Sizden Rüya Gören Biri Var mı?
Semure bin Cundeb (Radiyallahu Anh) şöyle
dedi:
“Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem),
sabah namazını kıldıktan sonra yüzünü ashabına döner ve sık sık:
−‘Sizden rüya gören biri var mı?’ diye sorardı.
Rüya gören
varsa, Rasulullah (Sallallahu
Aleyhi ve Sellem) Allah’ın dilediği kadar tabir ederdi.
Yine bir sabah Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bize:
−‘Sizden rüya gören biri var mı?’ diye sordu.
Biz de:
−Gören yoktur, dedik.
Bunun üzerine Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle
buyurdu:
−‘Kuşkusuz ki, ben bir rüya gördüm.
Bu gece bana iki kişi geldi. Elimden tutup beni Mukaddes Toprağa çıkardılar ve
haydi yürü! dediler. Yürüdüm. Uyuyan bir adamın yanına geldik, o adamın yanında
elinde bir kaya olduğu halde başucunda biri duruyordu. Bazen bu kayayı o adamın
başına indirip onunla adamın başını yarıyordu! Taş da sağa ve sola yuvarlanıp
gidiyordu. Taşı vuran adam taşı takip ediyor ve tekrar alıyordu. Ama o adamın
başı eskisi gibi iyileşinceye kadar adama vurmuyordu. Adamın başı iyileştikten
sonra tekrar taşı adamın başına indiriyor, önceki yaptığı gibi yapıyordu!
Beni getiren iki kişiye:
−‘Subhanallah! Bu nedir? dedim.
O iki kişi bana:
−Yürü! Yürü! dediler. Beraberce
yürüdük. Sırtüstü uzanmış birinin yanına geldik. Bunun da yanında, elinde demir
kancalar bulunan bir adam duruyordu. Adam çengeli takıp yüzünün yarısını
ensesine kadar soyuyordu. Burnu ve gözü enseye kadar soyuluyordu! Sonra öbür
tarafına geçip, aynı şekilde diğer yüzünün derisini de ensesine kadar
soyuyordu. Elinde demir kancalar bulunan bir adam, yerdeki adamın yüz derileri
iyileşip eskisi gibi sıhhate kavuşuncaya kadar bekliyor, sonra tekrar önce
yaptıklarını yapmaya başlıyordu.
Beni getiren iki kişiye:
−‘Subhanallah! Bu nedir? dedim.
O iki kişi bana:
−Yürü! Yürü! dediler. Beraberce
yürüdük. Tandır gibi bir yere geldik Üstü dar altı geniş. İçinden birtakım
gürültüler, sesler geliyordu. Gördük ki, içinde bir kısım çıplak kadınlar ve
erkekler var. Aşağı taraflarından bir alev yükselip onları yakıyordu. Bu alev onlara
ulaşınca çığlık koparıyorlardı.
Beni getiren iki kişiye:
−‘Subhanallah! Bu nedir? dedim.
O iki kişi bana:
−Yürü! Yürü! dediler. Beraberce
yürüdük. Kan gibi kırmızı bir nehrin kenarına geldik. Nehirde yüzen bir adam
vardı. Nehir kenarında da yanında birçok taş bulunan bir adam duruyordu. Adam
bir müddet yüzüp kıyıya doğru yanaşıp çıkmak isteyince, yanında taşlar bulunan
kıyıdaki adam doğru geliyor ağzını açıyor kıyıdaki adam da ona bir taş atarak
onu bulunduğu yere gönderiyordu! Adam bir müddet yüzdükten sonra geri dönüp
adama doğru yine yaklaşıyordu. Her dönüşünde ağzını açıyor, kıyıdaki adam da
ona bir taş atıyor ve adam çıkmak için geldiğinde her defasında ağzına bir taş
atıp yerine döndürüyordu!
Beni getiren iki kişiye:
−‘Subhanallah! Bu nedir? dedim.
O iki kişi bana:
−Yürü! Yürü! dediler. Beraberce
yürüdük. Çok çirkin görünüşlü bir adamın yanına geldik. Böylesi çirkin kimseyi
görmemişsindir! Bu çirkin görünüşlü bir adamın yanında bir ateş vardı. Adam
ateşi tutuşturup etrafında dönüyordu.
Beni getiren iki kişiye:
−‘Bu kimdir? dedim.
O iki kişi bana:
−Yürü! Yürü! dediler. Beraberce
yürüdük. Büyük ağaçları olan bir bahçeye geldik. İçerisinde her çeşit bahar
çiçekleri vardı. Bu bahçenin ortasında çok uzun boylu bir adam vardı. Göğe
yükselen başını neredeyse göremiyordum. Etrafında asla göremediğim kadar çok
sayıda çocuklar vardı.
Beni getiren iki kişiye:
−‘Bu kimdir? dedim.
O iki kişi bana:
−Yürü! Yürü! dediler. Beraberce
yürüdük. Büyük bir ağacın yanına geldik. Bundan daha büyük ve daha güzel bir
ağacı hiç görmedim.
O iki kişi bana:
−Ağaca çık! dediler. Beraberce
çıkmaya başladık. Altın ve gümüş tuğlalarla yapılmış bir şehre doğru yükselmeye
başladık. Derken şehrin kapısına geldik, kapıyı çalıp açmalarını istedik.
Açtılar ve beraberce girdik. Bizi bir kısım insanlar karşıladı. Bunlar
yaratılışça bir yarısı çok güzel, diğer yarısı da çok çirkin kimselerdi. Sanki
böylesine güzellik ve böylesine çirkinlik görmemişsindir.
Yanımdaki iki kişi onlara:
−Gidin şu nehire girin! dediler.
Meğerse orada açıkta bir nehir varmış. Suyu sanki saf süt, bembeyaz. Gidip
içine girip çıktılar. Çirkinlikleri tamamen gitmiş olarak geri geldiler. İki
tarafları da en güzel şekli almıştı.
Beni dolaştıran iki kişi şöyle
dediler:
−Bu gördüğün Adn cennetidir. Şu da
senin makamındır. Gözümü çevirip baktım. Bu bir saraydı, tıpkı beyaz bir bulut
gibi. Beni gezdirin, içine gireyim! dedim. Şimdilik hayır! Fakat mutlaka
gireceksin, dediler.
Ben:
−Geceden beri acayip şeyler gördüm,
bu gördüğüm şeyler neydi? diye sordum.
−Sana anlatacağız, dediler ve
anlatmaya başladılar:
−Taşla başı yarılan o ilk gördüğün
adam, Allah kendisine Kur’an’ı Kerim’i öğrettiği halde, uykuyu Kur’an’a tercih
eder, gündüz de Kur’an’ı Kerim’e göre yaşamazdı! Farz namazları da uyuyup
kılmazdı! İşte bu nedenle ona kıyamet gününe kadar böyle azap edilir!
Ensesine kadar yüzünün derileri,
burnu, gözü soyulan adam, evinden çıkıp yalanlar uydurup, etrafa yalan saçan
kimsedir! İşte bu nedenle ona kıyamet gününe kadar böyle azap edilir!
Tandır gibi üstü dar altı geniş bir
yerin içinde gördüğün kadınlı erkekli çıplak kimseler, zina yapan erkekler ve kadınlardır!
Kan gibi kırmızı nehrinde yüzüp
ağzına taş atılan adam, faiz yiyen adamdır.
Ateşin yanında durup onu yakan ve
etrafında dönen çirkin görünüşlü ve kötü manzaralı adam, cehennem bekçisi
Mâlik’tir.
Bahçede gördüğün uzun boylu adam
İbrahim aleyhisselam idi. Onun etrafındaki çocuklar ise, fıtrat üzere ölen
çocuklardır.
Yarısı güzel, yarısı çirkin
yaratılışlı olan adamlara gelince, bunlar iyi amellerle kötü amelleri birbirine
karıştırıp her ikisini de yapan kimselerdir. Allah onları affetmiştir.
İlk girdiğin ev, bütün Müslümanların
evi, bu ev ise şehitlerin evidir. Ben, Cebrail’im. Bu da, Mikail’dir.
Başını yukarı kaldır! dedi. Başımı
kaldırdım, bir de baktım ki üstümde bulut gibi bir şey duruyor.
Bana:
−İşte bu de senin evindir, dediler.
Ben:
−Beni bırakın da evime gireyim,
dedim.
O iki kişi:
−Ama senin henüz tamamlamadığın bir
ömrün var, şayet tamamlamış olsaydın, evine girerdin, dediler.”
Buhari
3/1307, 15/6915
عَنْ سَمُرَةَ
بْنِ جُنْدَبٍ , قَالَ : كَانَ النَّبِيُّ إِذَا صَلَّى صَلاةً
أَقْبَلَ عَلَيْنَا بِوَجْهِهِ فَقَالَ :" مَنْ رَأَى مِنْكُمُ اللَّيْلَةَ
رُؤْيَا ؟
" قَالَ : فَإِنْ رَأَى أَحَدٌ قَصَّهَا ، فَيَقُولُ مَا شَاءَ اللَّهُ ،
فَسَأَلَنَا يَوْمًا فَقَالَ : " هَلْ رَأَى أَحَدٌ مِنْكُمْ رُؤْيَا ؟
" قُلْنَا : لا قَالَ : " لَكِنِّي رَأَيْتُ
اللَّيْلَةَ رَجُلَيْنِ أَتَيَانِي فَأَخَذَا بِيَدَِيَّ فَأَخْرَجَانِي إِلَى أَرْضٍ
مُقَدَّسَةٍ ، فَإِذَا رَجُلٌ جَالِسٌ وَرَجُلٌ قَائِمٌ بِيَدِهِ كَلُّوبٌ مِنْ
حَدِيدٍ يُدْخِلُهُ فِي شِدْقِهِ حَتَّى يَبْلُغَ قَفَاهُ ثُمَّ يَفْعَلُ
بِشِدْقِهِ الآخَرِ مِثْلَ ذَلِكَ وَيَلْتَئِمُ شِدْقُهُ هَذَا فَيَعُودُ {
فَيَضَعُ الْكَلُّوبَ
} فَيَصْنَعُ مِثْلَهُ ، قُلْتُ : مَا هَذَا ؟ قَالا : انْطَلِقِ { انْطَلِقْ
}، فَانْطَلَقْنَا حَتَّى أَتَيْنَا عَلَى رَجُلٍ مُضْطَجِعٍ عَلَى قَفَاهُ
وَرَجُلٍ قَائِمٍ عَلَى رَأْسِهِ بِفِهْرٍ أَوْ صَخْرَةٍ { فَيَشْرَخُ } فَيَشْدَخُ بِهِ رَأْسَهُ ، فَإِذَا ضَرَبَهُ تَدَهْدَهَ {
الْحَجَرُ } فَانْطَلَقَ إِلَيْهِ لِيَأْخُذَهُ فَلا يَرْجِعُ إِلَى هَذَا حَتَّى
يَلْتَئِمَ رَأْسُهُ وَعَادَ رَأْسُهُ كَمَا {كَانَ ] هُوَ فَعَادَ إِلَيْهِ فَضَرَبَهُ ، قُلْتُ :
مَنْ هَذَا ؟ قَالا : انْطَلِقِْ { انْطَلَقْ }، فَانْطَلَقْنَا إِلَى ثَقْبٍ
مِثْلِ التَّنُّورِ أَعْلاهُ ضَيِّقٌ وَأَسْفَلُهُ وَاسِعٌ يَتَوَقَّدُ تَحْتَهُ
نَارًا ، فَإِذَا اقْتَرَبَ ارْتَفَعُوا حَتَّى كَادُوا أَنْ يَخْرُجُوا ،
فَإِذَا خَمَدَتْ رَجَعُوا فِيهَا وَفِيهَا رِجَالٌ وَنِسَاءٌ عُرَاةٌ ، فَقُلْتُ
: { مَا } مَنْ هَذَا
؟ قَالا : انْطَلِقِْ { انْطَلِقْ }، فَانْطَلَقْنَا حَتَّى أَتَيْنَا عَلَى نَهَرٍ
مِنْ دَمٍ فِيهِ رَجُلٌ قَائِمٌ عَلَى {شَاطِئِ }
وَسَطِ النَّهَرِ {وَ }رَجُلٌ بَيْنَ يَدَيْهِ
حِجَارَةٌ ، فَأَقْبَلَ الرَّجُلُ الَّذِي فِي النَّهَرِ {فَأَرَادَ} فَإِذَا
أَرَادَ أَنْ
يَخْرُجَ ؛ {فَ }رَمَى الرَّجُلَ بِحَجَرٍ فِي فِيهِ فَرَدَّهُ حَيْثُ كَانَ ،
فَجَعَلَ كُلَّمَا جَاءَ لِيَخْرُجَ { أَرَادَ
أَنْ يَخْرُجَ }؛ رَمَى فِي فِيهِ بِحَجَرٍ فَيَرْجِعُ كَمَا كَانَ ، فَقُلْتُ :
مَا هَذَا ؟ قَالا : انْطَلِقْ فَانْطَلَقْنَا حَتَّى { أَتَيْنَا } انْتَهَيْنَا
إِلَى رَوْضَةٍ خَضْرَاءَ فِيهَا شَجَرَةٌ عَظِيمَةٌ وَفِي أَصْلِهَا شَيْخٌ
وَصِبْيَانٌ ، وَإِذَا رَجُلٌ قَرِيبٌ مِنَ الشَّجَرَةِ بَيْنَ يَدَيْهِ نَارٌ
يُوقِدُهَا فَصَعِدَا بِي{ إِلَى} فِى الشَّجَرَةِ وَأَدْخِلانِي دَارًا لَمْ أَرَ
قَطُّ أَحْسَنَ مِنْهَا ، فِيهَا رِجَالٌ شُيُوخٌ ، وَشُبَّابٌ وَنِسَاءٌ وَصِبْيَانٌ
، ثُمَّ أَخْرَجَانِي مِنْهَا فَصَعِدَا بِي{ إِلَى} الشَّجَرَةِ فَأَدْخَلانِي
دَارًا هِيَ { أَفْضَلُ وَ} أَحْسَنُ وَأَفْضَلُ ،
فِيهَا شُيُوخٌ وَشُبَّابٌ ، قُلْتُ : طَوَّفْتُمَانِي اللَّيْلَةَ فَأَخْبِرَانِي
عَمَّا رَأَيْتُ قَالا : نَعَمْ ، الَّذِي رَأَيْتَهُ {يَشُقُّ شِدْقَهُ } يُشَقُّ شِدْقُهُ فَكَذَّابٌ
يُحَدِّثُ بِالْكَذْبَةِ فَتُحْمَلُ عَنْهُ حَتَّى تَبْلُغَ الآفَاقَ فَيُصْنَعَ
بِهِ إِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ ، وَالَّذِي رَأَيْتَهُ يَشْدَخُ رَأْسَهُ
فَرَجُلٌ عَلَّمَهُ اللَّهُ الْقُرْآنَ، فَنَامَ عَنْهُ بِاللَّيْلِ وَلَمْ
يَعْمَلْ فِيهِ بِالنَّهَارِ ، يَفْعَلُ بِهِ إِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ ،
وَالَّذِي رَأَيْتَهُ فِي الثَّقْبِ فَهُمُ الزُّنَاةُ ، وَالَّذِي رَأَيْتَهُ فِي
النَّهَرِ آكِلُوا الرِّبَا وَالشَّيْخُ فِي أَصْلِ الشَّجَرَةِ إِبْرَاهِيمُ
عَلَيْهِ السَّلامُ ، وَالصِّبْيَانُ حَوْلَهُ أَوْلادُ النَّاسِ ، وَالَّذِي
يُوقِدُ النَّارَ مَالِكٌ خَازِنُ النَّارِ ، وَالدَّارُ الأُولَى الَّتِي
دَخَلْتَ دَارُ عَامَّةِ الْمُؤْمِنِينَ ، وَأَمَّا هَذِهِ الدَّارُ فَدَارُ
الشُّهَدَاءِ ، وَأَنَا جِبْرِيلُ ، وَهَذَا مِيكَائِيلُ ، فَارْفَعْ رَأْسَكَ
فَرَفَعْتُ رَأْسِي فَإِذَا فَوْقِي مِثْلُ السَّحَابِ قَالا : ذَاكَ مَنْزِلُكَ ،
قُلْتُ : دَعَانِي أَدْخْلْ مَنْزِلِي قَالا : { إِنَّهُ } إنَّكَ بَقِيَ لَكَ عُمُرٌ لَمْ
تَسْتَكْمِلْهُ فَلَوِ اسْتَكْمَلْتَهُ أَتَيْتَ مَنْزِلُكَ "
. رَوَاهُ
الْبُخَارِيُّ فِي الصَّحِيحِ ، عَنْ مُوسَى بْنِ إِسْمَاعِيلَ (
تجريد صريح ترجمه سى , جلد: ٤ , ص: ٥۹٥-٥۹۷)
❤️
YanıtlaSil