قَالَ اللّٰهُ تَعَالَى : اَلَّذِينَ اٰمَنُوا وَهَاجَرُوا وَجَاهَدُوا فِي سَبِيلِ اللّٰهِ بِاَمْوَالِهِمْ وَاَنْفُسِهِمْ اَعْظَمُ دَرَجَةً عِنْدَ اللّٰهِ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْفَٓائِزُونَ. (سورة التوبة، ٢٠)
الله تعالى شويله بيوردى ( مئالا ) : إيمان أديب هجرت أتمش اولانلر ، الله يولنده ماللاريله ، جانلاريله جهاد أدنلر وار يا ( اونلر ) ، الله عندنده درجه إعتباريله دها بيوكدرلر . و إشته بونلر ، ( دنيا و آخرتده ) قورتولوشه أرنلريك تا كنديلريدر . "
Allâhü Teâlâ şöyle buyurdu -meâlen- : “İman edip hicret etmiş olanlar, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihâd edenler var ya (onlar), Allah indinde derece itibarıyla daha büyüktürler. Ve işte bunlar, (dünya ve âhirette) kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.”
(Tevbe Sûresi, âyet 20)
Hicrî: 18 Rebîulevvel 1447 Fazilet Takvim
HİCRETİN FAZİLETİ
Nisâ Sûresi’nin 100. âyet-i celîlesinde şöyle buyurulmuştur -meâlen-: “Her kim Allah yolunda hicret ederse, yeryüzünde gidecek çok yer de bulur, genişlik de bulur. Her kim Allâhü Teâlâ’ya ve Resûl’üne hicret etmek maksadıyla evinden çıkarsa, sonra da kendisine ölüm yetişirse muhakkak onun mükâfatını vermek Allâhü Teâlâ’ya aittir. Ve Allâhü Teâlâ, Gafûr’dur, Rahîm’dir.”
Rivâyet olunduğuna göre hicret hakkındaki bu âyetler nâzil olunca, Mekke-i Mükerreme’de ikamet eden ve pek ihtiyar, hasta bulunan Cündüb bin Damra radıyallâhü anh, bunları işitmişti.
“Ben zayıf bir kimse değilim, Medîne-i Münevvere’nin yolunu tayin edip gidebilirim. Vallâhi ben, bir gece bile artık Mekke’de duramam, beni yolcu ediniz.” diye yemin etmiş, hazırlanan bir nakil vâsıtasıyla Medîne-i Münevvere tarafına yola çıkmıştı. Fakat bu mübarek zât, daha yolda iken kendisinde ölüm alâmetleri görünmeye başlamış, bunun üzerine sağ elini, sol eline koymuş ve:
“Allâh’ım! Şu senin, şu da Resûl’ün içindir. Resûl’ün sana ne ile bîat ettiyse ben de öyle bîat ediyorum” demiş, bunu müteakip Ten’îm denilen mevkide vefat eylemiştir.
Ashâb-ı Kirâm bu hâdiseyi işitince, “O zât, Medîne-i Münevvere’ye kadar gelmiş olsa idi, sevap ve mükâfatı daha fazla olurdu.” demişler. Bunun üzerine Nisâ Sûresi’nin 100. âyet-i kerîmesi nâzil olmuştur.
Dînî bir maksatla yapılan herhangi bir hicret, Allâh’a ve Resûl’üne yapılmış bir hicrettir. Dînî ilim talep etmek, hac, cihâd, zulmetler içindeki beldeden, dinini yaşayabileceği bir beldeye gitmek, zühd için yahut helâl rızık talebi için beldesini terk etmek de hicret sayılır. Böyle hayırlı şeylerin tahsili yolunda vefât eden kimse, maksuduna nâil olsun olmasın, Hak Teâlâ’ya hicret etmiş sevabını kazanır. Nefsi ve onun gayrımeşru arzularını terk edip kalp yurduna hicret etmek, onu imar edecek nur tahsiline gayret etmek de en faziletli bir hicrettir. Yine dünyayı ve onun geçici lezzetlerini terk ile âhirete yönelmek de pek faziletli bir hicrettir.
Ehl-i irşâd olanlar, insanları hep, Allâh’a ve Resûlüne hicrete davet ederler. Onların irşâdını ve kelâmını kabul edenler, saadete nâil olurlar.
Hicrî: 18 Rebîulevvel 1447 Fazilet Takvim
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder