Hz. Şeyh Şaban-ı Veli Külliyesi
Pir Şaban-ı Velî Hazretleri (k.s.),
Kastamonu'nun Taşköprü ilçesinin Gökçeağaç Bucağına bağlı Çakırçayı
Köyü'nün Cimdâr Mahallesi'nde dünyaya geldi.Hz. Pir'in doğum tarihi
hakkında kesin bilgilerimiz olmamakla birlikte müze kayıtlarında M. 1497
tarihine rastlanmıştır. Ancak bu bilginin yanındaki notta bu tarihin
kesin olmadığı ifade edilmiştir. Sefine-i Evliya'da ise doğum tarihinin
M. 1499 yılına kaydedilmesi Pir'in 1490'lı yıllarda dünyaya gelmiş
olabileceğini gösterir.
Hz. Pir
Şaban-ı Velî (k.s.), henüz dünyaya gelmeden babasını kaybettiği için
yetim, üç yaşlarında iken annesi vefat ettiğinden öksüz kalır. Daha
sonraki hayatı, hayırsever bir hanımın yanında geçer. Bu hanım, Şaban
Efendi'yi, manevi evlâtlığa kabul etmekle birlikte tahsilini yapmasında
maddi ve manevi yardımlarını esirgemez. Hatta tahsilini tamamlaması için
İstanbul'a gönderir.
Hz. Pir, ilk
tahsilini Taşköprü'de yapar. Aklî ve naklî ilimleri özellikle Kuran,
hadis, tefsir ilimlerinde bilgilerini derinleştirmek için Kastamonu'ya
gelir. Ancak memleketindeki tahsille yetinmeyerek ilim ve fazilet diyarı
olan İstanbul'a gider ve
tahsilini İstanbul Fatih Medreseleri'nde tamamlar. Öğrenim yıllarında
güzel ahlâkı, ağırbaşlılığı ve çalışkanlığı ile hocalarının teveccühüne
mazhar olur.
Şaban Efendi (k.s.),
zahiri ilimlerle tatmin olmaz ve irfan yolunda kendini irşat edecek bir
mürşid-i kâmil aramaya başlar. İstanbul'daki bazı şeyhlere halini arz
etmesine rağmen gönlü bir türlü bunlara meyletmeyerek arayış içinde
ilahî hidayeti gözlemek yolunu tutar. Bu arada Fatih Medreseleri'nden
icazetnamesini de alır. Hocalarının medresede müderris olarak kalma
teklifine karşılık, kararını vermek için müddet ister.
O
gece istiharesinde bir sesle: "Sılaya dön, sana kurtuluş oradadır!"
diye emir verilir. Memleketine dönmek için manen işaret alan Şaban
Efendi, hocalarıyla helâlleşerek bir arkadaşıyla birlikte Bolu üzerinden
Kastamonu'ya gitmek üzere yola çıkar. Sılaya giderken yol üzerinde
bulunan adını ve methini duyduğu Hayreddin Tokadî Hazretleri'ni ziyaret
etmek ister.
Hz. Pir Şaban-ı Velî
(k.s.), Tokadî Hazretleri hakkında bazı bilgiler edinmiştir. Bolu'ya
yaklaştığı zaman Bolu'dan İstanbul yoluna doğru gitmekte olan iki derviş
görür. Karşılaştıktan dervişler:
-
Azizimiz Hayreddin-i Tokadî Hazretleri: "Kastamonulu Şaban Efendi,
İstanbul'dan dönüyor, onu alın dergâha getirin," buyurdu. Biz,
İstanbul'dan gelen Kastamonulu Şaban Efendi'yi bekliyoruz, derler.
Bunun üzerine Pir Şaban-ı Velî Hazretleri:
-Kastamonulu Şaban benim, der ve iki dervişle Hayreddin-i Tokadî Hazretleri' nin dergâhına gitmek üzere yola koyulur.
Akşam
üstü Tokadî Hazretleri'nin huzuruna varırlar. Yatsı namazlarını tekkede
kıldıktan sonra oradaki zikir halkasına katılırlar. Zikir biter, dua ve
niyazlarda bulunulur. Ancak Şaban Efendi, bir türlü kendinde kalkacak
derman bulamaz. Üç gün bu böyle devam eder ve onlar üç gün dergâhta
misafir kalırlar. Üçüncü gün Pir
Şaban-ı Velî Hazretleri'nin arkadaşı:
-Üç gündür burada kaldık. Artık destur isteyelim, deyince
Pir Şaban-ı Velî Hazretleri, gözlerinde biriken yaşlan silerek:
-Kardeşim!
Onlar, bir zincir-i taifedir. Âşıklar kendi taraflarına ve
silsilelerine çekerler. Onların cezbeleri galip geldi. Var, sen güle
güle git. Bana burada kalmak göründü, deyip arkadaşını uğurlar.
Tokadî'nin
dergâhında kalan Hz. Pir Şaban-ı Velî, Hayreddin-i Tokadî Hazretleri'ne
bîat eder. Tam on iki sene Tokadî Hazretleri'nin rahle-i irşadında
kalır ve canla, gönülle hizmete talip olur. Nefsini ve ruhunu mürşidi
yoluna adar. Sonunda mazhar-ı hilâfet olur. Hayreddin Tokadî Hazretleri,
hilâfet duasını yaptıktan sonra ona icazet vererek:
-Sana
hilâfet verildi, memleketine dön! İrşat soframızı orada kurarak âşık ve
sadıkları irşat edip tarikatı neşrediniz, buyurur.
Şeyhi
Tokadî Hazretleri'nin emriyle Pir Şaban-ı Velî Hazretleri, Bolu'dan
Kastamonu'ya gitmek üzere yola çıkar. Ancak yolda gönlünden:
"Kastamonu'ya gitmesine gideceğim, ama halk benden keramet
bekleyecektir. Velîlerden keramet beklemek, insanın fıtratında vardır,
oysa ben, kendimde böyle bir varlık ve bir güç göremiyorum," diye
geçirir. Sonra arkadaşına :
-Ben, Bolu'ya azizimin yanına geri döneceğim, Kastamonu'ya azizim için gidiyordum, der.
Arkadaşı:
-Şaban
Efendi, sana şunu söyleyeceğim: 'Senin şeyhin Tokadî Hazretleri'nden
şüphen var mı? Madem ki, sana irşat görevi verdi, demek ki sen de o
yeteneği gördü,' der.
Bu sözün üzerine Pir Şaban-ı Velî Hazretleri:
-O, ne demektir? Benim şeyhim, 'Sultanlar Sultanı' dır. Benim bu konuda ne şüphem olabilir ki? diye cevap verir.
Arkadaşı:
-
Peki, öyleyse Kastamonu'ya gitmekte niye tereddüt ediyorsun? Hazret
neyi buyurmuşsa sen onu yap, diye arkadaşının lisanından Hayreddin
Tokadî Hazretleri konuşur.
Hal böyle olunca Pir Şaban-ı Velî Hazretleri, yoluna devam eder ve 1530 yıllarında Kastamonu'ya varır.
Hz. Pir'in şehre gelişi hakkında pek çok rivayetler söylenir. Bunlardan biri şöyle anlatılır:
O
zamanlar Kastamonu'da Hacı Bayram-ı Velî Hazretleri'nin soyundan İsa
Dede vardı. Onun ermişliği halkın dilinde gezerdi. Bir gün İsa Dede,
dervişleriyle otururken başını uzaklara doğru kaldırıp:
-Canlar! Bolu yöresinden bir kâmil boyacı geliyor. Varın karşı çıkın, ağırlayın onu, der.
Dervişler,
yola düzülürler. Derbent adlı yere kadar yürürler. Ancak ortalıkta bir
can göremezler. Az sonra uzaktan yavaş yavaş kendilerine doğru gelen bir
hayâl belirir. Yaklaşınca fark ederler. İçlerinden biri Hz. Pir'i
yeninden tutar.
-Selâmünaleyküm! Nereden gelip nereye gidiyorsunuz? der.
Hz. Pir:
-Hak 'tan geldik Hakk'a gideriz, buyurur.
Kalabalık onun Şaban Efendi olduğunu anlayamaz. İsa Dede'nin söylediği kâmil boyacı bu değil, diyerek geri dönerler.
Bir
rivayete göre: Pir Şaban-ı Velî Hazretleri, şehre yakın bir yerde
bulunan içi boşalmış bir çınarın gövdesinde halvete girer. Burada ibadet
ve taatla meşgul olur.
Aradan üç
beş gün geçer. Dervişler, bekledikleri İsa Dede'nin bahsettiği
kendilerini irşat edecek o kâmilin, o büyük insanın konuştukları halde
tanıyamadıkları yolcu
olduğunu anlarlar. Bir grup Kastamonu'lu, tekrar o yere dönerek çınarın dibine gelir:
-Efendim, biz burada sizin hasretinizle yanıp tutuşuyoruz. Gelin artık, diyerek Şaban Efendi'yi çağırırlar.
Şaban Efendi, davete uyarak halvete girdiği ağacın gövdesinden çıkar ve kendisini çağıranlarla beraber yürümeye başlar.
İşte
o zaman günlerce bu seçilmiş insanı bağrında barındıran ağacın ondan
ayrılmaya dayanamayarak ardınca gelmekte olduğu görülür. Bu hali
görenler, büyük bir heyecan ve hayret içinde kalırlar. Böyle bir durumla
karşı karşıya kalan Şaban Efendi de başını hafifçe geriye çevirerek :
-Esrarımızı seninle paylaştıksa sırrımızı ifşa et, demedik diyerek ağacı durdurur.
Velhasılı pek çok rivayet olmakla beraber bunlar, aklın maverası yani aklın ötesidir. Keramat-ı ilahiyyedir.
Pir
Şaban-ı Velî Hazretleri, Kastamonu'ya gelişinin ilk zamanları, Seyyid
Sünnetî Mescidi yakınlarındaki Cemaleddin Cami avlusuna iner. Bir süre
burada münzevî bir hayat geçirir. Seyyid Sünnetî Mescidi'nde bulunan
halvethanelerin birinde erbaine niyet eder ve erbaini tamamlar. Onun
kemalatının farkına varan halk, Hz. Pir'in sohbetlerine iştirak eder.
Ancak o tarihlerde mescidin şehrin dışında bulunması nedeniyle Şaban
Efendi'yi Honsalar Mahallesi'ndeki Honsalar Cami'ne davet ederler. Şaban
Efendi, bu camide va'z ve nasihat ve irşat ile meşgul olur. Daha sonra
çıkan yangında Honsalar Cami yanar. Camiyi yeniden yaptırmak isteyen
dervişlere Şaban Efendi izin vermeyerek: 'Bu yanıkta bir hikmet vardır,'
buyurur.
Yangının ardından Şaban
Efendi, Hisarardı Seyyid Sünnetî Mescidi'ne yakın bir eve taşınır ve
irşat görevini Seyyid Sünneti Hazretleri'nin yaptırdığı dergâhta devam
eder. Pir Şaban-ı Velî Hazretleri'nin irşadı o dereceyi bulur ki, dâr-ı
bekaya erinceye kadar üç yüz atmış halife yetiştirir.
Hz.
Pir (k.s.), M. 1569 yılında Hakk'a yürür. Kendi dergâhının bahçesine
defn edilir. Şu anda Hz. Pir Külliyesi içinde medfundur. Kabr-i
şerifleri, çok müzeyyen olmakla beraber kabrinin etrafında kendinden
sonra gelen, ondan fazla azizanın kabirleri, aynı kubbe altındadır.
Şaban Efendi (k.s.) kısa sürede
Kastamonu halkı tarafından gerek İstanbul medreselerindeki ilm-i
zahiriyle gerek tahsilinden sonraki Hayreddin Tokadî Hazretleri'nin
yanında gördüğü manevi eğitim ve terbiyenin sonucu safiyete erişmiştir.
Yüzlerce derviş kendisinden feyz almıştır.
Hz.
Pir hakkında pek çok kitaplar yazılmıştır. Duyulmasını istemediği hâl
ve keramatı, birçok kişi tarafından zahir olmuştur. Bunlardan biri,
şöyle anlatılır :
Kastamonu'ya varınca bir dergâh açmış, halktan birisi gelip
-Sen ne iş görürsün, demiş?
Pir Şaban-ı Velî Hazretleri:
-Kalp kalaylarım, diye buyurmuş.
Vatandaş, onu kap kalaylarım diye anlamış ve evine gidip bir çuval bakır kap getirerek:
-Şunları kalaylayıver, demiş.
Pir Şaban-ı Velî Hazretleri:
-Biz
kalp dedik, ama sen kap anlamışsın. Neyse zahmet etmişsin, getirmişsin.
O işi de görüverelim. Yarın gel, al demiş. Ertesi günü çuvalın ağzı
bile açılmadığı halde çuvalın içindeki kapların pırıl pırıl olduğu
görülmüş.
ŞEYH ŞABAN-I VELİ KÜLLİYESİ:
Seyyid Sünneti Efendi tarafından 1490 Miladi yılından önce vücuda
getirilmiştir. Külliye bünyesinde cami, türbe, dergah, kütüphane, asa
suyu ve şadırvan ile dergah evleri mevcuttur. Vakıflar İdaresine
tescillidir.
Dergah Evleri: Cami ile
aynı tarihlerde caminin banisi tarafından yaptırıldığı tahmin edilen
dergah, 1261/1845 yılında Sultan Abdülmecid’in emriyle Kastamonu
Kaymakamı Salih Ağa tarafından esaslı şekilde tamir edilmiş, alt yapılar
yenilenmiş ve ihata duvarıyla külliye çevrilmiştir. Günümüze ulaşan iki
konak ve ortasındaki müze binası 1318/1900 yılında Azdavaylı Mahmut
Paşa tarafından yaptırılmıştır.
Müze
olarak kullanılan ortadaki binada Hz. Pir şeyh Şaban – ı Veli’ nin özel
eşyaları, dini – tarikat eşyaları ile Kastamonulu hattatlara ait hat
eserleri sergilenmektedir.
Camii:
Seyyid Sünneti Efendi tarafından 1490 Miladi yılından önce
yaptırılmıştır. Caminin ilk şekli bilinmemektedir. 988/1580 yılında
Sultan 3. Murad’ın hocası ve mürşidi Şuca Efendi, Seyyit Sünneti Efendi
mescidini genişleterek bugünkü haliyle camiyi yaptırmıştır. Cami, 1702,
1748 ve 1950 yıllarında tamir görmüştür. İbadete açıktır.
Türbe:
Ömer Kethüda ve Ulema ile Halk tarafından 1020 / 1611 yılında
yaptırılmıştır. Sultan Ahmed’in şehzadesi Sultan Osman zamanında Ömer
Kethüda yapımına başlamış, ancak yersiz harcama ve israf bahanesiyle
Nasuh Paşa tarafından idam edilince inşaat yarım kalmıştır. İki yıl
sonra ulema ve halkın katkıları ile tamamlanmıştır. Türbeye doğu
tarafından açılan tali kapı, Vezir Kurşuncu zade tarafından 1028/1618
yılında yaptırılmış ve harem denen bir bölüm eklenmiştir.
Kütüphane:
Türbe ile aynı tarihlerde yapılmıştır. Dolayısıyla banisi de türbenin
banileri olmalıdır. Günümüzde alt katı ibadethane, üst katı ise dernek
odası olarak kullanılmaktadır.
Asa
Suyu: Mehmet Feyzi Efendi: “ Nuh Tufanı’nda Cebrail (A.S.) Kabe
civarından dört avuç toprak alarak dünyanın dört ayrı yerine atmıştır.
Bu yerlerden birisi de Hz. Pir civarıdır. Nitekim bölgenin taşlık yapısı
Mekke kayalıklarına benzediği gibi ASA SUYU’ nun tad ve kokusu da
ZEMZEM ile aynıdır” demiştir.
Şadırvan:
Fatma Hanım tarafından 1318 / 1900 yılında yaptırılmıştır. 1318 yılının
Recep ayının ilk gününde yaptırıldığı rivayet edilmektedir.
Şeyh Şaban-ı Veli Hazretlerinin türbesi
Şeyh Şa'ban-ı Veli Hazretlerinin Zikir tesbihi
Türbesinin içeriden görüntüsü
Şeyh Şa'ban-ı Veli Hazretlerinin kendi ve öğrencilerinin sarıkları
Şeyh Şa'ban-ı Veli Hazretlerinin Kaftanı
Şeyh Şa'ban-ı Veli Hazretlerinin elinden hiç düşürmediği Kur'an-ı Kerim'i
Şeyh Şa'ban-ı Veli Hazretlerinin ömrünün son 8 yılını geçirdiği
ve
sadece ayak yoluna çıkmak üzere ayrıldığı Halvet Odası...
Bir kişinin
sadece secdeye yattığı mesafe kadar genişliğindedir...
Şeyh Şa'ban-ı Veli Hazretlerinin İç Gömleği...
Şeyh Şa’ban-ı Veli hakkında sınırsız efsane anlatılmaktadır. Anlatılan bu efsanelerden bazıları şunlardır ;
Küçük yaşta anne ve babasını kaybeden Şeyh Şa’ban-ı Veli’yi
hayırsever bir kadın yanına alarak evlat edinmiş onun eğitimiyle
ilgilenmiştir. Mahalle mektebinden sonra İstanbul’a eğitime giden Şeyh
Şa’ban-ı Veli burada iyi bir medrese eğitimi görür. Buna rağmen büyük
bir arayış içindedir ve bu arayış sırasında bir gün rüyasında “Sılaya
dön, kurtuluş oradadır” diye bir ses duyar. Ertesi gün birkaç molla ile
yola çıkan Şeyh Şaban-ı Bolu’ya geldiklerinde övgüsünü çok duyduğu
Hayrettin Tokadi’nin yanına gitmek ister. Gece Hayrettin Tokadi’nin
dergahının yanında konaklarken, zikir sesleri işitirler. Diğer mollalar
zikir yapılan yere gitmek isterler Şeyh Şa’ban-ı Veli zikirin zincir
olduğunu bağlayıcı olduğunu, bağlanabileceğini söyler. Mollalar ısrar
edince zikir yapılan yere giderler. Zikir bitince diğer mollalar
dergahtan ayrılırken Şeyh Şaban ayrılmaz geceyi orada geçirir. Ertesi
gün Hayrettin Tokadi’nin elini öperek dergaha girer ve 12 yıl dergahta
hem eğitim görür hem hizmet eder. Şeyh Şaban-ı’nın Halveti tarikatın
bir üyesi olması sonradan kendi kolunu oluşturmasının başlangıcı bu
efsane ile anlatılır.
Şeyh Şa’ban-ın Kastamonu’ya gelişi de başka bir efsaneyle
anlatılmaktadır. Şeyh Şa’ban-ı Hayrettin Tokadi Efendi’den icazet
aldıktan sonra memleketi Kastamonu’ya döner. Memleketine gelince yaşlı
bir çınar ağacının kovuğuna yerleşir. Kastamonu’da oturan İsa Dede
Efendi bir türlü şehire gelmesini sağlayamaz. Yıllarca bu kovukta
yaşadıktan sonra, ısrarlara dayanamayarak kovuktan çıkıp kente yönelir.
Çınar da arkasından yürür. Bunun üzerine Şeyh Şa’ban-ı “Oldu mu ya oldu
mu ya ? Ben bunca zaman sürdürdüğüm manevi sefaya seni de ortak ettim.
Yaşadığım güzellikleri seninle paylaştım. Sen de şimdi benim gizlerimi
ele veriyorsun “ diye ağaca sitem eder. Ağaç olduğu yerde kalır. Şeyh
Şa’ban Seyit Sünnet Mescidine yerleşir. Başka bir efsaneye göre
Hz.Hızır, Seyit Sünneti Efendiye vefatından 40 yıl sonra yerine oturacak
bir evliyanın geleceğini müjdelemiştir. Kastamonu halkı çınar kovuğunda
yaşayıp ibadetle vaktini geçiren ve keramet ehli olduğu belli olan bu
zatın müjdelenen evliya olduğunu anlamıştır.
Şeyh Şa’ban’ın öğrencilerinden olan Muhyiddin Efendi’nin anlattığı
rivayet edilen bir efsaneye göre, Şeyh Şa’ban öğrencileriyle ders
yaparken bir adam huzura gelir. “Efendim, yol üzerinde bir değirmenimiz
vardı. Bir arkadaşımla değirmenin taşını değiştirecektik. Yeni taşı
kaldırdık tam koyacakken derenin dibine yuvarlandı. Dereden tekrar
çıkarıp yerine koymamız mümkün değildi. Çünkü taş çok ağırdı. Ne
yapacağımızı düşünüp dururken, hatırımıza siz geldiniz ve – Yetiş ey
Şaban-ı Veli Hazretleri, diye imdat istedik. O an bir el değirmenin
taşını aşağıdan aldığı gibi getirip yerine koydu. İşte orada gördüğüm el
ile bu öptüğüm el aynı eldir” demiştir.
Şeyh Şaban’ın öğrencilerinden Mehmet Efendi’nin anlattığı rivayet
edilen bir efsaneye göre, Horasan evliyalarından biri, 3 öğrencisine
Anadolu’da Şeyh Şaban isimli bir evliyanın yaşadığını ve gidip ondan
feyz almaları gerektiğini söyler. Yola çıkan dervişler Kastamonu’ya
yaklaşırken, Şeyh Şa’ban-ı Veli kendi dervişlerini yanına çağırıp onlara
bir ayna verir ve Horasan’dan gelen 3 dervişi yolda karşılamalarını ve
aynayı onlara vermelerini söyler. Kastamonu’dan yola çıkan dervişler bir
süre sonra, Horasan’dan gelen dervişler ile karşılaşırlar ve onlara
Şeyh Şa’ban-ı Veli’nin hediyesi aynayı verirler. Aynayı her alan derviş
aynaya baktığında Şeyh Şaban’ın tebessüm ederek kendilerine baktığını
görür. Bunun üzerine Horasan’dan gelen dervişler biz göreceğimizi
gördük, anlayacağımızı anladık, Şeyh Şaban’ın teveccühlerine kavuştuk
diyerek, Kastamonu’ya gelmeden geri memleketlerine dönerler.
Şeyh Şaban Veli’nin yanına bir gün bir fakir gelir. Çok fakir
olduğunu, bir eşeğinin olduğunu onun da öldüğünü söyler. Çocuklarının
geçimini temin edecek hiçbir şeyin kalmadığını, namerde muhtaç olmak
istemediğini söyler. Bunun üzerine Şeyh Şaban elini açarak Allah’tan bu
fakirin dileğinin gerçekleşip, geçimini temin edecek yolun bulunması
için dua eder. Duanın bitiminde dergahın kapısı açılır ve atın üzerinde
bir adam yedeğinde bir katırla içeri girer. Şeyh Şaban’a yedeğinde
katırı hediye etmek istediğini söyler. Şeyh Şaban’da fakire dönerek,
Allah ölen eşeğin yerine daha iyisini hediye etti, bu katır senin der.
Olayın ne olduğunu anlamayan adama fakirin durumu anlatılınca, adam
aslında katırı yarın getireceğini, ama içinden bir sesin mutlaka bugün
götürmesi gerektiğini söylediğini anlatır. Böylece fakir adam geçim
kaynağı olacak bir katıra kavuşmuştur.
Kürekçi Mustafa isimli birinin başından geçtiği rivayet edilen bir
efsanede, kürekçi 1200 akçe birine borçlanmıştır. Ne kadar çalışsa da
kazancı bu borcu ödemeye yetmemektedir. Bunun üzerine bir türbeye gidip
burada dua edip borçlarından kurtulmayı diler. Türbeden çıkışta aklına
Şeyh Şaban’ı Veli’ye gitmek gelir. Dergaha gelir, Şeyh Şaban’ın huzuruna
çıkar, Şeyh Şaban yalnızdır. Şeyh Şaban kürekçiyi görünce oturduğu
minderin altını göstererek burada ki akçeleri almasını söyler. Şaşıran
kürekçi minder altındaki akçelerden bir miktar alınca, Şeyh Şaban
tamamını almasını söyler. Oradaki akçelerin tamamını alan kürekçi, dua
ederek huzurdan çıkar. Dışarı çıkıp akçeleri saydığında tam borcu olan
miktar kadar olduğunu görür. Hemen borcunu öder ve o günden sonrada hiç
borçlanmaz.
Murat Halife adlı bir imam bir gün dergaha gelir. O sırada
öğrencileri ile sohbette olan Şeyh Şaban’ın konuşmalarını dinler. Çok
etkilenir. Bir an Şeyh Şaban’ın başının caminin kubbesi büyüklüğünde
görür. Hemen yaklaşıp Şeyh Şaban’ın elini öpmeye başlar ve dizinin
dibine oturur. Öğrencilerden biri yanındakine, niye hocamızın elini
durup durup öpüyor acaba niye sorunca, diğer öğrenci gönül gözü açıldı
da ondan. Ya hocamızın başının Arş-ı alaya değdiğini görse zevkten
mahvolurdu demiştir.
Anlatılan bir başka efsaneye göre Şeyh Şaban bir yıl kendine ait bir
odada halvete girerek günlerce dışarı çıkmamış. O sıralarda da Hac
mevsimiymiş. Kastamonu’dan bir kişi Hac görevini yerine getirmek için
Kabe’ye gitmiş, görevini yerine getirip memleketine döneceği zaman
hastalanmış. Uzun zaman hasta yatmış, bir türlü iyileşip de memleketine
dönememiş. Memleket hasretiyle yanıp tutuştuğu bir an, yanına biri
gelerek hacının ağlama nedenini sormuş. Sıkıntıyı öğrenince, - Kabe’nin
Hanifi mihrabının yanında beş vakit namaz kılıp kaybolan biri vardır.
Oraya git ve onu bul. Bulunca da ellerine yapış derdini anlat. Kendini
gizlerse de sen ısrarla derdine çare olmasını iste- demiş. Hacı peki
diyerek Hanefi mihrabının yanına gitmiş. Namaz kılarken dikkatle
etrafını kontrol etmiş. Bir ara memleketinden tanıdığı Şeyh Şaban’ı
görmüş, namazdan sonra yanına giderim diyerek, hem namazını kılmış hem
de derdine derman olacak kişinin kim olduğunu anlamaya çalışmış. Namaz
bittikten sonra Şeyh Şaban’a baktığında onun kaybolduğunu görmüş. O
zaman aradığı kişinin Şeyh Şaban olduğunu anlamış. Bir sonraki namazda,
yine aynı yerde Şeyh Şaban’ı görünce hemen yanına gidip derdini anlatmış
çare olması için yalvarmış. Şeyh Şaban sırrının açığa çıkmasından
korktuğunu dile getirince, hacı sır saklayacağına yemin etmiş. Şeyh
Şaban namazdan sonra kimsenin bulunmadığı bir yerde görüşerek hacının
gözlerini kapatmasını söylemiş. O zat gözlerini açtığında kendisini
Kastamonu’da evinin kapısından bulmuş.