26 Ağustos 2012 Pazar

Kastamonu Kalesi'nden




Kastamonu'ya gelenleri ilk karşılayan, selamlayan ve uğurlayan heybetiyle ve tarihiyle memleketimize güzellikler katan Kastamonu Kalesi...

Kastamonu'nun en önemli tarihi miraslarından birisi olan kale, Kommenler Hanedanı zamanında 12. yüzyıl içerisinde Türklerin bölgeye yaptıkları akınlar neticesinde yapılmıştır.

Kalenin alt yapısı Orta Çağ Son Dönem Bizans mimari özelliğini taşırken; günümüze kadar ulaşan kısmı beylikler döneminde esaslı tamirattan geçirilmiştir. En son ise 2005 yılı içerisinde Kastamonu Belediye Başkanlığı tarafından restorasyon ve onarımı yapılmıştır.

Kale, Kastamonu'ya hakim bir tepede olduğu için şehir merkezinden çok rahatlıkla görünüyor. Kaleye belli bir noktaya kadar araba ile çıkabiliyorsunuz. Daha sonra hafif meyilli bir yoldan yaya yürüyerek kaleye ulaşıyorsunuz. Kaleye çıkan yolun üzerinde çeşit çeşit hediyelik eşyalar satan yerler var. Bu yerlerden sevdiklerinize "Kastamonu Hatırası" alabilirsiniz.























Şeyh Şaban'ı Veli HZ (Kastamonu)


بسم الله الرحمن الرحيم


Şeyh Şaban-ı Veli


















Hz. Şeyh Şaban-ı Veli Külliyesi

Pir Şaban-ı Velî Hazretleri (k.s.), Kastamonu'nun Taşköprü ilçesinin Gökçeağaç Bucağına bağlı Çakırçayı Köyü'nün Cimdâr Mahallesi'nde dünyaya geldi.Hz. Pir'in doğum tarihi hakkında kesin bilgilerimiz olmamakla birlikte müze kayıtlarında M. 1497 tarihine rastlanmıştır. Ancak bu bilginin yanındaki notta bu tarihin kesin olmadığı ifade edilmiştir. Sefine-i Evliya'da ise doğum tarihinin M. 1499 yılına kaydedilmesi Pir'in 1490'lı yıllarda dünyaya gelmiş olabileceğini gösterir.

Hz. Pir Şaban-ı Velî (k.s.), henüz dünyaya gelmeden babasını kaybettiği için yetim, üç yaşlarında iken annesi vefat ettiğinden öksüz kalır. Daha sonraki hayatı, hayırsever bir hanımın yanında geçer. Bu hanım, Şaban Efendi'yi, manevi evlâtlığa kabul etmekle birlikte tahsilini yapmasında maddi ve manevi yardımlarını esirgemez. Hatta tahsilini tamamlaması için İstanbul'a gönderir.

Hz. Pir, ilk tahsilini Taşköprü'de yapar. Aklî ve naklî ilimleri özellikle Kuran, hadis, tefsir ilimlerinde bilgilerini derinleştirmek için Kastamonu'ya gelir. Ancak memleketindeki tahsille yetinmeyerek ilim ve fazilet diyarı olan İstanbul'a gider ve
tahsilini İstanbul Fatih Medreseleri'nde tamamlar. Öğrenim yıllarında güzel ahlâkı, ağırbaşlılığı ve çalışkanlığı ile hocalarının teveccühüne mazhar olur.

Şaban Efendi (k.s.), zahiri ilimlerle tatmin olmaz ve irfan yolunda kendini irşat edecek bir mürşid-i kâmil aramaya başlar. İstanbul'daki bazı şeyhlere halini arz etmesine rağmen gönlü bir türlü bunlara meyletmeyerek arayış içinde ilahî hidayeti gözlemek yolunu tutar. Bu arada Fatih Medreseleri'nden icazetnamesini de alır. Hocalarının medresede müderris olarak kalma teklifine karşılık, kararını vermek için müddet ister.
O gece istiharesinde bir sesle: "Sılaya dön, sana kurtuluş oradadır!" diye emir verilir. Memleketine dönmek için manen işaret alan Şaban Efendi, hocalarıyla helâlleşerek bir arkadaşıyla birlikte Bolu üzerinden Kastamonu'ya gitmek üzere yola çıkar. Sılaya giderken yol üzerinde bulunan adını ve methini duyduğu Hayreddin Tokadî Hazretleri'ni ziyaret etmek ister.

Hz. Pir Şaban-ı Velî (k.s.), Tokadî Hazretleri hakkında bazı bilgiler edinmiştir. Bolu'ya yaklaştığı zaman Bolu'dan İstanbul yoluna doğru gitmekte olan iki derviş görür. Karşılaştıktan dervişler:
- Azizimiz Hayreddin-i Tokadî Hazretleri: "Kastamonulu Şaban Efendi, İstanbul'dan dönüyor, onu alın dergâha getirin," buyurdu. Biz, İstanbul'dan gelen Kastamonulu Şaban Efendi'yi bekliyoruz, derler.
Bunun üzerine Pir Şaban-ı Velî Hazretleri:

-Kastamonulu Şaban benim, der ve iki dervişle Hayreddin-i Tokadî Hazretleri' nin dergâhına gitmek üzere yola koyulur.

Akşam üstü Tokadî Hazretleri'nin huzuruna varırlar. Yatsı namazlarını tekkede kıldıktan sonra oradaki zikir halkasına katılırlar. Zikir biter, dua ve niyazlarda bulunulur. Ancak Şaban Efendi, bir türlü kendinde kalkacak derman bulamaz. Üç gün bu böyle devam eder ve onlar üç gün dergâhta misafir kalırlar. Üçüncü gün Pir 

Şaban-ı Velî Hazretleri'nin arkadaşı:
-Üç gündür burada kaldık. Artık destur isteyelim, deyince
Pir Şaban-ı Velî Hazretleri, gözlerinde biriken yaşlan silerek:
-Kardeşim! Onlar, bir zincir-i taifedir. Âşıklar kendi taraflarına ve silsilelerine çekerler. Onların cezbeleri galip geldi. Var, sen güle güle git. Bana burada kalmak göründü, deyip arkadaşını uğurlar.

Tokadî'nin dergâhında kalan Hz. Pir Şaban-ı Velî, Hayreddin-i Tokadî Hazretleri'ne bîat eder. Tam on iki sene Tokadî Hazretleri'nin rahle-i irşadında kalır ve canla, gönülle hizmete talip olur. Nefsini ve ruhunu mürşidi yoluna adar. Sonunda mazhar-ı hilâfet olur. Hayreddin Tokadî Hazretleri, hilâfet duasını yaptıktan sonra ona icazet vererek:
 -Sana hilâfet verildi, memleketine dön! İrşat soframızı orada kurarak âşık ve sadıkları irşat edip tarikatı neşrediniz, buyurur.

Şeyhi Tokadî Hazretleri'nin emriyle Pir Şaban-ı Velî Hazretleri, Bolu'dan Kastamonu'ya gitmek üzere yola çıkar. Ancak yolda gönlünden: "Kastamonu'ya gitmesine gideceğim, ama halk benden keramet bekleyecektir. Velîlerden keramet beklemek, insanın fıtratında vardır, oysa ben, kendimde böyle bir varlık ve bir güç göremiyorum," diye geçirir. Sonra arkadaşına :
-Ben, Bolu'ya azizimin yanına geri döneceğim, Kastamonu'ya azizim için gidiyordum, der.
Arkadaşı:
-Şaban Efendi, sana şunu söyleyeceğim: 'Senin şeyhin Tokadî Hazretleri'nden şüphen var mı? Madem ki, sana irşat görevi verdi, demek ki sen de o yeteneği gördü,' der.
Bu sözün üzerine Pir Şaban-ı Velî Hazretleri:
-O, ne demektir? Benim şeyhim, 'Sultanlar Sultanı' dır. Benim bu konuda ne şüphem olabilir ki? diye cevap verir.
Arkadaşı:
- Peki, öyleyse Kastamonu'ya gitmekte niye tereddüt ediyorsun? Hazret neyi buyurmuşsa sen onu yap, diye arkadaşının lisanından Hayreddin Tokadî Hazretleri konuşur.
Hal böyle olunca Pir Şaban-ı Velî Hazretleri, yoluna devam eder ve 1530 yıllarında Kastamonu'ya varır.
Hz. Pir'in şehre gelişi hakkında pek çok rivayetler söylenir. Bunlardan biri şöyle anlatılır:
O zamanlar Kastamonu'da Hacı Bayram-ı Velî Hazretleri'nin soyundan İsa Dede vardı. Onun ermişliği halkın dilinde gezerdi. Bir gün İsa Dede, dervişleriyle otururken başını uzaklara doğru kaldırıp:
-Canlar! Bolu yöresinden bir kâmil boyacı geliyor. Varın karşı çıkın, ağırlayın onu, der.
Dervişler, yola düzülürler. Derbent adlı yere kadar yürürler. Ancak ortalıkta bir can göremezler. Az sonra uzaktan yavaş yavaş kendilerine doğru gelen bir hayâl belirir. Yaklaşınca fark ederler. İçlerinden biri Hz. Pir'i yeninden tutar.
-Selâmünaleyküm! Nereden gelip nereye gidiyorsunuz? der.
Hz. Pir:
-Hak 'tan geldik Hakk'a gideriz, buyurur.
Kalabalık onun Şaban Efendi olduğunu anlayamaz. İsa Dede'nin söylediği kâmil boyacı bu değil, diyerek geri dönerler.

Bir rivayete göre: Pir Şaban-ı Velî Hazretleri, şehre yakın bir yerde bulunan içi boşalmış bir çınarın gövdesinde halvete girer. Burada ibadet ve taatla meşgul olur.
Aradan üç beş gün geçer. Dervişler, bekledikleri İsa Dede'nin bahsettiği kendilerini irşat edecek o kâmilin, o büyük insanın konuştukları halde tanıyamadıkları yolcu
olduğunu anlarlar. Bir grup Kastamonu'lu, tekrar o yere dönerek çınarın dibine gelir:
-Efendim, biz burada sizin hasretinizle yanıp tutuşuyoruz. Gelin artık, diyerek Şaban Efendi'yi çağırırlar.
Şaban Efendi, davete uyarak halvete girdiği ağacın gövdesinden çıkar ve kendisini çağıranlarla beraber yürümeye başlar.
İşte o zaman günlerce bu seçilmiş insanı bağrında barındıran ağacın ondan ayrılmaya dayanamayarak ardınca gelmekte olduğu görülür. Bu hali görenler, büyük bir heyecan ve hayret içinde kalırlar. Böyle bir durumla karşı karşıya kalan Şaban Efendi de başını hafifçe geriye çevirerek :
-Esrarımızı seninle paylaştıksa sırrımızı ifşa et, demedik diyerek ağacı durdurur.
Velhasılı pek çok rivayet olmakla beraber bunlar, aklın maverası yani aklın ötesidir. Keramat-ı ilahiyyedir.

Pir Şaban-ı Velî Hazretleri, Kastamonu'ya gelişinin ilk zamanları, Seyyid Sünnetî Mescidi yakınlarındaki Cemaleddin Cami avlusuna iner. Bir süre burada münzevî bir hayat geçirir. Seyyid Sünnetî Mescidi'nde bulunan halvethanelerin birinde erbaine niyet eder ve erbaini tamamlar. Onun kemalatının farkına varan halk, Hz. Pir'in sohbetlerine iştirak eder. Ancak o tarihlerde mescidin şehrin dışında bulunması nedeniyle Şaban Efendi'yi Honsalar Mahallesi'ndeki Honsalar Cami'ne davet ederler. Şaban Efendi, bu camide va'z ve nasihat ve irşat ile meşgul olur. Daha sonra çıkan yangında Honsalar Cami yanar. Camiyi yeniden yaptırmak isteyen dervişlere Şaban Efendi izin vermeyerek: 'Bu yanıkta bir hikmet vardır,' buyurur.
Yangının ardından Şaban Efendi, Hisarardı Seyyid Sünnetî Mescidi'ne yakın bir eve taşınır ve irşat görevini Seyyid Sünneti Hazretleri'nin yaptırdığı dergâhta devam eder. Pir Şaban-ı Velî Hazretleri'nin irşadı o dereceyi bulur ki, dâr-ı bekaya erinceye kadar üç yüz atmış halife yetiştirir.
Hz. Pir (k.s.), M. 1569 yılında Hakk'a yürür. Kendi dergâhının bahçesine defn edilir. Şu anda Hz. Pir Külliyesi içinde medfundur. Kabr-i şerifleri, çok müzeyyen olmakla beraber kabrinin etrafında kendinden sonra gelen, ondan fazla azizanın kabirleri, aynı kubbe altındadır.

Şaban Efendi (k.s.) kısa sürede Kastamonu halkı tarafından gerek İstanbul medreselerindeki ilm-i zahiriyle gerek tahsilinden sonraki Hayreddin Tokadî Hazretleri'nin yanında gördüğü manevi eğitim ve terbiyenin sonucu safiyete erişmiştir. Yüzlerce derviş kendisinden feyz almıştır.

Hz. Pir hakkında pek çok kitaplar yazılmıştır. Duyulmasını istemediği hâl ve keramatı, birçok kişi tarafından zahir olmuştur. Bunlardan biri, şöyle anlatılır :
Kastamonu'ya varınca bir dergâh açmış, halktan birisi gelip
-Sen ne iş görürsün, demiş?
Pir Şaban-ı Velî Hazretleri:
-Kalp kalaylarım, diye buyurmuş.
Vatandaş, onu kap kalaylarım diye anlamış ve evine gidip bir çuval bakır kap getirerek:
-Şunları kalaylayıver, demiş.
Pir Şaban-ı Velî Hazretleri:
-Biz kalp dedik, ama sen kap anlamışsın. Neyse zahmet etmişsin, getirmişsin. O işi de görüverelim. Yarın gel, al demiş. Ertesi günü çuvalın ağzı bile açılmadığı halde çuvalın içindeki kapların pırıl pırıl olduğu görülmüş.

ŞEYH ŞABAN-I VELİ KÜLLİYESİ: Seyyid Sünneti Efendi tarafından 1490 Miladi yılından önce vücuda getirilmiştir. Külliye bünyesinde cami, türbe, dergah, kütüphane, asa suyu ve şadırvan ile dergah evleri mevcuttur. Vakıflar İdaresine tescillidir.

Dergah Evleri: Cami ile aynı tarihlerde caminin banisi tarafından yaptırıldığı tahmin edilen dergah, 1261/1845 yılında Sultan Abdülmecid’in emriyle Kastamonu Kaymakamı Salih Ağa tarafından esaslı şekilde tamir edilmiş, alt yapılar yenilenmiş ve ihata duvarıyla külliye çevrilmiştir. Günümüze ulaşan iki konak ve ortasındaki müze binası 1318/1900 yılında Azdavaylı Mahmut Paşa tarafından yaptırılmıştır.
Müze olarak kullanılan ortadaki binada Hz. Pir şeyh Şaban – ı Veli’ nin özel eşyaları, dini – tarikat eşyaları ile Kastamonulu hattatlara ait hat eserleri sergilenmektedir.

Camii: Seyyid Sünneti Efendi tarafından 1490 Miladi yılından önce yaptırılmıştır. Caminin ilk şekli bilinmemektedir. 988/1580 yılında Sultan 3. Murad’ın hocası ve mürşidi Şuca Efendi, Seyyit Sünneti Efendi mescidini genişleterek bugünkü haliyle camiyi yaptırmıştır. Cami, 1702, 1748 ve 1950 yıllarında tamir görmüştür. İbadete açıktır.

Türbe: Ömer Kethüda ve Ulema ile Halk tarafından 1020 / 1611 yılında yaptırılmıştır. Sultan Ahmed’in şehzadesi Sultan Osman zamanında Ömer Kethüda yapımına başlamış, ancak yersiz harcama ve israf bahanesiyle Nasuh Paşa tarafından idam edilince inşaat yarım kalmıştır. İki yıl sonra ulema ve halkın katkıları ile tamamlanmıştır. Türbeye doğu tarafından açılan tali kapı, Vezir Kurşuncu zade tarafından 1028/1618 yılında yaptırılmış ve harem denen bir bölüm eklenmiştir.

Kütüphane: Türbe ile aynı tarihlerde yapılmıştır. Dolayısıyla banisi de türbenin banileri olmalıdır. Günümüzde alt katı ibadethane, üst katı ise dernek odası olarak kullanılmaktadır.

Asa Suyu: Mehmet Feyzi Efendi: “ Nuh Tufanı’nda Cebrail (A.S.) Kabe civarından dört avuç toprak alarak dünyanın dört ayrı yerine atmıştır. Bu yerlerden birisi de Hz. Pir civarıdır. Nitekim bölgenin taşlık yapısı Mekke kayalıklarına benzediği gibi ASA SUYU’ nun tad ve kokusu da ZEMZEM ile aynıdır” demiştir.
Şadırvan: Fatma Hanım tarafından 1318 / 1900 yılında yaptırılmıştır. 1318 yılının Recep ayının ilk gününde yaptırıldığı rivayet edilmektedir.







Şeyh Şaban-ı Veli Hazretlerinin türbesi












Şeyh Şa'ban-ı Veli Hazretlerinin Zikir tesbihi


Türbesinin içeriden görüntüsü


Şeyh Şa'ban-ı Veli Hazretlerinin kendi ve öğrencilerinin sarıkları


Şeyh Şa'ban-ı Veli Hazretlerinin Kaftanı


Şeyh Şa'ban-ı Veli Hazretlerinin elinden hiç düşürmediği Kur'an-ı Kerim'i


Şeyh Şa'ban-ı Veli Hazretlerinin ömrünün son 8 yılını geçirdiği
ve sadece ayak yoluna çıkmak üzere ayrıldığı Halvet Odası...
 Bir kişinin sadece secdeye yattığı mesafe kadar genişliğindedir...






Şeyh Şa'ban-ı Veli Hazretlerinin İç Gömleği...


Şeyh Şa’ban-ı Veli hakkında sınırsız efsane anlatılmaktadır. Anlatılan bu efsanelerden bazıları şunlardır ;
Küçük yaşta anne ve babasını kaybeden Şeyh Şa’ban-ı Veli’yi hayırsever bir kadın yanına alarak evlat edinmiş onun eğitimiyle ilgilenmiştir. Mahalle mektebinden sonra İstanbul’a eğitime giden Şeyh Şa’ban-ı Veli burada iyi bir medrese eğitimi görür. Buna rağmen büyük bir arayış içindedir ve bu arayış sırasında bir gün rüyasında “Sılaya dön, kurtuluş oradadır” diye bir ses duyar. Ertesi gün birkaç molla ile yola çıkan Şeyh Şaban-ı Bolu’ya geldiklerinde övgüsünü çok duyduğu Hayrettin Tokadi’nin yanına gitmek ister. Gece Hayrettin Tokadi’nin dergahının yanında konaklarken, zikir sesleri işitirler. Diğer mollalar zikir yapılan yere gitmek isterler Şeyh Şa’ban-ı Veli zikirin zincir olduğunu bağlayıcı olduğunu, bağlanabileceğini söyler. Mollalar ısrar edince zikir yapılan yere giderler. Zikir bitince diğer mollalar dergahtan ayrılırken Şeyh Şaban ayrılmaz geceyi orada geçirir. Ertesi gün Hayrettin Tokadi’nin elini öperek dergaha girer ve 12 yıl dergahta hem eğitim görür hem hizmet eder. Şeyh Şaban-ı’nın Halveti tarikatın bir üyesi olması sonradan kendi kolunu oluşturmasının başlangıcı bu efsane ile anlatılır.

Şeyh Şa’ban-ın Kastamonu’ya gelişi de başka bir efsaneyle anlatılmaktadır. Şeyh Şa’ban-ı Hayrettin Tokadi Efendi’den icazet aldıktan sonra memleketi Kastamonu’ya döner. Memleketine gelince yaşlı bir çınar ağacının kovuğuna yerleşir. Kastamonu’da oturan İsa Dede Efendi bir türlü şehire gelmesini sağlayamaz. Yıllarca bu kovukta yaşadıktan sonra, ısrarlara dayanamayarak kovuktan çıkıp kente yönelir. Çınar da arkasından yürür. Bunun üzerine Şeyh Şa’ban-ı “Oldu mu ya oldu mu ya ? Ben bunca zaman sürdürdüğüm manevi sefaya seni de ortak ettim. Yaşadığım güzellikleri seninle paylaştım. Sen de şimdi benim gizlerimi ele veriyorsun “ diye ağaca sitem eder. Ağaç olduğu yerde kalır. Şeyh Şa’ban Seyit Sünnet Mescidine yerleşir. Başka bir efsaneye göre Hz.Hızır, Seyit Sünneti Efendiye vefatından 40 yıl sonra yerine oturacak bir evliyanın geleceğini müjdelemiştir. Kastamonu halkı çınar kovuğunda yaşayıp ibadetle vaktini geçiren ve keramet ehli olduğu belli olan bu zatın müjdelenen evliya olduğunu anlamıştır.

Şeyh Şa’ban’ın öğrencilerinden olan Muhyiddin Efendi’nin anlattığı rivayet edilen bir efsaneye göre, Şeyh Şa’ban öğrencileriyle ders yaparken bir adam huzura gelir. “Efendim, yol üzerinde bir değirmenimiz vardı. Bir arkadaşımla değirmenin taşını değiştirecektik. Yeni taşı kaldırdık tam koyacakken derenin dibine yuvarlandı. Dereden tekrar çıkarıp yerine koymamız mümkün değildi. Çünkü taş çok ağırdı. Ne yapacağımızı düşünüp dururken, hatırımıza siz geldiniz ve – Yetiş ey Şaban-ı Veli Hazretleri, diye imdat istedik. O an bir el değirmenin taşını aşağıdan aldığı gibi getirip yerine koydu. İşte orada gördüğüm el ile bu öptüğüm el aynı eldir” demiştir.

Şeyh Şaban’ın öğrencilerinden Mehmet Efendi’nin anlattığı rivayet edilen bir efsaneye göre, Horasan evliyalarından biri, 3 öğrencisine Anadolu’da Şeyh Şaban isimli bir evliyanın yaşadığını ve gidip ondan feyz almaları gerektiğini söyler. Yola çıkan dervişler Kastamonu’ya yaklaşırken, Şeyh Şa’ban-ı Veli kendi dervişlerini yanına çağırıp onlara bir ayna verir ve Horasan’dan gelen 3 dervişi yolda karşılamalarını ve aynayı onlara vermelerini söyler. Kastamonu’dan yola çıkan dervişler bir süre sonra, Horasan’dan gelen dervişler ile karşılaşırlar ve onlara Şeyh Şa’ban-ı Veli’nin hediyesi aynayı verirler. Aynayı her alan derviş aynaya baktığında Şeyh Şaban’ın tebessüm ederek kendilerine baktığını görür. Bunun üzerine Horasan’dan gelen dervişler biz göreceğimizi gördük, anlayacağımızı anladık, Şeyh Şaban’ın teveccühlerine kavuştuk diyerek, Kastamonu’ya gelmeden geri memleketlerine dönerler.

Şeyh Şaban Veli’nin yanına bir gün bir fakir gelir. Çok fakir olduğunu, bir eşeğinin olduğunu onun da öldüğünü söyler. Çocuklarının geçimini temin edecek hiçbir şeyin kalmadığını, namerde muhtaç olmak istemediğini söyler. Bunun üzerine Şeyh Şaban elini açarak Allah’tan bu fakirin dileğinin gerçekleşip, geçimini temin edecek yolun bulunması için dua eder. Duanın bitiminde dergahın kapısı açılır ve atın üzerinde bir adam yedeğinde bir katırla içeri girer. Şeyh Şaban’a yedeğinde katırı hediye etmek istediğini söyler. Şeyh Şaban’da fakire dönerek, Allah ölen eşeğin yerine daha iyisini hediye etti, bu katır senin der. Olayın ne olduğunu anlamayan adama fakirin durumu anlatılınca, adam aslında katırı yarın getireceğini, ama içinden bir sesin mutlaka bugün götürmesi gerektiğini söylediğini anlatır. Böylece fakir adam geçim kaynağı olacak bir katıra kavuşmuştur.

Kürekçi Mustafa isimli birinin başından geçtiği rivayet edilen bir efsanede, kürekçi 1200 akçe birine borçlanmıştır. Ne kadar çalışsa da kazancı bu borcu ödemeye yetmemektedir. Bunun üzerine bir türbeye gidip burada dua edip borçlarından kurtulmayı diler. Türbeden çıkışta aklına Şeyh Şaban’ı Veli’ye gitmek gelir. Dergaha gelir, Şeyh Şaban’ın huzuruna çıkar, Şeyh Şaban yalnızdır. Şeyh Şaban kürekçiyi görünce oturduğu minderin altını göstererek burada ki akçeleri almasını söyler. Şaşıran kürekçi minder altındaki akçelerden bir miktar alınca, Şeyh Şaban tamamını almasını söyler. Oradaki akçelerin tamamını alan kürekçi, dua ederek huzurdan çıkar. Dışarı çıkıp akçeleri saydığında tam borcu olan miktar kadar olduğunu görür. Hemen borcunu öder ve o günden sonrada hiç borçlanmaz.

Murat Halife adlı bir imam bir gün dergaha gelir. O sırada öğrencileri ile sohbette olan Şeyh Şaban’ın konuşmalarını dinler. Çok etkilenir. Bir an Şeyh Şaban’ın başının caminin kubbesi büyüklüğünde görür. Hemen yaklaşıp Şeyh Şaban’ın elini öpmeye başlar ve dizinin dibine oturur. Öğrencilerden biri yanındakine, niye hocamızın elini durup durup öpüyor acaba niye sorunca, diğer öğrenci gönül gözü açıldı da ondan. Ya hocamızın başının Arş-ı alaya değdiğini görse zevkten mahvolurdu demiştir.

Anlatılan bir başka efsaneye göre Şeyh Şaban bir yıl kendine ait bir odada halvete girerek günlerce dışarı çıkmamış. O sıralarda da Hac mevsimiymiş. Kastamonu’dan bir kişi Hac görevini yerine getirmek için Kabe’ye gitmiş, görevini yerine getirip memleketine döneceği zaman hastalanmış. Uzun zaman hasta yatmış, bir türlü iyileşip de memleketine dönememiş. Memleket hasretiyle yanıp tutuştuğu bir an, yanına biri gelerek hacının ağlama nedenini sormuş. Sıkıntıyı öğrenince, - Kabe’nin Hanifi mihrabının yanında beş vakit namaz kılıp kaybolan biri vardır. Oraya git ve onu bul. Bulunca da ellerine yapış derdini anlat. Kendini gizlerse de sen ısrarla derdine çare olmasını iste- demiş. Hacı peki diyerek Hanefi mihrabının yanına gitmiş. Namaz kılarken dikkatle etrafını kontrol etmiş. Bir ara memleketinden tanıdığı Şeyh Şaban’ı görmüş, namazdan sonra yanına giderim diyerek, hem namazını kılmış hem de derdine derman olacak kişinin kim olduğunu anlamaya çalışmış. Namaz bittikten sonra Şeyh Şaban’a baktığında onun kaybolduğunu görmüş. O zaman aradığı kişinin Şeyh Şaban olduğunu anlamış. Bir sonraki namazda, yine aynı yerde Şeyh Şaban’ı görünce hemen yanına gidip derdini anlatmış çare olması için yalvarmış. Şeyh Şaban sırrının açığa çıkmasından korktuğunu dile getirince, hacı sır saklayacağına yemin etmiş. Şeyh Şaban namazdan sonra kimsenin bulunmadığı bir yerde görüşerek hacının gözlerini kapatmasını söylemiş. O zat gözlerini açtığında kendisini Kastamonu’da evinin kapısından bulmuş.


Yeni tadilat yapılan camii ve türbenin ana giriş kapısı.Ağustos 2010


Pir hazretleri camiinin içinden bir görünüm.


Tarihi Minberden görünüm


Hz Pir Şeyh Şabani Veli'nin Kastamonu'daki camii ve türbesinin ana giriş kapısı.
 Allah(cc.) Onun yolundan ve sevgisinden bizleri ayırmasın… Âmin


Hz Pir Şeyh Şabani Veli'nin Kastamonu'daki camii 
ve türbesinin dış giriş kısmındaki Osmanlıca Kitabe.


Pir Hz'nin Kastamonu'daki türbesinin giriş kısmında Süleyman Nazif imzalı bir levha.


Camii Şerif'in ve dergahın ilk bânisi, Evladı Resul'den 
Seyyid Ahmed Sünneti Efendi'nin kabri şerifleri, 
camii'nin giriş kapısının hemen solunda bulunmaktadır. 
Allah cc. Onların sevgisinden ve himmetinden bizleri ayırmasın… Âmin


Âsâ suyu, Pir Hz'nin dergaha ilk gelişinde gösterdiği kerametlerden biridir
.Asasını 3 kez toprağa vurmuş ve su peyda olmuştur.
Su lisani hale gelmiş ve Mekke'den geldiğini beyan etmiştir.
Günümüzde de akmaya devam etmektedir


Hz Pir Şeyh Şabanı Veli'nin Kastamonu'daki türbesi 
ve camii şerifin bahçesinden görünüm


Pir Şeyh Şabani Veli hazretlerinin külliyesinden bir görünüm.


Külliye'den başka bir görünüm


Hz Pir Şeyh Şaban Veli Hz'nin adına kurulan vakfın 
Pir Hazretleri adına yaptırdığı ve ziyarete açtığı Müze.


Pir Şeyh Şaban Veli Hz'nin Kastamonu'daki türbesinin bahçesinde
 bulunan âsâ suyu. Bu su, zemzem suyu olarak bilinir.
Tüm özelliği ve tadı ile zemzem suyunun aynısıdır.


Hz Pir Şeyh Şabanı Veli'nin Kastamonu'daki türbesinin bahçesinde 
bulunan küçük havuzlu tarihi çeşme.


Pir Hazretleri'nin, Türbesi'nin arka kapısı


Hz Pir Şeyh Şabanı Veli'nin Türbesinin giriş kapıları


Hz Pir'in Türbesi'nin giriş kapısında bulunan kitabeler.


Hz Pir Şeyh Şabani Veli'nin Türbesi'nin önü.

Hz Pir'in Türbesi'nin bahçesinde medfun Halveti dervişlerinin kabirleri.



MİNDERİN ALTINDA

Bir zamanlar birinin, bir zâta borcu vardı,
O devrin parasıyla, beş yüz akçe kadardı.

Bunu ödemek için, çok çalıştığı hâlde,
Bir türlü biriktirip, veremedi yine de.

Alacaklı o adam, zaman zaman gelerek,
İsterdi parasını, hem de sitem ederek.

"Biraz mühlet ver diye yalvardıysa da ona,
O mühlet vermeyince, çok üzüldü o buna.

Bir velînin kabrine, gitmeye karar verdi,
Onu vâsıta edip, şöyle duâ eyledi:

"Mâlumdur elbet sana, yâ Rabbî, benim hâlim,
Bu velî, hürmetine, yardımcım ol sen benim.

Ödeyebilmem için, beş yüz akçeyi buna,
Bu borcum miktarınca, parayı gönder bana."

O velî hürmetine, duâ edip dönerken,
Şâbân-ı Velî geldi, aklına onun birden.

Huzûruna vardı ki, kimse yoktu evinde,
Diz çökmüş otururdu, ibâdet mahallinde.

O içeri girince, gösterip minderini,
Buyurdu: "Gel al bunun, altındakilerini."

Hâlbuki henüz ona, bir şey söylememişti,
Ondan başka kimse de, yanına gitmemişti.

Çekinerek oradan, bir miktar para aldı,
Ve lâkin utancından, hepsini alamadı.

Allah'ın velî kulu, buyurdu ki o zaman:
"Rabbimin ihsânıdır, al hepsini oradan."

"Peki" deyip o dahi, alıverdi hepsini,
Şâbân-ı Velî ise, kaldırdı ellerini,

Acıyıp onun için, duâ etti Allah'a:

"Yâ Rabbi, bu kulunu, darda koyma bir daha."

Bu kişi hem parayı, hem duâyı aldı ve,
Sevinç ve huzûr ile, döndü ve geldi eve.

Oradan getirdiği, paraları çıkardı,
Saydığında gördü ki, tam da borcu kadardı.

Gitti hemen koşarak, o alacaklısına,
Borcunu ödeyerek şükretti Mevlâsına.

Yâ Rabbî, kul borcundan bizi de eyle halâs,
İhsân et kalbimize, kavî îmân ve ihlâs.


1) Şakâyik-ı Nu’mâniyye Zeyli (Atâî); s.199
2) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; (49. Baskı) s.1147
3) Menâkıb-ı Şa'bân-ı Velî
4) Sefînet-ül-Evliyâ; c.3, s.381
5) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.14, s.364



 "SİTEDEKİ KONU BAŞLIKLARINI GÖRMEK İÇİN TIKLAYINIZ"