قَالَ اللّٰهُ تَعَالَى : اِنَّ اللّٰهَ لَا يُغَيِّرُ مَا بِقَوْمٍ حَتّٰى يُغَيِّرُوا مَا بِاَنْفُسِهِمْ وَاِذَٓا اَرَادَ اللّٰهُ بِقَوْمٍ سُٓوءًا فَلَا مَرَدَّ لَهُ وَمَا لَهُمْ مِنْ دُونِهِ مِنْ وَالٍ. (سورة الرعد، ١١)
الله تعالى شويله بيوردى ( مئالا ) : شبهه يوق كى بر قوم ، كندى نفسلرنده كى ( كوزل حال و آخلاقى ) دكشترمدكجه ، الله تعالى ده اونلره ورديكى نعمتى دكشترمز . و الله تعالى بر قومه ، بر فنالق مراد أدنجه ده آرتق اونى كرى براقجق يوقدر . و اونلر إيجن الله دان باشقه بر ياردمجيده يوقدر . "
Allâhü Teâlâ şöyle buyurdu -meâlen- : “Şüphe yok ki bir kavim, kendi nefislerindeki (güzel hâl ve ahlâkı) değiştirmedikçe, Allâhü Teâlâ da onlara verdiği nimeti değiştirmez. Ve Allâhü Teâlâ bir kavme, bir fenalık murat edince de artık onu geri bırakacak yoktur. Ve onlar için Allah’tan başka bir yardımcı da yoktur.”
(Ra‘d Sûresi, âyet 11)
Hicrî: 01 Rebîulevvel 1447 Fazilet Takvim
GÜNAHLAR MUSİBETLERE SEBEP OLUR
Hatîb-i Bağdâdî, Târîh-i Bağdâd isimli eserinde Bağdat’tan söz ederken:
“Bağdat, bir zamanlar güzellikte, şöhrette, gösterişte, büyüklükte, dünyada eşi benzeri olmayan bir Cennet bahçesi gibiydi. Halkın ekseriyeti âlim ve ileri gelen kimselerdi.
Evleri, binaları, sokakları, caddeleri, mescitleri, çarşıları, han ve hamamları çoktu. Havası güzel, suyu tatlı, yaz ve kışı mutedil, ilk ve son baharları sıhhat verirdi. En şâşaalı günlerini Halîfe Harun Reşid zamanında geçirmiş, halkı ve imâretleri artmıştı.
Sonra orada birtakım fitneler zuhur etti, halkın üzerine sıkıntılar yağmaya başladı, imaretler harap oldu.” diyerek kendi zamanına kadar olan çöküş devrini izah etmiştir.
Tarihçi İbn-i Kesîr ise el-Bidâye ve’n-Nihâye isimli eserinde bu inkırazın sebebini şöyle izah etmiştir:
“Hatîb-i Bağdâdî zamanından bu yana da çöküş böylece devam etti. Husûsiyle Hülagü zamanında Moğollar, tarihî eserleri yerle bir ettiler; Halîfe-i Müslimîni ve birçok âlimi şehit ettiler; evleri, sarayları yakıp yıktılar; halkın her tabakasını kırdılar, geçirdiler; malları, mahsulleri yağmaladılar. Halka hüzün, dünyaya büyük bir ibret bıraktılar.
İşte bu sıkıntılar, hep halk, maneviyattan uzaklaştıkları için oldu. Öyle ki Kur’ân-ı Kerîm’i usul ve âdâbı ile okumaktan uzaklaşıp tegannî ve şiir söylemeye ehemmiyet veriyorlardı. Hadîs-i Nebevî dinlemeyi bırakıp felsefecilerin görüşlerini dinlemeye, itikadî meseleleri münakaşaya, bozuk ve bâtıl teviller yapmaya başlamışlardı; âlimler, hikmet ehli zâtlardan uzaklaştılar, şerefli ve yüksek işler yerine alçak işlerle meşgul oldular, sefalet ve sefâhet çoğaldı. Herkes, birbirinin aleyhine oldu, zulüm ve hilebazlıkla meşguliyet çoğaldı; tefsir, fıkıh, hadîs gibi ilimleri bırakıp bâtıl işlerle meşgul olmaya başladılar.
Şüphesiz başlarına gelen musibetler ancak işledikleri bu gibi günahlar sebebiyle idi. Zira Cenâb-ı Hak, Fussilet Sûresi’nin 46. âyet-i kerîmesinde -meâlen-: “Ve muhakkak senin Rabb’in, kullarına zulmedici değildir.” buyurmuştur.
Hicrî: 01 Rebîulevvel 1447 Fazilet Takvim

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder