efendisine : «Onu azâd et.-dese; fakat paradan bahsetmişe,
nikâh bozulmaz. İmâm Ebû Hanîfe R.A ve İmâm Muhammed (R.A.)'e göre,
azâd edilen kimsenin ve-lâyet hakkı, azâd eden kimseye aittir. Kâfî'-de
de böyledir. [72]
10- KÂFİRLERİN NİKÂHI
Müslümanlar arasında caiz olan her nikâh, zimmîler arasında da caizdir.
Müslümanlar arasında caiz olmayan nikâhlar İse, bir kaç kısımdır. [73]
1- Şahitsiz Nikah :
Aynı dinden olan zimmî b!r erkek, zfmml bir kadını, şahitsiz olarak nîkâhİasa, bu nikâh caiz olur
Bu zımmı karı - kocanın, İkisi de,
—sonradan— müslüman oisa-îar, imamlarımızın üçüne göre de, bunların
nikâhı, aynı hâl üzere devam eder.
Kezâ bunlar, müslüman olmamakla
birlikte, hâkime müracaat edip, —nikâhlara hususunda— islâmın hükmünün
tatbik edilmesini isteseler veya bunlardan !biri, bu maksatla hâkime
müracaat etmiş,olsa; hâkim, bunların arasını ayırmaz. [74]
2- Başkanın İddetlisini Nikahlamak:
Bir zımmî, başkasının iddeti
altında, bulunan zımmî bir kadını, — dinlerinde iddet bekleme
mecburiyeti yoksa— nikahlayabilir. Ancak, bunların dinlerinde de, iddet
gerekli ise; iddet beklenilmeden akdedilen nikâh, bil - icmâ fâsid
olur.
Bu durumdaki zimmîler, müslüman
olmuş bulunsalar; bunların, eski dinlerine bakılır: Eğer, eski
dinlerinde, iddet beklemeden evlenmek caiz ve, ikisi de aynı dinden
jsel-er; bunlara, bil - icmâ müdâhale edilmez. Muhıyt'te de böyledir.
Bir kâfir, diğer bir kâfirin,
iddeti İçinde bulunan bir kadını nikâhlasa ve bu hâl onların dininde
cfiîz olsa; bu kan - koca. Sonrada müsfüman olmuş bulunsalar; İmâm-i
A'zam Ebû Hanîfe (R.A,)'ye 9 re, "bunların nikâhı hâli üzere kalır.
Hidâye'de de böyledir.
İmâmeyn ise, bu kavle muhaliftir. Şafii'n olan, İmâm-ı A'zsm (R.A.)'-m kavlidir. Muzmarât'ta da böyledir.
İmâm Ebö Hanîfe (R.A.)'nin kavline
göre, bu durumda olan karı-koca, birbirinden ayırılamaz. Bunların,
birinin veya ikisinin müslüman olması veya murafaada bulunması halinde
de, hüküm böyledir. Muhıyt'te de böyledir.
Mebsüt'ta r «Bu karı - kocanın
arasındaki ihtilâf, 'henüz, kadın, —-önceki kocasının— Iddetl içinde
iken vuku bulursa; bunların aralan ayrılır; cma, ihtilâf, iddet
çıktıktan sonra meydana gelirse, bil - ittifak, bunların araları tefrik
edilmez. Fethü'l - Kadfr'de de böyledir. [75]
3- Mahrem Olanların Nikâhı :
Şayet, bir kâfirin nikâhlı karısı,
onun anası veya kız kardeşi gibi bir mahremi ise, bu ş-ekiideki bir
nikâhın hükmü nedir? İmâm Ebû Hanîfe fR.A.)'ye göre, aralarındaki bu
nikâh sahihtir; nafaka terettüp eder. Nikâhtan sonra duhûl vâki olmakla,
onun ihsanı (= evli olma hâli) sakıt olmaz. İmâmeyn'e göre, bu nikâhın
fâsid olduğu sö,yien-mişse de, sahih olan, İmâm Ebû Hanîfe (R.AJ'nin
kavlidir.
İmâm-ı A'zsm (R.A.) ile İmâmeyn
arasındaki ihtilâf İse, bir kâfirin, üç veya beş mahremin arasını cem
etmesi hususundadır. Tebyîn'-de de
böyledir. -
Bu durumda nikahlanmış bulunanlar, bil - Icmâ' birbirlerine vâris olamazlar.
Bunların ikisi birden veya birisi müslüman olursa, bil - icmâ araları tefrik edil.v.
Keza, müslüman olmadıkları halde,
hâkime müracaat edip; durumları hakkında — islâmî— hüküm İsterlerse,
yine araları ayrılır. Mu-hıyt'te de böyledir,
Ancak, bunlardan biri, işi hâkime
götürüp, islâmın hükmünü isterse, bu durumda aralan açılmaz. Diğeri de
geldiği zaman aralan tefrik edilir.
Bunlar, küfr ürere devam edip,
işlerini bize getîrmezlerse; şayet, yaptıkları iş. kendi dinlerinde var
ve ikisi de, aynı dine mensup İseler, bil- ittifak, bunlara
müdâhale edilmez. Muhıyt'te de böyledir.
İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe (R.A.):
«Bir nikâhla, iki kız kardeşi nikahlamış bulunan bir kimse, isiâma
girmeden, birisinden ayrılmış olsa; müslüman olduktan sonra, geride
kalmış bulunan kız kardeşin nikâhı, sahih olur ve o kimse bu nikâh
üzere devam eder.» buyurmuş ve bu kavil üzerinde, ittifak hasıl
olmuştur. Kifâye'de de böyledir.
Bir zımmî, üç talâkla boşadiğt
karısının nikâhını, o başka bir kocaya gitmeden önce, yenilese; bu karı -
kocanın araları, tefrik edilmez; yâni, ayrılmaz. Sirâcü'l - Vehhâc'da
da böyiedir.
Bir zımmî, müslüman bir kadını nikahlamış olsa, aralan tefrik edilir.
Bu zımmî. sonradan müslüman olur;
kadın: «Sen,-beni, müslüman olduğum halde, nikahladın.» dediği halde;
erkek : «Hayır, ben seni nikahladığım zaman, sen mecûsî idin.» derse; bu
durumda kadının sözüne itibâr edilir ve araları tefrik edilir.
Tatarhânîyye'de da böyledir.
Ehl-i zimmetten olan, iki küçük
çocuk, babaları tarafından nikâhları akdedilerek evlendikten sonra,
bulûğa erişmiş olsalar; bunlar İçin, bulûğ muhayyerliği yoktur.
Ancak, bunlar, baba ve
dedelerinden başka kimseler tarafından nikahlanmış olurlarsa;
muhayyerlik hakları olur. Muhıyt'te de böyledir.
Bu, karı - koca'dan biri, müslüman
olursa; diğerinin de müslüman olması teklif edilir; kabul ederse, ne
âla... Şayet, kabul etmezse, aralan tefrik edilir. Kenz'de de böyledir.
Kendisine islâm teklif edilen eş,
susup, bir şey söylemezse; hâkim, bir defa daha, ona isİâmı arzeder; bu
tarzda, ihtiyaten teklif, üçe kadar devam eder. Zehıyre'de de böyledir.«
Müslüman olmamakta israr edenin,
mümeyyiz sabî olması ile bulûğa erişmiş olması arasında bir fark yoktur.
Yanî, bunlar ıslama girmekten kaçınırlarsa; araları tefrik edilir. Bu,
İmâm-ı A'zam (R.A.Î île İmâm Muhsmmed (RA)'in kavilleridir.
Şayet, bu evlilerden birisi,
mümeyyiz olmayan bir sa'bî ise; bunun aklına bakılır: Eğer, akıllı ise,
ona islâm arzedilir. fslâmı kabul ederse, ne âlâ... Kabul etmezse,
aralan tefrik edilir; bulûğa erişme miş olması, naz2r-ı îtibare alınmaz.
Şayet, bu çocuk mecnun ise,
babasına ve anasına müslüman ol-malan teklif edilir. Eğer, bunlardan
birisi veya her ikisi birden müslüman olurlarsa; ne âlâ... Aksi
takdirde bunların da, araları tefrik edilir. Kâfî'de de böyledir.
Eğer, koca müslüman olur; karısı ise, İsîâmi kabul etmezse, aralarında talâk 'bakımından ayrılık olmaz.
Fakat, kadın müslüman oiur; koca
ise, isiâm! kabul etmezse: bu durumda, İmâm-ı A'zam Ebü Hanîfe (R.A.) ve
İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, araları talâk yönünden ayrılır.
Serahsî'nin Muhıyt'inde de böyledir.
Karı - koca arasında,—birinin—
islârm kabû! etmemesinden dolayı, vuku bulan ayrılık cimâ'dan sonra,
meydana gelmiş oiursa; kadına, mehrinin tamamının ödenmesi gerekir.
Ayrılık, cîmâ'dan önce ve erkeğin
isiâmiyeti ka!bûî etmemesi sebebi İle meydana gelmiş olursa; kadına,
yarım mehîr ödenmesi gerekir.
Bu durumda, ayrılık, kadının
müslüman olmaması sebebi ile meydana gelirse; kadına, mehir verilmesi
gerekmez, Tebyfn'de de böyle'
Kitabî olan, kan - kocadan, kocanın müslüman olması hâlinde, bunların nikâhı 'baki kalır. Kenz'de de böyledir.
Ehl-i kitap olmayan karı - kocadan
birisi, dâr-i islâmda müslüman olsa veya -ehİ-i kitap olan karı -
kocadan, kadın müslüman olsa; nikâhın son bulmasına kadar üç hayız
müddeti —cima1 edilmiş olsun olmasın — 'bekler, Kâfî'de de 'böyledir.
Müslüman olmamakta ısrar edenin,
mümeyyiz sabî olmasr ile bulûğa erişmiş olması arasında bir fark yoktur.
Yanî, bunlar islâma girmekten kaçınırlarsa; aralan tefrik edilir. Bu,
İmâm-i A'zam (R.A.Î ile İmâm Muhemmed (R.A.)'İn kavilleridir.
Şayet, bu evlilerden birisi,
mümeyyiz olmayan bir sabî ise; bunun aklına bakılır: Eğer, akıllı ise,
ona islâm arzedilir. fsfâmı kabûf eders-e, ne âlâ... Kabul etmezse,
araları tefrik edilir; bulûğa erişme miş olması, nazsr-i itibare
alınmaz.
Şayet, bu çocuk mecnun ise,
babasına ve anasına müslüman olmaları teklif edilir. Eğer, bunlardan
birisi veya her ikisi birden müslüman olurlarsa; ne âlâ... Aksi
takdirde bunların da, araları tefrik edilir. Kâfî'de de böyledir.
Eğer, koca müslüman olur; karısı ise, isîâmı kabûi etmezse, aralarında talâk'bakımından ayrılık almaz.
Fakat, kadın müslüman oiur: koca
ise, isİâmı kabûi etmezse; bu durumda, İmâm-ı A'zmn Ebû Hanîfe (R.A.) ve
İmâm Muhammed [R.A.J'e göre, aralan talâk yönünden ayrılır. Serahsî'nin
Muhıyt'inde de böyledir.
Kan - koca arasında, —bîrinin—
islâmı kabul etmemesinden dolayı, vuku bulan ayrılık cimâ'dan sonra,
meydana gelmiş olursa; kadına, mehrinin tamamının ödenmesi gerekir.
Ayrılık, cimâ'dan önce ve erkeğin
İslâmiyet! kabul etmemesi sebebi ile meydana gelmiş olursa; kadına,
yarım mehir ödenmesi gerekir.
Bu durumda, ayrıhk, kadının
müslüman 'olmaması sebebi ile meydana gelirse; kadına, metilr verilmesi
gerekmez. Tebyîn'de de böyledir,
Kitabî olan, karı - kocadan, kocanın müsîüman olması hâlinde, bunların nikâhı'baki kalır. Kenz'de de böyledir.
Ehl-i kitap olmayan karı - kocadan
birisi, dâr-i islâmda müslüman olsa veya ehl-i kitap olan karı -
kocadan, kadın müslüman olsa; nikâhın son bulmasına kadar üç 'hayız
müddeti —-cima" edilmiş olsun olmasın..— 'bekler. Kâfî'cte da böyledir.
Eğer, 'bu müddet İçinde, diğeri de müslüman olursa, nikâh hâli üzere devam eder.
Şayet, bunlar dâr-ı emânda bulunan
kimselerden olsalardı; ayrı lık, ya, islâmiyetin diğer eşe arzından
veya üç 'hayız müddetinin sona ermesinden sonra, meydana gelirdi.
Itâbiyye'de de böyledir.
Bu 'hayız, iddet değildir. Bunun içindir ki, cimâ'dan önco veya sonra olması müsâvîdir.
Ayrılık, duhûlden önce olursa; kadının, iddet beklemesi gerekmez.
Ayrılık, duhûlden sonra olur; fakat kadın harbî bulunursa, yine, iddet beklemesi gerekmez.
Kadının müslüman olması 'halinde de, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ys göre, cevap yine aynıdır.
Şayet kadın, yaş bakımından küçük
olması veya yaşlılığı sebebi ile hayız görmüyorsa, üç 2y müddetle
bekler. Bahru'r - Râsk'ta da böyledir.
Kadın müslüman olur; kocası ise
müste'rnen[76] olarak çıkarsa, üç hayız geçene kadar bu kart - koca
ayrılmaz. Bu zimmîye, müslüman olması teklif edilir. Eğer, islâmı kabûi
ederse, karısı iie araları, tefrik edilmez.
Keza, koca müslüman olduktan
sonra; karısı"zımmî olarak çıkmış bulunsa; bu kadın, üç hayız
geçmedikçe kocasından ayrılmış olmaz. Üç hayız geçtikten sonra, b-j
kadın, kocasından ayrılmış olur. İmâm Ebû Halîfe (R.A.) ile İtrân
Muhsmmed (R.A.)'e göre, bu ayrılık, talâk sebebi ile vâki olmuş olur-
Siycr-i Kebîr'de, böyle zikredilmiştir. Serahsî'nin Muhıyt'inde de
böyledir.
Burada, ayrılığın sebebi, vatanların ayrı oluşudur; esirlik değildir.
Hatta, kan - kocadan birisi, dâr-ı
harbten, müslüman veya zımmî olarak çıkıp; dâr-i islâma gelmiş olsa;
aralarında, ayrılık vuku bulmuş olur. Tebyîn'de de böyledir.
Bir harbî, müste'men olarak bize
(dâr-i islâma) gelse ve zimmeti (= zimmîîiği = İslâm vatanının, gayr-i
müslim vatandaşı olarak, yaşamayı) kabul etse, vatanları ayrılmış olduğu
için, karısı ile boşanmış olur.
Bir harbî kan - kocadan bîri, esir edilmiş olsa, yine, bu sebeple, birbirlerinden ayrılmış {boşanmış} olurlar.
Harbî bir karı - kocanın, her
ikisi birden esir ediîirlerse, araia-nnda ayrılık (boşanma) söz konusu
olmaz. Bunlar, karı - koca olarak kalırlar. Sİrâcü'l - Vehhâc'da da
böyledir.
Bir harbî, müste'men olarak dar-i
isiâma gelse veya bir müsiüman müste'men olarak dâr-ı harbe gitse;
bunların, kanlan ile aralan tefrik edilmiş yâni boşanmış olmazlar.
Kâfî'de de böyledir.
Keza, ehi-i bağl erasından çıkıp,
ehl-I adlin arasına gelenlerin veya bunun tersini yapanların da, aralan
tefrik edilmez. Yani, böyle yapanlar da, karılarından boşanmış olmazlar.
Tebyîr.'de de böyledir. Bir müsiüman, dâr-ı harbte, harbi olan, ehl-i
kitap bir kadınla evlendikten sonra; bu kadını orada bırakıp, kendisi
çıkmış olsa; bize göre, o kadını boşamiş olur. Ancak, kadın, kocasından
önce, buradan çıkmışsa; 'boşanmış olmaz. Zahîriyye'de de böyledir.
Dâr-ı harbten çıkıp, dâr-i ıslama hicret eden, zımmî veya müsiüman bir kadın, iddet beklemeden nikâhianabilir.
Keza, dâr-i Islama geldikten sonra
müsiüman olan veya burada zımmî oiarak bulunan bir kadınla da, iddet
beklemeden nikâhlanrla-bilir. Bu, İrhâm-i A'zany (R.A.)'ın kavlidir,
İmâmeyn'e göre ise bu durumdaki kadının, iddet beklemesi gerekir.
Tebyîn'de de böyledir.
Nikâhı altında, iki kız kardeş
bulunan veya beş karısı olan bir kimse, karıları ile birilkte esir
edilseler, İmâm-ı A'zam (R.A.) Üs imâm EbO Yûsuf (R.A.)'a göre,
bunların, hepsinin de nikâhları geçersizdir. Bunların, bir akidle veya
ayrı ayrı akidlerîe nikahlanmış olmaları arasında da, bir fark yoktur.
Nikâhı altında, İki kız kardeş
veya beş kadın bulunan bir kâfir, karıları ile birlikte müsiüman olsa;
eğer iki kız kardeşin nikâhları ayrı ayrı akidîerle yapılmışsa; nikâhı
öncs akdedilmiş olan kız kardeşim.
veya bes kadından, nikâhı önce
akdedilmiş olan dördünün nikâhı, sahih olur. Diğerlerinin nikâhları
ise, bâtıldır. (= geçersizdir).
Bunlar, bir akidle nikâhianmrşlarsa veya ehl-i zimmetten iseler, hilâfsız olarak,'hepsinin de nikâhları ibâtrl olur.
Ancak, müsiüman olmadan önce, kadınlardan bîri ölür veya bo-şamrsa, kalan dört kadının nikâhı sahih olur.
İmâm Ebû Hanîfe {HA.} ile İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, bunlar. e'hH kitap olsalar da, hüküm köyledir. Itâbiyye'de de böyledir.
Bir hatibi ile birlikte, dört
karısından ikisi, esir olursa, bu iki kadının nikâhı, fâsid olmaz.
Dâr-ı harbte kalan iki karısının nikâhı İse, batıl olur. Siraciyye de de
böyledir.
Bir harbî, 'bir anne ile kızını
nikahladıktan sonra müsiüman olsa; bunları, bir akidle nikâhlamışsa,
ikisinin nikâhı da bâtıl olur. Ayn ayrı akidlerîe nikâhlamişsa, önce
aktedilen nPkfih caiz; diğeri ise, bâtıl olur.
Bu- hüküm, erkeğin, bu kadınlardan hiçbirine cima' etmediği zaman geçerlidir.
Şayet, bu şahıs, iki kadına da cima1 etmişse, —bil - icmâ'— ikisinin d« nikâhı, bâtıldır.
Bu şahıs, İlk nikanlandığına cima'
ettikten sonra, ikinci kadını nikahlamış ve buna cima etmemişse, bu
durumda, önceki kadının nikâhı, bil - icmâ1 caiz; sonrakinin nikâhı ise,
bil - icmâ1 batıldır. Be-dâi'de de böyledir.
Şayet, bu şahıs, birinci karısına
cima' etmeden ikinci karısına cima' etmişse; bu durumda ilk kadın,
ikinci kadının kızı ise: her ikisinin nikâhı da bil - ittifak bâtıl
olur.
Eğer, önce, anayı alıp, ona cima'
etmemiş ve sonradan, onun kızını almış ve ona cima' etmişse, İmâm Ebû
Hanîfe (R.A.) ve İmâm Ebû Yûsuf '((R.A.)'a göre. 'bu durumda, 'her
ikisinin de nikâhları bâtıldır.
Ancak, 'bu kimsenin, kızı, yeniden
nikahlaması helâl ölür; anasını nikahlaması ise, 'helâl olmaz. Sİrâcü'l
- Vehhâc'da da böyledir.
'Karı - kocadan birisi îrtîdât
etse (= islâm dininden çıksa); bu durumda, talâksız 'olarak ayrılık
vuku' bulmuş oiur. Bu 'hâlin, cimâ'dan önce veya sonra oimasr arasında
da, bir fark yoktur.
Koca, —cimâ'dan sonra— irtidât
etmişse, mehrin tamamını ödemesi gerekir. Cima1 etmeden, irtidat
etmişse, mehrin yarısını ödemesi gerekir.
Kadın, —cimâ'dan sonra— irtidat etmişse, mehrinîn tamamını alır. Cimâ'dan önc-e irtidat etmişse, kendisine mehir verilmez.
Karı - koca, ikisi birden irtidat
edip, 'bilâhare tekrar, —beraber-ce— müslüman oiuriarsa, istihsânen
önceki nikâhları özerine devam ederler.
Birlikte irtidat etmelerine rağmen, birisi, daha önce müslüman olursa; bu karı - koca, tefrik edilir. Kâfî'de de 'böyledir.
Bunlardan hangisinin, önce irtidat
ettiği bilinmezse; !her ikisinin, birlikte irtidat ettiklerine
'hükmedilir. Zahîriyye'de de böyledir.
Bir kadın, kocasına öfkelendiği
için, lisanından küfür söz çıkarmışsa veya nefsini kocasının nikâhından
çıkarmak yahut onun mehir ödemesini gerektirmek için, küfür söz
söylemişse; bu kadın, kocasına haram olur. Bu kadın, yeniden İslama
dönmesi için zorlanır. Bu kadının nikâhını tazelemek ve 'bir tek
dirhemle bile olsa, onu razı etmek gerekir.
Bu kadın, kocasından başka bir
kocaya gidemez. Hinduvânf: «Biz bu kavli alırız.» demiş, Ebü'I-Leysde
'böyle söylemiştir. Timurtâşî'de de böyledir.
Müslüman olan bir şahsın, nikâhı
altında, 'bir kitabî bulunur; sonradan da bu adam, irtidât ederse;
karısı boş olur. Serahsî'-nin Muhiyt'inde de böyledir.
Çocuk, din bakımından, anne ve
babasından hangisi hayirlı ise, ona tâbi olur. Bu hüküm, bu baba ile
snnenin aralarında, vatan bakımından ayp'ık olmaması halindedir. Meselâ
: Hep 'birlikte dâr-i is-lâmda veya dâr-i harbte 'bulunmaları gibi...
Çocuk, küçük yaşta iken, dâr-i
islâmda bulunur; babası -da, dâr-i harbte müslüman olmuş oiursa, bu
çocuk, babasına tâbi olarak müsİüman sayılır. Çünkü, çocuğun 'babası,
müslüman olmakla hükmen, dâr-i islâm ehlinden olmuştur.
Fakat, çocuk dâr-i 'harbte
'bulunur; 'babası ise, dâr-i islâmda müslüman oiursa; bu durumda, çocuk
babasına tâbi olarak müslüman olmuş sayılmaz. Tebyîn'de de 'böyledir.
Mecûsîior, ehl-i kitaptan daha şerlidirler. Kenz'de de böyledir.
Karı - kocadan biri kitap ehli, diğeri mecûsî olursa, çocuk kitabi olur
Bir müslüman erkek, kitabî bir kadınla evlenebilir.
Kitabîlerin kestiklerinin, yenilmesi de'helâldir. Gâyetü's - Sürûci'-de de böyledir.
Bir müslüman, tıırlstiyan bir
kadını nikahladıktan sonra, ner ikisi birden mecûsî olsalar; İmâm Ebû
Yûsuf (R.A)'a göre, bunların araları tefrik edilir, İmâm Muhammûd
{R.A.)'e göre ise, tefrik edilmez. Zahîriyye'de de böyledir.
Keza, bir müslüman, hiristiyan bir
kadını nikahladıktan sonra; ikisi birden yahudi olsalar, bil - ittifak
araları tefrik edilir. Bu ayrılığın sebebi ise; özellikle, kooa,
tarafından gelmiş olur. Sirâcü'l-Vehhâc'da, da böyledir.
Bir müslüman, anası-babası
müslüman olan, küçük yaştaki bir kız çocuğunu nikahladıktan sonra; bu
kızın, ana-babası irtidat etse; bu durumda kız, kocasından boş 'olmaz.
Ancak, bunlar, hep birlikte, dâr-i harbe iltihâk edererse, kız boş olur.
Bu ana - babadan birisi, İslâm
yurdunda müslüman veya mürted olarak öldükten sonra, diğeri, irtidat
ederek dar-i harbe iltibak etse; bu durumda da, kız, kocasından boş
olmaz. Serahsî'nin Muhiyt'inde de böyledir.
Bir müstümamn nikâhı altında
bulunan, küçük bir hıristiyan kızın babası, mecûsî olsa; anası ise,
hıristîyan olarak ölse; bu müs-lümanın 'karısı, boş olmaz. Serahsî'nin
Muhıyt'inde <te böyledir.
Bir müslüman, küçük yaştaki,
kendisi ve anası - babası hıris-tiyan bir kızla evlenmiş ve bu kızın
nikâhı da Hıristiyan olan babası tarafından akdedilmiş olsa; sonra da,
kızın ana - babasından birisi mecûsî olup, diğeri Hıristiyan olarak
kalsa; bu müslümamn nikâhlısı bulunan, küçük kız, boş olmaz
Fakat, ;bu kızın, anası ve babası,
beraberce, mecûsî olsalar ve kız da hâli üzere -kalsa; bu durumda,
dâr-i harbe gitmeseler biie, kız, kocasından boş olur. Bu kıza, az veya
çok, bir mehir vermek de gerekmez.
Keza, bir müslümamn, nikâhı aitmda
'bulunan, babası-anası me-cûsfliğe geçmiş, küçük 'bir kız, deii olarak,
'bulûğa ermiş olsa; bu durumda da, kız, kocasından boş olur. Çünkü, bu
şekilde, —matuh — olarak bulûğa ermiş olan kız, ana - babasına tâbidir.
Bu kızın, müs-iüman olduğu, söz konusu olamaz. Bu kadın, bu durumda,
yaşça küçük, kız çocuğu menzilindedir.
Müslüman ve 'bulûğa ermiş bulunan
bir kadın, bilâhare aklını kaybetse ve bu halde iken babası bu kadını
nikahlamış olsa; —ana baba müslüman ise — bu nikâh caiz olur.
Bundan sonra; bu kadının, ana-babası irtidat edip, dâr-ı harbe gitseler bile, bu kadın, yine, kocasından boş olmaz.
Yaşî küçük olmasına rağmen, islâma
aklı yeten; onu anlayıp an-lalatabilen b/r kız; sonradan aklını
yitirmiş olsa bile, müslüman menzilinde olur.
Bir müsiüman; kendisi ve ana -
babası 'Hıristiyan olan bir kızı nikâhiasa; bu kız büyüdüğü zaman,
dinlerin mâhiyetine aklı yetmese ve onları snlayıp anlatamasa; bu
durumda, bu kız da, matuh (= bunak, deli) saydır ve kocasından boş
olur.
Keza, müsîüman olan küçük bir kız;
bulûğa erdikten sonra, İslama skıl erdiremeyip onu anlayamasa ve
anlatamasa; bu kız, matuh olmasa bile, kocasından boş düşer. Muhiyt'te
de böyledir.
Bu kız, cimâ'dan önce, bu duruma düşmüşse; kendisine me-
hir verilmez. Cimâ'dan sonra bu hâle gelmişse, mehr-I rnüsemmâsı verilir.
Bu durumdaki 'bir kadının yanında,
Allahu Teâlâ'nm bütün sıfatları zikredilir ve ona : «Böyl-e midir?»
denilir. Eğer: «Evet», derse, bu kadına, müslüman gibi hükmolurıur.
Eğer, bu kadın ; «Biliyorum ve anlatabilirim.* der; fakat snlat-mazsa, kocasından boş olur.
Ancak: «Biliyorum, fakat
anlatamıyorum.» demesi halinde İse, ihtilâf edilmiştir: Şayet, islâma,
aklı yettiği halde, onu anlatamıyor-sa; bu durumda, kocasından boş
olmaz.
Şayet, mecûsîliği anlatırsa; İmâm
Ebü Hanîfe (R.A.) ile t mâ m Muhammed (R.A.)'e göre, bu kadın,
'kocasından boş olur. İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) ise, bu kavl-s muhaliftir.
O'na göre, 'bu mes'ele, sabinin İrtidadıdır. Kâfî'de de böyledir.
Defalarca irtidat edip, her
seferinde de tekrar müslüman olan ve nikâhın! yenileyen bir kimsenin
karısı. —ikinci bir kocaya gitmeden — kendisine helâl olur.
İrtİdad edip, dâr-i harbe gitmiş olan, bir kadının kocası, bu kadından başka, dört kadın daha nikâhhyabilir.
Bir kimse, bir kadını nikahladığı
halde, ona cima' etmeden, gizlense; bir habere! de, bu kadının irtidat
ettiği haberini getirse; bu haberi getiren kimse; hür, köle veya iftira
etmekten ceza'lanmış birisi bile olsa; sözüne inanılır. Bu adam da,
irtidat eden bu kadından başka, dört kadın daha nikahlayabilir.
Bu haberi getiren kimse .doğru bir
şa'hıs olmadığı halde; bu sözünün doğruluğuna kanaat getiriliyorsa; bu
koca, yine — irtidat edenden başka—dört kadın — daha — alabilir.
Ancak bu adamın, bu hususta da yalan "söylediği kanaatine va-nlıyorsa; bu durumda, üç kadından fazlası nikâh edilemez.
Şayet, 'bu kadına, kocasının
irtidat ettiği haberi verilirse; iddeti . tamam olduktan sonra, bu
kadın, kocaya gidebilir. Bu 'hüküm, müs-tahsen rivayete göredir. Siyer
rivayetine göre, bu kadın kocaya gidemez.
Şemsü'l - Eimme Serahs!: «Esah
olan, müstahsen görülen rivayettir.» demiştir. Fetâvâyî Kadîhân'ın itdet Babı'nda da böyledir.
Sarhoş olduğundan dolayı aklı
gitmiş olunan, bir kimse; irtidat etmiş bulunsa, karısı 'boş olmaz,
istihsan da böyledir. Sirâcü'l -Vehhâc'ın iddet Faslında da böyledir.
[77]
11- KASM [78] ÎLE İLGİLİ MES'ELELER
Birden fazla karısı olan, bir kocanın, kanları ardamda, oda-let ve eşitlik tesis etmesi icabeder.
Bu adalet ve eşitlik; sohbet ve
yoldaşlık etmek için, yanlarında —eşit ölçüde— gecelemek gibi, kocanın
gücünün yettiği hususlarda aranır.
— Eşit ölçüde— sevmek ve cima'
etmek gibi, kocanın gücünün hâricinde olsn hususlarda ise; adâiet ve
eşitlik aranmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bu 'hususta, hür i!e köle arasında da, bir fark yoktur. Hulâ-sa'da böyledir.
Kocanın; yeni veya eski; kız
veya'dul; sıhhatli veya hasta; hayrzlr, njfaslı, gebe veya bu 'halleri
'bulunmayan yahut rla yaşça küçük veya büyük olan kanlan arasında da,
bu eşitliği gözetmesi gerekir. Tebyîn'de de böyledir.
Kocsmn; müstüman veya ehî-i kitap olan kantarı arasında
aynı şekilde eşitliğe riâyet etmesi lâzımdır. Sirâcü'i - Vehhâc'tia da böyledir.
Sıhhatli, hasta; cima'dan âciz,
'bulûğa ermiş, mürâhık, müa-füman veya zımmî olan kocalar da, kasm (=
karılarına eşit davran-.ma) hususunda müsavidirler. Fetâvâyi Kâdîhân'da
da 'böyledir
Bir şahsın, fkj karısından birisi,
hür müslüman veya hür zımmî; diğeri ise, câriye, mükâtehe, müdebbere
veya ümm-ü veled olursa; bu durumda, hür olanların, diğerlerinin iki
misli 'hakkı vardır.
Meselâ : Hür olan kadının, iki gün, iki gece; diğerinin ise, bir gün, bir gece hakkı vardır. Hulâsa'da da böyledir.
Bir koca, câriye oian .karısının
yanında bir gün kaldıktan sonra, onu azâd ederse; hür olan 'karısının
yanında da, bir gün kalır.
Keza, bu koca, hür olan karısının
yanında bir gün kaldıktan sonra; câriye olan karısını azâd etmiş olsa;
özür (= sebep) ortadan kaîk-mış olduğu için, azâd ettiği, karısının
yanına gider. Tebyîn'de de böyledir.
İdaresi altında bulunan ve mülkü oian cariyeler arasında, kasme riâyet lâzım gelmez. Bedâi'de de böyledir.
Kasm'de, gece esastır.
Kadına, kendi gününün dışında,
cima' etmek, uygun değildir. Bir kocanın, ihtiyaca binâen, —-o gece
sırası oimayan— hanımına, gündüz cima' etmesinde, bir beis yoktur.
Koca: hasta olan karısının izni
ile, onun yanında geçirmesi gereken geceyi, başka karısının yanında
geçirebilir. Ancak, şifa buluncaya veya ölünceye kadar, onun yanında
durabilir. Cevheretü'n Neyyî-re'de de böyledir,
Kasm nöbetinin, başlangıcını ve miktarını tayin etme 'hususunda, koca serbesttir. Tebyîn'de de böyledir. •
Koca, nöbet tayin etmeden,
kanlarından birinin yanında bir müddet kaldıktan sonra; diğer karısı
dava açar ve hakimin, adaletle, eşitlikle 'hareket etmesini emretmesine
rağmen; koca, buna riâyet etmez de; karısı, tekrar dava ederse; 'hakim,
kocayı cezalandırır ve aynı şekilde, adaletle davranmasını emreder.
Bu koca, karısının, ilk
şikâyetinden önce veya sonra; diğer karısının yanında, — devamlı —'bir
ay kalmış olur ve kadın da, tekrar şikâyet ederse; hâkim, 'bu kocaya,
bundan sonra adalet ve eşitlikle davranmasını emreder. Şikâyetçi kadın,
kocasının, diğer kadının, yanında kaldığı kadar da, kendi yanında
kalmasını isteyemez.
Koca; karısının 'birinin nöbetinde, onun izni ile, diğer bir karısının yanında, fazladan kalabilir. Bu caizdir.
Bu koca; istediği zaman, izin vermiş bulunan karısının yanma, dönebilir. Fetâvâyî Kâdîbân'da da böyledir.
Bir kimsenin, kanlarından biri,
kendi nöbetini, diğer kadına verebilir. Bu kadın, bu hibesinden,
istediği zaman vazgeçme hakkına da sahiptir. Srrâcü'İ - Vehhâc'da da
böyledir.
Kadınlardan birinin, diğerini;
hakkından vazgeçmeye, razı etmek için, gayret sarfetmesi de caizdir.
Hakkından, bu şekilde, vazgeçmiş 'bulunan kadın da, bundan geri
dÖnebiHr. Cevheyetü'n - Neyyire'de de böyledir.
Keza, kadınlardan birinin,
kendisine, daha fazla vakit ayırması için, kocasına, mal vermeyi veya
mehrini azaltmayı şart koşması da, batıldır. Böyle bir şey, vuku'
bulmuşsa-; kadın, malım geri alır, Huîâsa'da da böyledir.
Keza, koca; nöbetini, diğer
karışma vermesi için, kanlarından birine veya kadınlardan birisi,
nöbetini, kendisine devretmesi için, diğer kadına, mal verse; bu
mallar, geri verilir. Çünkü, böyle yapmak caiz değildir. Taterhâmyye'de
de böyledir,
Sadece 'bir karısı, bulunan, bir
kimse, —gece kâim; gündüz sâim, denilecek şekilde— dâima ibâdetle meşgul
olsa; karısı da, bu durumu, hâkime haber verse; hakim ona; peçe
karısının yanında yatmasını, gündüz de, iftar etmesini emreder.
İmâm Ebû Hanîfe (R.A)'ye göre,
—.bu— koca, bir gün, bir gece karısının yanında kalır. Üç gün. tfç gece,
de, kendi istediği şeyleri yapar. Sonra, yine, karısına döner.
Bu kocaya, kadının hukukuna riâyet
etmesi onunla ülfet ve sohbet etmesi; bu halin de geçici olmaması
emredilir. Fetâvâyi Kâdîhân'-da da böyledir.
Sahih olan, budur. BahruV - Râik'tG da böyledir.
Mürtekâ'da : «İki karısı ve
bunlardan başka, ürnm-u veied-leri, cariyeleri bulunan bir kimse;
.karılarının yanında birer gece, birer gündüz; diğerlerinin, —toplamının
— yanında ise, iki gece, iki gündüz kalır.
Şayet, bu şahsın, dört karısı
olursa; her karısının yanında, bir gece bir gündüz kalır, câriyferine
İse, gün ayırmaz. Onların yanlarında, gelip geçecek kadar kalır.
Fetâyâyi Kfidlhfin'da da böyledir.
Yolculuk esnasında, kasmcâri değildir.
Koca, sefere (= yolculuğa)
çıkarken, karılarından, bir kısmını, yanında götürebilir. Bu kocanın,
hangi karısını, yanında götüreceğini kurra ile tesbit etmesi evlâdır.
Çünkü ,'böyle yapmakla, kadınların gönlü hoş tutulmuş —ve koca,
karılarından birine kalben mütemayil olma töhmetinden kurtulmuş — olur.
Yolcuiuk bitince, koca ile
birlikte yola çıkmamış olan kadının; kocasının, yolculukta geçen müddet
kadar, kendi yanında kalmasını, talep etme hakkı yoktur.
Bir karısı olduğu tıalde, onun
üzerine, bir kadın daha almak İsteyen, fakat bunların arasında,
adaletle davranamıyacağından korkan kimsenin, ikinci defa evlenmesine,
ruhsat yoktur. Ancak, böyle bir korkusu olmayan kimse, evlenebilir.
Fakat, ikinci defa evienmemek,
daha evlâdır. Böyle yapan kimse, İlk karısını üzmemek için,
evlenmemesinden dolayı me'cûr (= ecir ve sevabı verilmiş) olur.
Sirâciyye'de de böyledir.
Birden çok karısı olan kimsenin;
öpme, sevme, cima1 ve îstimta'da da, kanları arasında, eşitliği
gözetmesi, —vacip değil— müstehaptır.
Cariyelere ve ümm-ü veledlere de( adaletli ve eşit davranmak, müstehaptır; vacip değildir. Fethu'l • Kadîr'de de böyledir. [79]
Bu Konu İle İlgili Diğer Bazı Mes'eleler
Bir şahsın, iki veya daha fazla
karısını bir evde toplaması caiz değildir. Ancak, kadınların, bu duruma,
razı olmaları hâli müstesnadır. Bu hüküm, kân - kocanın, bir bîri ile
yalnız kalmalarının, gerekliliğinden dolayıdır.
Kumaların (== bir şahsın nikâhı .altında bulunan kadınların), kendi rızaları ile, bir evde toplanmaları da, mekruhtur.
Birinin yanında, diğerine, cima'
yapmak hoş bir şey olmaz. Hatta koca; bu durumda, cima' yapmak istediği
'halde, kadın, bu teklifi' kabul etmese; imtina etmesinden dolayı,
cezalandırılmaz. Bu mes'elelerde, görüş ayrılığı yoktur.
Kocanın, hayız, nifas ve cünüplükten dolayı, gusletmesi için, karısına baskı yapma hakkı vardır.
Ancak, kadın zimmî ise, kocası,
onu, gusletmesi hususunda, zorlayamaz. 'Ancak, etek tıraşı ve
temizlenip, koku sürünmesi hususunda zorlayabilir. Bahru'r - flâık'ta da
böyledir.
Koca, karısının, kokusu kendisine hoş ge'Imiyen ve eziyet veren şeyleri yemesini, yasaklayabilir.
Koca, karısının, İplik eğirmesini de yasaklayabilir.
Keza,'koca, kokusu, kendisine eziyet veren; yeşil kına ve benzeri gibi zînetleri de yasaklayabilir.
Koca; karısını, istediği zfneti,
yerine getirmediği; — ş-er'an-—temiz olduğu halde, dâvetine icabet
etmediği; namaz kılmadığı ve namazın şartlarını yerine getirmediği için
dövebilir. Fethu'l - Kadîr'de de böyledir
Bir sdamın, namaz kılmayan, 'bir kansı olsa: kocası. — mehri-nî ödemeye gücü yetmese bile—, onu.boşaya'bilir.
Kadının; kocasının izni olmadan, ilim meclisine gitmeye, hakkı ur.
yoktur
Kadının, mühim bir mes:elesi
varsa; bu mes'elenin hallini'biliyorsa, kendisi, —çözümünü— söyler.
Bilmiyorsa; bir âlime sorar ve cevabı, karısına getirir.
Kocası, bu mes'eleyi bilmez ve bilen birine de, sormazsa; bu durumda, kadının, çıkıp; o mes'eleyi sorarak öğrenme hakkı vardır.
Bir kadının, babası kötürüm olsa;
kocası da, kadını, gidip, babasına bakmaktan, men etse; babası,
müslüman da olsa; kâfir de olsa; kadın, kocesına karşı gelerek, gidip;
ona bakabilir
Bir şahsın, — kocası olmayan —
genç bir anası olsa; bu oğu!, anasının, düğün yemeğine veya bir musîbet
yerine gitmesine, mani olamaz.
Ancak, Oğul; anasının, 'bir
kötülük için gittiğini, iyice bilirse; bu durumda, hâkime müracaat
edilir. Eğer, hakim; oğlana, anasını men etmesini, emrederse; bu
durumda, oğlu; anasını, bu gibi yerlere gitmekten, men edebilir.
Kâfî'de de böyledir.
Bir kimse; Kûfe'de, dört kadın
nikâhlasa; sonra da, bunlardan birini, — boşadığım— açıklamaksızm
boşasa, bilâhare, —önceki — kadınlardan birini daha boşasa ve Tâif'te
(bir kadın daha nikahladıktan sonra; bu şahıs, bu kadınlardan ihiç
birine cima' etmeden ölse; bu durumda, Tâif ii kadına tam fnetıir;
Mekke'M kadına, mehrin, sekizde yedisi; Küfe'li olanlara ise, möhrin
sekizde biri verilir, '^ûfe'li kadınlar; bu sekizde feir metin,
aralarında, müsâvî olarak, taksim ederler.
Bir kimse; bir akidle, bir kadın;
başka bir akidle iki kadın ve başka bir akidle ds üç kadın aldığı halde;
bu akidlerin, 'hangisinin önce yapıldığını bilmese; tek başına,
nikahlanmış bulunan kadının nikâhı, yakîn sebebi ile sahihtir. Üç
kadının mı, iki kadının mı, nikâhlarının önce akdedildiği hususunda,
kocanın sözüne itibar edilir. Serahsî'nin Muhıyt'inde de böyledir.
Bir kimse; farkında olmadan ve
öncelik sıralarını da bilmeden, ayrı ayrı sözleşmelerle, bir ana ile,
onun iki kızını nikahlamış; hiç bir açıklama yapmadan ve hiç biri ile
«imâ' etmeden ölmüş olsa; bu durumda, kadınların üçüne birden,
müştereken, tam bir mehir verilir. — Bu adamın, başka karısı yoksa — bu
kadınlar; bu satışın, karılarına isabet eden mirasın tamamını lalırlar.
Bu hususta, ihtilâf yoktur. Ancak, bu malın, bu kadınlar arasında, nasıl
taksim edileceği 'hususunda ihtilâf edilmiştir.
İmâm-s A'zam [R.A.)'a göre; anaya, mehrin de, mirasın da yansı verilir.
İmâmeyn'e göre, bunlar; bu kadınlar arasında, üçe bölünerek taksim edilir.
Şayet, anayı ayrı; iki kızı ayrı, nikâh etmiş olsaydı; bil - ittifak, bunların hepsi, ananın olurdu.
Şayet, bu kimse; bir kadın ile,
onun kızını ve anasını veya bir Jw dm ile onun anasını ve anasının kız
kardeşini nikahlamış olursa; me-hir ve mîras. aralarında, bil - ittifak,
üçte bir oranındaki hisseler halinde, taksim edilir. Sahih olan,
budur. Fethu'l - Kadîr'de de 'böyledir
Bir kimse; bir akidie üç kadın;
'bir akidle, bir kadın ve yine, bir akîdie bir kadın nikâhlasa;
fakat, bu akidlerden hangisinin önce yapıldığını bilmese; üç kadına, bir
mehir ve bir mehrin yarısı; yalnız kadınlar için de, yine, bir buçuk
mehir verilir.
Keza, bir kimse, bir akidle, bir;
bir akidld, iki; bir akidle, üç; bir akidie de, dört kadın
nikâhkladıktan sonra; hangi akdin, önce yapıldığı bilinmeden, ölse;
bunların hepsi için, üç mehir ve buna ilâve olarak da, yarım mehir
verilir.
Bu nısıf (= yarım) mehrin, dörtte üçü, dört kadına; dörtte biri ise, üç kadına verilir.
Mehirierden, biri; dört kadına,
iki südüs ve bir nısıf üç kadına da, İki südü ve bir nısıf iki kadına
da, bîr südüs şeklinde taksim edilir.
Kalan iki, mehir ise; üçe bölünür ve her gruba, biri verilir.
Dört kadının, hissesine düşen de, aralarında eşit olarak taksim edilir.
Tek kadın, bu dört kadına isabet
edene, sıkıntı olmaz. Fakat, üç kadının hissesine, isabet edenin,
sekizde birini) alır. Geride kalanı ise, bunlar aralarında eşit olarak,
paylaşırlar.
İki kadına, isabet eden mehrin,
altıda birini, bu tek kadın alır. Kalan kısmı ise, iki kadın,
aralarında, eşit olarak taksim eder. Bu, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un
kavline göredir,
İmâm Muhammed [R.A.)'e göre; dört kadına bir mehir ve bir mehrin üçte biri verilir.
Üç kadına, bir mehir verilir.
İki kadına ise, bir mehrin üçte ikisi verilir.
Bir kimse; bir akidle, dört kadın;
bir akidle d-e, üç kadın nikâhlayıp; bunlardan birini boşadiktan sonra,
öise; bu kadınların hepsine birden, üç mehir verilir. Mebsût Şerhi'nde
de böyledir. [80]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/255.
[2] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/255.
[3] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/255.
[4] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/255-264.
[5] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/264-265.
[6] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/266.
[7] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/266-273.
[8] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/274.
[9] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/274-275.
[10] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/275-281.
[11] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/281-285.
[12] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/285.
[13] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/285-286.
[14] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/286-287.
[15] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/287-292.
[16] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/293-294.
[17] İstibra Nikâhla alman bir dulun gebe olmadığına kanaat getirmek için bir hayız görünceye kadar ona yaklaşmaktan çekinme.
[18] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/294-297.
[19] Mülk-i yemin: Bir kimsenin, mülkiyeti altında bulunan câriye veya köle.
[20] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/297-300.
[21] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/300-301.
[22] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/302.
[23] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/302-304.
[24] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/305.
[25] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/305-306.
[26] Mevle'i - müvâîât: Akitte
tesis edilmiş velayet (— Velilik) Bu husus, umumiyetle nesebi
gayri sahih olanlar için söz konusudur.
[27] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/306-307.
[28] Mültekıt: Babası, anası meçhul; sokakta bulunmug.
[29] Ğaybet-i münkatıa = Sürekli olan, sonu gelmeyen bir şekilde, kayıp olma hâli.
[30] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/307-315.
[31] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/315-3225.
[32] Bu babda, bahsi geçen .küfüv
(= denklik), sadece, nikah konusunda geçerli olan bir denkliktir.
Konunun dikkatle incelenmesi ve değerlendirilmenin, sadece, bu açıdan
yapılması gerekmektedir. (İ.K.)
[33] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/326.
[34] Burada nesebten maksat,
nesil, soy demektir. Denklik konusu anlatılırken, «şu, şuna denktir.»
veya «denk değildir.» şeklindeki hükümler, özellikle ve sadece, nikAh
konusu ile ilgilidir. Yoksa, bir soyun diğer bir soydan üstün veya
aşağı olduğu hükmünü vermek için değildir. Malumdur ki, fslâmda,
üstünlük ölçüsü, ancak takvadır. Allah indinde, en mükerrem olan, en
auttaki olandır. Peygamber (S.A.V.1 Efendimizin, Veda Hutbelerinde,
beyan buyurdukları gibi: Arabın, arap olmayana; arap olmayanın da,
araba bir üstünlüğü yoktur; üstünlük takvadadır. (İ.K)
[35] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/326-327.
[36] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/327-328.
[37] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/328-329.
[38] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/329-330.
[39] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/330-331.
[40] Bununla beraber, bu hususta
sabit ve devamlı bir kaide tayin etmek kabil değildir. Çünkü:
San'atîaraı ve geçim vasıtalarının değeri, zamana ve mekâna göre
değişir. Bir memlekette veya bir asırda, makbul olmayan, san'atlardan,
sayılan bir meslek, başka bir memlekette veya başka bir asırda, makbul
ve üstün san'atlardan sayılabilir. Bunun, tersinin vuku bulmsı da
mümkündür. Bundan dolayıdır ki, bu hususta örf ve teamül ile, zamanın
telakkilerini de nazar-ı dikkate, almak lâzun gelir.
[41] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/331-332.
[42] Bu ve benzeri cümlelerde geçen «zamanımız» İfadesi ile, bu esefin te'lif edildiği hicrî il. asır kasdediîmektedir.
[43] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/332-340.
[44] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/341-2595.
[45] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/359-260.
[46] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/362-3668.
[47] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/366-368.
[48] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/368-375.
[49] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/375-376.
[50] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/377-382.
[51] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/382.
[52] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/382.
[53] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/382-383.
[54] Kür: Irak bölgesinde kullanılan ve takriben altı eşek yükü kadar (veya 70048 dirhem civarında) bir ölçü birimi.
[55] Rıtıl: Bir okkanın üçte
birine muâdil, eski bir mâl ölçeği 330 dirhemlü ntla rıtl-ı IrâJd: ntl-j
Bağdadî; 195 dirheralik rıtla da, ntl-ı hlcâzi denir.
[56] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/383-387.
[57] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/388-392.
[58] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/392-400.
[59] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/400-401.
[60] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/401-402.
[61] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/402-404.
[62] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/404-411.
[63] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/411-422.
[64] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/422-430.
[65] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/430-433.
[66] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/433-434.
[67] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/434-438.
[68] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/438-442.
[69] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/443-446.
[70] Bütün fıkıh kitaplarında
geçen ,bu ve benzeri hükümler, umumiyetle, İhtilaflı konulardır. Bu
şekilde söyleyenler olduğu gibi, aksini iddia edenler de vardır. Bundan
dolayı, bu gibi hükümlerde, ulu-orta amel etmeye kalkılmamalıdır. Bu
gibi mes'eleler, daha geniş araştırma gerektiren konulardır. (İ.K.)
[71] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/447-457.
[72] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/457-462.
[73] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/463.
[74] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/463.
[75] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/463-464.
[76] Müste'men: Eman verilmiş; kendisine zarar verilmeyeceği hususunda, teahhütte bulunulmuş; izin verilmiş kimse
[77] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/464-473.
[78] Kasm : Birden fazla kadınla
evii bulunan, bir kocanın; gücünün yettiği hususlarda sohbet ve
yoldaşlık etmek için, yanlarında gscejemek konusunda, hanımlar!
arasında adalet ve eşitliği gözetmesi demektir. (Î.K.)
[79] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/474-477.
[80] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/477-481.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder