24 Ağustos 2013 Cumartesi

TELKİN MEŞRÛDUR



Hadîs-i Şerîf:
 Muhakkak Allâhü Teâlâ, yeryüzündekilerin duâsından dolayı kabirlerdekilere dağlar kadar rahmet verir. Dirilerin ölülere hediyeleri, (duâ ve) istiğfârdır.” 
 (Hadîs-i Şerîf, Kenzü’l-Ummâl)
Hicrî:17 Şevval 1434   •Fazilet Takvim

ÖLÜ DEFNEDİLDİKTEN SONRA TELKİN MEŞRÛDUR


Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ölüyü defnettikten sonra kabrin başında durur ve “Kardeşinize istiğfar edin. Allâhü Teâlâ’dan (suallere) cevapta ona sebat isteyin. Zira o şimdi sual olunmaktadır.” buyururdu.

İhyâu Ulûm’da geçen şu hadîs-i şerîf de telkînin sünnet olduğuna delildir: Ebû Ümâme el-Bâhili (r.a.) vefat edeceği sırada şöyle dedi: Yâ Saîd! Ben öldüğüm zaman bana Resûlullah’ın (s.a.v.) bize emrettiği gibi yapın. Muhakkak Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“Sizden biriniz vefât ettiği zaman kabre defnedilip üzerine toprak konulduktan sonra, biriniz kabrinin başında ayağa kalksın ve ‘Yâ Fülan ibni fülâne’ desin. O meyyit cevap veremez, ama duyar...”
Kudûrî şerhi el-Cevheretü’n-neyyire’de “Ehl-i sünnete göre ölüye telkîn meşrûdur. Çünkü Allâhü Teâlâ ölüye kabirde hayat verir.” denilmektedir.
“Defnolunan ve mükellef Müslüman ölü hakkında telkîn verilmesi meşrûdur. Kabre defnolunmasını müteakip sâlih bir kimse kalkıp ölünün yüzüne karşı durur ve ona hitaben telkînde bulunur…”

SAĞLIK TAVSİYELERİ
Yemeklerinizi mümkün oldukça yemek vaktine yakın zamanda pişirin, pişmiş yiyecekleri bekletmeyin.
Pişirdikten sonra kalan yemeklerinizi hızlı soğutup buzdolabında muhafaza edin, yiyeceğiniz kadarını ısıtın.
Pişirip daha sonra yiyeceğiniz yemekleri, oda sıcaklığında, tezgâh ve ocak üzerinde 2 saatten fazla soğumaya bırakmayın. Yaz aylarında ise oda sıcaklığında 1 saatten fazla bırakmayın.
Dondurulmuş gıdaları asla kalorifer, soba vb. üzerinde değil buzdolabı sıcaklığında çözülmelidir.
Hicrî:17 Şevval 1434   •Fazilet Takvim

Telkin vermek sünnettir

Telkin sünnettir. Sünnete bid'at demek, helale haram demek küfrü gerektirir. Muhaddislerden imam-ı Deylemi ve imam-ı İbni Asakir’in bildirdiği hadis-i şerif şöyle:
(Kardeşlerinizden biri ölüp de, toprakla örtülmesi tamamlanınca, biriniz kalkıp kabrin başında "Ey filan kadının oğlu filan" desin! Çünkü o vefat eden kimse, "Bizi irşad et de Allah da sana rahmet etsin!" der. Fakat siz bunu duyamazsınız. Telkin veren kimse "Dünyadan çıkarken, Allah’ın birliğini, Muhammed aleyhisselamın Onun kulu ve Resulü olduğunu, Allah’ı Rab, İslamiyet’i din, Kur'anı İmam kabul ettiğini hatırla!" desin! Çünkü münker ve nekir meleklerinden biri diğerine "Gel bunun yanından çıkalım. Çünkü Hücceti kendisine telkin edilen kimsenin yanında durmamıza lüzum yok" der. [Oradaki] bir zat (Ya Resulallah annesin adını bilmezsek ne yapalım?) diye sual etti. Peygamber efendimiz (Ey Havva’nın oğlu filan dersiniz) buyurdu. (Ramuz)
İmam-ı Gazali hazretleri İhya’da, (Sad bin Abdullah, can çekişen Ebu Ümamenin ziyaretine gittim. "Ben ölünce Resulullahın emrettiği gibi [telkin verip] beni defnedin diyerek Resul-i ekremin telkin şeklini bildirmiştir) diye nakledip, yukarıdaki hadis-i şerifi bildiriyor. (c.4)
Fıkhi hükümlerden bazıları:Kabirdeki meyyite telkin vermek meşrudur. (Cevhere)
Ölüye, definden sonra telkin vermek sünnettir.
(Nur-ül yakin fi mebhas-it telkin)
Resulullah, definden sonra telkin vermeyi emretti. Kendisi de telkin verdi.
(Cila-ül-kulub)
İmam-ı Saffer
hazretleri, "Ölü kabre konunca, ruhu ve aklı geri gelir. Kendisine verilen telkini anlar. Telkin meşrudur" buyuruyor. İnaye sahibi "Hocam Kadıhan’dan işittim ki, imam-ı Merginani telkin verirdi ve telkini bize vasiyet ederdi" buyurmuştur. (Mevkuffat)

Merakıl-felah
ve Tahtavi haşiyesi’nin tercümesi olan Nimet-i İslam kitabında telkinin nasıl verileceği anlatıldıktan sonra deniyor ki:
1- Telkin meşrudur. Bu Ehl-i sünnetin kavlidir, (Mevtanıza telkin edin) hadisine göredir.

2-
Definden sonra telkin olunmaz. Bu söz, mutezilenin görüşüdür.

3-
Meyyite telkin ne emredilir, ne de nehyedilir.

Redd-ül Muhtar
ve Birgivi vasiyetnamesi’nde de, telkinin meşru olduğu ve yapılış şekli yazılı.

Tenvir-ül kulub, Mugnil muhtac, İanet-üt-talibin, Tuhfe-ül-habib, Tuhfet-ül-muhtaç
gibi Şafii kitaplarında da telkinin sünnet olduğu bildirilmektedir. Bid'at ehline vesika olması bakımından İbni Teymiye’yi öven ve ölünün işitmediğini söyleyen Alusi bile Galiyye-tül-mevaız kitabında Peygamber efendimizin telkin verdiğini ve telkin vermeyi emrettiğini bildirmektedir.

Görüldüğü gibi telkin meşrudur. Abduhçuların, İbni Teymiyecilerin bid'at demelerinin hiç kıymeti yoktur.

İşittirmek kabul ettirmek demektir
Vehhabiler, ruhun ölmediğini söyledikleri halde, Resulullah da ölüdür, işitmez, şefaat ya resulallah diyen kâfir olur diyorlar. Mecazı bilmiyorlar. Bu konudaki birkaç âyet-i kerime
 فَلَمْ تَقْتُلُوهُمْ وَلَكِنَّ اللّهَ قَتَلَهُمْ وَمَا رَمَيْتَ إِذْ رَمَيْتَ وَلَكِنَّ اللّهَ رَمَى
meali şöyledir:
(Savaşta öldürülenleri siz değil, Allah öldürdü. Attığın zaman da, sen değil, Allah attı.) (Enfal 17) Birileri, ötekileri öldürüyor, Allah, ben öldürdüm diyor, Resulullah atıyor, sen atmadın ben attım buyuruyor.
Aşağıda da kabirdekilere sen değil, ben işittiririm buyuruyor.
 صُمٌّ بُكْمٌ عُمْيٌ فَهُمْ لاَ يَرْجِعُونَ
(Kâfirler, sağır, dilsiz, kör oldukları için doğru yola gelmezler.) [Bekara 18],
 صُمٌّ بُكْمٌ عُمْيٌ فَهُمْ لاَ يَعْقِلُونَ
(Kâfirler sağır, dilsiz ve kör oldukları için, akledemezler, düşünemezler.) [Bakara 171] Yani hakkı işitmedikleri için sağır, doğruyu söylemedikleri için dilsiz, gerçeği görmedikleri için kör, denilerek hidayete kavuşmadıkları bildirilmiştir. Buradaki işitmek, kabul etmek demektir. (Beydavi)
 فِي هَذِهِ أَعْمَى فَهُوَ فِي الآخِرَةِ أَعْمَى
(Bu dünyada kör olan, ahirette de kördür.) [İsra 72]
 (Bu âyette de yaşayan ve ölen kâfirlere kör deniyor. Yoksa dünyadaki körler ahirette kör olmayacaktır. 
أَفَأَنتَ تُسْمِعُ الصُّمَّ أَوْ تَهْدِي الْعُمْيَ
(Sağırlara işittiremezsin. Körleri ve sapıkları doğru yola eriştiremezsin.)  [Zuhruf 40] Bu âyette işittiremezsin demek, sen hakkı kabul ettiremezsin demektir. Kabirlerdekilere işittiremezsin demek de, inatçı kâfirlere işittiremezsin, yani hakkı kabul ettiremezsin demektir. (Beydavi)
وَمَا يَسْتَوِي الْأَعْمَى وَالْبَصِيرُ    وَلَا الظُّلُمَاتُ وَلَا النُّورُ     وَلَا الظِّلُّ وَلَا الْحَرُورُ    وَمَا يَسْتَوِي الْأَحْيَاء وَلَا الْأَمْوَاتُ إِنَّ اللَّهَ يُسْمِعُ مَن يَشَاء وَمَا أَنتَ بِمُسْمِعٍ مَّن فِي الْقُبُورِ
(Körle gören [kâfir ile mümin] karanlıkla aydınlık [Bâtıl ile hak], gölge ile sıcak [Cennetle Cehennem] bir olmaz. Dirilerle ölüler de bir olmaz. Elbette Allah, dilediğine işittirir. Sen kabirdekilere [inatçı kâfirlere] işittiremezsin, sen sadece bir uyarıcısın.) [Fatır 19-22 Celaleyn, Beydavi] Bu âyette, kâfire kör, mümine gören, Cennete gölge deniyor. Resulullah kabirdekilere ne söyleyecek de işittirecek? Hâşâ bu abes, boş söz olmaz mı? Kabirdekileri niye hidayete kavuşturmaya uğraşsın ki? Hemen âyetin devamında, (Sen sadece bir uyarıcısın), yani vazifen kâfirleri hidayete kavuşturmak değil, sadece tebliğdir buyuruluyor. Demek ki kabirdekilerden maksat, yaşayan inatçı kâfirlerdir. (Beydavi)
 فَإِنَّهَا لَا تَعْمَى الْأَبْصَارُ وَلَكِن تَعْمَى الْقُلُوبُ الَّتِي فِي الصُّدُورِ
(Kâfirlerin gözleri değil, göğüslerindeki kalbleri kördür.) [Hac 46]
Cenab-ı Hak burada kâfirlerin gözleri değil, basiretlerinin kör olduğunu açıkça bildiriyor. Yani öteki âyetleri de açıklamış oluyor. Yukarıdaki âyetlerde sadece onlar kör, sağır ve dilsiz diye geçiyordu. Bu âyette ise kör demek, maddi gözün olmadığı, kalblerinin kör olduğu yani kâfir oldukları bildiriliyor. O halde kör denilince baş gözü anlaşılmadığı gibi, ölü veya kabirdekiler denilince de, mezardaki ölü anlaşılmamalıdır.
إِنَّكَ لَا تُسْمِعُ الْمَوْتَى وَلَا تُسْمِعُ الصُّمَّ الدُّعَاء إِذَا وَلَّوْا مُدْبِرِينَ   
(Sen, ölülere işittiremezsin; arkalarını dönüp giden sağırlara da daveti duyuramazsın. 
 وَمَا أَنتَ بِهَادِي الْعُمْيِ عَن ضَلَالَتِهِمْ إِن تُسْمِعُ إِلَّا مَن يُؤْمِنُ بِآيَاتِنَا
Körleri sapıklıklarından vazgeçirip doğru yola getiremezsin; ancak âyetlerimize inananlara duyurabilirsin.) [Neml 80, 81 Rum 52 53] Burada diri olup, gözü kulağı ve beyni olan kâfirler ölüye benzetiliyor,
 فَإِنَّكَ لَا تُسْمِعُ الْمَوْتَى وَلَا تُسْمِعُ الصُّمَّ الدُّعَاء إِذَا وَلَّوْا مُدْبِرِين
(Ölüleri [kâfirleri] imana kavuşturamazsın) deniyor. (Ölülere, sağırlara işittiremezsin) ifadesinden sonra,  
 إِن تُسْمِعُ إِلَّا مَن يُؤْمِنُ بِآيَاتِنَا
(Sen ancak âyetlerimize iman edeceklere işittirebilirsin) buyuruluyor. Kâfirlerin işitmeyeceği, yani hakkı kabul etmeyeceği, ancak iman edeceklerin işitecekleri, yani kabul edecekleri açıkça bildirilmektedir. Eğer gerçekten kabirdekilerden maksat ölü olsa idi, ölü de işitmeseydi iman edenlere işittirebilirsin ifadesi yersiz ve yanlış olurdu ve kâfir ölü işitmez, mümin ölü işitir anlamı çıkardı. Halbuki Buhari’deki hadis-i şerifte kâfir ölü de işitir buyuruluyor.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder